Allah sırrını takdis etsin...anlatılır: Gürcü Sultan, Mevlâna Celâleddin’in bağlılarındandır. İmkân ve izin oldukça Celâleddin’i ziyaret etmektedir. Celâleddin’in yaşadığı muhitte olmak bile onun için bir ayrıcalık ve huzur kaynağıdır. Gürcü Sultan’ın bir gün Konya’dan Kayseri’ye gitmesi ve bir müddet orada ikâmet etmesi gerekir. Ama Gürcü Sultan, Celâleddin’i görmeden edemeyeceğini düşünmektedir. Konya’da, Rum bir ressam vardır. Ona Aynüddevle denmektedir. Gürcü Sultan, Aynüddevle’den kendisine Mevlâna’nın bir resmini çizmesini ister. Ona çokça para verir. Gürcü Sultan, resmi yanında taşıyacak, böylece bağlısı olduğu Celâleddin’e dair özlemi, bir nebze olsun teselli bulacaktır. Ressam Aynüddevle birkaç kimseyle Mevlâna’nın huzuruna gelir. Onlar daha bir şey söylemeden Mevlâna “Resmimi yapabilirsen yap” der. Aynüddevle kâğıdını açar, kalemini çıkartır. Ayakta duran Mevlâna’ya bakıp büyük bir hevesle resmini çizmeye başlar. Az sonra ikinci kez bakmak için başını kaldırıp Mevlâna’ya baktığında Aynüddevle, Mevlâna’yı ilk gördüğünden farklı bir surette görmektedir. Bunun üzerine elindeki kâğıdı yana bırakıp ikinci kâğıda yeni baştan portreyi çizmeye girişir. Lâkin ikinci çizimde de aynı şey tekrarlanmış, ressam başını kaldırıp da baktığında yine farklı bir Mevlâna suretiyle karşılaşmıştır. Dakikalar geçer. Hep aynı şey tekrarlanıp durur. Ressamın yana bıraktığı kâğıt sayısı yirmi kadar olmuştur. Ressam oldukça şaşırmış ve mahcup düşmüştür. Suret aynı surettir, ama her seferinde dalgalanan bir deniz gibidir. Mevlâna, ressama, kendisinin renksiz, adsız, sansız bir kimse olduğunu söyler ve anlaşılması güç olan bu halini nasıl olur da, olduğu gibi yansıtabileceğini sorar. Devamında, “Ben hem hareketsizim, hem de koşmaktayım!.. Gökteki ay gibi ayaksızım…” der. Ama niçin ve nereye koşacaktır ki? Bir ses ona, “Ben hem gizliyim, hem açıktayım” demiştir. Aydüddevle gözyaşları içerisinde huzurdan ayrılır.