ŞEKER AHMET PAŞA'YI ÖNCÜ KUŞAĞIN ANALOJİSİ BAĞLAMINDA YENİDEN DEĞERLENDİRMEK
Yard. Doç. Dr. Ahmet Kamil GÖREN
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü,
Genel Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı
"Otoportre" 116x85 cm.
Tuval üzerine yağlıboya
İstanbul Resim Heykel Müzesi Sanat tarihinde bir yeri olan sanatçıların yapıtlarında, yaşadıkları çağın atmosferini duyumsar, gördükleri dış dünyayı nasıl birer kişisel, bölgesel ve dönemsel biçem eşliğinde imgeye dönüştürdüklerini izleriz. Sanatçılar bir dönemler gördükleri ve izledikleri dış dünyanın natüralist bir izdüşümünü tuvale geçirmeyi denediler. Ama Rönesans sonrasından günümüze doğru uzanan ve sanatçının kilise, kral, v.b. otoritenin boyunduruğundan kurtulduğu süreçte, resim sanatı özünde, sanatçıların zihinlerinde oluşan kavramların, bir tuval üzerinde kişisel imgeye dönüşümünün öyküsünden başka bir şey değildir. Aslında, sanatçının konu seçiminde özgür olmadığı dönemlerde bile, doğası gereği, bazı aykırı tutumlar içinde olduğu ve kendini bu şekilde de olsa farklı kıldığını gösteren yapıtlar az değildir. Burada farkı belirleyen öğeler, kullanılan malzemeler ve yeğlenen teknikler eşliğinde kişisel biçemi doğuran dış dünyayı kavrama biçimidir. Yapıtın izleyici tarafından değerlendirilmesine sunulan algılanabilir gerçekliğini yaratan her şey, sanatçının edindiği değerlerin bütünü gibidir. Bu açıdan yapıtı döneminin gözüyle incelemeye çalışmak geçerli yöntemlerden biriyse de, günümüz kuramlarıyla bunlara olduğundan farklı anlamlar yüklemek, yaygın kullanımıyla farklı "okumalar" gerçekleştirmek de olanaklıdır.
Burada Türk resim sanatında "nevi şahsına münhasır" bir kişilik olarak beliren Şeker Ahmet Paşa'nın sanatçı kişiliğini bir kez daha irdelerken , onu değişik açılardan yeniden değerlendirecek ve bazı sorular sorarak yanıtlarını vermeye çalışacağız.
Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine yaklaşıldığı sırada, 1869'da yurda dönen Osman Hamdi Bey ile 1870'de patlak veren Fransa-Prusya Savaşı sonrası yurda dönen Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmet Paşa, Paris'te sekiz-on yıl gibi oldukça uzun bir süre dönemin ünlü okulu "Paris I'Ecole National Superiéur des Beaux-Arts'ta (Ulusal Güzel Sanatlar Yüksekokulu) eğitimlerini sürdürdüler. Ayrıca Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmet Paşa, Osmanlı Devleti'nin Paris'te okuttuğu öğrencilerinin oraya uyumunu sağlamak için 1857'de açtığı ve 1864'te kapatılan Mekteb-i Osmani'de de bulundular. Bu üç büyük usta (daha önceki kuşaktan, ressam kişiliklerini örnekleyen yapıtları günümüze ya hiç ulaşmayan ya da sınırlı sayıda çalışmalarına ilişkin bilgilerimiz olan bazı asker ressamlar dışında) Türk resim sanatının öyküsü içinde sanki bir milat oluşturur. Paris'teki eğitimleri sırasında, Süleyman Seyyid Bey tümüyle akademik eğitimi önemseyen ve konularını mitolojiyle tarihten seçen Alexandre Cabanel'in (1823-1889) öğrencisi oldu. Osman Hamdi Bey ile Şeker Ahmet Paşa'ysa yine akademik eğitimin gereklerini yerine getirerek çalışan, oryantalist konulara yönelen Gustave Boulanger (1824-1888) ile Jean-Léon Géromé'un (1824-1904) öğrencisi olarak çalıştı.
Türk resminin bu öncü kuşağının üyelerinin her biri, kendine özgü bir resim diliyle karşımıza çıkar ve her birinin öyküsü ayrı özellikleriyle dikkat çeker. Burada kısaca sanatçıların yetişme biçimleri ve eğitimlerine göz atacak olursak, sivil kesimin en ünlü temsilcisi Osman Hamdi Bey'in, Sadrazam İbrahim Ethem'in oğlu olarak, önce İstanbul, ardından da Paris'te iyi bir eğitim görmüş, olanakları geniş ve çok yönlü bir aydın olarak karşımıza çıktığını görürüz.
Sedef kakmacı bir ustanın oğlu olan Süleyman Seyyid, ilk eğitimini gördüğü askeri rüşdiyyeden sonra, 1862'de teğmen olarak Harbiye'yi bitirdi. Yaşamı boyunca ekonomik durumu kötü olan Süleyman Seyyid'in resim yaparak ek bir gelir sağlamaya çalıştığı, ancak bu konuda da şikayetleri olduğu bilinmektedir.
Orta halli bir ailenin oğlu olan Şeker Ahmet Paşa, Üsküdar'da başladığı eğitimini, kısa bir süre için, "Tıbbiye Mektebi'nde sürdürdü. Ancak, bu mesleğin kendisine uygun olmadığını anlayarak, Harbiye'ye geçti ve buradan 1861'de teğmen olarak çıktı. Meslek yaşamında basamakları kolayca çıkan ve hemen hemen hiçbir güçlük ile karşılaşmayan sanatçının, rahat yaşama olanağını yakaladığı görülür.
Yetişme biçimlerine bakıldığında, çocukluk yıllarından başlayarak askeri eğitim ile yetişen ve disiplinli bir yaşam süren Süleyman Seyyid Bey ile Şeker Ahmet Paşa'ya göre, Osman Hamdi Bey'in daha özgür bir çocukluk dönemi geçirdiğini söyleyebiliriz. Sanatçıların, ilgi duydukları resim sanatı için özel çaba harcadıkları ve kimi zaman da özel hocalardan ders aldıkları bilinir. Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid'in Harbiye Mektebi'nde gördükleri resim eğitimi askerlik mesleğinin amaçlarına hizmet eden bir doğrultudaydı. Bu eğitim aynı zamanda figür çalışmalarından uzak, hacimlerin verilmesinde gölgeleme ve derinliğin verilmesinde de perspektif ağırlıklıydı.
Natürmort
1905, imzalı
Mukavva üzerine yağlıboya
Antik A.Ş. arşivi
Tarlada koyun sürüsü
90x116 cm. - imzalı
Tuval üzerine yağlıboya
Antik A.Ş. Arşivi
Ama yine de onların içindeki resim sevgisinin ve yeteneğinin ortaya çıkmasında büyük bir etken olduğu söylenebilir. Daha sonra sanatçıların sekiz-on yıl gibi uzun bir süre Paris'te resim eğitimlerini sürdürmeleri, sanatçı kimliklerinin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Bu sürede ressamlığın en ince ayrıntılarını öğrendikleri gibi, birçok konuda hızlı gelişen ve dönemin en gelişmiş sanat ve kültür merkezi konumunda bulunan Paris'teki müzelerde binlerce sanat yapıtını izleme olanağı buldular. Bu sırada akademik sanata karşı söylemlerini sertleştirmeye başlayan ve ilk sergilerini 1874'te açacak olan izlenimci kuşağın temsilcilerinin ayak seslerini duyduklarını ve ilk atılımlarını bir biçimde görmüş olduklarını düşünebiliriz. Ancak, John Berger'ın da söylediği gibi, düşündüklerimiz ya da inandıklarımız, nesneleri, görüşümüzü etkiler ya da insan ancak bildiğini görebilir. Bu bağlamda, batılı anlamda bir resim geleneği olmayan ve resme pek de sıcak bakılmayan bir ülkeden Paris'e gelen sanatçıların, öyle birden bire yenilikleri izleyeceğini, benimseyeceğini ya da sonunda bunları özümseyip uygulayacağını düşünmek güçtür. Diğer yandan, aynı dönemde Fransız sanatını yönlendiren akademik çevrelerin de Paris'te olup biten yeni gelişmelere ilişkin pek farklı düşündüğü söylenemez. Kısacası, o dönemde sanat ortamı yeniliklere mesafeli duran bir kesimin elindeydi. Klasik öğretiyse egemenliğini hala bir biçimde sürdürüyordu. Sonuçta, asker kökenli Süleyman Seyyid Bey ve Şeker Ahmet Paşa temelinde akademik eğitimleri olsa da, duygusal boyutu ağır basan bir anlayış ile ülkelerinde kabul görebilecek manzara ve ölü doğa gibi belli başlı konuları ele almanın hesaplarını yapıyordu. Osman Hamdi Bey ise bu sırada alt yapısını, kültürel ve düşünsel boyutlarıyla hazırladığı bir dizi, büyük boyutlu ve figür ağırlıklı kompozisyonlar oluşturmaya girişmişti. Tüm bu gelişmelerin, sanatçıların içinde yaşadıkları ülkenin koşulları bağlamında, tutarlı davranışlar olduğu söylenebilir. Resim sanatımızda izlenimci akımın Halil Paşa'nın çalışmalarıyla görülmeye başlandığı kabul edilir. Ancak 1914 kuşağının temsilcileriyle doruğa çıkan bu akımın bazı ön belirtilerinin (kuşkusuz sadece teknik açıdan), Osman Hamdi Bey'in, Şeker Ahmet Paşa'nın ve Süleyman Seyyid'in, serbest fırça dokunuşlarıyla açık havada gerçekleştirdikleri bazı manzara çalışmalarında da görülmesi dikkat çekicidir. Bu örnekler onların Paris'te bulundukları sırada sanat ortamında yeni belirmeye başlayan anlayışların, uygulamaların ve biçemlerin az da olsa bilincinde olduklarını gösterir. Hemen şunu da belirtmeliyiz ki, batıdaki izlenimci akım ile ülkemizdeki izlenimciliğin uygulanışı arasında önemli farklar bulunmaktadır. Batıdaki bilimsel veriler eşliğinde, ışığın doğa üzerindeki etkisinden yola çıkarak, doğanın bir anlık görüntüsünün yansıtılmasını amaçlayan bir anlayış vardı. Bu anlayışın, ülkemizde daha çok romantik ve duygusal yanı ağır basan çalışmalara eşlik eden, teknik bir uygulamaya dönüştüğü söylenebilir.
Manzara
tuval üzerine yağlıboya - 43 x 61 cm.
Antik A.Ş. arşivi
Manzara
tuval üzerine yağlıboya - 43 x 61 cm.
Antik A.Ş. arşivi
Paris dönüşü, sanatçıların yaptıkları işlerin ve yüklendikleri görevlerin onların ressamlık yönlerinin gelişiminde etkili olduğu düşünülebilir. Örneğin, Süleyman Seyyid Bey Paris dönüşü askeri okullar ve Harbiye'de kırk altı yıl resim hocalığı yaptıktan sonra, albaylığa kadar yükselip, bu görevinden emekli oldu. Şeker Ahmet Paşa'ysa yine Süleyman Seyyid Bey gibi askeri okullarda ve Harbiye'de resim hocalığı yaptıktan sonra, Abdülaziz'in yaveri olarak sarayda görevlendirildi. 1896'dan yaşama veda ettiği 1907 yılına kadar da on bir yıl süreyle Misafirin-i Ecnebiyye Teşrifatçılığı yapmıştı.
Osman Hamdi Bey'in de Bağdat Yabancı İşleri Müdürlüğü, Protokol Müdür Yardımcılığı, 1873 Viyana Dünya Sergisi'nde hükümet temsilciliği, Yabancı Matbuat Müdürlüğü, Altıncı Belediye Dairesi Müdürlüğü, İstanbul Asar-ı Atika Müzesi Müdürlüğü, Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü gibi çeşitli üst düzey devlet hizmetlerine atandığı görülür.
Sanatçıların Paris dönüşü yaptıkları işlere bakarak, yoğun ve sorumluluk gerektiren görevlerde bulunduklarını söyleyebiliriz. Bu durumda, aralarında ressamlığa en uygun ortamı yakalayan sanatçının, kırk altı yıl gibi uzun bir süre, yalnızca resim hocalığıyla uğraşanın Süleyman Seyid Bey olduğu ortaya çıkıyor. Bu arada, Şeker Ahmet Paşa'nın kaynaklara göre 1873 yılında henüz kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesindeyken, Abdülaziz'in yaveri olunca, Mercan'da yaptırdığı konağında resim çalışmaları için uygun bir ortam hazırladığını görüyoruz. Osman Hamdi Bey'in de gerek İstanbul Kuruçeşme'deki gerek Gebze Eskihisar'daki evlerinde resim çalışmalarını kolaylıkla yürüttüğünü düşünüyoruz. Ancak, her ne olursa olsun bohem sanatçı kimliğinden oldukça uzak bu üç sanatçının da ressamlığı asıl mesleklerinden artan zamanlarında, büyük bir sevgiyle ancak rekabet ve eleştiri ortamından uzakta, sessizce, alçakgönüllü bir biçimde sürdürdükleri görülüyor.
Ormanda Oduncu
140 x 180 cm.
Tuval üzerine yağlıboya
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Şeker Ahmet Paşa yaverliğe başladığı için özel konumunun da katkılarıyla 1873'te tümüyle kendi yapıtlarından oluşan bir seçkiyle sergi açtı. Resim sanatımızda açılan ilk resim sergisi olarak kabul edilen bu girişimi ve ardından da 1875 ve 1900'de açtığı sergileri olmasa, sanatçıların yapıtlarını sergilemek için uygun bir ortam bulabildiklerini ve halkın da böyle bir talebi dile getirdiğini söyleyemeyiz. Bu açıdan bakıldığında, sanatçıların sanatçı-toplum ilişkilerinin son derece zayıf olduğu bir dönemde var olmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz.
Türk resim sanatında 1914 kuşağının temsilcilerinin sanat ortamında etkin olmaya başladığı dönemlere gelinceye kadar sanata ilişkin konularda yazılar kaleme almak, resmin sorunlarını yazarak duyurmak, bir sanatsal anlayışa karşı çıkmak ya da sanata ilişkin bir manifesto yayımlamak gibi bir girişimleri olmadığı görülür.
1909 yılında kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Mart 1911 ile Temmuz 1914 tarihleri arasında, Şerif Abdülkadirzade Hüseyin Haşim Bey'in yönetiminde Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası'nı aylık olarak, toplam on sekiz sayı yayımladı. Bu dergi, sözü edilen eksikliği gideren, önemli bir öğedir. Burada Sami Yetik, Avni Lifij, Mehmet Ruhi Bey, Ali Sami Boyar, Hoca Ali Rıza, Ahmet Ziya Akbulut ve Hikmet Onat gibi dönemin ünlü ressamlarının sanata ilişkin birçok makalesi yayımlanmıştı. Bu dergi yayımlandığında Şeker Ahmet Paşa ve Osman Hamdi Bey hayatta değillerdi. Şeker Ahmet Paşa altmışaltı yaşındayken 1907'de yaşama veda etti. Altmış sekiz yaşındayken 1910'da bu dünyadan ayrılan Osman Hamdi Bey'i, derginin yayım hayatındaki ikinci yılını sürdürdüğü bir sırada, 1913'te yetmiş bir yaşındayken ölen Süleyman Seyyid izleyecekti. Sanata ilişkin düşüncelerini yazarak yaygınlaştırma olanağı bulamayan öncü kuşak temsilcileri de çeşitli kitaplar hazırlamıştı. Örneğin, Osman Hamdi Bey'in yapmış olduğu arkeolojik kazıları belgeleyen kitaplarıyla, Avrupa'daki sergiler için gerçekleştirdiği mimari ve giyim katalogları dikkat çeker. Perspektif kurallarına çok dikkat ettiği için kendisine "metrologiste" lakabı da takılan Süleyman Seyyid'in ise "Fenn-i Menazır" (Bilimsel Perspektif) adıyla resme ilişkin bir kitap hazırladığı, ancak yayımlatma olanağı bulamadığı bilinir. Aslında Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin çıkardığı türden yayımlar daha önceki kuşak döneminde de olabilseydi, yukarıda sıraladığımız birçok sorunun yanıtını kolaylıkla bulabilme olanağını yakalayabilecektik. Dolayısıyla bunlardan yoksun olarak giriştiğimiz incelemelerde ve yapıtları çözümlemede, sanatçıların yaşam öykülerinden yola çıkarak, dönemlerini çok boyutlu ele alan bir yöntem geliştirerek sonuç çıkarmaya çalışıyoruz.
Öncü kuşak olarak adlandırdığımız dönemin temsilcilerinden Süleyman Seyyid ve Şeker Ahmet Paşa'nın yapıtlarında karşılaştığımız konulara bakarak, onların, sanatlarının seyri içinde olayı temelden sorgulayan yeni atılımlara yönelmeyi düşleyen, sanat adına risk almaktan çekinmeyen bir eylem içinde oldukları pek kolay söylenemez. Ancak tüm bunlar Türk resim sanatının gelişimi göz önüne alındığında yine de sanatçıların günümüze ulaşan yapıtlarında göz ardı edilemeyecek bir yönün bulunduğu ve kendilerine özgü bir gizeme sahip oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz. Aslında, her iki sanatçının da günümüze ulaşan yapıtlarının sayısı oldukça sınırlıdır. Süleyman Seyyid'in ürettiği yapıtların ne sayısına ne sonuna ilişkin ayrıntılı bir bilgimiz bulunmuyor. Ancak Şeker Ahmet Paşa'nın uzun yıllar görev yaptığı Çırağan Sarayı'nda 1910 yılında meydana gelen bir yangında orada bulunan birçok yapıtının yok olduğunu bilmekteyiz. Ancak, gerek günümüze ulaşan yapıtlardan, gerekse yazılı kaynaklardan yola çıkarak, her iki sanatçının da tarihsel konulara ve kurguya dayanan figürlü kompozisyonlara ilişkin çalışmaları olmadığını söyleyebiliriz.
Osman Hamdi Bey ise klasik resmin gereklerini daha ciddi uygulaması, figürü, her ne kadar hareketten yoksun olsa da tablolarının ana öğesi durumuna getirmesi, kendi biçemini ustaca tasarlayıp gerçekleştirdiği kurgular ile yaratması, sahip olduğu kültürel ve düşünsel özellikleri yapıtlarına yansıtması açısından farklı bir yerde durmaktadır. Osman Hamdi Bey, olması gerektiği gibi tüm açıklığıyla karşımızdadır. Başka bir deyişle, sanatçıyı çözümlemek ve konumlandırmak açısından fazla zorluk çekilmez. Ancak, aynı şeyleri gerek Süleyman Seyyid, gerekse Şeker Ahmet Paşa için söylemek pek kolay değildir. Bu nedenle, çok değişik biçem özellikleri gösteren yapıtlarından yola çıkarak, Şeker Ahmet Paşa'nın tablolarında primitif bir hava bulanlar da olmuştur.
Kır Manzarası
Tuval üzerine yağlıboya - 61 x 90 cm
(Antik A.Ş. arşivi)
Sanatçı boş zamanlarında resim yapmak için doğaya açılıyor, loş orman yollarını ve fundalıkları seçiyordu. Bunları yansıtırken seçtiği renkler, boya dokusu ve tonlardaki değişimler, John Berger'ın da vurguladığı gibi, realizmin öncüsü bir Gustave Courbet'ye (1819- 1877) ve Barbizon Okulu'nun temsilcilerinden bir Théodore Rousseau'ya (1812-1867) ve bir Narcisse Virgile de la Pena Diaz'a (1807/8-1876) çok benzediği ve bu okuldan etkilendiği şeklindeki yorumlara neden oluyor. Cemal Tollu da daha önce Şeker Ahmet Paşa'ya ilişkin kaleme aldığı bir kitapta benzer bir yorum yapmıştı.
Hisar ve Evler, 1898-99
Tuval üzerine yağlıboya - 65 x 46.5 cm
(İstanbul Resim ve Heykel Müzesi) Adnan Çoker ise bir yazısında, Osman Hamdi Bey'i figür resminin öncüsü olarak kabul ettiğimizde, onu J. L. David'den (1748-1825) Ingres'a (1780-1867) uzanan klasik anlayışın temsilcisi olarak değerlendirir. Manzara türünün tipik temsilcilerinden Şeker Ahmet Paşa'nın daha çok Barbizon Okulu'nun "içten peyzaj" biçemini benimsemiş bir sanatçı olarak görülebileceğini vurgular. Bir anlamda Şeker Ahmet Paşa'nın gördüğü dış dünyayı, Osman Hamdi Bey gibi natüralist bir anlayış ile yansıtmaktan çok, doğayı kendi duygu ve zihin evreninde yarattığı etkiyle dönüştürdüğünü, gördüklerinin kavramlarını (göndergelerini) resme geçirdiğini ve bu yüzden sanatçının resimlerinde bütün ayrıntıların silinerek en önemli formların kaldığını düşünelim. İşte o zaman yapıtı oluşturan göstergeler ile Şeker Ahmet Paşa'nın kendi resim gerçeğini yarattığını düşünebiliriz. Böyle bir yaklaşım ile ressamca tutum açısından baktığımızda, sonuçta teknik olarak Osman Hamdi kadar başarılı olmasa da , Şeker Ahmet Paşa'yı başarılı saymamız için birçok gerekçe sıralayabiliriz. Nitekim Berger de farklı düşünmemektedir ki, bir sonuca ulaşmanın güçlüğünü bildiği halde, onun "Ormanda Oduncu" adlı gizemli yapıtının sırlarını çözmeye çalışmaktadır. Berger'in büyük önem atfederek mercek altına aldığı ve özelde bu yapıt için ortaya attığı görüşlerin çok boyutluluğu, genelde diğer yapıtları da göz önüne alındığında, Şeker Ahmet Paşa'nın nasıl labirent gibi bir kişiliğe sahip olduğunun da kanıtı gibidir.
Berger, Şeker Ahmet Paşa'nın yapıtındaki diğer öğelerin, bizlere, kendisinin olağanüstü iyi bir gözlemci olduğu izlenimini vermekle birlikte, Paris'te büyük bir çabayla öğrendiği görsel dille bilinçli bir hesaplaşmaya girişebileceği izlenimini de uyandırmadığına dikkat çeker. Cemal Tollu'ysa bu tutumun, sanatçının içtenlikli ve duygulu çalışmasından ileri geldiğini, burada istenilerek yapılmış bir deformasyon, stilizasyon ve yer değiştirme olmadığını söyler. Bu niteliklerinden dolayı olsa gerek, Bedri Rahmi Eyüboğlu, başta olmak üzere, bazı araştırmacılar Şeker Ahmet Paşa'yı primitifler arasında değerlendirmek istemişlerdir. Örneğin Sezer Tansuğ, Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid gibi sanatçıların Paris'te aldıkları resim eğitimini sonuna kadar özümsemiş olmalarıyla "primitif sanatçı" tipinden ayrılmalarına karşın, bir noktada da onlar ile bir yakınlık ve akrabalık içinde olduklarını aktarır. Ahmet Muhip Dranas da Tansuğ'un yorumuna benzer bir görüş bildirir.
Aslında Şeker Ahmet Paşa'nın bazı yapıtlarında yukarıda sözü edilen nitelikler daha ilk bakışta duyumsanır. Ancak, bu arada bazı yanlış tarihlendirmelerden yola çıkarak kesin sonuçlara ulaşmak da doğru bir yaklaşım olarak görülmemelidir. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan Şeker Ahmet Paşa'nın 1897-1898 tarihli "Talim Yapan Erler" ve 1898-1899 tarihli "Hisar ve Evler" adlı çalışmalarında, sanatçının yurtdışında gördüğü uzun bir akademik eğitime karşın, daha yalın bir anlayışa sahip olduğu dikkat çeker. Aslında, bu iki yapıtın sanatçının Paris'ten döndükten yaklaşık yirmi yedi-yirmi sekiz yıl gibi uzun bir süre sonra gerçekleştirdiği göz önüne alınırsa durum daha da dikkat çekicidir. Avrupa'da alınan uzun bir eğitim döneminden sonra bile, tıpkı Süleyman Seyyid'in bazı yapıtlarında olduğu gibi, Şeker Ahmet Paşa'nın yapıtları da sanki akademik değerler biraz göz ardı edilerek ya da safyürek (naif) bir anlayışla yapılmış izlenimi uyandırır. Bu da sanatçının biçem gelişiminin daha dikkatli bir yöntemle izlenmesini gerekli kılar.Osman Hamdi Bey kadar olmasa da gerek Süleyman Seyyid, gerekse Şeker Ahmet Paşa zaman zaman figürlü çalışmalara da yönelmişlerdir. Ancak Şeker Ahmet Paşa'nın başında fesi, elinde paletiyle gerçekleştirdiği fotoğrafik yanı ağır basan, bürokrat bir sanatçı kimliğinin yansıtıldığı ve bu tür Türk resminin ilk örneği olarak kabul edilen ünlü oto portresi dışında, karşımıza çıkan figürlü çalışmalarının manzara konusu içinde değerlendirilen türden olduğu ve figürlerin ciddi boyutlarda ele alınmadığı görülür.
Talim Yapan Erler , 1897-98
Duralit üzerine yağlıboya - 62 x 46 cm
(İstanbul Resim ve Heykel Müzesi)
Ceylan
Tuval üzerine yağlıboya - 180 x 140 cm
(İstanbul Resim ve Heykel Müzesi)
Şeker Ahmet Paşa, içtenliğe önem veren tutumu, biçemini oluşturan tekniği ve kullandığı renkler ile Türk sanatında klasik ve romantik bir çizgiye yerleştirilir.
Son olarak, sessiz ve sakin kişiliğinden dolayı "Şeker" lakabıyla anılan, Ahmet Ali'nin, Türk resim sanatındaki yadsınamaz konumunun kapsamlı bir kitap ile belgelenmesinin daha fazla geciktirilmemesi gerektiğini anımsatarak ve onu 12. Sanat Fuarı kapsamında bu sezon gerçekleştirilecek bir etkinlik ile yeniden gündeme getirecek olan Antik A.Ş'yi kutlayarak yazımızı bitirmek istiyoruz.
alıntıdır
http://www.antikalar.com/v2/konuk/konuk0406.asp