Müzik Sanatı Alanındaki Gelişmeler
"Klasik Türk Müziği" veya "Türk Sanat Müziği" diye adlandırılan geleneksel Türk müziğinin kökenleri, hemen hemen bütün Osmanlı kurumları ve sanat üslûplarının tersine, Selçuklulardan ve Anadolu beyliklerinden değil, Abbasi, Celayirli ve Timurlu saraylarındadır.[18] Müzikologlar özellikle Ortadoğu ülkeleri müziklerini İslâm müziği olarak adlandırmaktadırlar. Cumhuriyet'in kuruluşu ile birlikte, Batı kültür çevresine girme, çağdaşlaşma yolunda ciddi adımlar atılmıştır. Ulusal kimlik edinme çalışmaları sürerken, Batı müziği ile beraber yeni ürünler elde edilmeye çalışılmıştır.[19] Osmanlıların Batı (Klasik Batı) müziğiyle tanışmaları diğer bütün alanlarda olduğu gibi, saray aracılığıyla olmuştur. Avrupalı sanatçılar ülkeye gelip konser vermişlerdir. Saray düğün ve törenlerinde Batı müziğine de yer verilmiştir. Donizetti Paşa Mızıkay-ı Humayun'un başına getirilmiş ve onu Guatelli Paşa gibi birçok Avrupalı izlemiştir.[20] Devrimin en zor uygulandığı alan müzik olmuştur. Var olan müziğin yerini dinamik, bilimsel, çağdaş, ulusal Türk müziğinin alması gerekiyordu.[21]
Atatürk bütün alanlarda çağdaş uygarlığı yakalayabilmek için, bu yeni kültür ortamında çok sesli bir Türk müziğinin oluşmasından yanadır. Cumhuriyetle birlikte müzik alanında şu gelişmeler izlenmiştir: 1916'da İstanbul Maarif Nezhareti tarafından kurulan "Darülelhan" 1923’de vilâyete bağlanmış ve "Garp Musikîsi Şubesi" açılıp "yarı konservatuar" durumuna getirilmiştir.[22]
Batılılaşma çalışmalarının hızlandırılmasını isteyen Atatürk'ün direktifleriyle düzenlemeye başlanan en uygun ve tek topluluk "Müzikayı Hümayun"'dur.[23] Çoğunluğu Cumhuriyetten önce kurulan Makâm-ı Hilâfet mızıkası (Mızıka-ı Hümâyûn) üyelerinden oluşan bir orkestra Osman Zeki Üngör yönetiminde oluşturulmuştur.[24] Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın çekirdeği söz konusu olan topluluktur.[25] 2 Nisan 1924'de Aynı Orkestra "Riyaseti Cumhur Musiki Heyeti" adını alıp, Cumhurbaşkanlığı'na bağlanmıştır. 16 Temmuz 1921'de Ankara'da Maarif Kongresi toplanmış, müzik eğitiminde çağdaş yaklaşımların gerekliliği tartışılmıştır. 1 Eylül 1924'de Ankara Musikî Muallim Mektebi açılmıştır. 1928-1933 yılları arasında bu mektepte öğretmen, orkestra elemanı ve de askerî bando elemanı yetiştirmeye çalışılmıştır. Bu zorlama okulun eğitim programına zarar vermiştir. Musıkî Muallim mektebi bina ve imkân olarak yetersizdir. Çeşitli dönemlerde eğitim yılları, müfredat ve başarı sınavlarında değişiklikler olmuştur. 1927'de İstanbul Konservatuarı öğretime başlamış ve şark müziği eğitimini sona erdirmiştir. Anadolu'dan derlemeler yapılmış ve bu derlemeler defter halinde yayınlanmıştır. 12 Aralık 1924'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne bağlı olarak Türkiyat Enstitüsü,[26] 1 Kasım 1927'de Ankara'da Anadolu Halk bilgisi derneği,[27] 18 Temmuz 1930'da Ankara Etnografya Müzesi[28] ve 19 Şubat 1932'de Halkevlerinin açılmasıyla[29] Türk bestecilerine ulusal motif ve tema malzemeleri sağlanmıştır. Yoğun etnografik ve foklorik çalışmalara girişilmiştir. Batı'daki konservatuvarları örnek alan, devlet desteğinde bir konservatuar kurmak için ünlü Alman besteci Paul Hindemith çalışmalara başlamış ve 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı hizmete girmiştir.[30]
Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir iş kolu olarak benimsenmeyip küçümsenen müzik, Cumhuriyet'ten sonra en elit tabakalara mahsus çok özel bir alan olarak yerini almış, birçok aşamayı başarıyla geçmiştir. Büyük önder Atatürk müzik alanındaki gelişmeleri yakından takip etmiş, birçok defa konuyla ilgili görüşlerini ayrıntılarıyla aktarmış ve özel olarak müzik ile ilgilenmiştir.[31] Bu konuda kaynaklarda yer alan görüşlerinden bazıları şunlardır:
"Hayatta musiki lâzım değildir. Çünki hayat musikidir. Musiki ile alâkası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzubahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musıki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve herşeyidir. Yalnız musıkinin nevi sayanı mütalaadır."[32]
"Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bundan en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musıkisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musıkisinde değişikliği olabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinlenilen musıki yüz ağartacak değerden uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duygular, düşünceler anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları birgün önce genel musıki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak; bu yüzeyde, Türk ulusal müziği yükselebilir, evrensel musıkide yerini alabilir."[33]
Atatürk 27 Ekim 1922 günü Büyük Zafer'i kutlamak için İstanbul'dan Bursa'ya gelen öğretmenlere Şark Tiyatrosu'ndaki toplantıda şöyle seslenmiştir:
"Hanımlar, beyler! Ordularımızın ihraz ettiği zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı... Gerçek zaferi siz ihraz ve idame edeceksiniz ve behemahal muvaffak olacaksınız. Milletimizin siyasî, içtimaî hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde rehber'imiz ilim ve fen olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve fen sâyesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, iktisadiyâtı, Türk şiir ve edebiyatı, bütün bedâyii'yle inkişâf eder."[34]
Atatürk'ün 1 Mart 1923'te TBMM Dördüncü dönem açılış konuşmasından:
"Efendiler! Terbiye ve tedris'te tatbik edilecek usûl, malûmatı, insan için fazla bir süs, bir vasıta-ı tahakküm, yahut medeni bir zevk'ten ziyade, maddi hayat'ta muvaffak olmayı temin eden, ameli ve kabil-i istimâl bir cihaz haline getirmektir... Ameli ve şâmil bir maarif için hudud-ı vatanın merakiz-i mühimmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, darülmesailer, müzeaalar'la teçhizi icabetmektedir."[35]
8 Ağustos 1928 gecesi, İstanbul'da, Sarayburnu Gazinosu'nda halka Harf Devrimi'ni duyuran Atatürk, orada yeni harfle kaleme aldığı ve Falih Rıfkı'ya okuttuğu yazıda şöyle diyordu:
"Bu gece burada, güzel bir tesadüf eseri olarak Şark'ın en mümtaz iki musıki heyetini dinledim. Bilhassa sahneyi birinci olarak tezyin eden Münire't-ül Mehdiye Hanım sanatkârlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk hissiyatım üzerinde artık bu musiki, bu basit musiki, Türkün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kafi gelmez. Şimdi karşıda medeni dünyanın musıkisi de işitildi. Bu ana kadar Şark musıkisi denilen terennümler karşısında kansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen şâtırdırlar, tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek tabiidir. Hakikaten Türk, fıtraten şen şâtır'dır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketin acı felaketli neticeleri vardır. Bunun fâriki olmamak kabahatti.
İşte Türk milleti bunun için gamlandı. Fakat artık millet hatalarını kanı ile tashih etmiştir. Artık müsterihtir. Artık Türk şendir, fıtratinde olduğu gibi, artık Türk şendir. Çünkü ona ilişmenin hatarnâk olduğunu tekrar ispat istemez kanaatindedir. Bu kanaataynı zamanda temennidir."[36]
30 Kasım 1929. Atatürk ve Emil Ludwig'in diyaloğu şöyle aktarılır:
"Atatürk - Montesquieu'nün 'Bir milletin musikideki meyline ehemmiyet verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olmaz' sözünü okudum; tasdik ederim. Bunun için musıkiye pek çok itina göstermekte olduğumu görüyorsunuz.
Gazeteci - Biz Garplilere göre Şark musıkisinin kulaklarımıza gelen garabeti cihetinden bahsettim ve dedim ki:
'Şarkın yegâne anlayamadığımız bir fenni varsa o da musıkisidir.'
Gazi, o zaman bu musıkinin Türkçe'de tesmiyesine itiraz ederek şöyle demiştir:
- Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim hakikî musıkimiz Anadolu halkında işitilebilir.
- Bu nağmelerin ıslahiyle terakki ettirilmesi mümkün değil midir?
- Garp musikiciliği bugünkü haline gelinceye kadar, ne kadar zaman geçti?
- Dörtyüz sene kadar geçti.
- Bizim bu kadar zaman beklemeye vaktimiz yoktur. Bunun için Garp musıkisini almakta olduğumuzu görüyorsunuz."[37]