İstanbul’un surları bütün dönemlerde şehrin en etkin savunma aracı olmuştur. Byzantion şehri kurulduğunda etrafını çevreleyen surlara ait yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, bazı araştırmacılar bu arkaik döneme ait sur duvarlarının Topkapı Sarayı civarında olduğunu ileri sürülmektedirler.
III. yüzyılda, Roma tarihinin en iyi yazarlarından olan Yunanlı tarihçi Cassius Dio bu surlardan söz etmektedir. Onun yazdığına göre bu surlar son derece güçlü idi ve siperlikler iri kare bloklarda inşa edilmiş olup, tunç levhalarla birbirine tutturulmuştu. Üzerinde üstü kapalı bir seyirdim yolu ve düzensiz aralıklarla yerleştirilmiş kuleleri bulunmakta idi. Cassius Dio, bu surların kara tarafında olanların yüksek, deniz tarafındakilerin ise kıyının hemen yanında kayaların üzerine inşa edildiklerini belirtmektedir. Ayrıca bu surlardaki kulelerin akustik düzeninin çok iyi olduğunu, kulelerden birinden bağırıldığında sesin yedinci kuleye kadar gittiğini de söylemektedir.
Pausanias, Kodinos ve Herodianus da bu ilk surlardan söz etmektedirler. Kentte yaşayanlar çeşitli dönemlerde Avar, Sasani, Emevi, Abbasi, Bulgar, Rus, Macar, Peçenek akınlarından bu surlar yardımıyla kendilerini koruyabilmişlerdir. XIV. yüzyılın başında Venedik donanmasının denizden saldırıları yine bu surlar sayesinde durdurulabilmiştir. Ayrıca fetihten az evvel Galata’da oturan Cenevizlilerin kenti ele geçirme çabaları da yine bu surlar nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Uzun süre savunma görevini üslenen surlardan ilk kez içeriye girmeyi Fatih Sultan Mehmet başarmıştır.
İstanbul surları ortalama 21 km. uzunluğu ile Avrupa’nın en uzun savunma yapılarından olup, başlıca beş grupta toplanmaktadır.
I - İlk surlar
II - Kara Surları (ortalama 11 km uzunluğunda)
III- Marmara deniz surları (ortalama 8 km.)
IV- Marmara – Haliç arasındaki kara surları (Ortalama 7 km)
V - Haliç Surları (ortalama 5 km)
İlk surlar Byzantion şehrinin en eski surları hakkında birçok iddia ortaya atılmış, ancak verilere en uygun olanı, Megaralı Dorların bugün tahminen Topkapı Sarayı’nın olduğu yerde Akropolis Tepesi diye adlandırdıkları küçük yerleşimlerinin etrafını çevirdikleri duvardır. Bu surların fetihten sonra Sur-u Sultani denilen Topkapı Sarayı surlarının temellerinde kullanıldığı ileri sürülmekte olup, bu akla çok daha yakın bir tezdir. Zira toprağı kazıp temele inmektense mevcut temelleri kullanmak ekonomik açıdan çok uygundur.
Dönemin tarihçileri bu surların yapımına 412’de başlandığını ve çok kısa bir sürede bitirildiğini söylemektedirler. 5,7 km. uzunluğundaki bu surlar 96 adet kule ile sağlamlaştırılmıştı. Roma İmparatoru Septimus Severus 196’da Byzantion’u ele geçirdiğinde daha sonra I.Konstantinus (324–337)’un yaptırdığı surun temelini teşkil edecek olan Sarayburnu’ndan başlayıp Hipodrom’a kadar devam eden surları yaptırmıştır.
Kara Surları
Bu surlar Yedikule’den başlayıp Blakhernai Sarayı’nı içine aldıktan sonra Haliç’e bağlanmaktadır. II. Theodosius’un yapımını başlattığı bu surlar fetihe kadar çeşitli ilavelerle devam etmiştir. Fetihten sonra da Fatih Sultan Mehmet tarafından da bazı ilaveler yapılmıştır.
Kara surları iç içe üç kademeli yapılmıştır. Önde bir hendek (taphros) onun arkasında dış veya ön sur (mikron teichos) ve onun arkasında genişliği 3–8 m. arasında yüksekliği de 11–13 m. yi bulan iç veya arka sur (mega teichos) vardır. Hendeklerin içinin su dolu olup olmadığı devamlı bir tartışma konusu olup, kesin bir sonuca varılamamıştır. Bu hendeklerin bir kısmı Osmanlı döneminde sebze bostanlarına dönüştürülmüştür. İç sur duvarlarının 50 ile 75 m. arasına da bir burç yerleştirilmiştir. Bu burçlar kare, dikdörtgen veya yuvarlak plânlı olup, yükseklikleri de ortalama 24 m.dir. Bu burçlar sur bedeninden 10–11 m. ileri taşar ve içleri 2–3 katlıdır, üstleri ise kubbe veya tonoz ile örtülmüştür. İç sur ile dış sur arasında 12–15 m. genişliğinde bir düzlük arazi bulunmaktadır.
Dış surların bedeninde 4 m. kadar ileri taşan 9–10 m. yükseklikte, genişliği ise 4–5 m. olan kare veya yarım daire plânlı burçlar bulunmaktadır. Kara surlarının üzerinde 96 adet burç bulunmaktadır. Surlar kazamat olarak isimlendirilen sandık duvar tekniğinde olup, 1 m. kalınlığında ve 8 m. yüksekliğindedir. Bu kazamat denilen duvarların iç kısımlarında silah deposu olarak kullanılan küçük odacıklar yer almaktadır. Sur duvarlarındaki taş sıralarının arasında beş sıra tuğla hatıllar yerleştirilmiştir. İki tarafı bu teknikteki surun içi moloz taş ile doldurulmuştur.
Sur bedenlerindeki askeri amaçlı kapıların yanı sıra Ana Kapı olarak anılan merasim kapıları da bulunmaktadır. Askeri amaçlı kapıların bazıları fetihten sonra örülerek kapatılmış, bazı yerlere ise yeni kapılar açılmıştır. Kapılar sur duvarında 5–6 m. genişliğinde bir hafifletme kemeri altında yer almaktadır. Bunlardan sivil amaçlı olanlarının içleri mermer kaplıdır. Bu kapılar şehirden çıkıştaki ana yolların üzerinde açılmışlardır. Kapı kanatları ise ağır ahşap ve bronz kaplıdır. Bu kapıların iç tarafından çift taraflı merdivenlerle surun üstüne çıkılmaktadır. Burçlara ve sur bedenine çıkan seğirdim yoluna çıkan merdivenler genellikle kapıların iki yanına yerleştirilerek zayıf noktalardaki duvarların kalınlaşması sağlanmıştır.
İstanbul’u batıdan kuşatan ve günümüze kadar gelebilen kara surlarının yapımına, II. Theodosius (408–450) zamanında başlanmıştır. A.M.Schneider ön surların 423–428 arasında bitirildiğini ileri sürmektedir.
Bu kara surlarının Ortaçağın en kuvvetli güvenlik duvarı olduğu kabul edilmektedir. 447 depreminde bu surların 57 burcunun ağır hasar gördüğü ve 60 günde onarıldığı bilinmektedir. Bu onarıma ait Konstantinus’un yazdırdığı kitabe Mevlevihane Kapısı üzerinde bulunmaktadır. 554’deki depremde ise Haliç surlarının kara surları ile birleştiği Regium Kapısı’ndan itibaren büyük zarar görmüş ve II. Iustinianus (565–578) tarafından 565–570 yılları arasında onarılmıştır. Arap akınları sırasında 669 ve 674–680 yıllarında şehrin korunması için İmparator II. Iustinianus tarafından sağlamlaştırılıp bazı ekler yapılmıştır. 717–718’de Arap komutanı Mesleme’nin ordularına karşı koymak için, III. Leon’un (717–741) halktan topladığı vergilerle surlar takviye edilmiş ve Araplar tarafından aşılamamıştır.
Surların 740 depreminde çok zarar görmesi üzerine İmparator III. Leon bu surların onarımı için gerekli parayı sağlamak için özel bir vergi koymuştur. X. ve XI. yüzyıllarda meydana gelen depremlerde hasar gören sur bedenleri ve kapıları I. Komnenos tarafından onarılmış, bazı kapılar güvenlik açısından kapatılmıştır. Kapatılan kapılardan birisi de Ksylokerkos (Belgrad) Kapısı’dır. Latin istilası sırasında surların burçlarının bazıları tahıl ambarları olarak da kullanılmıştır. 1354 depreminde tekrar zarar gören surları V. Ioannes Palaiologos onarmıştır.
İstanbul’un fethi sırasında surların büyük bölümü yıkılmış ve kapılar da büyük zarar görmüştür. Fatih Sultan Mehmet 1458’de surların tamamını onartmış ve Altın Kapı’nın arkasındaki Yedikule İç Kalesi’ni inşa ettirmiştir. 1509 depreminde zarar gören surların onarımı 1510’a kadar devam etmiş ve Mimarbaşılar Bali ve Mahmud Ağaların yürüttüğü onarım projesi ile giderilmiştir. Sadrazam Boynueğri Mehmed Paşa tarafından 1635’de büyük bir onarım ve temizletilmiştir. 1690 ve 1719 depremlerinden sonra Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından onarılmıştır. 1754, 1766 ve 1894 depremlerinde bazı yerleri yıkılan surlar bu tarihten sonra pek önemsenmemiş, hatta taşları civardaki evler tarafından malzeme olarak kullanılmıştır. 1870-1873’te Tren yolu ve Sirkeci Garı’nın yapılması sırasında Topkapı Sarayı önündeki bölümün bir kısmı yıkılmıştır.
UNESCO’nun da işbirliği çerçevesinde, Taç Vakfı ve İstanbul Belediyesinin ortak çalışmaları ile 1980’den itibaren kısım kısım surların yenilenmesi ve restorasyonu yapılmakta olup, bu çalışmalar halen de devam etmektedir.
Kara surlarının Haliç’e doğru inen ve Eğrikapı yakınındaki bölgede burçların içinde irili ufaklı zindanlar açılmıştır. Bunlardan en önemlisi Anemas Zındanı’dır. Girit Adası’nın Arap idaresinde bulunduğu sıradaki idarecisi olan Abdülaziz el-Kuturbî isimli Arap kumandanı Girit’in düşmesi üzerine Bizans’a getirilmiş ve Hıristiyanlığı kabul ederek burada yerleşmiştir. Oğullarından biri olan Mihael Anemas Bizans ordusunda yüksek rütbeli bir askerken I. Aleksios Komnenos’u devirmek isteyen bir komploya karışmış gözlerine mil çekilip hapis cezası almıştır. Aleksios Komnenos’un kızı Anna Komnena onun kör edilmesini engellemiş ve bir kulede ömür boyu hapsedilmesini sağlamıştır. İşte Anemas’ın hapsedilip ömrünü tamamladığı bu kuleye sonradan Anemas Zindanı adı verilmiştir. Bu kule uzun zaman üst rütbeli kişilerin hapsedildiği yer olarak tarihe geçmiştir. Bir isyanda tahtını kaybeden İmparator I. Andronikos (1183–1185) korkunç işkencelerle öldürülmeden önce burada kısa bir süre hapsedilmiştir. II. İsaakios Angelos 1195’de kardeşi tarafından tahttan indirildiğinde gözlerine mil çekilmiş ve buraya hapsedilmiştir. Oğlu genç Aleksios Haçlı şövalyelerini babasını yeniden tahta çıkarmaya ikna etmiş ve böylece II. İsaakios kısa bir süre tekrar Bizans tahtına çıkmıştır. Latin istilası sırasında bu zindan-kule hapishane işlevini sürdürmeye devam etmiştir. V. İoannes Palaiologos’un oğlu Andronikos babasına karşı bir ayaklanma düzenlediği iddiasıyla buraya hapsedilmiş, bir süre sonra 1376’da buradan kaçmayı başaran Andronikos bu kez babası ve kardeşi Manuel’i buraya hapsettirmiş ve IV. Andronikos Palaiologos (1376–1379) adı ile tahta çıkmıştır.
Blakhernai Sarayına ait olan bu mahzen ve kuleler oldukça geniş bir kompleks meydana getirmektedirler. Bu kulenin bitişiğinde Isaakios Angelos Kulesi vardır. Bu kulelerin içinden aşağıdan yukarıya doğru bağlantıyı sağlayan rampalar vardır.
Kulelerin üst kısımları ikamete uygun biçimde hazırlandıkları kemerli pencerelerinden ve bir dizi sütun gövdelerinden anlaşılmaktadır. Bu sütunlar büyük ihtimalle bir balkonu taşıyor olmalıdır. Isaakios kulesinin üzerinde İmparatorun adını taşıyan 1186 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu iki burcun temelleri taştan çok kalın bir kılıf içine alınarak takviye edilmişlerdir. Büyük bir ihtimalle bu takviye üstteki terasta XVI. yüzyılda yapılmış olan İvaz Efendi Camisi’nin yapımı sırasında yapılmıştır. Üzerleri beşik tonozla örtülü bu kulelerin arkasında eski bir sur duvarı önüne on dört bölümlü, iki katlı zindan olarak kullanıldığı sanılan bir alt yapı eklenmiştir. Bu karanlık hücreler dış duvarlardaki dar mazgallar ile havalandırılmakta ve aydınlatılmaktadır.
Kara Surlarının Kapıları
Surların Marmara tarafından başlayarak sırasıyla devam eden kapıları olmakla beraber, iki sur arasında ve önündeki hendek ile bağlantıyı sağlayan askeri amaçlı tali kapılar da bulunmakta idi. Ana kapıların isimleri ise sırasıyla şöyledir:
Altın (Yaldızlı) Kapı (Porta Auera)
Altın Kapı, Bizans döneminde günlük kullanıma kapalı sadece İmparatorluk törenlerinde kullanılan bir kapı idi. Trakya’dan gelen Via Egnatia yolu bu kapıdan geçtikten sonra kentin Mese denilen ana caddesinde devam edip ve Ayasofya önünde son buluyordu. II. Theodosius’un kara surlarını yaptırırken bu kapıyı da surlarla bir bütün olarak 439’da inşa ettirdiği ileri sürülmektedir. Kapı adını altın yaldızla kaplı görkemli kapılarından almıştır.
İmparatorluk Kapısı olarak adlandırılan üç gözlü bir zafer takını andıran bu kapıdan İmparatorlar zafer alaylarının başında kente girerlerdi. Halkın kullanması için de bu kapının az ilerisinde bir kapı daha açılmıştı ki bu Yedikule Kapısı’dır. Osmanlı döneminde bu kapı Yedikule hisarına döndürülmüştür. Üç gözlü kapının ortasındaki büyük yuvarlak kemerin dış yüzünde Latince bir kitabe bulunuyordu. Bu kitabeyi Fransız araştırmacı Charles de Cange XVII. yüzyılda yerinde bulunduğunu ve üzerinde şu metin yazılı olduğu belirtmiştir:
“ Avea Saecla Gerit Qui Portam Constrvit Auro (Kapıyı altın olarak yaptıran altın bir devir yarattı).”
Kapının iç tarafındaki kitabede ise;
“Haec Loca Thevdosivs Decorat Post Fata Tyranni (Tiranı yok ettikten sonra Thodosius burayı süsledi).”
Bugün bu kitabelerin tutturulduğu kenetlerin oyukları duvarda görülebilmektedir. 19.40 m. yüksekliğindeki bu kapının iki yanında ileriye doğru 16.87 m.lik çıkıntı yapan kare plânlı iki kule bulunmaktadır. Bu üç gözlü tören kapısı çok muntazam işlenmiş,1.90 m.eninde, 0.37 m. yüksekliğinde ve 0.95 m. kalınlığında bloklar halinde yontulmuş Marmara mermeri ile kaplıdır. Üst kısmı mermer korkuluklu bir terasla çevrili olup, üzerlerinde Roma kartallarının bulunduğu eski gravürlerde görülmektedir. Kapının üzerinde Romalı bir kumandan giysisiyle ayakta Thodosius’un heykeli bulunmakta idi. 740 depreminde bu heykel düşmüştür.
Altın kapı Bizans İmparatorluğu’nun sonlarına doğru eski görkemini kaybetmiştir. İmparator V. İoannes Palaiologos buradan düşen taşları civardaki kiliselerin onarımında kullanmıştır. Daha sonra ise bu kapı bir kaleye dönüştürülmek istendiğinden içleri doldurulmuş ve yan dikmelerin yerleri değiştirilmiştir. Soldaki girişin dolgusunda kullanılan taş ve tuğla tekniğinin XIII-XIV. yüzyıllara ait Bizans duvar örgüsü tekniğinde olduğu görülmektedir. Kapının iki yanındaki duvar yüzeylerinde daha eski bir yapıdan çıkarılan mermer konsol ve sövelerle içlerine yerleştirilmiş antik bir devire ait tanrı ve tanrıçaları gösteren kabartmaların olduğu on iki adet mermer levha yerleştirilmiştir. Bu levhalar 1621–1628 yılları arasında İngiltere elçisi olarak İstanbul’da bulunan Sir Thomas Roe tarafından götürülmek istenerek yerlerinden sökülmüştür. Ancak çevre halkının karşı koyması sonucu götüremeyip söktüğü levhaları yerde bırakmak zorunda kalmıştır. Fakat ne yazık ki o zaman bunlar toplanamamış ve dağılarak kaybolmuşlardır. Bazı parçaların birtakım Batı müzelerinde ve özel koleksiyonlarda olduğu bilinmektedir. Günümüzde bu çerçevelerin kalıntıları görülmektedir.
1894 depreminde kulelerin üst kısımları büyük zarar görmüş, güney kulesinin yukarı kısmındaki mermer kaplama ana gövdeden ayrılmış olup, 1960’da Mimar Cahide Tamer’in restorasyonuna kadar bu şekilde kalmıştır. Bu restorasyon sırasında eksik kısımlar kısmen orijinaline uygun bir şekilde yapılıp Altın Kapı’nın içi, geçitleri ve döşemesi temizlenmiştir. Ancak bu çalışma sırasında evvelce burada var olduğu bilinen Theodosius, zafer tanrıçası Nike ve Roma kartallarından kalan hiçbir parçaya rastlanmamıştır.
Belgrad Kapısı (Porta Ksilokerkos)
Yedikule’deki bu kapı, içeriden surlara çıkmak üzere yapılmış ikinci büyük askeri kapı olup, V. Yüzyıla aittir. Osmanlı döneminde önem kazanmış ve kullanıma açılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman Belgrat’ı fethettikten sonra yanında getirdiği esnafı buraya yerleştirdiği için bu isimle anılmaktadır.
Yedikule ile Belgrad Kapı arasında 11 burç vardır. Sekizinci burcun üzerinde III. Leon ve oğlu V.Konstantin’in burada yaptığı onarımları anlatan kitabeleri yer almaktadır. VIII. İoannes Palaioloğos’da 1434’de bu kapıyı onartmıştır.
Silivri Kapısı (Porta Pege)
Belgrad Kapı ile arasında 13 burç vardır. Silivri yolunun başlangıcında olduğu için daha sonra bu isimle anılmıştır. Ön sur ile ana sur arasındaki peribolos içinde yer almaktadır. İstanbul’daki Latin istilasına, bu kapıdan gizlice giren komutan Aleksius Stategopulos son vermiştir.
Kapının 200 m. kadar uzağında ise I. Leon tarafından yaptırılan “Balıklı Ayazması” bulunmaktadır. Bu ayazma ve fetih ile ilgili şöyle bir öykü bulunmaktadır. Bu öyküye göre;
“Fetih sırasında bu ayazmadaki keşişler tavada balık kızartıyorlarmış. Türklerin şehre girdiği haberini getiren birine keşiş “ tavada kızaran bu balıklar canlanmadıkça buna inanmam” cevabını vermiş. Rivayete göre bu söz üzerine balıklar tavadan ayazmanın suyuna atlamışlar.” O günden beri de bu ayazmanın suyunda balık bulunduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca bu yüzden de esas adı “Pigi” olan bu ayazma “Balıklı” olarak anılmıştır.
1509’da 49 kulenin zarar gördüğü depremden sonra Mimarbaşı Ali bin Abdullah ve yardımcıları olan Bali ve Mahmud’un sürdürdüğü onarım çalışmaları ile yenilenmiş ve bu kapının üzerine 1510 tarihli bir onarım kitabesi konmuşsa da bu kitabe günümüze gelememiştir. Kitabenin bulunduğu yer bugün boş durumdadır. 1987 yılında restorasyon projesi kapsamında burası da ele alınmış ve onarılmıştır. Bu restorasyon sırasında burada iki bölümden oluşan ve içinde beş adet lahdin bulunduğu bir hipoje (mezar odası) çıkarılmıştır.
Kalagru Kapısı (Porta tou Kalagru)
Bizans devrinde Pege ile Rhesium kapıları arasındaki askeri bir küçük kapı idi.
Mevlevihane (Mevlana) Kapısı (Rhesium, Porta Rhegion)
Yuvarlak kemerli askeri kapılardan biri olan bu girişin üstündeki bir kitabede İmparator Iustinianus’un karısı Sofia ve Komutan Narses tarafından onartıldığını yazan bir kitabe vardı. Eski kaynaklara göre bu kapının üzerinde XIV. yüzyıla kadar yerinde durduğu söylenen, surları yaptıran II. Theodosius’un bir heykeli bulunuyordu.
Bizans’ın son dönemlerinde, IX. Yüzyılda Eyüp’e yerleşen bir Rus cemaatinin bu kapıdan girip çıkmalarına izin verildiğinden, kapıya “Rus Kapısı” adı da verilmiştir. Osmanlı devrinde ise yakınındaki Mevlevihane’den dolayı “Mevlevihane Kapısı” adı ile anılmıştır
1988’de yapılan onarım çalışmaları sırasında bu kapının dışında iç ve dış sur arasında XI.-XII. Yüzyıllara tarihlendirilen bir nekropole ait mezarlar bulunmuştur.
Top Kapısı (Porta Romanos)
Mevlevihane (Mevlana) Kapısı ile Sulukule Kapısı arasındadır. Fetih sırasında Fatih Sultan Mehmet kuşatma sırasında karargâhını buraya kurarak en büyük topları buraya yerleştirmiş ve top atışları buradan yapılmıştır. Bu nedenle de bu ismi almıştır.
Günümüzde içinden geçen caddeler yüzünden giriş kapısı ortadan kalkmış olup yan duvarların üzerindeki küçük bir tali kapı kalmıştır.
Sulukule Kapısı (Porta Pempton)
Edirne Kapısı’na en yakın olan kapıdır. Lykos Deresi üzerinde olduğu için Sulukule adı ile tanınmıştır. Fetihten sonra bu bölgeye Romanlar yerleştirilmiş olup günümüzde de bu yerleşim devam etmektedir.
Edirne Kapısı ( Porta Harisius, Andrinopolis)
İstanbul surlarının on büyük kapısından biridir. Eskiden Lykos Deresi’nin aktığı bu yer surların en alçak kısmıdır. Fetih sırasında ilk açılan kapı olduğu da söylenmektedir.
Silme bir çerçeve içerisindeki kapı dehlizinin üstü tonoz örtülüdür. Dehlizin yan duvarları kesme taştan yapılmıştır. Sefere çıkan Bizans İmparatorları bu kapıdan geçerek dışarı çıkarlardı. Aynı zamanda bu kapıyı Rumeli’den gelen tüccarlar kullanırlardı. Bu özelliğini Osmanlı döneminde de korumuş olup, bu kapının içerisinde de çeşitli dükkânlar açılmış ve esnaf yerleşimi olmuştur. Aynı zamanda bir merasim kapısı olma özelliğini de korumuş ve yabancı elçiler bu kapıdan şehre girmişlerdir.
Kara yolu ile İstanbul’a gelenlerin normal olarak güzergâhlarında bulunduğu için kolayca şehre giriyorlardı. Deniz yolu ile gelenler ise Galata’da karaya çıkıyorlar, sonra Haliç’in etrafını dolaşarak Edirne Kapısı’ndan şehre girerek bu seremoniye uyuyorlardı. İran’dan gelen elçiler ise Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçiyor oradan da Haliç’i dolaşarak yine Edirne Kapısı’ndan şehre giriş sağlanıyordu.
Eğri Kapı (Porta Regia)
Surların son kapılarından biri olan Porta Regia askeri bir kapıdır. Şehir düşmeden az evvel son İmparator Konstantin Dragazes’in hayatta iken en son görüldüğü yerin burası olduğu hakkında bir söylence vardır.
İstanbul’un fethi sırasında en kanlı mücadelenin geçtiği yerlerden birisidir. Bu kapının civarında Bizans döneminde ayakkabı ve ordu için çizme yapan esnafın yerleştiği ileri sürülmektedir.
Blakhernai Kapısı (Ksyloporta)
Blakhernai Sarayı ve çevresindeki surlara ait sivil kapılardan biridir. Buradaki kara surlarının bir bölümü saray yapıldıktan sonra genişletilmiş ve saray ile içinde bulunduğu mahalle koruma altına almıştır.
Sağlam kulelerin yer aldığı bu surun önünde hendek yoktur. Buradaki surlar Manuel Komnenos, Herakleios (610–641) ve Leon (813–820) suru olmak üzere üç kısımdan meydana gelmektedir. 626 yılında Avarların İstanbul’u kuşatmaları sırasında buradan bir gedik açarak şehre girmek istemişlerse de başarılı olamamışlardır. Bu kapı Herakleios surunun üçüncü kulesinden sahile doğru uzanan koruma duvarında açılmış bir kapıdır. XIV. ve XV. yüzyıllara ait metinlerde buradan Ksyloporta olarak bahsedilmektedir. Bu kapı ve koruma duvarları 1868’de yıkılmıştır.
Marmara Surları
Marmara surları, Marmara Denizi kıyılarında 8,5 km. uzunluğunda ve tek sıra olarak yapılmıştır. Aya Barbara (Topkapı) Kapısı ile Kara surlarının güneyden başlayan bu surlar Yedikule’nin güneyinde kara surları ile birleşmektedir. Marmara surları denizden gelecek düşman saldırılarına karşı korunma amacı ile yapılmıştır. Nitekim Theopnaes, 718’de Arapların İstanbul’u kuşatmaları sırasında çıkan bir fırtınanın Arap donanmasını tamamıyla perişan ettiğini yazmaktadır. Birçok kısmı akıntılı olan bu sahilde surlara düşman donanmasının yaklaşması ve karaya asker çıkararak koçbaşları ile hücuma geçme olanaklarını bu tabiat şartları çok zorlaştırıyordu.
Buradaki duvarlarının yüksekliği 12–15 m. arasındadır. Ortalama 20 m. yüksekliğinde kare, beş ve altıgen planlı 188 burcu ve 8’i büyük olmak üzere irili ufaklı 36 kapısı olduğu tespit edilmiştir. Küçük kapılar askeri amaçlı olmayıp geride bulunan mabetlere, saraya ve diğer yapılara gitmek için kullanılmışlardır. 1871–1872’deki Marmara kıyısından demiryolu geçirilirken bu surlar sekiz yerinden kesilmiş ve büyük tahribata uğrayarak birçok kapı ve burcu yok olmuştur.
Marmara deniz surlarının ilk yapılışının sahile yığılan taşların oluşturduğu bir set olduğu bilinmektedir. Büyük Konstantinus ilk kara surlarını yaptırttığında deniz surları ile birleştirmeyi gerçekleştirmiştir. Samatya’nın doğu tarafında birleşen bu surlar depremden zarar görünce Arkadios (395–408) zamanında onarılmıştır. II. Theodosius kara surlarını yaptırdığında Marmara surları da bu yeni surun güneyindeki bitiş noktasına kadar uzatılmıştır. 447 depreminde zarar görünce I. Leon tarafından onarılmıştır. Ancak, Yenikapı’da bugün olmayan bir kitabede Perfectus Constantinus’un onardığının yazılı olduğunu, devrin tarihçileri yazmaktadır. Daha sonra II. Anastasios (713–715) Arap akınlarına karşı koymak için surları onartmıştır. Bu onarım sayesinde Arap komutanı Mesleme şehre girememiştir. 764’de çok şiddetli geçen kış sırasında Karadeniz sahili millerce mesafe donmuştu. İlkbaharda buzlar çözlünce akıntı birçok büyük buzları denize sürüklemişti. Bu buzullar akıntı ile Sarayburnu’na gelmiş ve surlara şiddetle çarparak büyük bir zararlar verirmiştir. II. Mikhael (820–829) ve oğlu Teofilos’un (829–842) zamanında büyük bir tamir gördüğü de kulelerin cephelerindeki kitabe bantlarında yazılıdır. Teofilos Haliç ağzında gerili olan zincirin dışında kalan ve denizden gelebilecek hücumlara karşı zayıf olan bu surları Eugenia Kapısı ile deniz feneri arasında kalan kısmını yıktırarak daha sağlam ve yüksek bir sur duvarı inşa ettirmiştir.
I. Basileus (867–886) zamanında bir kasırgada tahrip olan surlar kısa bir sürede onarıldı. VI. Leon (886–912) Teophilos zamanında yapılmış olan on altıncı kuleyi ve sur duvarlarını yükseltmiştir. II. Nikophoros Phokas (963–969) Tarsus’tan ganimet olarak getirdiği bir kapıyı Barbara Kapısı’na koydurur. I. Aleksios Komnenos (1081–1118) ise Mangana önündeki surları denize kadar genişletmiştir. Daha sonra I. Manuel Komnenos (1143–1180) da doğal şartların getirdiği tahribatı onarmıştır. Daha sonraları surlara denizin yaptığı tahribatları VIII. Mikhael Palaiologos ve III. Andronikos tamir ettirilmiştir. Buradaki zeminin zayıflığı, şiddetli lodos fırtınaları, alüvyonlu bir dolgu toprak üzerinde yer alması bu surların kısa sürede aşınmasına yol açıyor ve bu yüzden de devamlı bakım çalışmaları yapılmasını gerektiriyordu. Dalgalara karşı büyük kaya blokları, önceki devirlere ait antik mermer parçaları barikat olarak ve sağlamlığı sağlamak için de sur temellerinin alt kısımlarında kullanılmıştır. Üst kısımlarda ise daha zayıf bir taş malzeme kullanılmıştır. 1343 ve 1354 depremlerinden bu surlar büyük zarar görmüş aynı zamanda Cenevizlilerin donanmasına karşı koymak amacıyla da sağlamlaştırılmıştır.
VIII. İoannes Palaiologos (1425–1448) Kontaskalion limanının inşasıyla birlikte bu bölgedeki deniz surlarını da yenilemiştir. Onarım için gerekli parayı Bizans’ın hazinesi karşılayamayınca Bizans’taki yüksek rütbeli kişiler maddi destekte bulunmuşlardır. Lukas Notaras ve Sırp Despotu Georg Brankovic’in yardımları ve yeni bir kule yaptırdıkları buradaki kitabede yazılıdır. Fetihten sonra bu surlar da diğerleri gibi onarılmışlardır. Fatih Sultan Mehmet Kadırga limanını inşa ederken bu limanın civarındaki surları kulelerle sağlamlaştırmıştır. 1635’de Sadrazam Bayram Paşa daha evvel geçirdiği depremlerden dolayı zarar görmüş olan surları tamir ettirmiştir. 1722-1723’de Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa Yalı Köşkü ile Narlı Kapı arasında deniz surlarına ilaveler yaptırmış ve Ahırkapı inşa edilmiştir. 1816’da II. Mahmud’un emriyle Mermer Köşk’ün yapılması sırasında Top Kapı’daki mermer kesme taştan yapılmış kuleler yıktırılmıştır. 1959’da Sirkeci’den Bakırköy’e doğru açılar sahil yolunun yapımı sırasında surların bazı bölümleri yıkılmış ve molozları surların diplerine atıldığı için bir nevi temel sağlamlaştırma oluşmuştur.
Marmara Surlarının Kapıları
Aya Barbara (Basilike) Kapısı (Topkapısı)
Sarayburnu’nda bulunan bu kapı adını topçuların azizesi kabul edilen Aya Barbara’dan almıştır. Daha sonra yapılan saraya “Topkapı” adının verilmesi bu kapıdan dolayıdır. Günümüzde mevcut olmayan bu kapıdan II. Ioannes Komnenos ve I. Manuel Komnenos’un Macaristan’a yaptığı başarılı seferden dönerken zafer alayı ile girmesinden dolayı bu kapı “İmparator Kapısı” anlamına gelen Basilike adı ile de anılmıştır. Marmara surlarının en eski kapısı olan bu kapının iki yanında mermerden iki burç yükseliyordu. Kapı kanatlarını ise Nikephoras Phokas Tarsus’da elde ettiği ganimetlerden biri olarak buraya getirip koydurmuştu. Kapının iki tarafındaki kitabelerde İmparator Theophilos’un şehri yeniden imar ettirdiği yazılı idi. Kapını önünde ise bir iskele bulunuyordu.
Üçüncü Burçtaki Kapı Bugün bu kapının sadece söveleri görülmekte olup içi örülerek doldurulmuş ve kapı özelliğini kaybetmiştir. Aynı burcun kuzeyinde yine küçük bir kapı bulunuyordu.
Dördüncü Burçtaki Kapı
Bu kapı da dördüncü burcun kuzey tarafında, yana doğru açılmış olup bugün sadece söve ve lentoları kalmıştır. Kapı boşluğu emniyeti düşünülerek muhtemelen Bizans devrinde örülerek doldurulmuştur. Bu kapının üzerinde Theophilos’un kitabesinin olduğu eski kaynaklarda ifade edilmekte olup bu kitabe günümüze gelememiştir.
Değirmen Kapısı Sultan II. Mahmud burada mevcut olan kapıyı yıktırmış ve yerine yeniden yaptırmıştır. Eski Bizans kapısına ait burç ile kapı arasındaki kemerden anlaşılmaktadır. Bu kapının 35 m. kadar kuzeyinde bugün örülmüş olan eski kayıtlarda Demir Kapı adı ile geçen kapıdan itibaren surlar ileriye doğru bir kavis çizerek ilerler ve 40 m. kadar sonra 2,5 m. kalınlığındaki Mangane burcu ile birleşir. Bu kapının 30 m. kadar ilerisinde ise küçük bir sarnıç bulunmaktadır.
Aya Yorgi (Aziz Georgios) Kapısı İmparator I. Aleksios Komnenos tarafından deniz tarafına doğru ileri alınmış surların üzerinde açtırılmıştır. Bu kapı arkadaki Mangana Sarayına gidiş için kullanılıyordu.
Ahırkapı
Büyük Saray’ın sahil kapılarından biridir. İmparator III. Mikhael burada büyük ahırlar yaptırttığı için bu isimle anılmaktadır. Osmanlı devrinde de buradaki ahırlar yerlerini korumuşlardır. Kapının üzerinde Damat Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından onarıldığını belirten kitabesi Arkeoloji Müzesi’ndedir. Bizanslılar döneminde bu kapıdan küçük limana çıkılırdı. Saraya mensup olmayanların gemileri buraya giremezdi.
Marmara surlarındaki kapıların çoğu örülmüş ve büyük bir kısmı da yıkılmış olduğu için sadece isimleri bilinmektedir. Bunların başlıcaları şunlardır: Adının kapının önündeki aslan heykelinden alan Porta Leonis (Aslanlar Kapısı), Sofia Kapısı, Osmanlı devrinde Kadırga Limanı kapısı olarak kullanılmıştır. Vlanga Kapısı sonradan Yeni Kapı adını almıştır. Psmatia Kapısı, Davutpaşa Kapısı ve Narlı Kapı.
Haliç Surları Haliç, Marmara’nın ağzına yakın bir kısmında Alibeyköy (Kydaros) ve Kâğıthane (Barbyzes) derelerinin birleşmesiyle oluşup, Buzul Çağının sonlarında kara kesiminin sular altında kalmasıyla meydana gelen ve karaya 8 km. kadar içeri giren bir deniz girintisidir. Haliç’in genişliği Eyüp hizasında 200 m. olup en dar yeridir. Cibali-Kasımpaşa arasında ise 700 m.dir. Antik Çağda Haliç’e “Keras” denilmekte, bu isim Byzantion’un kurucusu Byzas’ın annesi Keroessa’dan gelmektedir. İstanbul’a ilk yerleşim de Haliç’in yukarı kısmındadır.
Roma İmparatorluğu’nun son yıllarında I. Konstantinos Byzantion’u ikinci bir merkez yapmak istemesiyle Cibali ile Fener arasında yeni surlar inşa ederek Haliç’e bir iç liman olarak kullanılmasını sağlamıştır. II. Theodosius ise bu surları Ayvansaray’dan Haliç’e inip Marmara’ya doğru uzatarak kenti emniyet altına almak istemiştir.
Haliç surlarından günümüze çok az parça kalmıştır. Bu surlar bu bölgede yapılan binalar arasında kaybolmuştur. Sarayburnu’ndan Bahçekapı’ya kadar olan kısım ise 1871’deki demiryolu inşaatı sırasında yıkılmıştır. Kara tarafı surlarına göre çok zayıf ve alçak olan bu surlar tek sıra halinde idi. Taş sıralarının arasındaki 6–7 kat tuğla hatıllarla yapılmıştır. Kâğıthane ve Alibeyköy derelerinin getirdikleri balçıkla Haliç’in dolması burada çürük bir zemin meydana getirmeleri nedeniyle bu duvarlar alçak, burçları ise kare şeklinde yapılmıştır. Bu nedenle doğal olarak burada birtakım kaymalar ve çökmeler oluştuğundan devamlı olarak onarılmıştır.
Kara Surları tamamlandıktan sonra Haliç kıyılarını da tamamlamak zorunluluğu doğmuştur. 626’daki Avar istilası da bu bölgede sur yapılması gereğini göstermiştir. İmparator Heraclius (610–641) Petrion surlarının güney bitimine üzerinde on iki burç bulunan surları yaptırarak Blachernai bölgesini emniyet altına almıştır. Petrion adı verilen çift surun ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir tarih verilememekle beraber, İmparator Iustinianus zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu surların çevresinin uzunluğu 265 m.dir. Bu surun çevrelediği alanın içinde kilise ve bazılarında kadınların hapsedildiği bugünkü Patrikhane Kilisesi’nin yerindeki Hagios Georgios Manastırı vardı. Bu surun kapıları ise günümüze bir kısım duvar parçalarının kaldığı Fener ve Petri kapılarıdır.
Haliç surlarını III. Tiberius (698–705 ) Arap akınlarına karşı koymak amacıyla tamir ettirmiş ve Eugenis kulesinden Galata’daki bir kuleye bağlanan bir zincir çektirmiştir. Bu zincir sayesinde Arapların 717’deki akınlarında şehre girmeleri engellenmiştir. II. Anastasius’un (713–715) bu surları tekrar tamir ettirdiğini tarihçi Teophanos yazmaktadır. Yine aynı yazar 763 senesindeki kışın çok sert geçtiğini ve Karadeniz’den gelen büyük buz kütlelerinin bu sura çarparak büyük zararlar verdiğini yazmıştır.
II. Mikhael ve oğlu Theophilos sur duvarlarının yeterli yükseklikte olmadığını görerek Hagios Demetrius Kilisesi ile Sarayburnu arasında büyük bir onarım faaliyetine girmişler ve birtakım ilaveler yapmışlardır. Bu dönemde Haliç sahili ile Heraclius suru arasındaki sahayı kapatmak için dikine bir sur daha yapılmıştır. Bu sur üzerinde günümüzdeki Eyüp Caddesi’nin geçtiği yerde “Xylporta” adındaki kapının üzerine ve yanındaki burçlara bu onarımları belirten kitabeler konulmuşsa da bu kapı ve kitabeler günümüze ulaşamamıştır. Latin istilası sırasında şehri Haliç’ten kuşatan Haçlılar buraya çekilmiş olan zincirin ucunun bağlandığı Kastellion burcunu ele geçirerek zinciri açmışlar, Balat ile Petrion arasındaki surların denize en yakın olduğu yerden hücuma geçerek kurdukları asma köprülerin de yardımı ile kente girmişlerdir. Bu arada onlara yardım maksadıyla Venediklilerin çıkardıkları yangın da şehrin ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır. Bu istila sırasında Haliç surları ve bu burçları büyük zarar görmüştür. 1264’de Latin istilası sonunda II. Mikhael bu surları yeniden onarmış ve yükseltmiştir. Bizans donanmasının denize hâkim olduğu önceki devirlerde bu surların alçak olmasında bir mahzur yoktu, fakat zamanla donanma zayıflayınca, Latinlerin istilası da yaşanınca buradaki surları yükseltmek gereği doğmuştur. VI. İoannes Kantakuzenos (1347–1354) Galata’da yerleşmiş olan Cenevizlilerin yardım talepleri üzerine Ceneviz donanması yola çıkıp da Marmara Ereğlisi’ni (Printhus) zapt ettikleri haberini alınca bütün sahil surlarını tamir ettirmiş, burçların üst kısımlarını kalın hatıllar ve ahşap malzeme ile biraz daha yükseltmiştir. Ayrıca sur ile deniz arasına bir de hendek kazdırmıştır. Bu onarımlara ait Cibali Kapısı üzerindeki kitabe ise bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
Cenevizliler şehre girememelerine rağmen çekilirlerken surların önündeki evleri yakmışlardır. Fetih sırasında ise Hasköy tarafına yerleştirilen toplar bu surlara büyük ölçüde zarar vermiştir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığında zincir yine Haliç’in girişini engelliyordu. Bu kuşatma sırasında Bizans’a yardım getiren Hıristiyan gemilerinin buraya girmesi için zaman zaman aralanan zincir henüz güçlü bir donanmaya sahip olmayan Osmanlı gemileri için yine de hayatiyetini koruyordu, fakat 21 Nisan gecesi Osmanlı kadırgalarının Galata sırtlarından Haliç’e indirilmesiyle fonksiyonunu tamamen kaybetmiştir.
Haliç surları Patrikhanenin bulunduğu Petrion’da bir iç kale meydana getiriyordu. Tahtakale’deki bir burcu ise Bizans devrinden beri hapishane olarak kullanılmış, Osmanlı döneminde de aynı işlevini sürdürmüştür. İmam Hüseyin’in çocuklarından olduğu ileri sürülen Seyid Cafer’in mezarının bulunduğu yer olmasından dolayı “Baba Cafer Zindanı” olarak adlandırılmıştır. Baba Cafer Şeyh Maksud ve yardımcıları ile birlikte Abbasi halifesi Harunreşit tarafından Bizans’a elçi olarak gönderilmiştir. Şehre girmeden az önce, daha evvel Kocamustafapaşa tarafında yerleşmiş olan bir grup Arap ile Bizanslılar arasında şiddetli bir çarpışma olmuş ve Arapların birçoğu öldürülüp cesetleri sokak ortasında bırakılmıştır. Bunu gören Baba Cafer İmparatora ağır sözler söylemiş, cezalandırılmak üzere o zaman hapishane olarak kullanılan bu zindana atılmış ve orada zehirlenerek öldürülmüş ve aynı yere gömülmüştür. Bugün bu mezarın yanında Çoban Ali Dede denilen ikinci bir mezar daha vardır. Osmanlı devrinde içinde bir de kuyunun bulunduğu bu zindan odası türbe haline getirilmiştir.
Osmanlı dönemindeki deniz tesisleri Galata surlarının dibinden Haliç’in yukarılarına Hasköy’e doğru yapılmıştır. Gemi inşa tersaneleri, divanhaneler, mahzenler ve ambarlar inşa edilmiş olup, burada çalışan işçi ve esirlerin kalmaları için bir kısım yerler yapıldığı gibi bir kısım esir de güvenlik açısından Galata Kulesi’nde yatırılıyordu. Bu yüzden buradan yabancı kaynaklarda “Tersane Zindanı” (bagne) olarak söz edilmektedir. Fatih Sultan Mehmet zamanında rüzgârlara karşı emin bir yer olarak görülen Kasımpaşa Deresi ağzında bir kadırga yapım yeri yapılmış olup burası Sultan I. Selim zamanında Cafer Paşa tarafından genişletilerek Kasımpaşa Tersanesi’ne dönüşmüştür. Bu tersane Sultan III. Ahmet ve Sultan II. Mahmut zamanında daha da genişletilmiş ve bir de divanhane yapılmıştır. Bu bina birtakım ilavelerle bugün Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’na ait olup halen kullanılmaktadır. Haliç’in kuzey kısmındaki gemilerin zincirlerinin yapım yeri olarak inşa edilmiş olan Lengerhane ise günümüzde Koç Vakfı’na ait Sanayi Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Haliç Surları Kapıları Haliç kıyısı boyunca uzanan bu surlarda çoğu Bizans dönemine ait olmakla beraber Osmanlı döneminde de yeni bazı kapılar açılmıştır. Bizans devrinde surların Haliç’e açılan kapıları ve önlerindeki limanları sadece askeri değil sivil amaçla da kullanılıyordu. Günümüzde bu kapıların çoğu yok olmuştur. En batıdan Sirkeci’ye kadar uzanan kapılar şunlardır:
Ayvansaray Kapısı (Kiliomene) Ayvansaray’da olan bu kapı yıkılmıştır. Bizans İmparatorları buradaki Theotokos Kilisesi’ne geldiklerinde kapının önündeki iskeleden karaya çıkıp bu kapıdan geçiyorlardı.
Balat Kapısı
Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyelerinde “Balat Kapısı” olarak adlandırılan ve günümüze gelemeyen bu kapının Blachernai Sarayının kapılarından biri olduğunu Hammer yazmaktadır. Bu kapının iki tarafı rölyeflerle süslü olup, bunlardan elinde bir hurma dalı tutan kanatlı melek figürü İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir. Bu bölümdeki surlar da tamamen yıkılmış olup yerleri evler tarafından doldurulmuştur.
Petri Kapısı
Ayvansaray’a giden caddede, Patrikhane yolunun ağzında olan bu kapı da yıkılmış olup günümüze hiçbir parçası gelmemiştir
Yeni Ayakapısı Fetihten sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında surun burçlarından biri genişletilerek açılmış olan bu kapıdan Sultan Selim Camisi’ne gidiliyordu. Kapı Günümüze ulaşamamıştır.
Cibali Kapısı (Porta İspigas) İki tarafındaki iki mermer sütunun üzerine oturan yuvarlak kemerli bir kapıdır. Osmanlı devrinde “Cebe Ali” olarak isimlendirilmiştir.
Zindan Kapı (Porta Seminaria)
Kumkapı’dan başlayıp Bayezıd Camisi’nin bulunduğu yerin 100 m. kadar batısından geçip Haliç’e inen yol bu kapı ile bitiyordu. 1891’de yıkılmış olan bu kapının batısındaki burç Fetihten sonra 1872’ye kadar hapishane olarak kullanılmıştır
Bu civardaki Haliç surlarının diğer kapıları olan Osmanlı devrinde açılan Tüfekhane ile Bizans devrine ait olup, Osmanlı zamanında da kullanılan Unkapanı, Ayazma, Odun,
Balıkpazarı (Porta de Perama),Yenicami (St. Marc Poternesi) ve Bahçekapı (Porta Neorion) yıkılmış olup günümüze gelmemiştir.
Galata Surları
Günümüzde Bankalar Caddesi Karaköy Meydanı ve Kalafatyer’ini içine alan, oldukça dar ve kıyıdaki bir sahayı kaplayan bu bölgeye, imtiyazlı olarak yerleşmiş olan Cenevizlilerin yaptıkları surlardan günümüze çok az duvar kalıntısı ile burçlara ve kapıları ait bazı kalıntılar gelebilmiştir.
Latin istilasından sonra Bizans duruma hâkim olunca bu bölgeye yerleşmiş olan olduğu bilinen Cenevizliler 1267’de Galata’da yerleşme iznini İmparator VIII. Mikhail Palaiologos’dan almışlardır. İmparator Cenevizlileri kontrol altında tutmak için burada bir Bizans garnizonu bırakarak surları yıktırmıştır. Sur duvarları olmadığı için 22 Temmuz 1296’da Venedik donanması Galata’daki Ceneviz kolonisinin evlerini yakmıştır. Bu olay üzerine Venedik Balyosu linç edilmiştir. Cenevizliler olası tecavüzlere karşı kolonilerinin etrafını bir sur duvarı ile çevirmek istediklerini II. Andronikos Palaioloğos’dan talep etmişlerse de gerekli izini alamamışlardır. 1303’de İmparator Cenevizlilere tanıdığı bu imtiyazlı bölgenin sınırlarını bir ferman ile tespit ederek kesinleştirmiştir. Buna göre kolonilerinin etrafını sadece boş bir arazi şeridi ile çevirmelerine izin verilmiş, bölgenin dışında ev yapımı ise kesinlikle yasaklanmıştı. İmparator ile Cenevizli Guido Embriaco ve Acursio Ferrari tarafından 1304 Mart’ında imzalanan anlaşmaya göre Cenevizliler tespit edilen bölgenin içinde et, buğday pazarları, hamam, kilise yapabilecekler fakat etrafını asla surla çevirmeyeceklerdi. Ancak, daha sonraları bu yıllara ait duvar kalıntılarından Cenevizlilerin buna uymadıkları anlaşılmaktadır.
Bizanslı tarihçi Nikephoros’a göre; önce koloninin etrafına bir hendek kazıp Bizans’ı bir oldubittiye getirmişlerdir. Buna ses çıkarılmayınca bu kez de bölge sınırları üzerinde muntazam aralıklarla yüksek, taştan yapılmış evler inşa etmişler daha sonra ise bu evleri burç olarak kullanıp aralarındaki boşlukları duvar ile doldurarak bir sur meydana getirmişlerdir. Bu sırada oldukça zayıf durumdaki Bizans buna bir tepki gösterememiş ve Galata surları da bu şekilde inşa edilmiştir. Cenevizliler İmparatorun onurunu da korumak için bu surların üzerine bir haçın dört kolu arasına yerleştirilmiş “Hükümdarlara hükmeden hükümdarların hükümdarı” kelimelerinden meydana gelen bir Bizans arması koymuşlardır. Daha sonra Bizans’ın iyice zayıflamasından yararlanan Cenevizliler sınırlarını genişletmişler, surlarını Tophane çevresine kadar uzatmışlardır. Daha sonra surlara Cenevizli zengin ailelerin armaları konulmuştur.
İstanbul’un fethi sırasında Cenevizliler tamamen bağımsız bir devlet tutumunu takip ederek tarafsız kalmaya çalışmışlardır. Fetihten sonra 1 Haziran 1453’de Fatih Sultan Mehmet ile aralarında imzalanan bir anlaşma ile şehrin sahibi olduklarını reddetmişler buna karşılık da imtiyazlarını korumuşlardır. Fatih Sultan Mehmet bu anlaşmadan sonra surların bir kısmını yıktırtmıştır. 1454’de Luciano Spinola ve Baldasse Maruffo Fatih Sultan Mehmet’ten “surların tamirine izin ve şehrin idaresinin kendilerine bırakılması” için istekte bulundularsa da bu istek yerine getirilmemiş ve buradaki en büyük kilise olan San Paola Kilisesi camiye (Arap Camii) çevrilmiştir. Galata da bir voyvoda idaresinde kadılık olarak Osmanlı idaresine bağlanmıştır.
Galata surları Haliç ve Boğaz tarafından denizle sınırlandığından karadan gelecek tehlikeye karşı Azapkapı, Şişhane, Galata Kulesi-Tophane arasında idi. Surların önünde 15 m. genişliğinde hendek kazılmıştı. Bu taraftaki kapılar, arkadaki araziye hendekler üzerinden ağaç köprülerle bağlanmışlardı. Surların kalınlığı 2 m. çevresi ise 2 800 m. yi bulmakta olup 37 hektarlık bir sahayı kaplıyordu. Cenevizliler daha sonra sınırlarını genişlettiklerinden aralara bölme duvarları yapmışlardır. Surların en büyük burcu sahili korumak amacıyla yapılmış olup, bugünkü Yeraltı Camisi bu burçtan istifade edilerek yapılmıştır. Surların ikinci önemli kulesi ise Galata Kulesi’dir.
Bu surlar XIX. yüzyılın ortalarına kadar gelebilmişler ve bu tarihten sonra inşaat alanı kazanmak için yıktırılmıştır. Surların üzerlerindeki armalı levhalar ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. 1509 depreminden büyük ölçüde zarar gören bu surlardan günümüze Galata Kulesi’nin civarında sur ve burç kalıntılarından çok azı gelebilmiştir. Surların deniz yönündeki kapıları, Kürekçi, Yağkapan, Balıkpazarı, Karaköy Kurşunlu Mahzen ve Mumhane Kapısı isimlerini taşıyordu. Beyoğlu tarafındaki kapılar Büyük ve Küçük Kule kapıları ile Azap Kapısı idi. İç bölmelerdeki kapılar ise İç Azap Kapısı, Kuledibi Kapısı, Horoz Kapı ve Voyvoda Kapısı idi.
Kaynak : http://www.restorasyonforum.com