1968 Kuşağı Sanatçıları - Prof. Dr. Semra Germaner
Türkiye'de resim sanatının gelişimi gözden geçirildiğinde, tek tek sanatçılardan çok grup hareketleriyle yeni atılımlar yapıldığı izlenmektedir. Bu, belki de kısır bir sanat ortamının canlandırılmasında benzeri görüşleri paylaşan sanatçıların yarattıkları hareketlerin, bireysel çıkışlarından daha etkili olmasından kaynaklanmaktadır. Türk resim tarihinde grup hareketlerinin meydana gelmesinde genç ve yetenekli sanatçıların Batı ülkelerine topluca gönderilmelerinin etkili olduğu söylenebilir.
Bilindiği gibi Batı anlamında Türk resim sanatı, Tanzimat Dönemi'nden başlayarak birbirini izleyen kuşakların Avrupa'ya gidip geri dönmesiyle beslenmiş, canlanmış ve günümüzdeki kimliğini kazanmıştır.
Avrupa'ya gönderilen sanatçıların Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet gibi siyasi rejim değişimleri sonucunda yollanmış olması ilginçtir. Tanzimat Dönemi'nde fen bilimleri kapsamında ele alınan resim bilgisi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde, genel anlamda, Batı dünyasının "evrensel" kültür değerlerinin, reformlar yapmakta olan Türkiye'de kavranabilmesi amacına yönelik olarak değerlendirilmiş ve bu değerlerin yeni kuşaklara öğretilmesi için batıya sanatçılar gönderilmiştir. Bu bağlamda her biri Türk resmi için dönüm noktası olan Tanzimat Dönemi'nin asker ressamlarından, Meşrutiyet Dönemi'nin 1914'lüler Kuşağı'ndan, Cumhuriyet devrinin Müstakiller'inden ve "d" Grubu sanatçılarından söz edilebilir. Öncelikle eğitim alanında yararlanılmak üzere Batı'ya yollanmış olan tüm bu sanatçıların büyük bir bölümü yurda dönüşlerinde Sanayi-i Nefise'de ve daha sonraki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi'nin eğitim kadrolarında atölye hocası olarak görev almışlar ve Türkiye'de plastik sanatlar alanının en üst düzeydeki temsilcileri olmuşlardır. Batı'ya gönderilmelerindeki amaç doğrudan eğitime yönelik olsa da bu sanatçılar aynı zamanda bağımsız bir sanatçı gibi çalışarak sanat ortamının yaratılmasına büyük katkıda bulunmuşlardır. Bu durum Türk resim sanatının gelişim sürecinde 1980'lere kadar tekrarlanarak sürmüştür. 1980 sonrasında yurt dışına öğrenci gönderilmesiyle ilgili 1416 sayılı yasa -sanat dalında- eski önemini yitirmiş, ayrıca pek çok sanatçı kendi hesabına dış ülkelere gidebilme olanağına kavuşmuştur. Sanatçı açısından Batı'ya uzun süreli sanat eğitimi için gitmiş olmak artık sanatçıya bir ayrıcalık getirmemektedir. Günümüzde sanatçı batıya ya da doğuya yapıtını sergilemek ve dünya çağdaş sanat çevreleriyle ilişkide bulunabilmek için gitmektedir.
Tüm bu açıklamaların nedeni 1968-1970 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdikten sonra Avrupa'ya gönderilen bir grup genç sanatçının durumuyla ilgilidir. 1968 Kuşağı sanatçıları pek çok özgün yanlarının yanı sıra resim sanatımızın gelişmesi ve geleceğin sanat okullarında verilecek eğitim için Batı'ya yönelmeyle başlayan bir serüvenin son temsilcileri olmuşlardır. Bu kuşak bazı açılardan bir sonu, bazı açılardan da bir başlangıcı gerçekleştirmiştir.
1960 Sonrasının Sanat Ortamı, Öznelliğe ve Eleştiriye Yönelmede Bir Dönüm Noktası
1960'lı yıllar tüm dünyada II. Dünya Savaşı sonrasında bir rahatlama ve gelişme dönemi olarak nitelenmektedir. Türkiye'de de 1961 Anayasası'nın sağladığı olanaklar çerçevesinde, özellikle gençler üzerinde önemli etkiler yaratacak olan bir dönem başlamıştır. Bu dönem Cumhuriyet'in kültür tarihinin atılımcı dönemlerinden biridir. 1968 yılı dünyada olduğu kadar Türkiye'de de siyasetten kültür yaşamına kadar her alanda derin izler bırakmış bir uyanış ve değişim dönemi olmuştur. Yazın dalında açık etkilerinin izlendiği 1960-1970 arasında, plastik sanatlar alanında, o yıllarda etkin olan soyut sanata bir alternatif olarak Mehmet Güleryüz (1938 İstanbul), Alaettin Aksoy (1942 Trabzon), Komet (Gürkan Coşkun) (1941 Çorum), Utku Varlık (1942 Bolu) ve farklı bir sanatsal kimlik sergilemekle beraber Neşe Erdok (1940 İstanbul) gibi genç sanatçıların figüratif anlatıma yöneldikleri, yaşama, kendi iç dünyalarına ve toplumsal eleştiriye yönelik bir tavrı yapıtlarında yansıtmak istedikleri anlaşılmaktadır.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin plastik sanatlar alanında öncü rolünü güçlü biçimde sürdürdüğü, "d" Grubu temsilcilerinin çoğunun atölye hocası olarak bu kurumda görevde bulunduğu bu dönemde, öğrenciler arasında yeni bakış açılarının oluşması ve bunun plastik dile dökülmesi dikkat çekicidir.
1968 Kuşağı sanatçıları "d" Grubu'na mensup hocalarının bir etüd aracı olarak gördüğü figürü farklı bir biçimde yorumlamışlar ve ona yeni anlamlar yükleyerek plastik ifadenin başlıca öğesi yapmışlardır. İç dünyalarını ve düşüncelerini evrensel bir bakış açısıyla ve çeşitli boyutlarıyla tuallerine yansıtan genç sanatçılar, insani değerleri, bazen komik, bazen trajik bir yorumla ele almışlardır. Düşlem ve gerçeğin bir arada verildiği yapıtlarında figür nesnelliğinden arınarak tümüyle öznel bir nitelik kazanmıştır. Sanatçıların kendi figürlerine yapıtlarında sık sık yer vermeleri yaşamlarıyla sanatı içiçe görmelerinin bir göstergesi gibidir.
Cemal Tollu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Sabri Berkel ve Neşet Günal gibi Cumhuriyet dönemi resminin önemli temsilcilerinin 1960-1967 yılları arasında öğrencisi olan bu sanatçı grubu, Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olduktan sonra Fransa'ya, 1416 sayılı yasa uyarınca devlet bursuyla Paris'e gönderilen ve Akademi'ye dönen son sanatçı gruplarından biri olma özelliğini de taşımaktadır. Kendilerini bir grup olarak tanımlamamalarına ve farklı eğilimlere yönelmelerine karşın yaşadıkları dönem, aldıkları eğitim, bulundukları çevre -Paris ve İstanbul'da- gibi pek çok ortak nokta bu sanatçılar için belirleyici olmuştur. Yapıtlarında izlenen ifadeye yönelik tavır, insan figürünün özel anlamlarıyla ele alınışı, kişisel kimlik arayışları bu sanatçıların ortak yönlerini oluşturmaktadır.
Atölye Eğitimi ve Etkilenilen Kaynaklar
1968 Kuşağı sanatçılarının Türkiye'de resim sanatına getirdikleri yeniliklerin öğrencilik yıllarından başlayarak atölye eğitimine ve etkilendikleri kaynaklara bağlı olduğu izlenmektedir.
Sanatsal ifadeyi "d" Grubu hocalarının post-kübist sanat anlayışı paralelinde bir atölye eğitiminin dışında arayan bu sanatçılar örgütlü bir hareketle olmasa bile böylesi bir atölye eğitimine karşı çıkmışlardır. Buna karşı Akademi'de Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun atölyesinde sürdürdüğü ve öğrenciyi araştırmaya yönelten tavrın onları yüreklendirdiği söylenebilir.
Antik sanatın yanı sıra, sanat tarihinin çeşitli dönem ve ustalarını yaratıcı bir kaynak olarak kullanmak, 1960'lı yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi resim atölyelerinin özelliklerindendi. Zeki Faik İzer, Cemal Tollu, Nurullah Berk gibi "d" Grubu üyelerinden olan atölye hocalarının yapıtlarında antik kaynaklı mitolojik konulara sık rastlanmakta, ayrıca Yunan-Roma ya da Anadolu mitolojisinden konular gerek mezuniyet konkurları gerekse yıl sonu sınavları için kompozisyon konusu olarak verilmektedir. Mitolojik konuların post-kübist formlar içinde sunulması bu genç kuşağa ilginç gelmemiş, buna karşın yapıtta "ifadeyi" vurgulayan ustalara yönelmişlerdir. Örneğin; 1965-67 yıllarında Akademi'nin resim atölyelerinde bir Goya hayranlığı dikkat çekmektedir. Bu etkiler özellikle Alaettin Aksoy'un yapıtlarında sonradan belirgin bir biçimde izlenebilmektedir. Mehmet Güleryüz'ün ilk çalışmalarında pre-historik dönemlerin mağara resimlerinden esinlenmeler görülür. 1970'li yılların yapıtlarında etkileri devam etmiştir. Yine aynı bağlamda Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nun kurucularının katkısıyla hazırlanmış ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde sergilenmiş olan "Avusturya Fantastik Sanatçıları"nın yapıtlarının 1965-1967 yıllarının öğrencisi üzerinde sürrealist ve düşsel anlatımlarıyla etkili olduğu söylenebilir. Aynı yıllarda Mezopotamya (Asur-Sümer) sanatına ait kitaplarda yer alan örneklerin, kabartma ve mühürlerin, Utku Varlık gibi genç sanatçı adaylarının ilgi alanı içinde olduğu; desen ağırlıklı ve az boyalı Pieter Bruegel ve diğer Flaman ressamlarının Neşe Erdok'un erken dönem çalışmalarının esin kaynağını oluşturduğu izlenebilmektedir. Tüm bu ve benzeri yöneliş ve etkilenmeler genç sanatçıların gereksinim duydukları yeni ifade tarzlarına uygun biçem ve plastik dil arama çabalarından kaynaklanmıştır.
Öte yandan bir diğer ilginç gözlem de bu yıllarda Türkiye'de genç kuşağın politik bir uyanış içinde bulunmasına karşın resim öğrencilerinin ve genç sanatçıların doğrudan politik konulara yapıtlarında yer vermemeleridir. Türk resminde açık biçimde politik içerikli resimler 1970-80 arasının toplumsal çalkantılarının bir sonucu olarak bir tür sosyalist gerçekçilik olarak ortaya çıkacaktır. 1968 Kuşağı'nın politik olandan çok eleştirel olanla, ulusaldan çok evrensel olanla ilgilendiği görülmektedir.
Figürün Yüklendiği Anlamın Değişmesi-Figür Biçimsel Değil Anlatımsal Bir Öğe
Türk resminde uzun yıllar nesnel bir öğe olarak değerlendirilen figür-bu yaklaşım özellikle "d" Grubu'nda izlenmekte ve modernizmin göstergesi olarak değerlendirilmektedir-1968 Kuşağı sanatçılarının yapıtlarında öznel bir anlam yüklenmiş, konuyla, içerikle denk bir kullanıma girmiştir. Bu kuşak sanatçılarında öznellik ve ona bağlı olarak anlam, biçim endişelerini aşan bir nitelik kazanmış, bir diğer deyişle biçim anlamı ortaya koymakla görevlendirilmiştir. Renk kullanımı da aynı biçimde anlatımla uyum içindedir.
Anlatım amacıyla figürün ön plana çıkışı yine bu sanatçıların tipik özelliği sayılmalıdır. Figür burada kimliği olan bir varlıktır, bir insandır. Daima insanı konu alan resimlerin ortak yanı, zaman ve mekânın belirleyici olmaması ve gerçekle düşsel olanın birbiriyle kaynaşmasıdır. Türk resminde 1870'lerde başlayan perspektif kullanımıyla gerçekçi bir mekân kurma isteği, 1930'ların modernizmiyle yerini konstrüktif bir mekâna bırakmış, 1968 Kuşağı'yla bu konstrüksiyon anlayışı tamamen terkedilerek, özellikle, Mehmet Güleryüz, Alaettin Aksoy ve Utku Varlık'ın yapıtlarında mekân, konunun öznelliğini güçlendiren, gerçek dışı ve tanımlanamaz bir nitelik kazanmıştır.
Bu sanatçıların resimlerinde güncel olan, yaşanan ama açıklanamaz olan duygular bir arada anlatılır. Sanatçıların yapıtlarında yer alan, tanımadığımız ama bir geçmişleri olduğunu sezdiğimiz kişiler, aşkları, hüzünleri, keder ve korkularıyla seyirciye sunulur.
Bu yapıtlarda çoğu kez ince bir toplumsal hiciv, düşlemin ve duyarlılığın dünyasını canlandırır.
Bugün 25 yıllık sanat deneyimlerini arkada bırakmış olan Neşe Erdok, Komet, Alaettin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Utku Varlık gibi sanatçılar yaşantılarını yapıtlarına taşımışlar, bazılarının arkadaşlık ilişkileri ortak bir yaşam biçiminde pekişmiştir. Toplumsal sorunlara ve geleneğe (değişmez olana) tepki ve eleştirel bir yaklaşım ilk kez bu sanatçılarda belirgin biçimde izlenmektedir.
Toplumsal görüşleri kadar iç sorunlarını da yapıta katan bu sanatçılarda ilk kez, yerleşik değerlere hicivle başkaldırı, özeleştiri, cinsellik, çocukluğa dönüş, ölüm gibi temaların ele alındığı izlenmektedir ki tüm bunlar 1960'lı yılların sonlarına kadar biçimsel bir çizgide gelişen Türk resmi için çok önemli yeniliklerdir.
Sanatçıların aradan geçen 25 yıllık sürede bu temalar çerçevesinde yapıtlarını olgunlaştırmaları onların bir dönemin ruhunu yansıtmadaki başarıları kadar düşünce ve inançlarındaki içtenliklerini, yaklaşımlarının ciddiyetini de açıklayıcı niteliktedir.
1968 Kuşağı Sanatçıları, Cumhuriyetin Yetmişbeş Yılında Kültür Ve Sanat-Sempozyum Bildirileri 18-19 Mart 1999, Sanat Tarihi Derneği Yayınları: 5, İstanbul 2000, s. 87-96