Resim sevgilerine inandığımız bazı meraklıların sık sık şöyle tenkidlerine rastlıyoruz:
- Bu resim değil, tezyinat, süs, resim başka!. Süs başka!.
Bunu söylerken tezyinat kelimesi dudaklarından o kadar zedelenerek çıkmasa üzerinde durmağa değmez.
- Eh! deriz. Bu zat şiirle hikayeyi, tiyatro ile romanı birbirine karıştıranlara içerlediği gibi resimle tezyinatı ayırd edemeyen sanatkarlara kızıyor. Fakat bir parça kurcaladınız mı altı çapanoğlu çıkıyor. Bir de bakıyorsunuz:
- Bu resim değil tezyinat!... diyen kişi meğer:
- Bu resim değil! kepazelik! demek istermiş.
Tezyinat sanatını bu kadar küçümseyenler arasına yaşını başını almış, kocaman kitaplar yazmış profesörler de karışınca tezyinat sanatının arada çiğnenip gitmesini önlemek hepimize vacib oluyor.
Bugünün resmini çok büyük bir kalabalığa sevdirmiş olan Düfi:
- Bir ressam için tezyinat sanatından daha iyi bir disiplin olamaz, der.
Düfi hayatının mühim bir parçasını tezyini işleri incelemeğe başladığı için sözü ayrı bir değer kazanır.
Büyük çapta birer ressam olduklarına bütün dünyayı inandırmış olan Van Gok, Gogen, Matis, Ruo, Bonar, Gromer gibi ressamların hayatında tezyini kıymetlerin aldığı mühim yer artık yalnız ressamlarca malum bir aile sırrı olmaktan çıkmıştır. Bugün zamanımızın en iyi ressamları kendilerinden evvelki neslin ustaları gibi yalnız resimlerine tezyinat katmakla yetinmiyorlar işi çok daha ileri götürüyorlar; tezyinata resim katıyorlar. Tezyini kıymetleri birinci plana alarak her bakımdan bu sanatın imkanlarını deniyorlar.
- Bugünün ressamını tezyini sanatların her çeşidine büyük bir muhabbetle sürükleyen nedir? Büyükannelerimizin yün işlerini, çocuk yaşındakilerin elişlerini, okuma yazma bilmeyen bir köylünün dokumalarını gören yarı aydın kişi; bu soruya büyük bir cesaretle şöyle cevap veriyor;
- İşin kolayına kaçmak! Kilimi ebem de dokur. Amma tablo yapmak için çok büyük bilgiler lazım!
İşte kafası alaca karanlık kişi burada yanılıyor.
Kilimi herkes dokur. Kabul. Fakat her babayiğit bir kilim nakşı icad edemez. Kilimde ressamı çeken kolaylık değil tam tersine güçlüktür. Tecrübesi bedava;
Resimle ilgili herhangi bir kimseyi hoşlandığı bir çiçek, bir manzara, bir insan karşısına koyunuz, ortaya iyi kötü bir iş çıkarır. Aynı meraklıya;
- Şimdi bana örgüye elverişli bir nakış, yahut pişmeye elverişli bir çini motifi, döküme dayanır bir biçim icad eyle, derseniz, şaşırır kalır.
Resmin doğuşunda taklit ve nakışın doğuşunda ise icat mühim bir yer tutmuştur.
Resimde Allah yapısı başta gelir, ressamın örnek, model, mevzu, tabiat diye adlandırdığı çıkış noktaları hep Allah yapısını taklide yönelir.
Saf nakış yüzde yüz insan yapısıdır. Nakışı tasarlayan onun her zerresinden mesuldür. Nakışta;
- İçimden öyle geldi de öyle yaptım, yoktur;
- Bundan başka türlü olmasına imkan yok ta onun için böyle yaptım, vardır.
İşin insanı şaşırtan bir tarafı da şudur. Resim sanatının imkanlarını sonsuz sayanlar onu tiyatro sanatına peşkeş çekecek kadar ileri gitmişler de, malzeme tezgah imkanlar ile sıkı sıkıya bağlı olan nakış erbabı resim sanatına has imkanlara sadık kalmışlar.
İğne ile kuyu kazmak kabilinden en güç, en nankör malzeme bağlarile bağlanan Ayasofya mozayikçisi, malzeme esaretine rağmen her zaman ressamca iş görmüş ve böyle endişelerle bağlı olmayan rönesans ustası ressamlığı bir yana bırakarak işi tiyatroya dökmüş!.
Burada bir noktayı açıklamak lazım. Nakış erbabı malzemeye rağmen değil malzemeye dayandığı için ressamca iş çıkarmış. Yani onu ressamdan daha sade, daha kudretli kılan tezgahın ve malzemenin freni olmuş.
Her ne hal ise olan olmuş, bir de ressamlar bakmışlar ki nakış ehli kendisinden çok resmin imkanları içindedir.
Nakşın birçok aydın kişiler tarafından küçük tutulmasına sebebiyet veren noktalardan birisi de ona sinen "süs" tarafıdır.
Tezyinata süs demişlerse kabahat tezyinatın değildir.
Nakışın doğuşunda birinci planda gelen endişe süs değil tersine faydadır. Abdesthane ibriği süs olup rafa konmadan önce çok hayırlı bir iş görmekte idi. Kilim çerçevelenip duvara asılmadan önce evin bütün kahrını çekiyordu.
Güzel talik, sülüs, rik'a olmadan önce sözün ta kendisi idi.
Bugünün ressamını nakış dünyasına çeken onun süs tarafı, lüzumsuz tarafı değil, onun yaşayan, kolaylıkla yayılabilen ekmek ve su gibi herkesin olan tarafıdır.
Nakşı Küçümsiyenlere, Yaşayan Sanat, Haziran 1949, S. 6, s. 8