Sevmeyi ve mutluluğu geciktiriyoruz
İnsan olarak duygularımız vardır, elbet severiz. Bazen inkar eder “platonik takıldığımızı” söyleriz, bazen de sevdiğimizi haykırırız. Sevmeyi bilmeyiz aslında, öğrenmek de zordur, çünkü hem çaba, hem zaman gerektirir. İşimiz, yükselmemiz, para kazanmamız öncelikli olur ve başka işlerimizden dolayı çaba ve zaman harcamayı göze almaz, ihmal ederiz sevmeyi ve öğrenmeyi. Sonra da kendimizi ve karşı cinsi tanıyamayız. Dolayısı ile çoğumuzun dediği gibi ne ölesiye severiz, ne de adam gibi severiz. Fakat zaman durmaz, geçer, kadınlar genellikle otuzlarına geldiklerinde, erkekler ise kırk yaşlarına geldikleri zaman, yavaş yavaş anlarlar sevmek için geç kaldıklarını. Anca anlarlar ve sevmenin, sevileni olduğu gibi kabul etmek olduğunu, karşımızdaki insanın değiştirmenin imkansız olduğunu, insanların birbirlerini saygı duyması gerektiği öğrenirler
İnsan olarak yapımızda vardır. Elimizdekilerin değerini ne yazık ki, iş işden geçtikden sonra anlarız. İnternette okudum.
Emma Bombeck Avustralya'da kanserden ölen bir kadın. Ölümünden hemen önce bakın neler yazmış. "Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim..
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..erler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı aksam yemeğine davet ederdim.. Oturma odasında televizyon seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım..Yerler leke olacak diye korkmazdım.. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.. Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim.. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum.. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.. Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anin tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir şey.. Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim.. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim.. Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu.. Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme.. Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç.. Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi.. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükretmemiz lazım. Tek bir hayatınız var ve o da bir gün sona eriyor.. Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.."
Yani kısaca yaşadığımız anın, yanımızdakilerin, yaşadığımız yerin kıymetini bilelim. Unutmayalım en önemli an, yaşadığımız bu an; en önemli yer, şu anda bulunduğumuz yer; en önemli kişi: o anda yanımızda olan kişidir. Her sabah kalktığımızda, aynaya bakıp, derin bir nefes alıp, sahip olduklarımızın kıymetini anlamamız lazım. Mutluluğu boş yere başka yerlerde aramayalım, mutluluk görebilirsek içimizdedir.
(alıntı)
konunu açılıp açılmadığını bilmiyorum.Hayat telaşlarının ve keşkelerin hüküm sürdüğü yaşamımız da ir kere daha hatırlatmak ,hatırlamka istedim .....