Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü.
Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi... Bir kez olsun kümesten
yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve
fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve
havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben
ne kadar yaşlıyım?
***
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur.
O beyaz örtünün gelişi sürpriz olurdu. Şimdiki gibi üç günlük hava
tahmini, kar yağışı için dakikalı randevu falan yoktu. (Meteoroloji
tutturamadığı zaman o kadar seviniyorum ki...) Krize de girmezdik. İran'ı
hiç takmazdık. Yakacak bir şeyler olurdu her zaman.
Ve kuzine hem ısıtır hem de pişirirdi...
Bize kalan kış ın ve karın tadını çıkarmaktı...
Mumumuz, gaz lambamız vardı.
***
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki,
keyfimiz bozulmazdı hiç! Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza
mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler,
hatıralar... Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir
masal dünyası...
***
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi
kokardı. Çay da kokardı... Domates de... Bütün bu nefasete, küçücük bir
bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
***
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı,Kimin umurunda... Ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini çiziyorduk...