Gönderen Konu: MEZOPOTAMYA MİMARİSİ  (Okunma sayısı 10281 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
« : 14 Mayıs 2008, 01:13:01 »

MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
Mezopotamya sözcüğü Grekçe Potamos(nehirler) ve Mezos (arası)sözcüklerinin birleşiminden doğmuştur ve bu yeni sözcük genel anlamda Fırat ve Dicle nehirlerinin

   
Anadolu'yu terk ettiği bölgeden başlayıp iki nehrin birleşerek Basra körfezine döküldüğü noktaya dek uzanan nehirler arasındaki geniş alanı kapsar. Mezopotamya bataklık ve balçık bir bölgedir. Her yıl iki nehrin taşkınlarıyla bölge sular altında kalır ama bu taşkınlar aynı zamanda bölgenin bereketidir. Bu nedenle çok eskiden beri bölgede yaşam vardır. Aynı nedenle bir cazibe merkezi olan bölgede hiçbir zaman uzun süreli bir otorite başa geçmemiştir. Bölge zaman zaman yerli halklar ve saldırgan kavimlerin idaresine girmiştir. Bölgeyi, Bağdat'ı orta nokta alıp Aşağı ve Yukarı Mezopotamya olarak adlandırabiliriz. Yukarı Mezopotamya Asur yurdudur. Bağdat'ın hemen aşağısında Akad ve Babil, onun altında Sümerler ve üçünün doğusunda Elemler görülür. Sümerlerle başlayan Mezopotamya Mimarisi M.Ö. 5000 yıllarında başlar ve günümüze kadar gelir. Sümerler M.Ö. 3000 başında Fırat ve Dicle Nehirlerinin mecralarına yerleştiler. Bu insanların geldikleri yer yüksek İran yaylalarıdır. Bundan önceki yerleri bilinmemektedir. İlk inşatlar kamış örgüden olup üzerine balçık çamuru sıvanıyordu. Bu yapı anlayışından sonra, pişmiş toprak tuğla, mimarinin esas yapı malzemesi olmuştu. Bu ilk çağda, güzel formlu, pişmiş kaplar bulunmuştur. Ancak bu kaplarda bir form ve süs yoktur. Kapların üzerine ilk süsler kazınarak yapılmıştır. Yukarı Mezopotamya’da nadiren taş malzeme bulunsa da aşağıda hiç bulunmaz, bunun için hakim malzeme balçıktan hazırlanan ve güneşte ya da fırında kurutulan kerpiç tuğladır. Taş malzeme dışarıdan getirilir ve yalnızca temellerde kullanılır, tıpkı ahşap malzemenin de dışarıdan getirildiği gibi. Mezopotamya parlak bir uygarlık göstermiş olmasına rağmen bu dayanıksız malzeme, bölgedeki görkemli yapıların şekilsiz höyük kabartılarına dönüşmesine neden olmuştur. Oysa halklarının ortaya koyduğu anıtsal yapıların, kullandıkları sırlı tuğlaların parlak renkli yüzeyleriyle sağlanan görkemli görünümleri vardı. Mezopotamya sanatı bir halkın, bir imparatorluğun, bir idare sisteminin karakter ve bütünlüğünü göstermez. Mezopotamya'nın coğrafi durumu yüzünden burada, Babil ve Asur'da ayrı ayrı uygarlıklar doğar. İ.Ö ilk binlerde Mezopotamya'da küçük kent devletleri vardır. Bu kent devletleri aralarında durmadan savaşırlar. Ve böylece yönetim bir kentten diğerine geçer. Ayrıca dıştan gelen göçler yüzünden bu bölge süresiz olarak değişmiş ve gelişme olanağı bulamamıştır. İşte bu yüzden Mezopotamya’da sanat, Mısır'da olduğu gibi mantıklı bir gelişim gösterememiştir. Bu nehir boyu sanatı, arkaik yönü ile akla uygun ve sağlamdır. Ancak Mısır’daki gibi portre anlayışlı ve insani değildir. Heykel sanatı Mısır'a göre daha inşaidir. Yani tasvir etmiyor, buna karşılık öğeleri yan yana getirerek inşa ediyor. Bu bakımdan monoton ve dekoratiftir. Mimari zengin buluşlar ve yaratıcılık içindedir. Mezopotamya'nın mimari sanatında Mısır'da olduğu gibi sütun, filpaye gibi öğeler ile cepheden anlatım, simetrik oluş ve dikey kuruluş vardır. Rölyeflerde teknik bakımından derin bir kazıma yoktur. Geniş yüzeylerde kübik bir anlatım içindedir. Bacaklar birbirine paralel ve vücut dar bir biçimde gösterilmiştir. Elbiseler bütün vücudu örtmektedir. Bu katı, cepheden anlatım, simetri ve paralellik, arkaik sanatların ortak özelliğidir. Önasya heykeli Mısır sanatına nazaran bir vücut heykelinden çok, bir elbise heykelidir. Önasya sanatında figür, Mısır da olduğu gibi bir blok içinde olmayıp, figür bizzat bir bloktur. Yani Önasya'da form ve tasvir bir bütün içindedir böylece figür temsil edici bir görünüş kazanmıştır. Mezopotamya Mimarisindeki bazı özellikler bize Önasya sanatının tasvir edici değil, inşacı olduğunu gösterir. Bu yönden inceleyince Mezopotamya sanatının süsleme sanatlarında başarılı olacağını ve olduğunu anlatır. Süs ve ziynet merakı, kaplarda, mimaride, silahlarda ve mobilyalarda açık olarak gözlemlenir. Eşya ve mimarideki süsler bir düzey üzerinde gelişi güzel dağıtılmamış olup ufki ve dikey olarak düzenlenmiştir. Yani tasvirsiz motif, Mezopotamya sanatının başlıca özelliği olmuştur. Mezopotamya sanatının ilk zamanlarında, organik biçimlerin geometrikleştirildiği ve süs öğesi haline getirildiği görülür. Örneğin Fara'da bulunmuş olan pişmiş topraktan bir levha üzerindeki yılanların, bir örgü motifi haline getirildiği görülmektedir. Bu şekil değiştirme, bizim kilimlerimizde olan durumdur. Germenlerin Göçler Çağındaki hayvan süslerine de benzemektedir. Ancak bu özellik, Orta Asya'da Avrupa'ya geçmiştir. Bitki sapları, sarmaşık yaprakları, çiçekler, güller ve palmiyelerin geometrik sitilizasyon, Önasya süslemeleri meydana getirir. Bütün bu öğeler, Asur dininin gösterişli tapınma sembolünde de vardır. Önasya sanatına hakim olan bu inşacı anlayış, belki sanatta bir tasviri anlatıma engel olduysa da, bu ülkelerin mimari eserlerinde bir gerilemeye sebep olmamıştır. Önasya sanatının mimarisi, doğa formlarının taklidinden doğan motifler olmadığı gibi, belli bir hayat durumunu anlatan motifler de değildir. Mezopotamya ülkelerinin mimarilerinde, akla dayanan matematik bir bütün anlayışından doğan düzen görülür. Örneğin, esas salon ve yan odalar düzenli olarak birbirine bağlanır. Bütün Önasya ülkelerinde olduğu gibi büyük salon önem taşır. Mezopotamya'daki bu büyük salon anlayışı, dünyada yaşama, yani dünya nimetlerine önem verme ilkesine dayanır. Buradaki gösteriş ve ihtişam hep bu dünya içindir. İşte bu anlayış anıtsal, görkemli kabul salonlarının mimarisine ve yüksek büyük kapılara gidilmesine başlıca neden olmuştur. Babil’deki büyük İştar Kapısı, bütün bu anlatılanları saptar. Böylece biz bütün mimarı unsurları bir bütün halinde yapı içinde yer aldıklarını görürüz. Mimari süslerde tamamen geometriktir. Dikey yüzeyler halinde yükselen duvarlara karşın, duvar bitimine yakın derin bir yatay çizgi, duvarlarda bir saçak etkisi yapar. Bu çizgi fonksiyonsuz olmakla birlikte matematiksel inşai bir form meydana getirir. Yuvarlak filpayeler Önasya sanatında daha ilk çağlarda görülür. Duvarlar ve filpayeler renkli geometrik süslemelerle kaplanır. Bu süslerin üzerleri düz renkli çubuklar ve boncuk kakmalarla kaplanır. Sonunda bu süslemeler bir halı görünüşü kazanır. Kesinlik ve geometriye dayanan formlar, Mezopotamya sanatında önemli bir yer tutan sütunlarda da kendini gösterir. Bu mimarideki sütunları, Mısır mimarisinde olduğu gibi bitkisel motifli sütün başlıkları değil, tamamen geometrik kesinlikteki kübik bir sisteme dayanan başlıklar biçimlendirmiştir. Savaşçı heykellerinin de kapı, kale ve tapınak kenarlarına konuluşunda, koruyucu figür düşüncesinin yeri vardır. Böylece mimaride insan ve hayvan figürlerinin süs öğesi olma fonksiyonu yanında, hayati bir yeri oluyor ve bu mimarinin ayrılmaz bir parçasının olmasının nedenini de anlatıyor. Yani resim ve heykeller Mezopotamyalı için koruyucu bir güçtür. Bu bakımdan mimaride gerekli yerini almaktadır. Ayrıca bu doğa figürlerinin mimaride taşıyıcı bir fonksiyonunu olanları da vardır.


ESKİ SÜMER ÇAĞI(M.Ö. 2600-2500)
Mezopotamya sanatı, Önasya sanatları içinde yer alır. Bu bölgede çeşitli halklar yerleşmiş, birbirleriyle kültür ilişkilerinde bulunmuş, savaşmışlardır. Geniş zaman aralıkları içinde, kültür önderliği birinden diğerine geçmiştir. Bu halklar içinde Sami ırkından olmayanlar Kassitler, Hurriler, Mitanniler ve Sümerlerdir. Bu kavimlerin nerden geldikleri belli değildir. Mezopotamya’nın ilk sanat hareketi, muhtemel olarak M.Ö. 4000 yıllarında bir seramik özelliğinde açık olarak görülür. Seramik kaplarda geometrik motifleri olan derin sevgi açıkça belirir. Bu çağın kaplarında geometrik süsleme yanında, havyan ve bitkilerin geometrik bir biçimle modül edilerek kap yüzeyinde düzenlendiği görülür. Bu kaplar ayrıca renkli olarak yapılmış ve bu renkli seramiklere “ Tell-Halaf kültürü renkli seramiği” denmiştir. Bu çeşit dekorasyonlu seramik, samarra da en olgun seviyesini bulur. Bitki motiflerinin stilize edilerek gayet açık kati formlar halinde, yüzey doldurucu bir karakterde özellikle dokuma motiflerinde görülmektedir.

MEZOPOTAMYA MİMARİSİNDE CEMDET-NASR ÇAĞINDA MİMARİ
Cemdet-Nasr çağına ait mimarinin de, yukarıda gördüğümüz baş heykeli gibi olgun mükemmelliğine vardığını görüyoruz. Bunlar tapınak yapılarıdır. Uruk'ta Gaura tepesinde mimari bütünlüğü olan bir yapı bulunmuştur. Bu yapı bir esas salon ile yan odalardan ibarettir. Temel planlarından anlaşıldığı gibi bina matematik bir kat'iyettedir. Parçaların birbirine bağlanışı ve iç mekan formları da bir amaca göre biçimlendirilmiştir. Buradan Mezopotamya mimarisinin birçok deneylerden sonra bu plana ulaştığını anlıyoruz. Ortadaki uzunlamasına yapılmış salondan, bu tapınağın yatay bir ayin sistemine uygun olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır. Esasen mühürler üzerindeki ayin resimlerinden yatay bir dini merasim düzeni olduğunu anlıyoruz. Mimari bütünlük ve anıtsal anlayış bakımından çağın en ilginç eseri, yine Gaura tepesindeki bir tapınakta görünür. Tapınağa giriş kapısı, binanın iki yanındaki çıkıntı arasına sıkıştırılmıştır. Giriş büyük bir salona açılır, salonun ortasında mihrap olacak bir yer vardır. Orta salondan yanlardaki uzun salonlara giriş kapıları bulunur. Binanın tümünde oldukça simetrik bir inşa görülür. Ancak plana dikkatle bakılacak olursa, bu binanın simetrik olmadığı anlaşılır. Yanlardaki uzun salonların, ortadaki esas salona göre daha yüksek oldukları sanılmaktadır. Çünkü Babil’deki kent kapılarının da aynı biçimde oldukları biliniyor. Uruk-Cendet-Nasr kültürünün araştırılmasında birçok tabakalar çıkarılmıştır. Bu kültürün eserleri arasında iki halk tabakasının eserleri bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri halka hükmeden tabaka, diğeri ise aşağı tabaka ya da yerli halk tabakasıdır. Sonradan buraya gelip de hakim olan halkın, esas yerlileri buradan çıkarmadıkları anlaşılıyor. Yerli halkın eserleri, mozaik gibi bir teknikle ve geometrik anlayıştaki süslemelerdir. Bugün Berlin’de bulunan mozaik bir duvar, bu ilk yerli halkın eserleri arasındadır. Böylece Uruk ve Cemdet-Nasr çağları incelendiğinde iki anlayışta eserler görülür. Bunlardan biri geometrik anlamda bir süsleme-dekorasyon anlayışıdır. Diğeri ise tasviri rölyef ve heykel sanatıdır. Yani biri soyut – dekoratif anlamda bir sanat, diğeri ise doğa gözleminden yararlanılarak yapılmış olan heykel ve rölyef sanatıdır. Mimaride de yatay bir icaplarına uygun bir uzun salon vardır. Soyut – geometrik süsleme sanatının, bu ilk yerli halkın sanatı olduğu anlaşılmıştır. Tasviri ve canlı, doğal ifadenin sanatın ise, sonradan gelip yerlilere hükmeden halka ait olduğu anlaşılmıştır. Bu sonuca götüren nedenler açıktır. Uruk-Cemdet–Nasr kültürün sonuna doğru, birden geometrik – soyut anlatım yeniden çoğalır ve birinci plana geçer. Buradan da eski yerli halkın yeniden kendi yönetimlerini ellerine geçirdikleri sonucu çıkarılmaktadır. İşte bu değişme sırasında biz tarihte ilk kez olarak yazının bulunduğunu görüyoruz. Böylece bu çağda Mezopotamya, dünyada ilk kez yazıyı Mısır’dan önce icat etmiş oluyor. Bu, dünya ve insanlık tarihinde önemli bir olaydır.

MESİLİM ÇAĞI (M.Ö. 2600-2500)
Bu çağ Cemdet-Nasr ile Akkad kültürü arasındaki zamanı kapsar. Bu çağın eserlerinde kahraman motifleri, yarısı insan, yarısı hayvan figürleri yanında vahşi hayvanlar, boğalar, yırtıcı kuşlar ve bilhassa aslanlar yer alırlar. Lagaşlı Entemena’nın vazosu ile El-Obed’e bulunan bakır rölyef bu çağın en iyi eserlerindendir. Entemena’nın gümüş vazosu üzerinde yukarıda bahsedilen aslan başlı kuş motifi yer almaktadır. Bu esas motif, birbirlerine arkalarını vermiş simetrik iki aslanın üst ortasında görülür. Vazo üzerindeki bu biçimlendirme tamamen çizgiye dayanan bir anlatımdır. Bu çağın önemli olan tarzı, Cemdet-Nasr’ın formlu üslubundan tamamen çizgiye dayanmasıyla ayrılır. Bu çağda Cemdet-Nasr çağının taş vazolarındaki çıkıntılı ve hareketli heykel anlayışından siluet anlayışındaki desenlere dönülüyor ve Uruk çağının mimarisi içinde bir renkli halı görüntüsü veren motiflere ulaşılıyor. Bu suretle, gemetrik-dekoratif figürlerin içinde yer alan bir şeridin, tavana kadar uzadığı görülür. İnsan ve hayvanların, dekoratif motifler haline geldiği duvar yüzeyi üstünde, yazı desenlerinin de değerlendirdiği görülür. Rölyef figürlerinin çehrelerinde burun ve alın, bir çizgi ile geometrik üçgen halinde ifade edilmiştir. Bu anlatım şeklinin, tarihten önceki zamanların tasvirine benzediğini görürüz. Buradan da anlaşıldığı gibi, klasik anlamda bir heykele doğru gelişen Cemdet-Nasr çağından tekrar saf bir arkaizme gidiliyor. Lagaş’ta bulunan bir rölyefte Kral Urnanşe, karısı ve çocukları ile birlikte resmedilmiştir. Rölyefte bir tapınağın kurucusu olarak kral, başı üstünde bir sepetle toprak taşımaktadır. Rölyefin alt tarafında gene kralın elinde bir bardak vardır. Bu kültüre ait rölyef anlayışı da önceki El-Obed kültüründe de vardır. Mesilim çağının ilk, kaba ve derinliği olmayan figürlü heykel üslubu, Kişli Mesilim kralının adına göre isimlendirilmiştir. İlk bakışta bu figürlerde bir Cemdet-Nasr örneği görülür. Öyleki, Cemdet-Nasr kaplarındaki yüksek rölyefin çıkıntılı ifadesi içinde, boğa yerine aslan biçimlendirilmiştir. Ne var ki bu çıkıntıların yüzeyler halinde olduğu da dikkat edilince anlaşılır. Bu çağın biçimlendirmesi dekoratiftir. Bu çağda yeni gelen bir kavmin mimarisi de değişiktir. Yapılarında kullandıkları tuğlaların bir tarafı düz, diğer tarafı hafif bombelidir. Tuğlalar, dikine bir balık kılçığı gibi dizilmekte ve böylece binanın yüzünde bir süsleme meydana getirilmektedir. Bu kavimden önceki Cemdet-Nasr halkının kullandığı tuğlalar ise, düzgün dikdörtgen prizma biçimindeydi. Bir tarafı bombeli tuğlaların seçimi, bu halkın eskiye ait bir inşaat alışkanlığını vermektedir. Esasen Cemdet-Nasr çağının kuvvetli kalın yapıları bu tuğla ile inşa edilemezdi. Örnek olarak Eşunnak’ta, bugün Tell Asmar denilen bölgede, bir Mesilim çağı eseri olan Square Tapınağında, Cemdet-Nasr katı, yönlü ve esas oda ile öteki odaların simetri içinde olduğu düzeni yoktur. Bu tapınağın planı kare değildir. Binanın iç planın da tam bir geometrik düzen görülmez. Ortadaki esas salonun öteki odalar ile olan ilişkileri de belirsizdir. Binanın tümü bir ev gibidir. Bu yapının bir tapınak olduğu düşünülürse, Cemdet-Nasr çağının Tanrı sembolüne oranla burada Tanrı’nın bir çeşit insanlaştırıldığı dikkati çeker.

SÜMER MİMARİSİ (M.Ö. 5000-1950)
İLK SÜMERLER: M.Ö. 5000-2400; YENİ SÜMERLER: M.Ö. 2150-1950
Mezopotamya halklarından biri olan Sümerler, ne Hint-Avrupa kavimlerinden, ne de Semit halklarındandır. Sümerler i.ö 3000 başında Fırat ve Dicle nehirlerinin mecralarına yerleşmişlerdir. Bu insanların geldikleri yer yüksek İran yaylalarıdır. Dicle ve Fırat’ın sularını kanallarla tarlalarına kadar getirmişler, suyun akışını düzenlemişlerdir. İlk inşaatlar kamış örgüden olup üzerine balçık çamuru sıvanıyordu. Bu yapı anlayışından sonra, pişmiş toprak tuğla, mimarinin esas yapı malzemesi olmuştu. Susa'daki en eskiye ait kalıntıların formları, tanınmayacak kadar değişime uğramıştır. Hayvanların çok basitleştirilmiş siluetleri, vazoların üzerindeki teke resimleri gibi, tamamen dekoratif öğeler halindedir. Yani hayvan, görünüşünü tamamen kaybeden motifler haline gelmiştir. Vazoların üzerini süsleyen bu ilk ressamlar, bir gelişim basamağını böylece karakterize etmişlerdir. Bu süslemelerdeki açıklık, kesinlik, dekoratif biçimlendirme ve siluet anlatımı ile kuşlara ve diğer hayvanlara ait ilgi yüzünden İran'ın prehistorik özellikleri ile bir paralellik içinde olduğu hususunda bazı tahminler yürütülmektedir. Sümerler yazıyı ilk bulan uygarlıktır. Tapınaklarda mallarını depoladıkları odaların kapılarına, ne tür ürün olduğunu gösteren işaretler koymuşlar ve bu işaretler geliştirilerek bir yazı diline dönüştürülmüştür. Çiviyazısı olarak adlandırılan Sümer yazısı yumuşak kil tabletler üzerine metal parçalarının bastırılmasıyla yazılır ve sonra bu tabletler fırınlanarak sertleştirilirdi. Sümerler, Mezopotamya’nın batak ve balçık konumundan ötürü anıtsal yapılarını taşkınlara karşı korumak gayesiyle daima yüksek bir set üzerine inşa etmişlerdir. Sümer yapılarının üst örtüsü daima toprak düz damdır. Bu dam, ülke dışından getirilen ahşap malzemeden kirişlerin üzerine sıkıştırılmış, geçirimsiz bir kil tabakasının örtülmesiyle oluşturulur. Sümerler tuğlaların değişik dizilişlerinden yararlanarak kemer ve tonoz yapmayı öğrendiler. Aslında bu bir zorunluluktan doğmuştur. Şehirlerini taşkın sularından kurtarmak amacıyla kanallar açarak suyu yönlendiriyorlardı. Bu iş için anıtsal yapıların altından da geçen 4m ‘yi bulan genişlikte kanallar yapmışlardır. Sümerler ayrıca kubbeyi de geliştirip ilk uygulayan uygarlıktır ve bu üst örtü sistemleri ileride Roma mimarisinin temel taşlarından birini oluşturacaktır. Ancak ilk kubbeli yapılar Harran’dakilere benzer ilkel örneklerdir ve ortaları aydınlanma ve baca işlevleri için açık bırakılmıştır. Bu kubbeler saray ve konut odalarıyla toros denilen mezar yapılarında kullanılmıştır.

KONUTLAR
Sümer evleri bir avlunun üç yanını saran odalardan oluşur. Avlunun dördüncü yönünde genellikle evin girişi yer alır. Dışa kapalı olan bu evlerde çoğunlukla ikinci kat olur ya da birinci kat duvarları biraz daha yüksek tutularak, geceleri uyumaya elverişli, korkuluklu bir teras kat bulunur.

TAPINAK VE SARAYLAR
Her kentin merkezinde, kentin koruyucu tanrısının tapınağı ve yöneticinin sarayı bulunurdu. Kent kalın duvarlı surlarla kuşatılmıştı, aynı şekilde Sümerlerin ilk dönem tapınak ve sarayları da nehir taşkınlarına karşı çok kalın kerpiç dış duvarlarla korunuyordu. Sarayların belirgin bir planı yoktur. İhtiyaca göre büyüklü küçüklü avlu çevresinde sıralanmış oda ve salonlardan meydana gelir. Sümer tapınakları basit bir platform veya bir teras üzerinde yer alır. Genellikle ilk önce üst katlar tahrip olduğu için tapınağın mimari bölümlenmesi için bir şey söylemek güçtür. Ancak yine de tapınağın merkezini, içinde kült heykeli ve sunağın bulunduğu büyük bir salonun oluşturduğunu söyleyebiliriz. Sümerlerin, Zigurat adı verilen 3-7 kat arası değişen yüksekliklere sahip tapınakların gelişimi yeni Sümerler döneminde olmuştur. Bu dönemin tapınakları giderek küçülen katlar halinde birbiri üzerine yerleşen teraslardan oluşur ve en üstte yine asıl tapınak bölümü yer alır. İlk dönem yapılarında farklı olarak bunlarda fırınlanmış tuğlalar kullanılmıştır. Üst kat Tanrı’nın gökten inmesini sağlayan bir merdivenin başlangıcı kabul edildiğinden burada bir karşılama tapınağı bulunur. Zemin kat ise Tanrı’nın evi kabul edilir ve iki bölüm arasındaki merdivenler cennet ile dünyanın bağlantısını simgeler. Her katın dış yüzleri fırınlanmış tuğlalarla kaplanmıştır ve sıra sıra dışa taşkın ayaklar katların cephelerini monotonluktan kurtarır.

MEZAR MİMARİSİ
Sümerlerde halka ait cenazeler, evin zemini altına yada duvar kalınlığı içine gömülür. Ayrıca açık arazide açılan mezara gömülüp, baş ucunda süslemeli ve yazıtlı mezar taşı olan örnekler de vardır Sümerlerde büyük şahsiyetlerin gömüldüğü iki tür mezar görülür : Hipoje ve Tolos. Bu mezarlarda asıl ölünün dışında onun için kurban edilmiş ölüler ve çok kıymetli eşyalar da bulunmaktadır. Ancak bu tip mezarların büyük çoğunluğu daha önceki dönemlerde soyuldukları için gerçek zenginliklerini göstermekten uzaktır.

Hipoje : Daha çok kral mezarlrı olan hipojeler yer altına gömülü 1 yada 4 odası olan girişleri gizlenmiş yer altı mezarlarıdır. Tolos : Bunlar üzeri pişmiş toprak kapak yada kubbe ile örtülmüş, dairesel planlı ve tek odalı yer üstü mezarlarıdır. Bu tür mezarların girişini ana yapıya bitişik üstü açık, dikdörtgen planlı bir koridor oluşturur.

AKKAD ÇAĞI
Mezopotamya’nın sanat hayatında, dağ kavimlerinin göçleri, kabartma formlu, görüntüye uygun hareketli, anatomiye düşkün bir sanatın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sanat, derinliği olan bir heykel anlayışı olup, her yeni kavmin Mezopotamya’ya gelişi ile ortaya çıkan bir anlatım biçimi yaratmıştır. Akkadlar’da mimarı, süsleyici bir ihtişama önem verdiği gibi, insanı şaşırtan plastik anlatımıyla da dikkati çeker. Bu Cemdet-Nasr’ın biçimlendirme şekline bağlanabilen ya da hiç olmazsa Cemdet-Nasr’a içten bir akrabalık gösteren bir sanattır. Akkad çağına ait bulunan bütün rölyeflerde, esirlere yapılan işkence, önem kazanan bir konu olmuştur. Savaş sahneleri Mezopotamyalı için çok önemlidir. Bu eserlerin Sümer kültürü ile doğduğu, ancak Akkad çağında yapıldığı kabul edilmektedir. Savaş, zafer, esirler, esir düşmüş asker, hep iki kişi halinde karşı karşıya ve yan yana olarak anlatılmışlardır. Figürler üst üste getirilmediğinden vücutlar bağımsız olarak ifade edilmişlerdir. Mimarinin ilk gelişim basamağında rölyeflerdeki bu husus, hep böyle olmuştur. Eserlerde, elbise kumaşının altından vücudun formları belli olmaktadır. Ayak, bacak ve başın profilden, vücudun cepheden oluşu bütün rölyeflerde korunan bir anlatım şeklidir. Figür olarak çevresi ile bağımsız, ayakta duran bir heykel, bu çağda Mezopotamya’da çok az görülmektedir. Ancak böyle, tam baş heykeli olarak kimi parçaların bugüne dek kaldığını görüyoruz. Akkadlar zamanında dikkati çeken özelliklerden biri büyük anıt heykellerin azlığıdır.

ESKİ VE YENİ BABİL ÇAĞI (M.Ö. 1900-1600 ; M.Ö. 626-539)
Sümerlerin aşağı Mezopotamya’da gücünü kaybetmesi üzerine egemenlik Babil Krallığına geçmiştir. Bu dönemde mimari fazla gelişmemiş ama astronomide gelişmeler kaydedilmiştir. Eski dönemin en önemli yapısı Ischali’de Ishtar tapınağıdır. Tapınak üç ayrı kutsal bölümü içeren dikdörtgen planlı bir yapı kompleksidir. Mimaride asıl gelişme yeni Babil çağında ve özellikle Nabukatnezar döneminde görülmüştür. Onun döneminde ortaya konulan eserler başkent Babil’in mimarisinde önemli bir pay sahibi olmuştur. Bu mimari eserler arasında şehrin tanrısı Marduk adına yapılan yedi katlı Zigurat, kral sarayı, asma bahçeleri ve tapınağa götüren tören yolunun başlangıcındaki Ishtar kapısı sayılabilir. Babil Fırat’ın Nabukatnezar tarafından surlar doğu ve kuzey yönünde genişletilmiş ve en kuzey köşeye kralın sarayı yapılmıştır

ISHTAR KAPISI
Kentin çok sayıda kapısı vardır ama bunlardan en ünlüsü Marduk’un tapınağına götüren tören yolunun başlangıcına işaret eden Ishtar kapısıdır. Berlin müzesinde ön cephesi ayağa kaldırılmış, 12m yüksekliğindeki kapının iki kemerli kapısı vardır ve kapılar iki yanında yer alan mazgallı kulelerin koruması altındadır. Kapıyı ilginç kılan mimarisinden çok, cephesindeki sırlı tuğlaların kullanımıyla sağlanan renkli görünümdür. Mavinin hakim olduğu renkli fon üzerinde, sarı sırlı tuğlalarla işlenmiş, Marduk’un simgesi ejder ve boğa motifleri bulunmaktadır. Benzer bir düzenlemeyi tören yolunun iki yanındaki yüksek duvarlar üzerinde de görmekteyiz. Burada her bir yanda altmışardan birer ayağını ileri uzatmış durumda görülen 120 aslan figürü işlenmiştir.

KRAL SARAYI
Kentin kuzeyinde bulunandan ayrı asıl saray bu tören yolunun sol tarafında kalmakta ve avlu çevresinde sıralanmış salonlar ve teraslardan oluşmaktadır.

ASMA BAHÇELERİ
Sarayın hemen karşısında dünyanın 7 harikasından biri olduğu kabul edilen Asma Bahçeleri yer almaktadır. Bu bahçeler kral Nabukatnezar’ın dağlık bir ülkeden olan eşi Semiramis’in vatan hasreti çekmemesi için gerçekleştirilmiş yapay setler üzerine kurulmuştur. Bugün belirleyici izi olmamasına rağmen düz arazide bu teraslı bahçenin ayaklar üzerine oturan tonozlu bir alt yapısı olduğu, üzerindeki kalın toprak tabakasına nadide ağaç türleri dikilerek, bunları Fırat’tan su dolaplarıyla çekilen suyla sulandığı varsayılıyor.

DİNİ MİMARİ (TAPINAK)
Tanrı Marduk adına yaptırılan tapınak, 7 katlı, üst katına rampa ile ulaşılan 90m yüksekliğinde bir zigurattır. Tevrat’ta adı geçen Babil kulesinin bu yapı olduğu sanılır. Çok yıl sonra Büyük İskender Babil’e geldiğinde bu kuleyi yeniden yaptırmak amacıyla enkazını temizletmiş ama ömrü bu işe girişmeye yetmemiştir.

ASUR MİMARİSİ
Savaşçı bir kavim olan Asurlar yukarı Mezopotamya’nın dağlık coğrafi karakteri ile tam bir uyum gösterirler. İlk yerleşmeleri Dicle ile Zap suyu arasında, başkenti Asur olan bölgedir. Asur ülkesi dağlık bir bölge olduğu halde, mimaride Mezopotamya gelenekleri esas alınarak, mimari yapılarında fırınlanmış kerpiç tuğla ve sırlı tuğlalar kullanılmıştır

ASKERİ MİMARİ
Asur kent surları Hitit geleneğinde olduğu gibi kalınlıkları 15m’yi bulan çift sıra surla kuşatılıştır ama farklı olarak malzeme kerpiç tuğladır. Kent kapılarına da önem verilmiştir, bu kapıların girişlerinden başlayan yollar, kentin tapınak ve sarayının bulunduğu alana uzanan düzenli yollardır. Ayrıca burada poternaları da görürüz ama burada malzeme yine kerpiç tuğladır ve geçitlerin ikiden fazla girişi vardır.

SİVİL MİMARİ
KONUTLAR
Konut mimarisinde Bit-Hilani tarzı konutlar yapılmış ama bu ev şemasının adı, onların koyduğu isim ile tanınmıştır. Binaların üst örtüsü düz toprak damdır ama bunu sağlamak için gerekli ahşap malzeme bulunmadığı zaman binalar kubbe ya da tonoz üst örtü ile kapatılır ve bunun üzeri yine bir toprak tabakası örtülerek dam düzeltilmiş olurdu.

SARAYLAR
Mezopotamya geleneğine uyularak burada da anıtsal yapılar bir set ya da teras üzerine inşa edilir. Saray yapıları kompleks binalar olup birbirine geçişleri olan avlular çevresinde sıralanmış salonlardan meydana gelir ve bu tür yapıların duvarlarında nakış izlerine rastlanmıştır. Anıtsal yapıların kapılarını “Lamassu” denilen insan başlı, kanatlı ve beş ayaklı çok iri boğa heykelleri korumaktadır. En önemli saraylar Khorsabad’da II.Sargon’un ve Kalhu’da II. Asurbanipal’in saraylarıdır. Hitit orthostatlarını hatırlatan kabartmalı taş kaplama levhalarını burada da görürüz. Sarayların ilginç bir mimari elemanı, ileride Yunan mimarisinde karşılaşılacak olan Karyetid ve telemonların öncüsü konumunda olan Atlantlardır ki bunlar üst yarısı kadın yada erkek Heykeli formunda olan sütunlardır.

DİNİ MİMARİ
TAPINAKLAR
Sümer geleneğine uygun olarak Zigurat formunda yapılırlar ve 7 katlıdırlar. En üst kademede asıl tapınak bulunur. Ziguratların 7 katının her biri güneş tayfındaki 7 renkten birinin rengini taşır.

MEZAR MİMARİSİ
Asur şehirlerinde kent dışı bir mezarlık söz konusu değildir. Halk cenazesini yaşadığı evin bir odasının zeminine gömer. Kral ve soylular için kare yada dikdörtgen planlı yer altı mezar odaları yapılırdı. Derinliği 2 metreyi geçmeyen bu mezar odalarında ölü toprak altına gömülür yada zemin üstüne bir sanduka ile bırakılır, yanına da çeşitli eşyalar konurdu. Bu mezarlar üst örtülerine göre 2 çeşittir ki bunlardan ilki diğerinin prototipidir:

Sahte kemerli mezarlar : Burada poternalarda olduğu gibi bindirme tekniği ile içe doğru eğimli örülen yan duvarlar üçgen kesitli bir mezar odası oluşturur.
Gerçek kemerli mezarlar : Daha gelişmiş olan bu tipte belirli bir yükseklikten sonra olasılıkla bir çatı iskeleti üzerine tonozu oluşturan tuğlalar örülür ki bu tipin daha gelişmiş örneğinde özel tonoz tuğlalarının kullanıldığı görülmüştür. Her mezar odasının bir de küçük giriş bölümü bulunur.

burdan   alıntıdır
« Son Düzenleme: 18 Mayıs 2008, 15:21:09 Gönderen: ...:::£sra:::... »
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı

  • Üye
  • *
  • İleti: 85
  • Karizma Puanı: 2
Ynt: MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
« Yanıtla #1 : 24 Ekim 2008, 02:07:44 »
...teşekürler
▀  ½  ?¿

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
« Yanıtla #2 : 07 Haziran 2010, 22:02:39 »
teşekkürler paylaşım için. arşive eklendi.:)

Çevrimdışı resim öğretmeni

  • Yeni Üye
  • İleti: 19
  • Karizma Puanı: 0
Ynt: MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
« Yanıtla #3 : 11 Ocak 2011, 08:04:16 »
çok detaylı olmuş teşekkürler

Çevrimdışı emin

  • Uzman
  • *****
  • İleti: 3.183
  • Karizma Puanı: 1096
Ynt: MEZOPOTAMYA MİMARİSİ
« Yanıtla #4 : 11 Ocak 2011, 18:20:08 »
Paylaşım için teşekkürler..+1