Pierre Auguste Renoir
Renoir, orta halli bir ailenin çocuğuydu. Babası Leonard Renoir terziydi. Annesi Marguerite Merlet ise bir terzihanede çalışıyordu. Leonard Renoir, Pierre Auguste Renoir’in doğumundan üç yıl sonra tüm ailesiyle birlikte Limoges’den ayrılarak, Paris’te Bibliotheque’de bir eve yerleşti. Renoir yedi yaşına girdiği zaman 'Freres des Ecoles Chretiennes' adında rahiplerin yönettiği okula girdi. Burada okuma yazma ve aritmetik öğrendi. Oğullarının tutku ve yeteneğini fark eden ailesi, 1854 yılında Pierre Auguste’u okuldan alarak, Fosses du Temple caddesinde bulunan atölyelerinde porselen süslemeciliği ile uğraşan Levy Kardeşler’in yanına çırak olarak yerleştirdi.
Auguste Renoir, bu usta sanatçıların atölyesinde porselen tabaklar boyayarak işe başladı. Kısa zamanda oldukça başarılı işler yapmaya başlayan Renoir, akşamları resim derslerini izlemek üzere Dekoratif Sanatlar ve Resim Okulu’na gidiyordu. Bu okulda yine kendisi gibi öğrenci olan Emile Laporte ile tanışarak yakın dostluk kurdu.
1858 ilkbaharında Levy Kardeşler’in atölyesi oldukça zor anlar yaşamaya başladı. O sıralarda gelişmekte olan mekanik basım, el işçiliğiyle rekabet halindeydi. Makine artık el işçiliğinin yerini almaktaydı. Bu durumda Renoir da işsiz kaldı. Çok geçmeden, yelpazeleri resimleyen bir atölyede iş buldu. Büyük bir ustalıkla 18. yüzyıla ait taklidi resimler yaptı. Renoir olanca hızıyla çalışıyordu ve oldukça iyi kazanıyordu. Auguste Renoir, düşünü gerçekleştirmeye yetecek kadar para biriktirmişti. Onun büyük düşü, resim sanatı ile uğraşmaktı. Yaşadığı yer tipik bir 18. yüzyıl felsefesinin oluşturduğu kültürel bir ortamı yansıtıyordu. Orta sınıfın yaşamın tadını çıkardığı bir dönem ahlaki yapısı Renoir’in tablolarında da göze çarpıyordu. Özellikle sanatçı gençlik yıllarında, bu ruh durumunun sevincini, mutluluğunu ve gevşekliğini yansıttı tablolarına.
Renoir, sanat hayatının daha ilk yıllarında Manet’nin üslubunu beğenmiş; bunu, Courbet’nin plastik ifade tarzı ve Delacroix’nın renk dünyası ile birleştirmiştir. Ne var ki hiçbir sanatçıya ve üsluba körü körüne bağlanmamıştır. Yakın dostu Laporte’un önerisi üzerine Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmeye karar veren Renoir, giriş sınavlarını büyük bir başarı ile kazanarak, 1862’de Emile Signol ve Akşam adlı tablosuyla tanınan İsviçreli ressam Charles Gleyre’in atölyesine girmeye hak kazanmıştır. Atölyede sanatsal gelişimi açısından önemli rol oynayacak olan Frederic Bazille, Alfred Sisley, ve Cladue Monet ile tanışmıştır.
Renoir 1863 yılında Salon’a Peri ile Kır Tanrısı adlı eserini sunmuş ancak resim reddedilmiştir. Ertesi yıl ise Victor Hugo’nun Notre Dame de Paris adlı eserinden esinlendiği La Esmeralda adlı yapıtı sergiye kabul edilir. Renoir, Gleyre’in atölyesinde geçerli olan sanat düşüncelerinin kendisinin ve arkadaşları Monet, Bazille, Sisley’e ne denli ters düştüğünü anlar. Bu nedenle bir süre sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nden ayrılmak zorunda kalır.
1863 ilkbaharında atölyeden ayrılarak Fontainebleau Orman'nda "en plain air" , açık hava resimleri yapmak üzere geleceğin Empresyonistleri olan arkadaşlarının ardına takıldı. Renoir, burada açık renkler kullanmasını ve resmini daha aydınlık kılmasını öneren Virgile Narcisse Diaz ile tanışır. Renoir’in başka bir gün ise Gustave Courbet ile burada karşılaştığı bilinmektedir. Renoir’in bu dönem başlarında verdiği Atölye ve Cenaze Töreni gibi yapıtlarında Courbet etkisi sezilir.
1870 Savaşı sonuna kadar birçok kez Fontainebleau Ormanı’na gitmiştir. Bu arada arkadaşı Jules de Coueur’ün Marlotte’daki malikanesinde konuk olmuştur. Sanatçı burada birçok eserinde kendisine modellik yapan Lise Trehot ile tanışmıştır. Sanatçı Lise’in parkta, ayakta, çimenler üzerine oturmuş halde ya da dikiş dikerken birçok resmini çapmıştır.
Renoir, Lise’in bazı portrelerinde özellikle resmi sergiye yolladıklarında geleneksel bir etkinin altında kalarak, koyu bir renk düzeniyle cilalı bir görünüş yaratıyordu. Renklerini (siyah, koyu yeşil, soluk mavi), hazırlama zeminin şeffaf bir şekilde bırakan verniklerle geniş alanlara yayıyordu. 1867 yılına kadar aydınlık resimden ayrılmadı. Konusunu doğrudan beyaz tuval üzerine uygulamak için ziftli hazırlamalara karşı çıkıp hematitten yararlandı. İlk portrelerinde zemini, ışığı şekillerin yardımıyla birleştiren mavi renklerle boyuyordu. Pre-Empresyonizm ile klasik akım arasında kendine özgü bir bağıntı kurmuştu.
18 Temmuz 1870’te Almanya’nın Fransa’ya savaş açması, Renoir’in yaşamında birtakım değişikliklere neden oldu. Orduya katılan Renoir, önce Tarbes’de daha sonra Libourne’da savaştı. Libourne’dayken ciddi bir şekilde hastalanması üzerine Bordeaux’ya döndü. Hiç zaman kaybetmeden çalışmaya başladı ve birbirini anımsatan iki büyük portre yaptı; arkadaşı Rapha’nın sevgilinin portresi ve Lise Trehot’un Papağanlı Kadın adlı resmi.
Renoir, 1872 yılının ilk ayında sanatsal ve kültürel yaşamın artık söz konusu olmadığı Paris kentinde Paul Durand-Ruel ile tanıştı. Empresyonistlerin büyük koruyucusu Paul Durand-Ruel sanatçının yapıtlarını satın aldı. Durand-Ruel’le ilişki kurduğu sıralarda Cezayir Giysileri İçinde Parisli Kadınlar ya da Harem adındaki önemli bir kompozisyonunu bitirmek üzereydi. Bu yapıt 1872 Resmi Sergisi’nde sergilendi ama başarı elde edemedi.
1873'lere gelindiğinde Salon, renkleri kullanma yöntemi yüzünden sanatçının resimlerini yine reddetti. Ertesi yıl, 15 Nisan-15 Mayıs tarihleri arasında Renoir, Monet ve başka sanatçılar bu sergiye almaşık yeni bir sergi düzenlemeye giriştiler. Bir yıl sonra, ilkbaharda Salon'un dışında yeni bir sergi açıldı. İzlenimcilerin ilk sergileri olan bu sergi, onları çok tatmin etmese de karamsarlığa da itmedi. Ancak ertesi yıl sergide izleyiciler bir açık arttırma sırasında o denli saldırganlaştılar ki sonunda araya polisin girmesi gerekti. Bu sergi, Paris’te fotoğrafçı Nadar’ın galerisinde düzenlenmişti. Renoir’ın altı tablo ve bir pastel gönderdiği bu sergi büyük bir başarı elde edemedi. Sanatçı bu sergide üç tablo satabildi.
Empresyonist dönemi boyunca ( 1872 – 1882 ) Renoir; Monet, Berthe Morisot, Sisley gibi bir bahçe içerisine yerleştirdiği gerek nü’ler gerekse portreler ve gruplarda ışık etkilerinin şiirsellikle canlandırılması üzerinde çalıştı. Tuval üzerinde renkleri karıştırmaya ve vernikle çalışmaya ( özellikle Loca ya da Balerin gibi başyapıtlarında ) devam etmekle birlikte; 1876’dan itibaren görsel karışıklığı da kullanmaktaydı. Renoir bu görsel karışıklığı;tuval üzerinde titreşim gücünü ayrı tutmakla beraber, izleyicinin birbirinden ayırt edemediği renkli virgülleri anımsatan aydınlık küçük fırça vuruşlarıyla yaratıyordu. Bu yöntemi sayesinde, büyük boyutlu tablolarında da ağaç yaprakları arasından sızarak modellerin giysilerinde ve yüzlerinde yaldızlı ya da beyaz lekeler oluşturan güneş ışığının etkilerini canlandırmayı başardı.
1875 yılında Renoir Oltası ile Balıkçı adlı tablosunu satın alan editör Georges Charpentier ile tanıştı. Editörün evine davet edilen Renoir, çok geçmeden Madam Charpentier’nin salonunun sık rastlanan kişisi haline geldi. Bir süre sonra Bay ve Bayan Charpentier sanatçıya birkaç portre ısmarladılar. Japon salonunda çocukları ve köpeğiyle Madam Charpentier’nin portresini yaptı. Bu oldukça önemli ve büyük bir tabloydu. Charpentier’nin nüfuzu ve birçok sosyal ilişki sayesinde Renoir’ın bu tablosu, 1879 Resmi Sergisi’nde en iyi durumda, yerden 120 cm. yüksekliğe asılı olarak sergilendi. Halkın tüm beğeni ve hayranlığını bu yapıt çekmişti. Yorumcular Renoir’dan övgüyle bahsediyorlardı. Sanatçı hareket ve incelik dolu büyük bir fırça, güncel olayı tamamlayan tüm nesneleri yakalamıştır. Odadaki tüm eşya, fırçanın hızlı darbeleri altında canlı bir halde sıralanmıştır.
1878'de yeniden Salon'a başvurduktan sonra kendini İzlenimciler'den uzaklaştırmaya başladı.
Paris’te yorgun düşen ve görüşünü yenilemek isteyen Renoir, 1881 Şubatında arkadaşı ressam Cordey ile birlikte Cezayir’e gitmeye kara verdi. Sanatçı bir ay süren bu yolculuğunda ( ve ertesi yıl yaptığı yolculuğunda ) pek çok yerli kadın portresi ve birçok peyzaj yaptı. Bu dönemde verdiği en başarılı peyzajlar arasında Muz Bahçesi, Yerli Kadınlar ve özellikle Casbah’daki Arap türü çalışmaları gösterilebilir. Paris’e dönen Renoir, 1881 Ekimi’nin sonunda İtalya’ya gitti. Venedik’te San Marco Bazilikası’nı ve Büyük Kanal’da gondolcuları çizdi. Renoir esinlendirici bulduğu İtalya seyahatinden sonra yeni arayışlar içine girdi. Özellikle Sienalı Cennino Cennini’nin 1437 yılında yazdığı ve 1858 yılında Fransıca’ya çevrilen, ilk İtalyan resim tekniği kitabı olan Ustanın Elkitabı, onun için şiirsel ve stilistik anlamda belirleyici bir esin kaynağı oldu.
1881'de bir tecimcinin resimlerini düzenli olarak satın almaya başlamasıyla parasal kaygılardan büyük ölçüde kurtuldu. Ertesi yıl açık olarak onu korkuttuğunu söylediği devrimci görünüşten uzaklaşmak istediğini söyledi. Bu yıllara geldiğinde Renoir artık kendini 'İzlenimciliğin götürebileceği denli uzağa gelmiş' görüyor ve artık bu akımın yalnızca 'görsel' olan yanının doyurucu bulmuyordu ve onun "bir çıkmaz-sokak" olduğunu düşünüyordu. Onun İzlenimcilerden uzaklaşmasının en büyük sebebi İtalya yolculuğuydu. Bu yolculuk sırasında büyük İtalyan yağlı boya ustalarını keşfetti. Bu da İzlenimcilik konusundaki eleştirilerini güçlendirdi. Döndüğünde resimlerinde daha büyük bir birliğe ulaşmak için çaba göstermeye karar verdi. O sıralar beğendiği ressamlar arasında Courbert, Watteau ve Fragonard vardı, ve onu izlenimcilerden ayıran en büyük tavır da “hala müzedeki büyük ustaların resimlerini incelemenin çok yararlı olacağı düşüncesi”ydi. Zira İzlenimciler geçmişi ve klasik olanı reddetme eğilimindeydiler. İzlenimciler klasik 18. yüzyıl ahlakını yansıtıyorlar iyiye doğru bir gidiş olduğunu savunuyorlardı. Ama Renoir kötülüğün de resme girebileceğini ve yaşananın darlık içinde gerçekleştiğine inanıyordu. Yani karamsar bir tutum içine girmişti. Zamanla "Klasiğin dışında hiçbir şey yoktur" vargısına ulaşan sanatçı ne denli usta olursa olsun bir sanatçının her zaman öğrenebileceği yeni pek çok şey olduğuna inanıyordu. Bu değişikliği gösteren eser de Şemsiyeler adlı tablosudur. Sanatçının değişimi gösterir Şemsiyeler. Yolculuk esnasında başlamıştı esere ve bitirdiğinde eskiden çok farklı bir tarza ulaştığını fark etti. İzlenimciliğe şu sözle karşı çıktı: Bu dönemde zamanının temalarından daha kalıcı temalara yöneldi ve çıplak resimlerine ağırlık verdi. 1880'lerde Renoir'in İzlenimciliğin hafif renklerinden git gide uzaklaştığı görülür. Aynı zamanda bu döneminde yoğun olarak belli belirsiz ortamlarda genç kızların tablolarını yapmaya girişti. Biçemi ustalaşıp yalınlaştıkça mitolojik temalara yöneldi ve yeğlediği kadın tipi daha olgunlaşıp büyüdü. 1882 yılından itibaren Renoir, bazıları deniz kıyısına oturmuş, diğerleri suyun içinde ayakta oturan yıkanan kadınların oyunlarını temsil eden büyük boyutlu bir kompozisyon yaratmayı düşledi. İtalya’dan döndükten sonra bu büyük eserine başladı. Uzun çalışmalardan sonra 1887 ilkbaharında tamamladığı bu tablo, aynı yıl Resmi Sergi’de yer aldı. Bu yapıtında Renoir’in Versailles Parkı’ndaki Marmousets Bulvarı’nda bulunan havuzu süsleyen Su Perilerinin Yıkanması adlı Giraradon’a ait kurşun kabartmadan esinlendiği bilinmektedir. Renoir, Yıkanalar Kadınlar’ın aslına başlamadan önce yağlıboya iki eskiz yapmakla yetinmeyip toplu halde ve detay resimler de çizdi. Sanatçı bu büyük tuvaline başlamadan önce birçok eskiz yaptı. Konunun ruhu bu eskizlerde canlanıyordu. Gerek tek bir figürün canlandırıldığı, gerekse toplu bir görünüşün sağlandığı tüm tablolarda büyük yapıtına yaklaşmaya çalışıyordu. Araştırmaları süresince Renoir; bir sayfanın ufak boyutlarına uyan bir şeklin, uyan bir tuval ya da bir kartonun daha büyük ölçülerine uygun olmadığını fark etmişti. Bu nedenle gerçekten alınmış küçük eskizlerin büyütülmesi yöntemini terk ederek, bunun yerine daha sonra tuval üzerine uygulayabileceği büyük resimler yapmayı yeğledi. Bu yapıtlarında bir göğsün hacmini, bir vücut kıvrımının hafif akışını, bir kolun kıvrılışını, bir vücudun canlılığını hissettirmek için çoğu kez tek bir çizgi sanatçıya yetiyordu. Renoir üstün sanatı sayesinde, saflık ve beğeniyi birleştirmeyi başarıyordu. 1885 ve 1886 tarihlerini taşıyan Annelik adlı yapıtının çeşitli şekillerde anlatımları, Renoir’in sanatındaki yeni yönelişi oldukça belirgin bir şekilde gösterir. Bu yapıtlarda sanatçı; Esseyes’de br bankın üzerinde oğlu Pierre’i emziren genç karısını, taklit edilmesi olanaksız bir albeni ve doğallıkla canlandırmıştı. Karısının üzerinde mavi renkte bol bir etek ve başında hasırdan bir şapka bulunuyordu. Her şey yumuşatılmıştı: Anne ve çocuk, yaz güneşi altında olgunlaşmış meyveleri ya da dolu tohumları anımsatıyordu. Renoir; bu tür boyama, pastel ve resimlerde tebeşir kullanmayı alışkanlık haline getirmişti. Aline’in ilk anneliği, bu dönemde sanatçının esinlendiği önemli konuydu. Renoir, mesleğinin doruk noktasına ve sanatının en olgun dönemine ulaştığı sıralarda, 1900 yıllarına doğru amansız bir hastalığa yakalandı. Bu sanatçının hareket etmesine engelleyen ağır bir romatizmaydı. Ne var ki bu ağır hastalık, onun sanat çalışmalarını engelleyemedi. Tedavi olmak amacıyla Fransa’nın güneyine gitmeye kara verdi. Bir süre Fransa’da yaşadıktan sonra 1903 yılında Cagnes’ye kesin olarak yerleşti. 1915 yılında eşinin ölümü Renoir’de büyük üzüntü yaratmıştı. 1919 yılında Paris’e gitti. Burada Louvre Müzesi’nde bulunan La Caza Salonu’nda sergilenen Georges Charpetier’nin Portresi’ni görme sevincini tattı. Cagnes’ye dönen Renoir, yeniden çalışmaya başladı. Fakat bir gün Les Collettes Parkı’nda tablosunu boyarken soğuk aldı. Sağlık durumu iyice kötüleşen Renoir 3 Aralık 1919’da hayata gözlerini kapadı.
In the meadow
Feeding
Young Boy with a Cat 1868-69
A Morning Ride in the Bois de Boulogne c.1873
The Parisian (La Parisienne) 1874
Lady at the Piano, 1875
A Girl With a Watering Can, 1876
The Swing,1876
Young Women Talking, 1878
Madame Charpentier and Her Children Paul (at her knee) and Georgette, 1878
Jugglers at the Cirque Fernando,1879
The Laundress, 1880
On the Terrace / Two Sisters , 1881
Jeunes filles au piano (Girls at the Piano), 1892
La famille de l'artiste , 1896
La promenade, 1906
Roses and Jasmine in a Delft Vase
The Walk, 1870