Yaralı bir kuşun kanat çırpışları gibiydi birbirimize son dokunuşumuz.
Zayıf, titrek ve soluksuz...
Binlerce cam kırığı içimizde, kulağımızda binlerce uğultu, ayrılanlara özgü umutsuzluk ve belirsiz bir sonsuzluk...
... Böyle bir gidiş hayal etmemiştik ikimiz de...
Sanki bir yerlerde bir dağ çöktü, bir şehir yıkıldı, altında kaldık.
Ah sevgilim, ne çok ağladık...
Düşlerimi yükledim bir gemiye, bilinmez limanlara doğru yola çıkardım.
Sen neredeysen, belki bulur diye.
Sana ulaştığında belki yüreğimin kanamasını durdurur diye...
Her gidiş bir bitiştir, bunu biliyorum ama her bitiş bir başlangıç değilmiş, öğreniyorum.
Gelmeyeceğini bile bile, bir daha sana asla dokunamayacağımı bile bile özlüyorum. Delilik işte...
“Ağlamayalım” demiştik, ben sözümü tutamadım.
Şarkıları ne yapacağız söylesene, ya bu şehrin sokaklarını?
Ayrılığın ustası olunmuyor sevgilim, ayrılık öğrenilmiyor...
O gece, giderken içtiğin şarabı koyduğum kadehi yıkamadım, sakladım.
Bazen, hasret artık dayanılmaz olduğunda masanın başına o kadehi koyuyorum.
“Şarabın gazabından korkmadan” seninle içiyorum.
Sarhoş olamıyorum mesela.
Meğer ben bir tek seninle güzelleşiyormuşum..."
"Ben kendimi yazdım hep, duygularımı, yüreğimden geçenleri, zaaflarımı, yenilmişliklerimi... Aşkı büyüttüm koynumda, aşkı yücelttim. Hoyrat ellerin, kıymet bilmez kalplerin darbelerini gördüm. 'Asla yapmaz' dediklerimin ihanetleriyle sarsıldım, yıkıldım... Yine de güvendim aşka, en sadık sevgilimdi benim. Çünkü bir tek aşk aldatmadı beni..
(alıntı)