Çağdaş Sanat Eğitimi Yapılandırma Önerileri
Beuys 'her insan varlığı yaratıcı bir sanatçıdır' derken, Hegel'den ben de sanatın sonunun geldiği tanışılır. İnsanın kendini sorgulamasıyla ben kimim? Evrendeki verim nedir? Gibi temel soruların karşılığım felsefede aramasıyla, sanatın yaşamdaki yeri, eğirimi Antik Çağdan beri sorgulanmış, 19 yy'da Endüstri Çağından itibaren ders olarak eğitimi verilmeye, öğretilmeye başlanmıştır. Hegel'e ve sanatın sonunu getirmeye çalışanlara inat; sanat insan varlığının sonu gelmediği, estetik ihtiyaçlar var olduğu sürece daha çok tartışılacak görünüyor. Duygu yaşamımızın kaynağı sanat, tıpkı felsefe gibi insanın kendini tanımasının, anlamlandırmasının, kendi varlığım sorgulamasının, hayal kurmasının, tutkulu bir yaratıcı olmasının nedenidir. Nietzcbe'nin dediği gibi, insanın en başta gelen özelliği onun bep kendisinin (yada gerçeğin) ötesine gitme geçine çabasıdır.
Sanat eğitimcisinin işi de, potansiyel yaratıcıları geleceğe biçimlemektir. Eğitime yeni düzeltmeler önermek, öğrencinin algılama, duyma, imgelem üretimini, yaratıcılığını artıracak ortamlarını tekrar ele alıp, yeni materyallerle yüzleştirmek onun için mezuniyeüni görmenin çok daha ötesindedir.
Öğrencinin model aldığı eğitimci 'sanatçı bocadır'. Modelin kendini sürekli yenileme eğiliminde olduğu, hızlı bilgi ve iletişim koordinasyonuyla sanat eğitimi politikalarını araştıran, eğitmekte olduğu kişinin ihtiyaçlarını tespit eden, sanatçı kimliği, pedagojik formasyonu ve psikoloji bilgisiyle de donanımlı olan en ideal olanı görünüyor.
Artık yıllarca benzer şeyleri üreten bunu kendi üslubu olarak tekrar tekrar sunan 'sanatçı boca' günümüzde tutucu, gelenekçi olarak görülmektedir. Ayrıca genç beyinlere eğitim veren, tek doğrunun olmadığı ancak olmaması gerekenleri öğrencilere hatırla tan, seçeneklerin çok ve çeşitli olduğunu, eleşrirel görüşlerle yaratıcı, keşfedici olunacağını, hayal güçlerini tetiklemenin özel yöntemlerini bulabilen 'tek hoca' bile sakıncalıdır. En ideal sanatçı tek hocadan bile öğrencilerin beslenmesi yerine bir çok farklı görüşe agk olmak; hatta zaman zaman diğer bocalarla ya da başka kurumlardan gelen bocalarla, sanatçılarla eleştiri günleri düzenlemek egosu yüksek yaratıcılara tahammülü zor görünebilir. Ancak yaratıcılığın eğitiminde en çok zaran tutucu yaklaşımlar verir.
Günümüz sergileme yöntemlerini, etkmÜklerini (bienaîler, trienaller, dökümante sergüeri gibi) görünce biz eğitimciler olarak öğrencilerle nereden başlamamız gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için öğrenci seçme sınavlarına geri dönersek; genelde ülkemizde yapılan görsel algıyı ölçen çizim ağırlıklı birkaç aşamalı yetenek sınavlandır. Batı da yapılan ise dosya (portfolyo) sunumu... Ponfolyo sunumunun maddi koşullarının ülkemizde bazır olduğunu düşünmüyorum. Henüz lise ve sonrası öğrencilerinin plastik sanatlarla karşılaşacağı, üretimde bulunacağı atölye ortamlan yok. Dosya isteyen okullar olduğunu da biliyorum. Çoğunluğu ÖSS sınavı başarısızlığı sonunda son günlerde şansını deneyen bu öğrenciler ne yazık ki dışanda para karşılığı yardım alarak bu dosyalan hazırlıyorlar. Batı da ise belli bir yaş olgunluğunda sanatçı olmaya karar vermiş, okul dışında çalışma ortamları bulmuş, kendini tecrübe etmiş, sınamış öğrenci grubu sinara aday oluyor. Bu nedenle hala eğitimimizin ilk yıllarında gelenekçi bir tutumla adım aunak gerektiğine inanıyorum. İnsanın ilk bakacağı da kendi bedeni, canlı model üzerinden çizeceği deseni ve üç boyurlu modle edeceği etütlerdir. Çünkü desen Adem Genç'in dediği gibi;
"Desen haslı başına bir sonuç değil, bir düşünme görme aracıdır.
Desen, kişinin yaratıcı, sezgisel ve hayal gücünü ortaya koymaya yönelik uygulamalarla gelişir.
Bir ilişkiler sistemi, mekânsal düşünme ve tasarlama, matematiksel bir oriyantasyon sorunudur.
Desen bir başka değişle görmeyi öğretir".
Bugün batı ülkelerinde desene önem verilmediğini, birçok sanatçının iyi desen çizemediğini de biliyorum. Bunun tersi örneklerde var. Burhan Doğançay, Nancy Atakan ise kendilerinin akademik, gelenekçi bir eğitimden geçtiğini hala desen çizmeden çağdaş sanatın zor kavranacağım söylüyorlar. Benim ısrarla belirtmeye çalıştığım bizim öğrencilerimizle nereden başlayacağımız noktasıdır.
Daha önce belirttiğim gibi artistik, sanatsal düşünme nesneyle ilişkiyle başlar. Nesneyi tanıdıktan sonra öğrenci o nesneyi parçalamaya yeniden birleştirmeye, yorumlamaya dahası soyutlamaya başlar. Plastik sanatların temel sorunlarını, gramerini öğrenmeye başlayan öğrenci Zafer Gençaydın'ın dediği gibi; "Doğayla sanatın yasalarının benzer olduğunu, ama değişik dille yazıldıklarını, doğa dilinin sanat diline 'tercüme' edilmesi gerektiğini anlarken benzerliklerin ve
benzersizliklerin temelindeki ilkeleri sezerek soyutlama gücüne erişecektir. Soyu damacı zeka yoktan var eden değil, doğayı yeniden üreten zekadir. Soyutlamadan beklenen nesnenin basitleştirilmesi, sığlaştınlması değil; ayıklanması sadeleştirilmesi, başka bir device doğanın yorumlanmasıdır".
Sonuç olarak; öğrenci soyutlamaya ancak ihtiyaç duyduğunda, hazır olduğunda, ihtiyaç hissedeceği noktaya getirildiğinde geçirilmelidir.
Bugünün sanat ortamına baktığımızda kendine, kendi plastiğine gönderme yaparak özerkliğini ilan eden Modernizmin dayattığı tüm kültürel değerlerin, olguların eleştirisini yapan Modernizm sonrası, Postmodern dönem ya da IŞöO'lar sonrası gibi miladi bir tarihten bahsedilen dönemdeyiz. Küratörlü sergiler, hızla üretilen görüntüler, üzerine montaj lanan ses öğeleri, video sanat, iletişim sanau, internet sanatı gibi görsel kültür ürünleri,. Buradan da karşımıza disiplinler arası diye bir kavram çkıyor. Birbirine yakın disiplinlerin ilişkisiyle yetinmeyip, birbirinden çok farklı bir çok disiplinin geçirgenliğini sağlayıp yeni bir sentez yaratılırken sanatın tanımı ve buna bağlı olarak eğitimi de değişiyor.
Sanattaki bu değişimler oladunırken biraz önce ülke koşullan, sınav sistemleri, öğrenci diizeyi gibi sorunlara yer yer değinirken biz eğitimciler olarak ne yapacağız? Bu değişimlere bir taraftan kayıtsız kalamama, çağın gerisine düşme telaşı, bir taraftan da mevcut duruma rağmen bu son derece radikal değişimler - niyet reddetmek olsa bile kendi alanında ilerlemekte, eğitimciler olarak programlan yeniden gözden geçirmeye zorlamakta.
İnsanlar arası bilgi erişiminin teknolojik araçları bugün daha hızlı.. Artık yaşantımız değişmiş, koşullar farklılaşmış duıumda. Değişikliklerin tümünü olumlu olarak kabııl etmek, bunlara bireysel ve toplumsal olarak zoraki uyum sağlamaya kalkışmak, kendi ölçeğinde hayali meydan okumalara gitmemeli, geleceğe doğru yanıtlar aranmalıdır. Sarıatç ve sanat eğitimcisi için zaman sadece 'şimdiki zaman' değil, geçmişini hatırladığı, geleceğe baktığı zamandır. Yoksa sanat tarihinden öğrendiğimiz - hatta kopyalar yaptırarak resimde röprodüksiyon, heykelde antik modeller gibi plastik sanatların gramerini, kendine özgü dilini tamamen reddetmek bizim için gerçekçi değildir. Ama bugünün yaratımları da fotoğraflar, filmler, metinler, kitle iletişim araçian, dijital görüntüler, sayısal rüyalar iken yaratıcıları da modacılar, antropologlar, genetikçiler, şehir planlamacılar hatta feministler olarak karşımızda duruyor. Batı dünyasındaki hu yönelimler sanatın yeni yüzü, türlerin iç içe geçerek sunduğu estetik deneyimler sanat evriminde ekonomik, siyasal yapılaşmanın sosyal yapının üretim ilişkilerinin ağırlığını tokat gibi yüzümüze vuruyor.
Bütün bunlar günümüzde benimsenen yaklaşımların artık değişmez doğrular olmadığını, tek doğru hir tek iyi yöntem olamayacağına zemin hazırlarken, acaba çağdaş dünyadaki modelleri hep gecikmeli mi izliyoruz dedirtiyor.
Ancak her eğitim düzeyinde, her alanda sosyo politik koşullar içinde pedagojik zemin olmayan dönüşümlere karşı dikkatli olmak gerekirken sanat eğitiminde yapılacak - yapılması gerektiğine inandığım - program değişikliklerinin temkinli adımlarla yapılması gerektiğine inanıyorum. Buna göre söyleyeceğim son cümle sanat eğitimi sonuç eğitimi değil, süreç eğitimidir!
Doç. Refa Emrali
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı