Gönderen Konu: İstanbul Tüm Tarihi Yapıları  (Okunma sayısı 46224 defa)

0 Üye ve 4 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Türbeleri 4
« Yanıtla #10 : 31 Mart 2009, 02:25:57 »

Hafsa Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesinde, Yavuz Sultan Selim Camisi’nin haziresinde ve Yavuz Sultan Selim Türbesi’nin yanında bulunan bu türbe, Hafsa Sultan’ın 1534 yılında ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Acem Ali’ye yaptırılmıştır.

Hafsa Sultan Yavuz Sultan Selim’in baş kadını, Kanuni Sultan Süleyman’ın da annesidir. Hafsa Sultan Kırım Hanı Mengi Giray’ın kızıdır. Yavuz Sultan Selim’in padişah olması üzerine oğlu Şehzade Süleyman ile Manisa Sancak Beyliğine gitmiş ve orada sekiz buçuk yıl kalmıştır. Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra oğlu Şehzade Süleyman padişah olunca da Valide Sultan Olmuştur. Hafsa Sultan 1534 yılında ölmüş ve kocası Yavuz Sultan Selim’in türbesi yanına gömülmüştür. Hafsa Sultan’ın Manisa’da cami, medrese, imaret, hankâh, darüşşifa, hamam ve sıbyan mektebinden meydana gelen külliyesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Urla’da bir camisi vardır.

Hafsa Sultan’ın türbesi sekizgen planlı, kubbeli bir yapıdır. Bu türbe sonraki yıllarda hasar görmüş ve mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Giriş kapısının önünde dört sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır. Türbenin üzerini örten kubbe sekizgen kasnaklıdır. Bu türbe 1894 depreminde tümüyle yıkılmıştır. Meşrutiyetten önce yeniden yapımına başlanmışsa da tamamlanamamıştır. Türbe bugün yıkık bir durumdadır. Günümüzde yeni baştan onarılması gerekmektedir.


Hamdullahü’l (Ahmedü’l) Ensari Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Ayvansaray Toklu Dede Sokağı’nda, Ebu Şeybet-ül Hudri Türbesi’nin arkasındadır.

Hamdullahü’l Ensari sehabeden olup, Eyüp Sultan ile birlikte İstanbul’un kuşatmasına katılmış ve surların yakınında ölmüştür. Türbe Ebu Şeybet-ül Hudri Türbesi ile birlikte aynı çatı altında yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinden sonra bu türbeyi yaptırmıştır. Günümüzdeki türbe Sultan II. Mahmud (1808–1839) tarafından 1835’te yapılmıştır.

Moloz taştan yapılan türbe dikdörtgen planlı olup, kapı ve pencere söveleri köfeki taşındandır. Türbenin giriş kapısı üzerinde Sultan II. Mahmud zamanında yapılan onarımı belirten Vakanüvis Sahhaflar Şeyhizade Mehmed Esad Efendi’nin 1849 tarihli talik yazılı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabeyi Yesarizade Mustafa İzzet Efendi yazmıştır.

Kitabe:
“Her tarafta Han Mahûd-u kerâmet pişenin
Nev-benev âsâr-ı hayr-etvân olmakta bedid
İşte ezcümle bu Ensâr-i Gazi Türbesin
Eyledi ihyâda bezl-i himmeti Tahsin Resid
Himmete şayestedir hem sâhibi ol türbenin
Bâ alemdâr-ı Nebi gelmişti her kavl-i sedid
Hayr-ü nesre tâ ebed ol dâver-i dadevan
Mazhar itsûn ömr-ü şevketle Hüdâvend-i Mevid
Yazdı tarihe mücevher harf ile vak’anüvis
Oldu Hamdukkah Gazi merkadi el-hak cedîd sene 1251 (1835).”

Türbe içerisindeki Hamdullah’ül Ensari’ye ait mezar taşını sülüs yazı ile Mimar Acem Tekkesi Şeyhlerinden Seyyid İsmail Efendi yazmıştır. Türbe içerisinde Hamdullah’ül Ensari tek başına gömülüdür.


Hekimoğlu Ali Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Cerrehpaşa’da Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan türbe Mimar Mustafa Ağa ve yardımcısı Simon Kalfa tarafından 1732–1734 yılında yapılmıştır.

Hekimoğlu Ali Paşa, Sultan I. Mahmud (1730–1754) ve Sultan III. Osman (1754–1757) zamanında sadrazamlık yapmış ve bu göreve üç kez getirilmiştir. Hekimbaşı Venedikli Nuh Efendi’nin oğlu olup, Sultan III. Ahmet (1703–1730) zamanında saraya alınmıştır. Beylerbeyi, Adana Valisi, Halep Valisi, Anadolu Beylerbeyi, Şark Serdarlığı ve Tebriz Muhafızı olmuştur. Bunu Diyarbakır valiliği, ikinci kez serdarlığı ve Bosna valiliği izlemiştir.

Hekimoğlu Ali Paşa Türbesi kesme taş ve mermerden dikdörtgen planlı olup, üzeri iki kubbe ile örtülmüştür. Türbenin kuzey cephesi yarısına yakınına kadar mermerle kaplanmıştır. Bu cephede dört pencere ve bir de çeşme bulunmaktadır. Türbenin avlu cephesinde ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamayan bir revak bulunmaktadır. Türbe girişi oldukça sade olup, üzerine celi yazı ile kitabesi yazılmıştır.

Kitabe:
“Türbe-i Gazi Ali Paşa’ya eyle yadigâr
Ruh-i pâkin şâd edib eyle kuşade’l-Fatiha
Türbe-i Abdal Yakup ile Şeyh İbrahim’e
Gel rıza ile dua eyle oku bir Fatiha.”

Türbenin içerisi sıvalı olup, içerisinde bezemesi bulunmamaktadır. Yalnızca trompların altına rastlayan mukarnas konsollara celi yazı ile Hüseyin Kutlu’nun yazmış olduğu Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin isimleri madalyonlar içerisindedir.

Türbede on dört sanduka bulunmaktadır. Bunların Hekim Ali Paşa’nın ailesine ait olduğu sanılmaktadır. Türbenin batısındaki kubbe altında Şeyh Abdal ve ondan sonra gelen Şeyh İbrahim, Şeyh Hasan, Aşkî Dede ve Şeyh Rıza ile kimliği bilinmeyen şeyhler gömülüdür. Türbe dışında girişin iki yanındaki sofalarda da Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğlu ve damadının mezarları bulunmaktadır.

Türbe bugünkü görünümünü Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1986 yılında yaptığı onarım sonrasında almıştır.


Hüsrev Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Hoca Üveyz Mahallesi, Hüsrev Paşa Sokağı’nda, Bali Paşa Camisi’nin karşısında bulunan bu türbeyi Mimar Sinan 1545 yılında yaptırmıştır.

Hüsrev Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) devri vezirlerinden olup, Sokollu ailesine mensuptur. Osmanlı sarayında Enderun’dan yetişmiş, Silahtar, Yeniçeri Ağası ve Mısır valiliklerinde bulunduktan sonra vezirliğe yükselmiş, azledilmesinden sonra evine kapanmış 1545 yılında ölmüştür. Türbesi mezarının üzerine yapılmıştır.

Türbe Mimar Sinan’ın en güzel eserleri arasında olup, her cephesi Osmanlı motifleri ile işlenmiştir. Yontma kesme taştan sekizgen planlı türbenin köşeleri yarım sütunlarla yumuşatılmıştır. Türbeyi örten kubbe geometrik zeminli, palmetli bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kubbe kasnağından kubbeye geçiş bir sıra mukarnas, sekizgenden on altıya geçiş ise üç sıra mukarnasla sağlanmıştır.

Giriş kapısı dışındaki bütün cephelere altlı üstlü pencereler açılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen söveli, üst sıradaki pencereler ise sivri kemerlidir. Giriş kapısının önünde daha önceden var olduğu kaynaklardan öğrenilen revak günümüze gelememiştir. Giriş kapısı kırmızı beyaz kilit taşlarından yapılmış yayvan kemerlidir. Bu kemer ile daha üstteki Bursa kemeri arasına sülüs yazı ile yer yer Rumilerle süslü kitabesi yazılmıştır.

Kitabe:
“Türbe-i Hüsrev Paşa Rahmetullahi aleyh/Hak kıyametle inayet eylesin
Mustafa ona şefaat eylesin/İşitenler dediler tarihini
Daim Allah ona rahmet eylesin/Sene 952 (1545).”

Bu kitabenin üzerinde tek satır halinde” Mezar-ı Hüsrev Paşa, rahmetu’ilahi aleyh” yazılıdır. Türbenin içerisi oldukça sade olup, Paşa’nın sandukasının mermer şebeke ile kaplı olduğu günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır. Kubbenin ortasında kalem işi bir madalyon bulunmaktadır.

Türbe içerisinde Hüsrev Paşa, İlyas Reis ve Hızır Reis gömülüdür. İç kısımdaki sandukalar bir yangın sonucu yanmıştır. Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete kapalıdır.


Nişancı Mehmet Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Atikali’de Müstakimzade Sokağı’nda bulunan bu türbe Nişancı Mehmet Paşa Camisi ile birlikte Mimar Sinan tarafından 1587 yılında yapılmıştır. Türbe caminin avlu duvarına bitişiktir.

Nişancı Mehmet Paşa Sultan III. Murad (1574–1595) dönemi vezirlerinden olup, Teskirecilik, Reisülküttablık ve Nişancılık görevi yapmıştır. Kubbe-i Nişin dördüncü vezirliğine 1580 yılında getirilmiş, bu görevde iken 1594’te ölmüştür.

Türbe Klasik Osmanlı üslubunda, kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmıştır. Üzeri kasnaksız bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzeybatı kenarı caminin avlu kapılarından biri ile birleştirilmiştir. Bu nedenle ortaya çıkan uyumsuzluk, kapının iki yanına yerleştirilmiş mukarnaslı birer niş ile giderilmiştir. Türbenin doğusunda dört sütunlu ön kısma üç, yanlara da birer sivri kemerle açılan revak kısmı bulunmaktadır. Dört sütuna oturan revak sivri kemerli olup, revak kemerleri arasında farklı genişlikler vardır. Orta bölüm palmet şeklinde kesilmiş, renkli taşlarla örülmüş kapı için düzenlenmiştir. İki yanına mukarnaslı nişler yerleştirilmiştir. Türbenin kapısı üzerinde üç sütun halinde dört satırlık on iki mısralık kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
“İntikâl eyledi merhûm Mehmed Paşa
Sahib-i nâm ve nişan pir aziz—i vüzerâ
Gün gibi hane-i nüzûl etdi vücûd-u pakî
Nâm-ı nâmisîyle oldu müşerrif-i dünya
Şimdiden sonra yeridir çıkılûb ellerden
Karalır kinin bugusiyle bu kulse-i tuğrâ
Sıhhatinde yapûben Cami’ini türbesini
Ehl-i imândan ider ruhî temenna-i duâ
Ruz-i şerbese idi’aşr-i âhir ramazan
İrtihal etdi cihandan o ‘aziz-i şühedâ
Kudsiyan fevti Sa’i işidup tarihin
Dediler vasil-i Hak oldu Nişanî Paşa.”

Külliyenin hazireye girişteki cümle kapısı üzerinde de üçer satırlık kartuşlar içerisinde türbenin asıl kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
“Min ari üstüne geldikçe ihvan
Göstereceg nam-ihan ile yeksân
Edüb, şevkat içüb dest-i du’ayı
Diyeler ona rahmet ede rahman
Sonların haminin halim eğrine derler, kim neyler.”

Bu kitabenin sağında;
“Merhûm ve Mağfur
Sahib’ül hayratın
Nazm-ı şerifeleridir

Bu kitabenin solunda ise;
“Ruhuiçün Fâtiha
Okuyanların akıbeti
Hayr ola Tuvufiye
Sene 1001 (1592–1593).”

Türbe iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan dikdörtgen mermer söveli alt sıra pencereler kaş kemerlidir. Üst kat pencereler ise petek şebekelidir. Türbenin içerisi oldukça sadedir. Bununla beraber sıva altındaki izlerden ilk yapıldığı dönemde kalem işleri ile bezeli olduğu anlaşılmaktadır. Kubbenin içerisine de madalyonlu XVI. yüzyıl özelliklerini taşıyan kalem işi yapılmıştır.

Türbede Nişancı Mehmet Paşa’nın ahşap sandukası bulunmaktadır. Bunun dışında başka bir mezar bulunmamaktadır. Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.


Nakşıdil Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Fatih Camisi’nin mihraba yönelik avlusunda yer alan bu türbeyi Nakşidil Valide Sultan sağlığında, 1817 yılında yaptırmıştır.

Nakşidil Valide Sultan I.Abdülhamid’in (1774–1789) hanımlarından olup, Sultan II. Mahmud’un (1808–1839) annesidir. Aslen Fransız olan Nakşıdil Valide Sultan Sultan II. Mahmud’un padişah olması ile Valide Sultan olmuştur. 1817 yılında tüberkülozdan ölmüştür. Nakşıdil Valide Sultan İstanbul’un çeşitli yerlerinde çeşme ve sebiller yaptırmıştır.

Nakşıdil Valide Sultan Türbesi barok üslupta, on altıgen planlıdır. Türbenin ön cephesi mermer kaplı olup, burada kompozit başlıklı sütunçeler, üst katta plastırlar ile kaplıdır. Cephelerde bu simetrik bölünmeler iki sıra halindeki dalgalı silmelerle kesilmiş ve böylece tüm cephe boyunca bir hareketlilik sağlanmıştır. Türbenin cephesinde alt katta basık kemerli dikdörtgen pencereler, ikinci katta da oval pencereler yer almaktadır. Ayrıca bu cephe görünümü akantus yaprakları, çeşitli fiyonklar ile tam bir barok üslubunu yansıtmaktadır. Üzeri yüksek kasnaklı kubbe ile örtülü olup, kasnak plasterler ve çatı kulecikleri ile sona ermektedir. Türbenin doğu cephesinde üç gözlü, kubbeli giriş revakı bulunmaktadır. Bu revakın sütunları mermerden ve İon başlıklıdır. Dış cephesi devrinin üslubunu yansıtan kabartmalarla süslenmiştir. Türbe kapısı üzerinde Hattat Mustafa Rakım’ın celi-sülüs yazı ile mermer siyah zemine altın varakla kabartma olarak Zümer suresinin 53. ayeti yazılmıştır. Bunun yanı sıra iç kapı üzerine de Hattat Mustafa Rakım tarafından Al-i İmran suresinin 133. ayeti yazılmıştır.

Nakşıdil Valide Sultan Türbesi’nin içerisi XIX. yüzyıl kalem işleri ile bezenmiştir. Kubbe kasnağına İnsan suresini kapsayan yazı frizi yine Hattat Mustafa Rakım Efendi tarafından yazılmıştır. Türbe içerisindeki sultanın sandukası sedef kakmalı şebekelerle çevrilmiştir. Sandukanın ön yüzüne güneş armalı, İstanbul işi bir çerçeve içerisine de bir mersiye yazılmıştır.

Türbede Nakşıdil Valide Sultan’dan başka on dört sanduka daha bulunmaktadır. Bunlar Sultan II. Mahmud’u Yeniçeri isyanından kurtaran Cevri Kalfa, Sultan II. Mahmud’un Müşiya Kadın’dan dünyaya gelen kızı Mihrimah Sultan (1838), Sultan II. Mahmud’un çiçek hastalığından ölen kızları Münire Sultan (1824), Fatma Sultan (1824), Sultan II. Mahmud’un çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Abdülhamid (1824), Şehzade Nizameddin (1837), Sultan II. Mahmud’un ikbali Zeyni Felek Hanım (1842), Sultan II. Mahmud’un yedinci kadını Misli Nayab Kadın Efendi, Sultan II. Mahmud’un hanımı ve Adile Sultan’ın annesi Zernigâr Kadın 1832, Sultan II. Mahmud’un kızı Hayriye Sultan (1832), Kamerfer Kadın ve Ebufettan Hanım’a aittir.


Pertevniyal Valide Sultan Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Aksaray’da Guraba Hüseyin Ağa Mahallesi’nde Pertevniyal Valide Sultan Camisi’nin haziresinde bulunan bu türbe, 1871 yılında yaptırılmıştır. İlk yapımında caminin kıble avlusunda yer alan türbe 1926–1929 yıllarında tramvay yolunun genişletilmesi sırasında geri çekilmiştir. Aksaray Meydanı’nın H. Prost planına göre düzenlenmesi sırasında bir kez daha geri alınan türbe daha sonra Vatan Caddesi’nin açılışı ve Aksaray Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi sırasında 1958 yılında yıkılmıştır. Türbenin parçaları Laleli’deki Sultan III. Selim Türbesi’nin haziresine taşınmıştır. Pertevniyal Valide Sultan’ın naşı ise bir süre Topkapı Sarayı Müzesi Silahtar Dairesinde korunmuş, 1967’de Sultan II. Mahmut Türbesi’nde padişahın sandukası altına gömülmüştür. Bunun ardından türbenin mimari parçalarından kısmen yararlanılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından avluya alınarak yeniden yapılmış, sultanın naşı da türbesine nakledilmiştir.

Pertevniyal Valide Sultan, Sultan II. Mahmud’un (1808–1839) hanımı ve Sultan Abdülaziz’in (1861–1876) annesidir. Sultan Abdülaziz’in 1861’de tahta çıkması ile Valide Sultan olmuştur. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi üzerine inzivaya çekilmiştir. Bundan sonra birçok kişiyi yetiştirmiş ve 1883 yılında ölmüş ve yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür. İstanbul’da Valide Sultan Camisi’nin yanı sıra çeşitli eserler yaptırmıştır. Ayrıca Konya’daki Aziziye Camisi’ni de yaptırmıştır.

Pertevniyal Valide Sultan Türbesi Neo-Klasik ve Ampir üslubunda, yüksek bir platform üzerine yapılmıştır. Türbenin dış kapısı üzerine mermer kabartma tekniğinde celi-sülüs yazı ile Yasin suresinin 58. ayeti, iç kapısının üzerine de yine aynı teknikte Yusuf suresinin 64. ayeti yazılmıştır. Türbe kesme köfeki taşından dikdörtgen planlı olup, orta bölüm ve buraya bakan dört ayrı küçük mekândan meydana gelmiştir. Üzeri kubbe ile örtülüdür. Kubbe eteğine de celi-sülüs yazı ile Bakara suresinin 255 ve Haşr suresinin 21.-24. ayetleri yazılmıştır.

Türbe içerisinde Pertevniyal Valide Sultan’dan başka torunu Yusuf İzeddin Efendi’nin oğlu Sadedin Efendi (1884), gelini ve Yusuf İzeddin Efendi’nin eşi Cesm-i Ahu Hatun (1911) ve gelininin annesi Mestare Hanım gömülüdür.


Mustafa Rakım Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Karagümrük Atik Ali Caddesi’nde, Atik Ali Camisi’nin karşısında bulunan bu türbenin, yanındaki medrese ile birlikte 1826 yılında yapıldığı sanılmaktadır.

Hattat Mustafa Rakım, Türk hat sanatının en ünlü kişilerindendir. Ünye’de 1757 yılında dünyaya gelmiş, kardeşi Hattat İsmail Zühtü Efendi ile birlikte küçük yaşta İstanbul’a gelerek bir yandan medrese tahsilini sürdürmüş, diğer yandan da hat sanatını öğrenmişlerdir. Derviş Ali Efendi’den 12 yaşında icazet almıştır. Devrin önde gelen kişilerinin çocuklarına ders vermiş ve aynı zamanda da resim yapmıştır. Sultan III. Selim’in (1789–1807) tahta çıkışında bir resmini yapmış ve kendisine takdim etmiştir. Padişah bu resmi çok beğenmiş ve ona Müderrislik payesi vermiştir. Bundan sonra sarayla bağlantı kuran Rakım Efendi Şehzade Mahmud’un (1808–1839) yazı hocası olmuş ve onun öğrencisi olan Sultan, hattat padişahlar arasında ün yapmıştır.

Mustafa Rakım Efendi Molla unvanı ile İzmir (1809), Edirne (1814), Mekke (1816) ve İstanbul (1818) kadılıklarına getirilmiş ve 1823 yılında da Anadolu Kazaskeri olmuştur. 26 Mart 1826 yılında İstanbul’da ölmüştür.

Mustafa Rakım Efendi’nin İstanbul’un çeşitli camilerinde, mezar taşlarında kitabeleri bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıdaki levhaları, hilyeleri ve Kuran’ları bulunmaktadır. Bugün bunların bir kısmı Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’nde ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

Hattat Mustafa Rakım Efendi’nin Türbesi kesme taştan yapılmış olup, avlu cephesindeki duvarlar bir sıra taş, iki sıra tuğladan örülmüştür. Caddeye bakan duvarlar ise kesme taştandır. Türbenin üzeri doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturan kubbe ile örtülüdür. Türbenin kuzeydoğu köşesine celi-sülüs yazı ile yazılmış mermer bir kitabe yerleştirilmiştir.

Kitabe:
“Sabıka sadr-ı Anadolu ve hazin-i kelâmü’r-rabbâni Hattat Mustafa Rakım Efendi ruhiçün Fatihâ 1241 (1826) Ketebehu Mustafa Rakım.”

Bu kitabenin Hatat Rakım tarafından yazıldığı sanılıyorsa da bu konuda bazı iddialar bulunmaktadır. Ölümünden sonra öğrencisi Haşim Efendi tarafından veya ölmeden önce kendisi tarafından yazıldığı konusu çelişkilidir. Türbenin cadde üzerindeki üç penceresi üzerinde de bir başka kitabe daha bulunmaktadır.

Türbenin içerisi son derece sade olup, Hattat Mustafa Rakım Efendi ile öğrencisi Haşim Efendi’nin (1845) sandukaları bulunmaktadır.


Şehzadeler Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Çarşamba semtinde Yavuz Sultan Selim Camisi avlusunda bulunan bu türbe, Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) emri üzerine Mimar Acem Ali tarafından 1522–1523 yılında yapılmıştır. Türbede Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeleri gömülüdür.

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, kesme taştan sekizgen planlıdır. Üzeri yuvarlak bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülüdür. Türbeye önünde revak bulunan batı yönündeki bir kapıdan girilmektedir. Bu kapının iki yanına renkli sır tekniği ile yapılmış altıgen çiniler yerleştirilmiştir. Bu çiniler lacivert zemin üzerine sarı, beyaz, yeşil ve firuze renklerden yapılmıştır. Türbenin girişi dışındaki duvarları altlı üstlü ikişer pencere ile hareketlendirilmiştir. Türbe içerisindeki bezemesi oldukça sadedir. Yalnızca kubbe ve kubbeye geçişi sağlayan kasnak üzerinde kalem işi süslemeler görülmektedir. Kubbenin dış kasnağında celi-sülüs yazı ile bir yazı kuşağına yer verilmiştir. Burada Besmele, Ayet’el Kürsi, Zümer suresinin 74. ayeti ile Yusuf suresinin 92. ayeti yazılıdır.

Türbe içerisinde Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları Şehzade Murad (1521), Şehzade Mahmud (1521), Şehzade Abdullah (1526), Yavuz Sultan Selim’in kızı, İskender Paşa’nın eşi Hafsa Sultan (1538), Vezir Makdul İbrahim Paşa’nın eşi Hatice Sultan’ın (1553) sandukaları bulunmaktadır.


Sancaktar Hayreddin Paşa Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa semtinde, Sancaktar Hayreddin Camisi’nin avlusunda yer alan bu türbenin yapım tarihi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Sancaktar Hayrettin Paşa kendi ismi ile tanınan medrese, cami ve türbesini yaptırmıştır. Günümüze gelemeyen bu türbenin erken dönemde yapılmış bir Bizans yapısı olduğu da iddia edilmiştir. Bu alan yanmış ve günümüze yalnızca Sancaktar Hayreddin Paşa ve dergâh şeyhlerine ait mezarlar gelebilmiştir.

Sancaktar Hayreddin’in Fatih Sultan Mehmed (1451–1481) devri alemdarlarından olduğu bilinmektedir.


Nureddin Cerrahi Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Derviş Ali Mahallesi’nde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Cerrahi dergâhının şeyhlerinden İbrahim Fahreddin Efendi 1921 yılında türbeyi onarmış, daha sonra ahşap olan duvarlar 1945’te betonarmeye dönüştürülmüştür.

Nureddin Cerrahi Halveti Tarikatının Ramazaniye bölümünden olan Cerrahiye koluna mensuptur. Asıl ismi Muhammed Bin Abdullah olup, 1671 yılında İstanbul’da Cerrahpaşa’da dünyaya gelmiştir. Aile seceresi Ebu Ubeyde bin Cerrah’a ulaştığı için de Cerrahi ismi kendisine yakıştırılmıştır. 1720 yılında ölmüş ve vasiyeti uyarınca da dergâhında annesinin ayakucuna gömülmüştür. Nureddin Cerrahi ile ilgili birçok menkıbe ve öykü bulunmaktadır. Ayrıca Mürşid-i Dervişanı Risalesi, Nutk-u Şerif, Nasihat-Ali isimli eserleri ile ilahileri bulunmaktadır.

Nureddin Cerrahi’nin türbesi İstanbul’un en büyük evliya türbelerinden olup, tevhidhane ile türbe aynı yapı içerisindedir. Ortak bir çatı ile üzeri örtülmüştür. Tevhidhane-türbe 18.50x14.00x16.00 m. ölçüsünde yamuk bir alanda yapılmıştır. Daha sonra bu yapıya küçük türbe, cennet oda gibi bölümler eklenmiştir. Yapının doğu kesimindeki 16.00x7.50 m.lik bölüm tevhidhaneye, batı kısmındaki 18.50x6.50 m.lik bölüm de türbeye ayrılmıştır. Her iki bölüm birbirlerinden dikmelerle ayrılmıştır.

Türbe içerisinde 44 kişi gömülüdür. Bunların başında Nureddin Cerrahi’nin yanı sıra Şeyh Seyyid Süleyman Veliyüddin Efendi, Şeyh Muhammed Hüsameddin Efendi, Seyyid Abdüşşekür Efendi, Şeyh Seyyid Abdülaziz Zihni Efendi, Şeyh Galib’in torunu Nemika Hanım ve diğer şeyhler ile müritler gelmektedir.


Oğlanlar (Olanlar) Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Murat Paşa Mahallesi’nde, Murat Paşa Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbe, Sultan Abdülaziz (1861–1876) tarafından 1871 yılında yaptırılmıştır. Oğlanlar Dergâhının ilk banisi olan Yakub Ağa’nın ölümünden sonra Oğlanlar Tekkesi XIV. yüzyılın başlarında yapılmıştır.

Bu türbe ve yanındaki sebil Aksaray Çakır Ağa Mahallesi’nde bulunuyordu. Millet Caddesi açılırken dergâh yıkılmış, türbe ve sebil kısmı da Murat Paşa Camisi’nin avlusuna getirilmiştir.

Oğlanlar Şeyhi lakabı ile tanınan İbrahim Efendi İstanbul’da Hakikizade Osman Efendi’den Halveti hilafeti almış, daha sonra dönemin tanınmış mutasavvıflarından Aziz Mahmut Hüdai Efendi ve Abdülahad Nuri Efendi’den ders görmüş 1656 yılında İstanbul’da ölmüş ve dergâhının yanına gömülmüştür.

Türbe ve ona bitişik olan sebil tek bir mekân içerisindedir. Sebilin pencereleri aynı zamanda hacet (ziyaret) penceresi niteliğindedir. Türbe ve sebilin caddeye yönelik ikisi dar, ikisi geniş olmak üzere dört penceresi vardır. Bu pencerelerin aralarına yuvarlak madalyonlar içerisinde Kadiri sembolü olan Kadiri gülleri ve beş kollu yıldızlar yerleştirilmiştir.

Türbe içerisinde Şeyh İbrahim Efendi, Yakub Ağa ve kim oldukları bilinmeyen dört kişiye ait altı adet sanduka bulunmaktadır.


Ramazan Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa Arabacı Beyazıt Mahallesi, Ramazan Efendi Sokağı’nda, Ramazan Efendi Camisi içerisinde bulunan türbe, cami ile birlikte, Bezirgân Hacı Hüsrev Çelebi tarafından Mimar Sinan’a 1506’da yaptırılmıştır.

Ramazan Mahfi Efendi, Halveti Tarikatının kollarından Ramazaniye şubesinin kurucusudur. Ramazan-uddin Mahfi ismi ile tanınmış, 1542 yılında Afyon’da dünyaya gelmiştir. Şeriat ve tarikat alanında devrinin ünlü ilim adamlarından ders almış ve sonra da onlara katılmıştır. Şeyh Muhiddin Mehmed Çelebi Karahisari’nin hizmetinde bulunmuş ve Onun tarafından tarikat hırkası giydirilmiştir. 1585 yılında İstanbul’a gelerek Kocamustafapaşa semtinde Bezestani Hoca Hüsrev Çelebi tarafından kendisi için yaptırılan cami ile dergâhta ders vermiştir. Birçok öğrenci yetiştirmiş, kerametleri ile tanınmıştır. Özellikle rüya tabirlerinde bilgisi bulunuyordu. 1616 yılında ölmüş ve dergâhının türbesine gömülmüştür.

Türbe 9.00x8.50 m. ölçüsünde yamuk dikdörtgen planlı olup, yarım altıgen bir çıkma ile genişletilmiştir. Moloz taş ve tuğla duvarlı türbenin üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Güneybatı ve kuzeydoğu köşesinde iki giriş kapısı, diğer yönlerinde de birer penceresi bulunmaktadır. Ramazan Efendi’nin sandukasının bulunduğu çıkmanın yüzlerine de yuvarlak pencereler açılmıştır. Sandukanın bulunduğu bölüm kubbe altına rastlamaktadır. Sandukanın etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiştir. Türbe içerisinde herhangi bir bezeme bulunmamaktadır.

Türbede Ramazan Efendi ile birlikte kim oldukları bilinmeyen biri kadın yedi erkek gömülüdür. Türbe, İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.


Şeyh Velayet Türbesi (Fatih)

İstanbul ili Fatih ilçesi, Karagümrük, Haydar Mahallesi, Şair Balcı Sokağı’nda bulunan bu türbenin yapım tarihi bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVI. yüzyılın sonlarına doğru yapıldığı sanılmaktadır. Yanında Âşık Paşazade Türbesi bulunmaktadır.

Şeyh Velayet Peygamber’in soyundan gelmiş olup, gerçek ismi Seyyid Velayet bin Seyyid İshak’dır. Bursa’da dünyaya gelmiş devrin ünlü âlimlerinden aklî ve nakli ilimler öğrenmiş, Molla Gürani’den de hadis dersleri almıştır. Şeyh Ahmed’den feyz almış ve tasavvuf yolunda ilerledikten sonra birçok öğrenci yetiştirmiş ve 1522 yılında İstanbul’da ölmüştür.

Türbe Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda, köfeki taşından kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbe altlı ve üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır. İç kısmında bezemeye rastlanmamaktadır.

Türbe içerisinde Seyyid Velayet Efendi’den başka eşi, oğlu, halefi Derviş Muhammed ve dergâh şeyhleri olan on bir kişi gömülüdür.


Sümbül Efendi Türbesi (Fatih)

İstanbul Fatih ilçesi, Kocamustafapaşa’da Kocamustafapaşa Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbe 1529 yılında yaptırılmıştır.

Sümbül Sinan Efendi Halveti tarikatının Cemali koluna bağlı Sümbüliye şubesinin kurucusudur. Gerçek ismi Yusuf olup, Zeynüddin unvanı ile tanınmaktadır. Halk Ona Sümbül Efendi ismini yakıştırmıştır. Sümbül Efendi Merzifon’da 1451 yılında doğmuş, İstanbul’a gelerek medrese eğitimi almıştır. Daha sonra Halveti Tarikatına girmiş, Mısır’a gitmiştir. Dergâh şeyhi Mehmed Cemaleddin Efendi’nin ölümü üzerine ve Onun vasiyeti ile İstanbul’a gelerek 1494 yılında tekkenin başına geçmiştir. Birçok mürit yetiştirmiştir. Merkez Efendi de Onun yetiştirdiği halifelerden birisidir.

Sümbül Efendi birçok camide vaaz vermiş, Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı Yavuz Sultan Selim Camisi’nde 1523’te ilk vaazı vermiştir. Sümbül Efendi 78 yaşında, 1529 yılında ölmüş ve dergâhının haziresine gömülüp, üzerine türbesi yapılmıştır.

Türbe bugünkü görünümünü Sultan II. Mahmud (1808–1839) zamanında yapılan onarım ve Serasker Mehmed Rıza Paşa’nın 1920 yılından önce yaptırdığı restorasyon ile almıştır. İlk yapıldığı zaman sekizgen planlı olan türbe, bugün yuvarlak planlı ve üzeri kubbelidir. Türbenin güneyine yamuk planlı bir giriş bölümü eklenmiş, bu bölüme Sümbül Efendi ile Serasker Rıza Paşa’nın mezarlarının bulunduğu bölümün kapıları açılmıştır. Ayrıca burada Hattat Ömer Efendi’nin mezarı ile bir de kuyu bulunmaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Türbeleri 5
« Yanıtla #11 : 31 Mart 2009, 02:27:38 »
Adile Sultan Türbesi (Eyüp)
İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesi Sokağı’nda, Hüsrev Paşa Türbesi’nin solunda, Hüsrev Paşa Kütüphanesi’nin de karşısında bulunan Adile Sultan Türbesi Adile Sultan’ın 1899 yılında ölmesinden önce, 1849 yılında Sultan Abdülmecid (1839–1861) devrinde yapılmıştır. Bu türbeye eşi olan Sadrazam Mehmed Ali Paşa Türbesi de denilmektedir.

Adile Sultan Sultan II. Mahmud’un (1808–1839) kızı, Sultan Abdülmecid’in (1839–1861) de kız kardeşidir. Küçük yaşta annesi Zernigâr Hatun’u kaybetmiş ve II. Mahmud’un baş kadını Nevfidan Kadın tarafından büyütülmüştür. Adile Sultan Osmanlı sarayında özel hocalar tarafından yetiştirilmiş, edebiyat, din, müzik ve hat sanatı dersleri almıştır. Tophane Müşiri Mehmed Ali Paşa ile 1845 yılında evlenmiştir. Divanı olan tek padişah kızı olup, aynı zamanda Nakşibendî tarikatına mensup idi. Şiirlerinde mersiyeler ve gazelleri bulunmaktadır. Hayırsever bir kişi olup, yoksulları okutmuş, gelinlik kızlara çeyiz yaptırmış, suyu akmayan çeşmelerin suyunu akıtmıştır. Balâ Süleyman Ağa Külliyesi’ni yeniden yaptırmış ve sağlığında on dört ayrı vakıf kurdurmuş, vasiyeti uyarınca da ölümünden sonra serveti ve eşyaları satılarak yoksullara yardım için harcanmıştır.

Sadrazam Mehmed Ali Paşa Tophane Müşirliği, Kaptan-ı Deryalık ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuş, 1868 yılında da ölmüştür.

Türbe dikdörtgen planlı olup, üzerleri çapraz tonozlu iki odadan meydana gelmiştir. Bu odaların üzerleri birer kubbe ile örtülüdür. Türbenin cepheleri sarı Afyon mermerinden yapılmış, pencere şebekeleri ise özel olarak dökülmüştür. Türbe içerisinde XIX. yüzyılın tipik kalem işlerine yer verilmiştir. Ayrıca iki bölümün ortasındaki kapı ile pencerelerin demir parmaklıklarına son derece ince işçilik gösteren bezemeler yapılmıştır. Giriş kapısı üzerinde kardeşi Abdülmecid’in 1849 tarihli tuğrası bulunmaktadır.

Türbe girişinin sağındaki bölümde Adile Sultan, eşi Sadrazam Mehmed Ali Paşa, kızları Sıdıka, Aliye, Hayriye sultanlar ile oğlu İsmail Bey’in sandukaları bulunmaktadır. Sol tarafındaki bölümde de Sultan V. Murad’ın eşi Resân Hanım (1910), Sultan V. Murad’ın Resân Hanım’dan doğan kızı Aliye Sultan’ın (1903) sandukaları bulunmaktadır. Buradaki üçüncü mezar yerine gömü yapılmamıştır.


Abdurrahman Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Camii Kebir Caddesi ile Boyacı Sokağı’nın kesiştiği noktada bulunan bu türbe, kitabesinden öğrenildiğine göre Şekerpare Kadın tarafından 1648 yılında Abdurrahman Paşa için yaptırılmıştır.

Abdurrahman Paşa Sultan İbrahim (1640–1648) döneminde Babüssaade Ağası olmuştur. Osmanlı sarayında Enderun’dan yetişmiş, Anadolu ve Mısır valiliklerinde bulunmuş 1652 yılında da öldürülmüştür.

Türbe köfeki taşından, sekizgen planlı kubbeli bir yapıdır. Klasik Osmanlı üslubunda olan türbenin kubbeye geçişleri pandantiflerle sağlanmıştır. Türbenin içerisi altlı üstlü iki sıra halinde, dikdörtgen silmelerle çevrilmiş pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler mermer şebekeli, dikdörtgen söveli, üst sıradakiler ise sivri kemerli alçı vitraylıdır. Bu vitraylarda madalyonlar içerisinde çiçek demetlerinden oluşan bezeme görülmektedir.

Türbenin giriş kapısı üzerinde on dört mısralık kitabede Şekerpare Kadın’ın türbeyi kendisi için yaptırdığı yazılıdır. Ancak Sultan İbrahim’in başmusahibesi olan Şekerpare Kadın gözden düşmüş ve kendisi için yaptırmış olduğu bu türbe Babüssaade Ağası Abdurrahman Ağa ile Hazine-i Hassa Ağası Hasan Ağa’ya satılmıştır.

Kitabe:
“Çûn Şekerpare Kadın Türbesi’ni mîrînden
Nakd-i semen ile becitmek olundu ferman
İstirâ üzre eylediler ânı bahâsını virüb
İstirâk üzre iki zâbit sâhib-i erkân
Birisi Bâb-ı Saâdet Ağası kim dinülür
Nâmına İzzet-i ikrâm ile Abdurrahman
Birisi de Ser-hazîn Hasan Ağa odur
Kadr ile hâfız-i emvâl-i Şehinşah-ı cihân
Oldular ol iki ağay-ı mikerrem zirâ
Birbirine meveddet ile misâl ihvân
Dâr-ı dünyâ-vü ukbada Hûda-i Cevrî
Birbirinden ayırmağa bi-hakkı Furkân
Aldılar türbeyi bin ellisekizde ikisi (1648)
Hak mahallinde ide her birine kasr-ü cinân.”

Türbede Abdurrahman Paşa’nın yanı sıra Sultan I. İbrahim döneminde Hazine-i Hassa Ağası ve Baş Hazinedar görevlerinde bulunmuş olan Hasan Ağa gömülüdür. Hasan Ağa Abdurrahman Ağa ile birlikte 18 Haziran 1652 yılında öldürülmüştür. Ayrıca Sadr-ı Esbak Mustafa Nail Paşa’nın eşi olan Fatma Sultan da (1867) burada gömülüdür.

Abdurrahman Paşa Türbesi uzun süre marangoz atölyesi olarak kullanılmış, 1957 yılında İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü Y.Mimar Vasfi Egeli tarafından restore edilmiş, önündeki sebil kısmı ise bu arada kaldırılmıştır.


Bulak Mustafa Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesinde, Eyüp Camisi’nin Musalla Kapısı denilen yerde bulunan bu türbe Mimar Sinan tarafından 1534 yılında yapılmıştır.

Bulak Mustafa Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) dönemi vezirlerindendir. Bulak, Pulak, Palak ve Balak isimleri ile tanınmıştır. Osmanlı sarayında Enderun’dan yetişmiş, Yanya Beylerbeyi ve 1520’de Kaptan-ı Derya olmuştur. Döneminde Rodos Adası ele geçirilmiştir. Daha sonra Şam Beylerbeyi ve Kubbealtı veziri olmuş, 1534 yılında da ölmüştür. Gelibolu’da cami ve medresesi bulunmaktadır.

Türbe sekizgen planlı, köfeki taşından yapılmıştır. Türbenin her köşesinde birer kesme taş paye, kaş kemerler bulunmakta olup, bunlar kubbeyi taşımaktadır. Kubbe alçak bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Açık kenarlı türbenin kenarlarında on iki genlerin kesişmesinden oluşan geometrik mermer şebekeler bulunmaktadır. Kubbede mavi zeminli bitkisel bezemeli bir madalyon vardır. Türbe içerisinde bulunan lahit şeklindeki mezar da kabartma madalyonlu çiçeklerle bezelidir.

Türbenin kapısı üzerinde 1815 yılında onarıldığını belirten kitabeler bulunmaktadır. Bu kitabelerden birinde; “Tarih-i tâ’mir bâid mütevelli-i vakf mehemmed 1234 (1815)” yazılıdır. Bu kitabenin sağındaki bir başka kitabede de; “Bu türbe Sultan Süleyman’ın kaptanı Bulak Mustafa Paşa’nındır. Tamirine sebep olan mütevellisi, Sirveli Hacı Ahmed Ağa ruhu için Fatiha 148 (1633)” yazılıdır.

Türbe içerisinde üç lahit bulunmaktadır. Bunların ortasındaki lahit Bulak Mustafa Paşa’ya aittir. Diğer lahitler Bulak Mustafa Paşa’nın eşi ve Bekir Bey’e aittir. Türbe İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü tarafından 1942–1944 yıllarında onarılmıştır.


Defterdar Mahmud Çelebi Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi’nde Mahmut Çelebi Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbe, Mimar Sinan tarafından 1546 yılında yaptırılmıştır.

Defterdar Mahmud Çelebi, Nazlı Mahmud Çelebi ismi ile de tanınmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) dönemi defterdarlarındandır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1537–1546 yıllarında Baş Defterdarlık görevine getirilmiştir. Ölümüne kadar da bu görevde kalmıştır. Dafterdar Mahmud Çelebi aynı zamanda devrinin tanınmış bir hattatı olup, Şeyh Hamdullah Efendi’den ders almıştır.

Türbenin dört tarafı açık, kare planlı olup, açık türbe plan tipinde bir yapıdır. Düzgün kesme taştan yapılan türbede baklava başlıklı dört sütunu birbirine bağlayan sivri kemerler ve pandantifler üzerine kubbe oturtulmuştur. Sütunların arası 80 cm. yüksekliğinde geometrik desenli mermer bir şebeke ile çevrilmiştir. Türbenin giriş kapısı üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır.

Türbe içerisinde Defterdar Mahmud Çelebi’nin sandukası bulunmaktadır.


Ferhad Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Mahallesi, Feshane Caddesi üzerinde bulunan bu türbe Ferhad Paşa’nın sağlığında, 1595 yılında yaptırılmıştır.

Ferhad Paşa Sultan III.Murad (1574-1595) ve Sultan III. Mehmed (1595-1603) dönemlerinde sadrazamlık yapmıştır. Osmanlı sarayında Enderun’da yetişmiş, Kapıcıbaşılık yapmış, Sultan III. Murad tarafından Yeniçeri Ağası görevine getirilmiştir. Koca Sinan Paşa sadrazamlıktan alınınca da Rumeli Beylerbeyi olmuştur. Ardından İran Serdarlığı’na (1582) getirilmiş, burada kazandığı zaferden sonra da önce II. Vezir, sonra da Sadrazam olmuştur. Bu görevinin sekizinci ayında 1591’de azledilmiştir. Sultan III. Mehmed zamanında ikinci kez sadrazam olmuş, 1595’te ihanete uğrayarak Yedikule Zindanı’nda öldürülmüş ve kendi adına yaptırdığı türbesine gömülmüştür.

Ferhad Paşa aynı zamanda iyi bir hattat olup, yazdığı Kuranlar bulunmaktadır. Kumkapı’da Musalla Mescidi ismi ile tanınan bir camisi vardır.

Türbenin yapımında kesme köfeki taşları ile yer yer renkli taşlar birlikte kullanılmıştır. Bu türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisinin son dönemlerine ait renkli ve hareketli bir dış görünüme sahiptir. Türbe on ikigen planlı olup, on ikigenin her köşesi yarım silindir şeklinde duvar payeleri ile yumuşatılmış ve her cephe silmelerle ikiye ayrılmıştır. Türbenin saçak hattı ise palmet ve mukarnaslı bir kornişle sınırlandırılmıştır. Böylece dış cephedeki yatay ve düşey hatların bir bakıma dengelenmesi sağlanmıştır. Yapının önünde bir revak kısmı bulunmaktadır. Bu revak önden dört, yanlardan da iki sütunun desteklediği basit bir çatı ile örtülmüştür. Cepheler yuvarlak payelerle birbirlerinden ayrılmıştır. Revakın önündeki giriş kapısı üzerine de kitabesi yerleştirilmiştir.

Kitabe:
“Rıhlet itdi dâr-ı ukbây-ı bekâya şâmdân
Sadr-ı âzam Fatih-i mülk-i acem cennet-mekân
İki gez serdar olub İran ve Turan fethine
Surh-ı serler başına tenk oldu Şirâz-ü İsfehan
Feth idüb niçe vilâyet yapdı niçe kal’alar
Lori ve Gori Tumânis Gence ve mülk-i Revân
Rey-ı sâ’ible adüvden aldı âhir intikâm
Mât olub şah-ı Acem bin özr-ile didi amân
Âkıbet şehzâdesin aldı salâh ü sulhle
Düşman-i dini bu üslûb üzre kıldı bî-nişân
Eyledi din-i mübin uğruna çok cehd ü gazâ
Oldu fethi haşrederek âlemde mezkür’ül-lisân
Mevt-i câmın Hakk ana nûş eylemek kıldı nasib
Enbiyâ vü Evliyâ’ya kalmadı çün bu cihan
Mavtinin ilhamla İlmî didi târihini
Eyledi Ferhad Paşa adn-i âlide mekân 1004 (1595).”

Türbe alt ve üst sırada pencerelerle aydınlatılmıştır. İki sıra halindeki pencerelerin alt katta olanları dikdörtgen söveli olup, üzerlerinde yuvarlak kemerli alınlıklar bulunmaktadır. İkinci sıradaki pencereler yuvarlak kemerli ve alçı şebekelidir.

Türbe içerisinde, alt sıra pencerelerin sivri kemerli alınlıklarında revzenler kullanılmıştır. Dolap nişlerinin alınlıklarında ise mermer zemin üzerine altın yaldızla ayetler yazılmıştır. Kubbenin ortasındaki rumi ve palmetlerden oluşan kalem işleri arasına Esma-ül Hüsna yazılmıştır. Pencere alınlıklarında ise Fatiha ve İhlâs surelerine ait ayetler bulunmaktadır.

Türbede sekizi mermer, dördü ahşap olmak üzere on altı sanduka bulunmaktadır. Burada gömülü olanların kimler olduğu bilinmemekle beraber, büyük olasılıkla Ferhad Paşa’nın ailesine ait kişilerdir. Türbenin haziresinde Abdüllatif Beyzade Mehmet Bey’in (1726), Bağdat Valisi El Hac Ehmed Paşa’nın eşi Havva Hanım’ın (1773), Halil Hamid Paşazade Arif Efendi’nin eşi Tuba Hanım’ın (1827), Evkafı Hümayun Nazırı Mehmet Halid Efendi’nin (1853), Mehmed Salih Efendi’nin (1893) mezarları bulunmaktadır.


Hacı Beşir Ağa Türbesi (Eyüp)

İstanbul, Eyüp ilçesinde Eyüp Sultan Camisi’nin avlusunda ve Eyüp Sultan Türbesi’nin girişinin yanında bulunan bu türbe 1746 yılında yaptırılmıştır.

Hacı Beşir Ağa, Osmanlı sarayının XVIII. yüzyıldaki en nüfuslu kişilerindendir. Küçük yaşta zenci köle olarak İstanbul’a getirilmiş, Kızlar Ağası Yapraksız Ali Ağa’nın yanında yetişmiş, 1705 yılında saray hazinedarı olmuştur. Darüs-saade Ağası Süleyman Ağa ile birlikte 1713 yılında önce Kıbrıs, sonra da Mısır’da yaşamaya mecbur edilmiştir. Daha sonra Şeyhülharemlik makamına 1717 yılında getirilmiş ve ardından Darüs-saade Ağası olmuştur. Bu görevini Sultan III. Ahmed (1703–1930) ve Sultan I. Mahmud (1730–1754) yıllarında sürdürmüştür. 1746 yılında ölmüş ve Eyüp Sultan Camisi’nin şadırvan avlusunu iç avluya bağlayan büyük kapının yanındaki türbesine gömülmüştür.

Hacı Beşir Ağa’nın birçok hayır eseri bulunmaktadır. Bab-ı Âli yakınında kendi ismini taşıyan cami, medrese, tekke, çeşme ve kütüphaneden oluşan bir külliyesi vardır. Ayrıca Eyüp’te medrese, kütüphane ve çeşme, Medine’de mektep ve sebil yaptırmış onları Fatih, Beşiktaş, Fındıklı, Üsküdar, Sarıyer ve Kocamustafapaşa’da yaptırdığı çeşmeler izlemiştir.

Hacı Beşir Ağa Türbesi’nin kemerli kapısı iç avluya açılmakta, büyük hacet penceresi ise yine avlu tarafındadır. Bu pencerenin iki yan duvarına bir sebil yapılmıştır. Türbenin arkasında Sultan II. Osman’ın annesi olan Mahfiruz Haseki Sultan’ın yaptırdığı Cüzhane bulunmaktadır. Türbe kapısı üzerinden başlayan ve hacet penceresinin üzerinde de devam eden kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
“Aga-yı mesned-i dar’üs-sa’âdei sâbık
Beşir Ağa’yı melek haslet kerem fermâ
Virüb sinin kesire o sadre revmmâk u zîb
Mekârimiyle halayıkdan itdi celb-i du’â
Cihânın eyledi terk izz ü câhını âhir
Çü bildi bâki değildir sa’âdet-i dünyâ
Olunca âzim-i râh-ı bakâ hulûsunu gör
Cıvar-ı Hazret-i Hâlid ki menzil oldu ana
Cenâb-ı Hazret-i Hakk afv idüb cerâmini
Makâmın eyliye Firdevs-i hem-demin havrâ
Beşir’e zîr-i Livâi Resûl ola mevâ 1159 (1746).”

Türbe içerisinde Hacı Beşir Ağa’nın sandukası bulunmaktadır. Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, içerisine girilmeden dışarıdan ziyaret edilmektedir.


Hubbi Hatun Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Hubbi Hatun’un eşinden önce öldüğü dikkate alınacak olunursa 1590 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin Mimar Sinan’a ait olduğu da iddia edilmiştir.

Ayşe Hubbi Hatun Beşiktaş’ta dergâhı ve türbesi olan Yahya Efendi’nin torunu, Akşemseddinzade Şemsi Efendi’nin eşi olup, Sultan II. Selim’in (1566–1574) nedimelerindendir. Osmanlı sarayında sözü geçen, Sultan II. Selim ve Sultan III. Murad devrinde Şüera Teskerelerinde ismi geçen tanınmış bir kadın şairdir. Şiirleri, gazelleri, kasideleri ve mesnevileri bulunmaktadır. 1589 yılında ölmüş ve türbesine gömülmüştür.

Türbe kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Giriş kapısı üzerindeki kitabe yeri boş bırakılmıştır. Türbenin giriş yönü dışında diğer yüzeylerinde altta ve üstte birer pencere bulunmaktadır. Bunlardan üst sıra pencereler birer yüzey atlayarak devam etmiştir. Pencerelerin sivri kemerli alınlıkları olup, bunların içerisi geometrik süslemelerle bezenmiştir. Türbenin iç süslemeleri günümüze gelememiştir. İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü tarafından 1942 yılında onarılmıştır.

Türbe içerisinde Ayşe Hubbi Hatun’un ahşap sandukası bulunmaktadır.


Hüsrev Mehmed Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Bostan İskelesi Sokağı’nda, Mahmut Paşa ile Adile Sultan türbeleri arasında bulunan bu türbe, Paşa’nın sağlığında 1839 yılında külliyesi ile birlikte yapılmıştır. Türbenin karşısında Hüsrev Paşa’nın Kütüphanesi ile Hüsrev Paşa’nın sütun şeklindeki çeşmesi bulunmaktadır.

Hüsrev Mehmed Paşa Sultan II. Mahmud (1808–1839) dönemi sadrazamlarındandır. Firarizade Sait Efendi’nin kölesi iken Enderun’a verilmiş ve orada yetişmiştir. Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın mühürdar ve kethüdası olmuş, 1800’de Mirimiran olarak çeşitli valiliklerde bulunmuştur. 1811 ve 1822 yıllarında iki defa Kaptan-ı Derya olmuştur. Daha sonra seraskerliğe getirilmiş ve 1839’da Sadrazam olmuştur. Bunun ardından diğer devlet görevlerinde de bulunmuş ve 1855 yılında ölmüştür.

Türbe kare planlı kubbeli bir yapı olup, cephesi mermer kaplıdır. Ampir üslubunun özelliklerini yansıtan türbede küçük bir koridordan sonra içeriye girilmektedir. Burada Kaptan-ı Derya Halil Rıfat Paşa’nın türbesi ile türbedar odası bulunmaktadır. Ayrıca giriş kapısının sağ tarafında üç odaya daha yer verilmiştir. Bunların cepheleri köfeki taşındandır. Türbe içerisinde bezeme olarak XVIII. yüzyıl kalem işleri görülmektedir.

Türbede Hüsrev Mehmed Paşa’nın sandukası bulunmaktadır.


Kaptan-ı Derya Hasan Hüsnü Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Boyacı Sokağı üzerinde bulunan bu türbenin sağ tarafında Posta ve Telgraf Nazırı İzzet Efendi’nin, sol tarafında da Hasan Hüsnü Paşa’nın gelini Hatice Canan Hanım’ın türbeleri bulunmaktadır. Karşısında ise eski İnzibat Dairesi ile Hüsrev Paşa’nın tekkesi bulunuyordu.

Hasan Hüsnü Paşa, Sultan II. Abdülhamid’in (1876–1909) Bahriye Nazırı’dır. Bozcaadalı Patrona Hüseyin Paşa’nın oğlu olup, 1848’de deniz okulundan mezun olmuş, 1881 ve 1882 yıllarında iki defa Bahriye Nazırlığı yapmıştır. Bu görevi sürdürürken de 1903 yılında ölmüştür. Eyüp ve Kadıköy’de yaptırmış olduğu birer camisi vardır.

Türbe iki odadan meydana gelen dikdörtgen planlıdır. Tuğla ve moloz taştan, üzeri sıvalı olan ve yalnızca ön cephesi mermer kaplanmıştır. Türbe odalarının her iki bölümünde de demir şebekeli birer büyük penceresi vardır. Türbe kapısından bir koridora girilmektedir. Bu koridorun iki yanına birer kare planlı oda yerleştirilmiştir. Girişin sağındaki odada Hasan Hüsnü Paşa’nın ahşap sandukası vardır. Bu sandukanın arkasındaki mermer lahdin baş taşında ise Ankebut suresinden bir ayet yazılıdır. Sol taraftaki odada ise Hasan Hüsnü Paşa ve akrabası Amiral Mehmed Rüştü Paşa’ya ait sandukalar bulunmaktadır. Türbenin arkasında bir de kütüphane odası vardır.

Lala Mustafa Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbe 1580 yılında Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır.

Lala Mustafa Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) ve Sultan II. Selim (1566–1574) dönemi vezirlerindendir. Sultan II. Selim’in şehzadeliği sırasında Ona lalalık yaptığından ötürü Lala unvanı ile anılmıştır. Sokullu Mehmet Paşa sülalesinden, Deli Hüsrev Paşa’nın da kardeşidir. Bosna’nın Sukoloviç kasabasında doğmuş, Osmanlı sarayında Enderun’da yetişmiştir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde Berberbaşılık, İmrahorluk, Çeşnigirlik gibi hizmetlerde bulunmuş, daha sonra Beylerbeyi rütbesi ile Tamşuvar, Van, Erzurum ve Halep valiliklerine getirilmiştir. Bundan sonra sekiz yıl Şam valiliğinde bulunmuş, vezirlik rütbesi ile Yemen sancağına tayin edilmiştir. Bunu Kubbe Vezirliği izlemiş, Piyale Paşa ile birlikte 1571’de Kıbrıs’ı fethetmiş, bu nedenle de Kıbrıs Fatihi unvanı ile de tanınmıştır. İran Seferine ve Gürcistan Savaşlarına katılmış ve burada gösterdiği başarıdan dolayı Gürcistan Fatihi olarak da anılmıştır. Lalalık yaptığı Sultan II. Selim’in tahta çıkışında büyük payı olmuş ve II. Vezirliğe getirilmiştir. 1580 yılında ölmüş ve Eyüp’teki türbesine gömülmüştür.

Lala Mustafa Paşa Erzurum’da cami, Şam’da han, hamam, tekke, cami ve imaret, Lefkoşa’da de cami, bedesten, kervansaray yaptırmıştır.

Lala Mustafa Paşa türbesini sağlığında,1580 yılında Mimar Sinan’a açık türbe şeklinde yaptırmıştır. Kare planlı türbenin köşelerindeki baklava başlıklı, birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmış dört sütunun taşıdığı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe tromplar üzerinde sekiz cepheli bir kasnak üzerindedir. Köfeki taşından yapılmış olan türbenin içerisinde Hattat Hamid Efendi’nin yazdığı bir ayet kubbeyi çepeçevre dolaşmaktadır.

Türbe içerisinde Lala JMustafa Paşa’nın burma sarıklı mermer lahdi bulunmaktadır. Bu lahdin ön yüzüne kitabe yerleştirilmiştir.

Kitabe:
“Ey sual idüb bu meşhed sahibin bu da gelüb
Fatih-i Kıbrıs alandır bu Güzin-i gaziyan
Nice bir serdar olub açdı
Akibet kıldı cihanda azm-i ukba virdi can
Rıhletin gördü bülbülü tarihin
Mustafa Paşa’yı hûdâ cennet-i mekân
Sene 988 (1580).”


Mehmed Vusuli Efendi Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Cezeri Kasım Mahallesi, Feshane Caddesi üzerinde bulunan bu türbe 1780 yılında yapılmıştır.

Mehmet Vusuli Efendi, Osmanlı kadılarından olup, Sultan II. Selim (1566–1574) şehzade iken Kütahya ve Konya kadılığı görevlerinde bulunmuş ve daha sonra da dört defa İstanbul kadısı olmuştur. 1590 yılında ölmüştür. Fındıklı’da cami ve hamam yaptırmış, Mimar Sinan’ın yaptığı bu yapılardan cami günümüze gelememiştir.

Türbe XVIII. yüzyıl barok üslubunda olup, altıgen planlı, kesme taştan yapılmıştır. Üzerini örten kubbe oldukça basıktır. Türbe iki sıra pencerelerle aydınlatılmıştır. Bezeme olarak yalnızca kubbe içerisinde kalem işleri bulunmaktadır. Kitabesi bulunmamaktadır.

Türbe içerisinde Mehmet Vusuli Efendi’den başka Şemseddin Efendi (1615), torunu Mehmed Efendi (1650) ve Mehmed Vusuli Efendi’nin oğlu Mustafa Efendi (1694) gömülüdür. Türbenin haziresinde de Pir Mehmed Emin Kamer Sultan, Şeyh Selim Efendi, Şeyh İbrahim Efendi, Eyüp İskelesi Kethüdası Mahmud Ağa başta olmak üzere dönemin devlet ricalinde bulunan kişileri gömülüdür.


Mihrişah Valide Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesi Sokağı’nda bulunan Mihrişah Sultan Türbesi, Mihrişah Valide Sultan’ın imaret, sebil, çeşme ve sıbyan mektebinden oluşan külliyesi içerisinde yer almaktadır. Külliyenin ve türbenin yapımına devrin baş mimarı Mimar Nurullah Efendi tarafından XVIII. yüzyılın sonlarında, 1792’de başlanmış ve ölümünden sonra da Mimar Kethüdası Arif Ağa tarafından 1796 yılında tamamlanmıştır.

Mihrişah Valide Sultan, Sultan III. Mustafa’nın (1757–1774) baş kadını olup, Sultan III. Selimin (1789–1807) de annesidir. Sultan III. Mustafa’nın 1774 yılında ölümü üzerine eski saraya gönderilmiş, ardından oğlu III. Selim’in 1789’da padişah olması üzerine yeniden Valide Sultan olarak saraya dönmüştür. Hayırsever ve dindar biri olan Valide Sultan Mevlevi Tarikatı’na mensuptu. Birçok hayır eseri yaptırmıştır. Bunların başında Halıcıoğlu’nda Mihrişah Sultan Camisi, Eyüp’teki külliyesi ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde yaptırdığı çeşmeler gelmektedir. Ayrıca dokuz adet de vakfiyesi bulunmaktadır. Eyüp Camisi’ne 500 eserden oluşan bir de kütüphane vakfetmiştir.

Külliyenin güneybatı ucunda, İkinci avlunun güney cephesinin ortasında yer alan türbe, barok mimarisi üslubunda olup, tümüyle mermerden on ikigen planlı olarak yapılmış üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbenin her kenarı dış bükey şeklinde dilimli yuvarlak bir formdadır. İki basamaklı mermer bir kaide üzerine oturtulan türbenin birinci ve ikinci katları bir kornişle birbirinden ayrılır ve bunlar bezeme olarak birbirinin tekrarı görünümdedir. Duvarlara gömülü sütunların çevrelediği dikdörtgen pencereler de barok üslubun özelliğini yansıtan “S” profilli kemerlerle sonuçlanır. Bu kemerlerin kilit taşlarına stilize istiridye kabuğu motifleri yerleştirilmiştir. Alt kat pencereler dökme demir şebekeli, üst kattakiler de alçı şebekelidir. Ancak bu pencerelerden üsttekiler son onarımlar sırasında özelliğini kısmen de olsa yitirmiştir.

Türbenin önünde, kubbesi kalem işleri ile bezeli üç bölümlü bir revak bulunmaktadır. Üç bölümlü revakın her üç cephesinde dörder sütun, üçer kemerle dışa açılmıştır. Bunlardan ön cephenin yanlarında basık yuvarlak, ortada ise diğerlerine göre çok daha geniş ve yüksek kemerlere yer verilmiştir. Ortada kubbe, yanlarda tonoz ile örtülü olan girişten sonra iki renkli taşlardan meydana gelmiş yuvarlak kemerli, kilit taşında stilize istiridye kabuğu motifi ile türbe girişinin görkemli bir görünümü vardır. Bunun üzerinde de Mülk suresinin 1 ve 2. ayetleri yazılıdır. Türbenin içerisi 10.20 m. çapında daire planlıdır. On ikigen planlı türbenin köşelerine birer sütun yerleştirilmiştir. Türbenin avlu geçişi ile ana yapıyı birbirine bağlayan barok üslupta, yuvarlak kemerli ve demir şebekeli pencereleri olan avlu duvarı üzerine de talik yazı ile bir kitabe konulmuştur.

Kitabe:
Eday-ı Hakk-ı şükr-i nan-ü nimet eyleyip alem
Duay-ı devlet ü ikbalidir evrad ezkarı
Bisrr-ı ism-i Halid Valide Sultan ile ya Rab
Muhalled eyle ömr ü devlet Şah-ı Cihandarı
Zihi tarih-i Vehbi feyz-i ruh-ı Çar yar ile
İmaret buldu me’va Ebû Ensari
1209 (1794).

Türbe altlı üstlü yuvarlak kemerli, her kenarda birer tane olmak üzere pencerelerle aydınlatılmıştır. Türbenin içerisi bezeme olarak zengin değildir. Ancak kubbe XVIII.-XIX. yüzyıl kalem işleri ile süslenmiştir. İçeriden alt pencereler ile giriş kapısı üzerinde Hattat Mahmud Celaleddin Efendi’nin iki satır halinde yazmış olduğu bir ayet kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır. Türbenin köşelerine de yine aynı hattatın eseri olan Esma-ül Hüsna’dan İsm-i Celâl, İsm-i Nebi ve dört halife ile Hasan Hüseyin’in isimleri yazılmıştır. Türbe içerisindeki sultanın sandukasının etrafı sedef kakmalı bir şebeke ile çevrilmiştir.

Türbe içerisinde beş sanduka bulunmaktadır. Bunlar Mihrişah Valide Sultan, Sultan III. Mustafa’nın Adilşah Sultan’dan doğan kızı olan ve Hotin Muhafızı Esseyyid Ahmed Paşa’nın eşi Hatice Sultan (1822), Sultan III. Mustafa’nın Adilşah Sultan’dan doğan kızı ve Silahtar Mustafa Paşa’nın eşi Beyhan Sultan’a (1824), Sultan III. Selim’in dördüncü kadını Refet Kadın’a (1867) ve Sultan Abdülmecid’in (1839–1861) dördüncü kadını Rahime Sultan’a aittir. Türbenin haziresinde de devrin tanınmış kişilerine ait mezarlar bulunmaktadır.

Türbenin içerisinde bulunduğu avlunun doğu cephesinde türbedar odalarına yer verilmiştir. Bu odaların önünde de sekiz kemerli, kubbeli bir revak kısmı vardır. Bu bölümün başlangıcında ve anıtsal avlu giriş kapısı sonunda kitabesiz bir çeşme bulunmaktadır. Türbenin bir ve ikinci avluları arasındaki bağlantı küçük bir kapı ile sağlanmıştır.


Mirimiran Mehmed Ağa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Cami-i Kebir Caddesi ile Beybaba Sokağı arasında bulunan bu türbe, 1589 yılında yapılmıştır.

Mirimiran Mehmed Ağa, Sultan III. Murad (1574–1595) dönemi devlet adamlarındandır. Sultan II. Selim’in (1566–1574) hizmetinde bulunmuş, Yeniçeri Ağası, Rumeli Beylerbeyi ve 1587’de Vezirliğe getirilmiştir. Sultan III. Murad döneminde, tarihe Beylerbeyi Vakası diye geçen olay Onunla ilgilidir. Değeri düşürülen akçe meselesinin çözümlenmesi için onu görevlendirmiştir. Ancak Yeniçeriler bu düşüşün nedenini Mirimiran Mehmed Ağa’ya bağlayıp padişahtan idamını istemişlerdir. Padişah Yeniçerileri ikna edemeyince de 1589 yılında Mirimiran Mehmed Ağa idam edilmiştir.

Türbe Klasik üslupta on ikigen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri on ikigen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin girişinde kalem işleri ile süslü bir revak bulunmakta olup, bu revak önde dört, yanlarda da iki köşeli sütunla taşınmaktadır. Türbe girişine kitabesi yerleştirilmiştir.

Kitabe:
Mir-i Miran-i Rum çün kim
Dâr-ı dünyâdan eyledi rıhle
Hür-ı gılmân anun enisi olub
İde Mevlâ Makâmını cennet
Didi hâtif du’â târih
Ola ruh-u Mehemmed’e rahmet
997 (1589).

Türbenin cephelerinin her yüzünde pencere bulunmamaktadır. Cephesinde altlı ve üstlü olmak üzere bazıları sağır ve kemerli alternatif dizili pencereler sıralanmıştır. Bunlardan alt pencerelerin yerine pencere şeklinde kornişlere yer verilmiştir. Üst pencereler ise renkli camlarla süslenmiştir. Kubbenin ortasında kalem işi ile on iki dilimli bir rozet ve kubbe eteğine doğru da palmet ile şemse motifleri yerleştirilmiştir.

Türbenin avlusunda Dilek Kuyusu olarak tanınan bir kuyu bulunmaktadır. Türbe içerisinde Mirimiran Mehmed Ağa’dan başka kendisi ile birlikte öldürülen Defterdar Mahmud Efendi’nin (1589) sandukası bulunmaktadır.


Muhammedü’l Ensari Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Ayvansaray, Atik Mustafa Paşa Mahallesi, Eyüp Sultan’a giden Yavedud Caddesi üzerinde bulunan bu türbe İstanbul’un fethinden sonra buradaki bir mezar üzerine yaptırılmıştır. Sultan IV. Mehmed’in (1648–1687) kızı Hatice Sultan tarafından 1711 yılında onarılmış, yanına bir sıbyan mektebi, sebil ve çeşme yapılmıştır. Günümüze gelen türbe Sultan II. Mahmud (1808–1839) tarafından 1835’te yaptırılmıştır.

Muhammedü’l Ensari sahabeden olup, asıl ismi Cabir bin Muhammed’dir. Ebû Eyyüb el-Ensari’nin arkadaşı olduğu söylenir. Arapların İstanbul’u işgalinde kuşatmaya onunla birlikte katılmış ve 668 yılında, kuşatma sırasında ölmüştür. Yaşamı ile ilgili fazla bir bilgi bulunmamaktadır.

Türbe kesme köfeki taşından dikdörtgen planlı olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Cephe görünümü ampir üslubunda, ortada bir kapı, iki yanında da birer pencere bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerinde Sultan II. Mahmud’un Adlî tuğralı ve Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi’nin 1849 tarihli kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
Hazret-i Mahmud Hanı ol müceddid hasletin
Oldu bu yüzden yine kerameti a’yan
Bu mübarek türbenin tevsi’ine gayret edip
Eyledi Şan-ı Sahabi’de riayet bî gûman
Halid İbni Zeyd’e hamrah-ı Gaza olmuş imiş
Bu semâi Hazret-i Peygamber-i ahir zaman
Nur-i Bahşi meşhed oldukça bu zat-ı muhterem
Şah’ın ikbalini efsun ede, Rabb-i Muste’an
Celb-i Kalb-i nâs eder Es’ad bu tarih-i mufid
Yapdı âlâ mevkadü’l-Ensari şah-ı cihan sene 1251 (1835).

Türbede Muhammedü’l El-Ensari’nin sandukası bulunmaktadır. Türbe 1996 yılında restore edilmiştir. İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Ya Vedud Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesinde, Ayvansaray’dan Defterdar’a kadar uzanan Abdülvedud Cami Mahallesi’nde bulunan bu türbe eski Ayvansaray karakolunun yanında bulunuyordu. Çevre yollarının yapımı sırasında yerinden kaldırılarak bugünkü yerine taşınmıştır. Türbenin yanındaki mezarlığın bir kısmı da Kırımi Çeşme Sokağı’na nakledilmiştir.

Ya Vedud Sultan’ın yaşamı ile ilgili bilgiler yeterli değildir. Bazı kaynaklarda, gerçek isminin Abdülvedud olduğu, İstanbul’un fethinden önce Buhara’dan gelerek Bizans İmparatorunun izni ile Ayasofya yakınına yerleştiği belirtilmektedir. İslâm ve fetih ile ilgili kaynaklarda ismine çok sık rastlanmakla beraber Onunla ilgili söylentiler birbirlerinden çok farklıdır. Bazı söylentilere göre, yüce bir veli tarafından İstanbul’un fethine katılması Ondan istenmiş, bunun üzerine müritleri ile birlikte Fatih Sultan Mehmed’in ordusuna girmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in askerleri surlardan içeri girerken surlardan atılan bir gülle ile şehit düşmüştür. Kuşatma boyunca her gün dua etmiş “Allah’ım İstanbul’un İslâm’ın eline geçtiğini bana göster ve o gün benim canımı al” dediğine inanılmıştır. Bir diğer söylentiye göre, fetihten bir süre sonra Ayasofya yakınında yaşamış, sonra da adına yaptırılan Ayvansaray’da yaptırılan mescit ve tekkesine yerleşmiş ve burada ölmüştür. Bunun dışında onlarla farklı bir söylenti daha bulunmaktadır. İstanbul’un fethinden birkaç gün sonra Fatih Sultan Mehmed ilk Cuma namazını burada kıldıktan sonra Ayasofya’yı gezerken bir ışık demetinin yapının kuzeybatı köşesindeki terler direğin bulunduğu yeri aydınlattığını görmüş, oraya yanaşmış, terler direğin önünde nurlar içerisinde yatan bir ihtiyarın cesedi ile karşılaşmıştır. Vücudu kıbleye dönük olan bu cesedin üzerinde kırmızı yazı ile “Ya Vedud” ismi yazılı imiş. Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre Fatih Sultan Mehmed’in çevresindeki bilginler ve din adamları bu cesedi yıkamak isterlerken bir ses duymuşlar; “Merhum magsüldür (yıkanmıştır) gasledilmiştir. Hemen gömünüz”. Bu cesedi tabuta koyarak Şehitler Kapısı denilen yere gömmek istemişler ancak, Ayasofya’dan çıkarken bir garip rüzgâr esmiş, bilinmez bir kuvvet cenazeye katılanları Eminönü iskelesinin olduğu yere getirmiştir. Orada bekleyen ve kimin hazırladığı bilinmeyen, küreği yelkeni olmayan bir tekne bu yolcusunu bekliyormuş. Cenazeye katılanlar tekneye yönelmişler ve tabutu içerisine koyar koymaz küreksiz ve yelkensiz tekne yola koyulmuş, bir süre gittikten sonra da Eyüp yakınında durmuştur. Orada ne zaman kazıldığı bilinmeyen bir mezardan “Ya Vedud, Ya Vedud” sözleri işitilmiştir. Bunun üzerine bütün ulema Ya Vedud’un naşını buraya gömmüşlerdir.

İstanbul Kadısı Hızır Bey de bu olayı kütük ve sicil defterine kaydetmiştir.

Ya Vedud Türbesi’nin ilk yapımı ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Sultan Abdülaziz’in son yıllarında annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından taş bir seddin üzerine bu türbe yaptırılmıştır. Kesme taştan kare planlı, ahşap çatılı türbe yuvarlak kemerli dokuz pencere ile aydınlatılmıştır. Demir kapısı üzerinde onarım kitabesine yer verilmiştir.

Kitabe:
Cennet mekân Sultan Abdülaziz Han Hazretlerinin Ruh-u şerifleri için Valide-i muhteremeleri itmam ve mamur eyledi. 1292 (1875).

Türbenin iki penceresi arasında bir başka kitabe daha bulunmaktadır:

Fatih Sultan Mehmed Han-ı Gazi ile beraber
Teşrif eden Ayasofya Cami-i Şerifinde
Kerameti zuhur eden Eş-Şeyh Abd’ül Vedud.

Türbenin ön cephesindeki pencere üzerinde de; “Merkad-i Münevver-i Hazreti Abd’ül Vedud 1272 (1875)” yazılıdır.

Ya Vedud Türbesi içerisinde dört sanduka bulunmaktadır. Bunlardan ortadaki büyük ahşap sanduka Ya Vedud’a aittir. Sol tarafındaki iki mezarın şahideleri üzerinde de “Rıhlet itdi dar-ı dünyadan şehidet ile o pir” yazısı bulunmaktadır. Bu mezarın Şah Çavuş Mustafa Bin Ali’ye ait olduğu bilinmektedir. Diğer sandukaların kime ait oldukları konusunda bilgi bulunmamaktadır. Türbenin haziresinde Sikkeli Derviş İbrahim Efendi’nin (1782), Suriye Vilayeti Defterdarı Salim Efendi’nin (1896), Dersaadet İstinaf Mahkemesi Azası Nazım Bey’in (1901), Haliç Dersaadet Vapurları Kâtibi İlhac İsmail Hakkı Efendi’nin (1905) mezarları bulunmaktadır.



DEVAMI
İstanbul Türbeleri 3
Mustafa Ağa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisi avlusunda ve Eyüp Sultan Türbesi’nin giriş bölümüne bitişik olan bu türbe XVII. yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır.

Mustafa Ağa Sultan II. Osman (1618–1622) devrinin Darüssaade Ağası’dır. Hakkında fazla bir bilgi bulunmayan Mustafa Ağa 1623 yılında ölmüş ve buraya gömülmüştür.

Klasik Osmanlı mimari üslubunda kare planlı türbe son derece sade olup, içerisinde Mustafa Ağa tek başına gömülüdür.


Nakkaş Hasan Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Zal Mahmut Paşa Caddesi üzerinde, Zal Mahmut Paşa Medresesinin arkasına bulunan bu türbe kesin olmamakla beraber 1623 yılında yaptırılmıştır. Mimarının Dalgıç Ahmed Ağa olduğu söylenmektedir.

Nakkaş Hasan Paşa Osmanlı Sarayında Enderun’dan yetişmiş, Anahtar Oğlanı (1595), Büyük Mirahur (1596), Tülbent Gülamı (1597), Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası, Rumeli Beylerbeyi (1604), Vezir (1605), Sadaret Kaymakamı (1606), yeniden Vezir (1607) olmuştur. Bu devlet görevlerinin yanı sıra Sultan III. Murad (1574–1595), Sultan III. Mehmed (1595–1603) dönemlerinde ünlü nakkaşlar arasına girmiştir. Sultan III. Murad döneminin ünlü nakkaşı Osman Bey’in yanında çalışarak Bölükbaşılığa getirilmiştir. Yirmi ayrı minyatürlü yazma üzerinde çalışan Nakkaş Hasan Paşa’nın ilk minyatürlediği yazma 1582 tarihli Sultan III. Murad Surnamesidir. Minyatürlerinde turuncu, pembe ve yeşilin tonlarını sık sık kullanmıştır. Osmanlı minyatür sanatının önemli sanatçılarından olup, Sultan III. Mehmed döneminde Osmanlı minyatür sanatına yeni bir ekol getirmiştir. Nakkaş Hasan Paşa 1623 yılında ölmüş ve türbesine gömülmüştür.

Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubundaki türbe kare planlı olup, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Köfeki taşından yapılmış olan türbe iki katlı bir yapıdır. Önünde dört sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır. Üç cephesine altlı üstlü pencereler sıralanmıştır. Cadde tarafındaki cephesinde ise alt sıra pencerelerin arasına iki yanı sütunlu, üzeri şadırvan kubbesi gibi örtülü mermer kabartmalı bir çeşme yerleştirilmiştir. Bu çeşme üzerinde de:

Sahib’ül-hayrat merhum
Nakkaş Hasan Paşa ruhuçün Fatiha yazılıdır. Çeşmenin yanındaki duvarda da beş satırlı Mehmed Bey’e ait bir kitabe bulunmaktadır.

Kitabe:
Dûrr-i suln-ı Mustafa Paşa’yı Tevk-i nişan
Kim ânı itmişdi Hakk hemnân-ı Fahr-ül-enbiyâ
Gâh idüb devletde Tuğrayı Hümâyun hidmetin
Gâh olurdu Şıkk-ı Sâni vâridatından atâ
Hidmet-i divânle ömrün geçirdi hâsleti
Âkibet mest itdi ânı sâki bezm-i taksiratı
Mazhar-ı lütf u atâya eyliye rûz ceza
Gûş idince fevtini Dûrri didi tarihini
İde Tevk’i Mehmed Bey harim-i adni câ
1136 (1723).

Türbenin giriş kapısının karşısında bir de avlu kapısı bulunmaktadır. Türbe altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli olup, üzerlerine yuvarlak, sağır kemerler yerleştirilmiştir. Üst sıra pencereler sivri kemerli olup, alçı şebekelidir. Kubbe kasnağında sekiz pencere bulunmaktadır. Türbenin içerisi XVIII. yüzyılın kalem işleri ile bezenmiştir. Ayrıca kubbe içerisinde Çin bulutu motiflerine yer verilmiştir.

Türbe içerisinde altısı mermer, altısı ahşap on iki sanduka bulunmaktadır. Bunlar Nakkaş Hasan Paşa ve Mostarlı Mustafa Paşa’nın oğlu Mehmet Bey’in (1714) sandukaları olup, diğerlerinin kimliği bilinmemektedir. Büyük olasılıkla bunlar Hasan Paşa’nın çocukları ve eşlerine aittir. Türbenin haziresinde de mezarlar bulunmaktadır. Bunların arasında Fas Muhafızı Mehmed Paşa’nın kızı Şehide Ayşe Hanım (1667), Saraylı Rukiye Hanım (1767), Şah Sultan İmamı Osman Efendi’nin eşi Hatice Hanım (1802), Odabaşı İbrahim Ağa (1803), Kul Hafız Mehmed Emin Efendi (1815), Sadrazam Yusuf Paşazade Yusuf Efendi’nin oğlu Edirne Kadısı Osman Efendi (1858) bulunmaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Türbeleri 6
« Yanıtla #12 : 31 Mart 2009, 02:28:50 »
Nişancı Feridun Ahmed Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Mahallesi, Beybaba Sokak’ta bulunan bu türbe Mimar Sinan tarafından 1483 yılında yaptırılmıştır.

Nişancı Feridun Paşa Sultan II. Selim’in (1566–1574) ve Sultan III. Murad (1575–1595) dönemi devlet adamlarından olup, Osmanlı münsirlerinin (nesir yazı yazan kâtip) en iyilerindendir. Baş Defterdar Çivizâde Abdullah Çelebi’nin yanında yetişmiş Diva-ı Hümayun kâtiplerindendir. Sokullu Mehmet Paşa’nın Sır Kâtibi olmuş, ardından Reisülküttap (1570), Nişancı (1573) olmuş ve ardından da Semendirek Sancak Beyliğine atanmıştır. Daha sonra ikinci kez Nişancı olmuş, Mihrimah Sultan’ın kızı, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu Ayşe Hanım Sultan’la evlenmiş 1583 yılında da ölmüştür. Feridun Paşa’nın Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi’nden sonra yazılmış Neshet’ül Ahbar, Miftah-i Cennet isimli kitapları vardır. Ayrıca bugünkü Emirgân’da Feridun Bey Bahçeleri denilen bahçesi vardı.

Nişancı Feridun Paşa Türbesi Klasik Osmanlı mimarisi üslubunda, kesme taştan, dikdörtgen planlıdır. Türbenin üzeri 4.30 m. çapında eksedralı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe yivlerle 24 bölüme ayrılmıştır. Türbe altlı üstlü pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt pencereler mermer söveli olup, mermer şebekeleri 1945 yılında yapılan onarım sırasında kaldırılmıştır. Üst sıra pencereler sivri kemerli ve vitraylıdır. Türbenin önünde iki sütunun taşıdığı bir revak bulunmaktadır. Bunun üzerinde sülüs yazı ile yazılmış kitabe bulunmaktadır.

Kitabe:
Geçti cihandan dar-ı bekaya
Feridun Paşa rûh-i revânı
Nâmı siyavuş mütevellisi
Bevvab Sultan yazdıran anı
Dokuz yüz doksan birinde (1583) tarih
Cennetde kılsun in’âm-ı mekânı
Fâtiha ruhiyçün.

Türbe içerisinde Feridun Paşa ile eşi Ayşe Sultan’ın sandukaları bulunmaktadır.


Pertev Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Küçük Beybaba Sokağı’nda bulunan bu türbe Pertev Paşa’nın 1572’de ölümünden sonra Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır.

Pertev Mehmet Paşa Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) ve Sultan II. Selim (1566–1574) dönemlerinde vezirlik yapmıştır. Osmanlı sarayında Enderun’dan yetişmiş Rikâb-ı Hümayun Ağası, Kapıcıbaşı ve Yeniçeri Ağası görevlerinde bulunmuştur. Nahçıvan seferine katılmış, bundan sonra da Vezirliğe yükselmiştir. Zigetvar seferinde başarılı olmuş, Kıbrıs seferinde Venedik donanmasını engellemek için Serdar tayin edilmiştir. Dalmaçya kıyılarında Venedik’in Lesine, Antivavi, Sopoto ve Ülkan kalelerini ele geçirmiştir. İnebahtı Savaşı’na (1571) katılmıştır. 1572 yılında ölmüştür.

Evliya Çelebi bu türbeden şöyle söz etmektedir: “Koca Sinan kari, nurlu, süslü bir kubbeden ibarettir.”

Pertev Mehmet Paşa’nın türbesi dikdörtgen planlı olup, günümüzde üzeri açıktır. Türbenin üzerini örten altın bezemeli tavanı 1930–1935 yılları arasında yıkılmıştır. Kaynaklardan yıkılan bu tavanın Mimar Sinan’ın yapmış olduğu ahşap eserler arasında en güzellerinden olduğu söylenmektedir. Kesme taştan yapılan türbenin mermer söveleri, mermer ve köfeki taşının alternatifli biçimde sıralanması ile elde edilen oval kemerli bir girişi vardır. Türbenin giriş cephesinde kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
Yapdı evvel türbesini eyledi âhir sefer
Pertev-i nun Hüdâ Paşa-yı Firdevs âşiyân
Küllü şeyy’in hâlikül sırrından aldı çün haber
Terk idüp dünyâ evini cân gibi oldu revân
İş-ü-nüş iden fenâ bezminde kıldı âkıbet
Câm-ı mevti saki devrân elinden nûş-i cân
Ah kim dest-i ecelden kimse hiç kurtulamadı
Ger emir-i tacdar ü ger vezir-i kârmân
Kıldı yevm’ül-erbâada rıhlet-i dâr’ül-beka
Gurrei mâh-ı cumad’el –âhir olmuşdu i’yan
Ruhi-çün Fâtiha okun Nihadi didi okuyub
Didi târih ide Hâkk rahmet ola me’vâ-yı cinân
980 (1572).

Türbenin ön cephesinde altı, arka cephesinde yedi tane köfeki taş söveli klasik demir parmaklıklı penceresi bulunmaktadır. İki yan duvarında ise duvarlara pencere yerine dolap yerleri yapılmıştır. Kıble yönünde de küçük bir mihrap bulunmaktadır.

Türbede Pertev Paşa’dan başka on dört mezar daha bulunmaktadır. Bunlar Pertev Paşa’nın eşi Futuha Hanım, oğulları Mahmud Efendi, Mustafa Efendi, Mehmed Efendi, Ahmed Efendi, kızları Safiye Hanım ve Hatice Hanım’a aittir. Diğer mezarlar paşanın akrabalarına aittir.


Pir Ahmed Edirnevi Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Cezri Kasım Mahallesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan bu türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimarı da belli değildir. Son durumunu 1957 yılında yapılan bir restorasyon sonrasında almıştır. Türbenin üzerine yanlışlıkla ne zaman konulduğu bilinmeyen bir kitabeden ötürü de kaynaklara Tecvid-i Karabaş Ahmed Efendi Türbesi olarak geçmiştir. Oysa Tecvid-i Karabaş Ahmed Efendi’nin mezarı Fatih’te kendi ismini taşıyan caminin avlusunda bulunmaktadır.

Pir Ahmed Edirnevi Efendi, Sultan II. Selim’in (1566–1574) ve Sultan III. Murad’ın (1574–1595) döneminde yaşamıştır. Bayramiye tarikatına mensup olup, Pir Ali Aksarayi’nin (1528) halifelerindendir.1592 yılında ölmüştür. Yazmış olduğu ancak tamamlanamamış bir ilahisi bütün tekkelerde söylenmiştir.

Türbe kare planlı olup, bir sıra kesme taş, üç sıra tuğladan yapılmıştır. Üzeri çapraz tonozla örtülü olup, iki sıra halinde pencereleri vardır. Giriş kapısı yanında ve caddeye bakan duvarda kemersiz iki pencere, bunun üzerinde de sivri kemerli üç penceresi vardır. Bunun dışındaki cephelerde altlı üstlü pencereleri bulunmaktadır. Türbenin giriş kapısı üzerinde sülüs yazı ile yazılmış Hattat Hamid imzalı bir ayet ile yanlışlıkla buraya konulan tecvid müellifi Karabaş Ahmed Efendi’nin mezarı olduğunu belirten kitabe bulunmaktadır.

Türbe içerisinde Pir Ahmed Edirnevi tek başına gömülüdür.


Prens Sabahattin Türbesi (Halil Rıfat Paşa Türbesi) (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesi’nde bulunan bu türbe XIX. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Türbe önceleri Hüsrev Paşa Türbesi’nin türbedar odası olarak tasarlanmış, daha sonra Mahmud Celaleddin Paşa buraya gömülmüştür. Türbe içerisinde sandukalardan birisi paşanın oğlu Prens Sabahattin’e aittir. Bu yüzden de Prens Sabahattin Türbesi olarak tanınmıştır.

Prens Sabahattin, Mahmud Celaleddin Paşa ile Sultan Abdülmecid’in (1839–1861) kızı, Sultan II. Abdülhamid’in (1876–1909) kız kardeşi Seniye Sultan’ın oğludur. II. Meşrutiyet döneminden sonra siyasi ve sosyal görüşleri ile ön plana çıkmıştır. Hanedanın yurt dışına çıkarılmasından sonra İsviçre’de 1948’de ölmüş naşı 1951 yılında İstanbul’a getirilerek türbesine gömülmüştür.

Türbeye bitişik diğer türbe Mahmud Celaleddin Paşa’nın babası Halil Rıfat Bey’e aittir. Her iki türbe de birbirleri ile bağlantılıdır. İki bölüm de kare planlı ve kubbe ile örtülüdür. Cephe görünümü yuvarlak kemerli pencereleri ve bunların kilit taşları ampir üslubunu yansıtmaktadır. Cephe tümüyle mermer kaplıdır. Türbeye giriş cephe duvarlarına göre biraz daha geridedir.


Siyavuş Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Camii Kebir Caddesi üzerinde, Sokullu Mehmet Paşa Türbesi ile medresesinin karşısındadır. Yakınında Mirimiran Mehmet Paşa Türbesi ile aynı avluda Şeyhülislam Üryanizâde Ahmed Esad Efendi’nin türbesi bulunmaktadır. Türbe Siyavuş Paşa’nın sağlığında kendisi tarafından 1582–1584 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Siyavuş Paşa, Sultan III. Murad (1574–1595) dönemi sadrazamlarındandır. Devşirme olarak getirildiği Enderun’dan yetişmiştir. 1567’de Büyük İmrahorluk, 1569’da Yeniçeri Ağası, ardından Rumeli Beylerbeyi ve Kubbe Veziri görevlerine getirilmiştir. Sultan II. Selim’in (1566–1574) kızı Fatma Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur. Sultan III. Murat zamanında 1582’de Sadrazam olmuş bu görevinde iken üç defa azledilmiş ve iki kez daha sadrazamlık makamına getirilmiştir. Siyavuş Paşa 1602 yılında ölmüştür. İstanbul’da yapılmış çeşitli hayır eserleri bulunmaktadır. Üsküdar’da Mimar Sinan’a saray, Tophane’de çeşmeler, hamamlar yaptırmıştır.

Türbe dıştan on altıgen, içten sekizgen planlı, kesme köfeki taşından yapılmıştır. Türbenin kemerlerinde köfeki taşı ile pembe somakiler dönüşümlü olarak kullanılmıştır. Üzeri sekizgene oturtulan kubbe ile örtülüdür. Ön kısmında iki sütuna oturan tek gözlü bir revaka yer verilmiştir. Türbenin on altı yönlü dış cephesinden sekizinde altta ve üstte birer pencereye yer verilmiştir. Pencereli iki cephe arasında kalan bir cephe sağır duvarlıdır. Alt kat pencereleri iç kısımda dolap şeklindedir. Türbenin caddeye yönelik pencerelerden birisi üzerinde, Hızır Paşa tarafından yazılmış bir kitabe vardır.

Kitabe:
Güzin-i Veziran Siyavuş Paşa
Ki cây olmuşdu ana sadr-ı â’la
Olub lûtfı bu mebzul hâsla âma
Senâsın iderlerdi a’la vü edna
İrûb nâgihan ana emr-i İlâhi
İdüb imtisal-eyledi azmi ukba
Urûc eyleyüb rûh-ı pâki alâya
Ana oldu Gülizar-ı Firdevs me’va
Didid intikâline târih Hükmî
Siyavûş Paşa’ya oldu sükna
1011 (1602).

Türbenin içerisi döneminin sıratlı dekorlu çinileri ile kaplanmıştır. Pencere alınlıkları ve bunların üzerinde Ayet’ül Kürsi yazılı bir kuşak çepeçevre türbeyi dolaşmaktadır. Duvarları kaplayan çiniler sıratlı tekniğinde hatayi ve Rumilerden oluşan kandil dekorludur. Bu özelliğinden ötürü de ünik bir eserdir.

Türbe içerisinde iki ahşap sanduka ve dokuz mermer lahit vardır. Ahşap sandukalardan birisi Siyavuş Paşa’ya aittir. Mermer lahitlerin bazıları üzerinde Kelime-i Tevhid yazılıdır. Bu lahitlerin Siyavuş Paşa’nın çocuklarına ait oldukları yazılıdır. Bunlar SAbdülkadir Bey, Ahmed Bey, Süleyman Bey’e aittir.

Siyavuş Paşa Türbesi 1940–1970 yılları arasında belirli aralıklarla restore edilmiştir.


Sokullu Mehmet Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Cami-i Kebir Caddesi üzerinde Sokullu Mehmet Paşa’nın medrese, dar’ül kurra, türbe ve çeşmeden oluşan külliyesi bulunmaktadır. Külliyenin camisinin olmamasının nedeni, hemen yakınında bulunan Eyüp Sultan Camisi’nin olmasıdır. Bu külliye Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1568–1569 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırılmış, 1961–1962 yıllarında onarılmıştır. Külliyenin medresesi günümüzde Eyüp Sağlık Merkezi, dar’ül Kurası da Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Sokullu Mehmet Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566), Sultan II. Selim (1566–1574), Sultan III. Murad (1574–1595) dönemi sadrazamıdır. Bosna’nın Sokoloviç kasabasında doğmuş, 15 yaşında Osmanlı ordusuna devşirme olarak girmiş, Edirne Sarayı’nda eğitilmiştir. Ardından Topkapı Sarayı’na Enderun’a gönderilmiş, oradan Kapıcıbaşılık görevi ile çıkmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa’nın 1546 yılında ölümü üzerine Kaptan-ı Deryalık ve Rumeli Valiliği görevine getirilmiştir. Tameşvar Kalesinin ele geçirilişindeki başarısından ötürü Vezir olmuştur. Sultan II. Selim’in kızı İsmihan Sultan ile evlenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde Sadrazam olmuş, Onun ölümünden sonra da Sultan II. Selim ve Sultan III. Murad zamanında da sadrazamlık görevini sürdürmüştür. İran seferine katılmış, Zigetvar Kalesinin fethi, Bosna ve Yemen isyanlarının bastırılması, Tunus’un ve Kıbrıs’ın fethi Onun zamanında olmuştur. Süveyş Kanalını ilk defa açmak istemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun donanması ile Akdeniz’de hâkim olmasını sağlamıştır. Sokullu Mehmet Paşa 12 Ekim 1579’da görevi başında şehit olmuştur.

Türbe iki yüzü sokağa yönelik, medresenin dershanesi ile aynı eksen üzerindedir. Dershane ile aynı saçakla birbirlerine bağlanmıştır. Sekizgen gövdeli türbenin duvarları köfeki taşındandır. İç kısmında sekizgenin köşelerine sekiz yuvarlak niş yerleştirilmiştir. Bu nişlerin arasına yedi pencere ve bir de kapı açılarak sekizgen prizmalı gövde on altıgene çevrilmiştir. Üzerini örten kubbe doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuştur. Bundan ötürü de dış görünümünde duvarların profil saçaklarının bittiği yerde kubbe eteği başlamıştır. Türbenin sol yönünde medrese ile müşterek avlu kapısı bulunmaktadır. Bu kapı üzerinde üç satır halinde kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
Şah Selim’e Vezir-i â’zam olan
Yâ’ni hem-nâm-ı mefhar-ı dü-cihân
Eyleyüb hâkır-ı şerife hutûr
Ayet-i Küll-ü men aleyha fan
Kıldı bünyâd o Hazret-i Paşa
Bir makâm-ı şerif-i âli-şân
Merkad-i pâki oldu evlâdın
Hur u gılmâna ravza-i Rıdvân
Didi bu dâr-ı cennet âsâya
İki târih idüb Nihâdi hemân
Bes makâm-ı latif cây-ı şerif
Türbei pâk-ı dâr-ı ehl-cinân
976 (1568).

Türbe kapısı iki kanatlı ve kündekâri tekniğinde ahşap geçmeli olup, oval kemerli bir niş içerisinde yer almaktadır. Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Alt sırada dikdörtgen mermer söveli yedi pencere, üst sırada da alçı şebekeli pencereler bulunmaktadır.

Türbenin içerisinde çini yazı ile bir ayet kuşağı tüm kubbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Burada lacivert zemin üzerine beyaz sülüs yazı ile Ayet’el Kürsi yazılıdır. Kubbe koyu kiremit kırmızısı zemin üzerine beyaz renkte rozet, palmet, rumi ve çiçek motiflerinden meydana gelen kalem işleri ile bezenmiştir.

Türbe içerisinde Sokullu Mehmet Paşa’nın ahşap sandukası bulunmaktadır. Diğerlerine göre daha büyük ölçüdeki bu sandukadan başka beş ahşap sanduka daha bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisinde on tane mermer lahit daha bulunmaktadır. Türbede Sokullu Mehmet Paşa’dan başka Sokullu Hasan Paşa (1604), Sokulluzade İbrahim Paşa (1621), Sokulluzade Mustafa Bey, Sokullu Mehmet Paşa’nın kızı Safiye Hanım Sultan (1562), Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Sultanzade Pir Mehmet Bey, Ali Bey (1567), Mehmet Bey Şehidin (1571), Sultanzade Ahmet Bey (1566), İbrahim Hanzadeoğlu Defter Emini Mehmet Bey (1666), Mehmet Bey’in oğlu Ali Bey (1715), Ali Bey’in oğlu Bahir İsmail Bey, Bahir İsmail Bey’in oğlu Ahmet Bey, Kasım Paşa’nın kızı Ayni Hatun gömülüdür.

Türbenin duvarının yanındaki çeşme 1568–1569 yılında yapılmıştır. Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, günümüzde ziyarete açıktır.


Şah Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Defterdar Caddesi üzerinde bulunan Şah Sultan Türbesini, Şah Sultan sağlığında, sıbyan mektebi ve sebilden oluşan yapı topluluğu içerisinde 1800 yılında Mimar İbrahim Kâmil Ağa’ya yaptırmıştır.

Şah Sultan, Sultan III. Mustafa’nın (1557–1574) Mihrişah Sultan’dan doğan kızıdır. Sultan III. Selim’in de (1789–1807) kardeşidir. Şah Sultan 3 yaşında, Vezir Bahir Köse Mustafa Paşa ile 1764 yılında nişanlanmıştır. Bahir Köse Mustafa Paşa’nın 1765 yılında azledilerek idam edilmesinden sonra Şah Sultan ikinci kez, Nişancı Mehmet Paşa ile 1768 yılında sadrazam olması ile nişanlanmıştır. Nişancı Mehmet Paşa’nın 1769 yılında öldürülmesinden sonra bu kez amcası Sultan I. Abdülhamit (1774–1789) tarafından Nişancı Seyit Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir. Şah Sultan 42 yaşında 1802 yılında ölmüş ve yaptırmış olduğu türbesine gömülmüştür.

Şah Sultan’ın Yeşildirek’te çeşmesi (1792), Eyüp’te Zal Mahmut Paşa Türbesi yanında da yapı topluluğu bulunmaktadır.

Türbe içten daire planlı, dıştan kare planlı bir yapı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Türbenin dış görünümünde köşelere yerleştirilen dört ağır paye ve bunların üzerindeki kuleler yapıya dıştan da kare plan görüntüsü vermiştir. Barok ve ampir üslubundaki türbenin üst pencerelerinde alt ve üstü yarım yuvarlak kemerler ve köşe kulecikleri de başlıca özelliğidir. Kubbe kasnağında bulunan profilli askı kemerlerinin ise taşıyıcı bir fonksiyonu bulunmamaktadır.

Türbenin girişinde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır. Bu revak ortada kubbe, iki yanda da ayna tonozlarla örtülmüştür. Türbenin avlu kapısında iki sıra halinde Mustafa İzzet Efendi’nin 1800 tarihli kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
Cevher-i ser-tâc-ı iffet zib ü ferr saltanat
Reymak İsmet-sarây devlet-i din-i mübin
Şah Selim saltanat-ı pirâyenin hemşiresi
Şah Sultan bint-i merhum Mustafa Han-ı Güzin
Mihrişâh Kadın ki odur mader-i pür şefkati
İsmeti nûr ile bulmuştu ziyâ rûz-ı zemin
Ânı Sultan Mustafa İkinci Kadın eyleyüb
Devletinde görmüş idi rağbeti ol Nâzenin
Çıkdı elden Hümâ uçdı firaz-ı serâr âh
Girdi hayfa halk-ı âlem matem oldu hazin
Kıldı efrat riâyet işte Hak madere
Yapdı âli türbe-i kabri enverde müstahkem metin
Yapdı hem bir mekteb-i rânâ cıvar-ı türbede
Halkı hüsn-ü âlem arası ider hayret karin
Şâd ider merhûmenin rûhun çüsavt bülbülün
Da’im etfâl okudukça anda Kur’an-ı mübin
Gel du’ai hayre âğaz it gönül ihlas ile
Hayr olan da’vâtı redd etmez mucib’üs-sa’in
Mihrişaâh Kadın riyâzı cenneti idüb mekkar
Cilvegâhı ola Yâ-Râb Gülşen-i huld-ı berin
Yazdı İhyâ hâme mûciz-ı beyân bir beyt kim
Mündericdir ânda garâ iki târih-i Güzin
Şâh Sultan yaptı zibâ türbei vâlâyı nev-1215
Mihrişâh Kadın’a adn ola bu mevâyı berin
1215 (1800).

Türbenin iki kat pencereleri arasında iki korniş ile katlar belirlenmiştir. Buradaki pencerelerin alt ve üst kemerleri birbirlerinden çok farklı bir görünümdedir. Üst pencereler oldukça derin bir niş içerisindedir. Bunların üzerlerine basık kemerli bir alınlık ile kornişler yerleştirilmiştir. Ayrıca üst pencereler birbirlerinden oldukça geniş silmelerle ayrılmış ve vitraylı camlarla da bezenmiştir. Alt kat pencereleri ise düz başlıklı, oldukça ince duvar payeleri ile birbirlerinden ayrılmıştır. Bu pencerelerin basık kemerli alınlıkları bulunmaktadır.

Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Alt ve üst pencereler arasına Hattat Mustafa Rakım’ın ağabeyi Hattat İsmail Zühtü Efendi’nin 1806 tarihli imzalı bir ayet kuşağı çepeçevre dolanmaktadır.

Türbede Şah Sultan, Şah Sultan’ın annesi Mihrişah Sultan ve Şah Sultan’ın eşi Mustafa Paşa’nın (1812) sandukaları bulunmaktadır.


Üryanizade Ahmet Esat Efendi Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Mahallesi Cami-i Kebir Caddesi’nde bulunan bu türbe Sultan II. Abdülhamid (1876–1909) tarafından İtalyan Mimar G.Fosatti’ye yaptırılmıştır.

Ahmet Esat Efendi Sultan II. Abdülhamid devri Osmanlı ulemasından olup, Reisülkurra Hoca Abdullah Efendi, Emizade Abdülkadir Bey ve İsmail Efendi’den ders almıştır. Eyüp, Üsküdar, Edirne ve Medine kadılıklarında bulunmuş, Harem-i Şerif’in onarımı ile görevlendirilmiştir. Bundan sonra Kadı Asker Müsteşarlığı yapmış, 1866-1867’de İstanbul Kadısı, 1870-1871’de Anadolu Kadı Askeri olmuş, aynı yıl İntibahı Hükkân Reisi olmuştur. Rumeli Kadı Askeri iken istifa etmiş, 1876’da da Şeyhülislam olmuştur. Bu görevini sürdürürken 1889’da ölmüştür. Kuzguncuk’ta kendi ismini taşıyan bir camisi bulunmaktadır.

Ampir üslubundaki türbe kare planlı, tek kubbeli bir yapı olup, üzerinde kitabesi bulunmamaktadır. Türbe içerisinde eşi ve oğlu Mehmed Halit Efendi’ye ait üç sanduka bulunmaktadır.


Zal Mahmut Paşa-Şah Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul ili Eyüp ilçesi, Feshane Caddesi’nde Zal Mahmut Paşa Camisi’nin avlusunda ve medresenin karşısında bulunan bu türbe cami ile birlikte 1577’de yapılmıştır.

Zal Mahmut Paşa Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) ve Sultan II. Selim (1566–1574) dönemi vezirlerindendir. Bosna’da dünyaya gelmiş, Enderun’da yetişmiş, çeşitli devlet görevlerinde bulunduktan sonra 1553 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a yaptığı hizmetlerden ötürü “Zal” (pehlivan) unvanını almıştır. 1564’de Anadolu Beylerbeyi, 1567’de Vezir olmuştur. Bu sırada Sultan II. Selim’in kızı Şah Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur. Zal Mahmut Paşa ile eşi Şah Sultan 1580 yılında hastalanmış, aynı gün ve aynı saatte ölmüşlerdir.

Türbe Mimar Sinan tarafından Zal Mahmut Paşa Külliyesi ile birlikte yapılmıştır. Klasik Osmanlı üslubundaki türbe kesme köfeki taşındandır. Dıştan sekizgen, içten kare planlı olup, üzeri 5.10 m. çapında bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlarında iki sıra pencerelere yer verilmiştir. Bu pencerelerden alt sıradakiler birer kenar atlayarak açılmıştır. İkinci sıra pencereler cephenin her yüzünde olup, sivri kemerlidir. Türbenin girişinde dört sütunun taşıdığı, üzeri çatı ile örtülü sundurmalı bir revak bulunmaktadır.

Türbenin içerisinde kubbe göbeği, eteği ve pandantifler, ayna tonozları döneminin kalem işleri ile bezenmiştir.

Türbede Zal Mahmut Paşa, eşi Şah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir kişiye ait mezar bulunmaktadır. Türbe İstanbul Vakıflar Baş Müdürlüğü tarafından 1960 yılında onarılmıştır.


Abdülgani Efendi Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Bostan İskelesi’nde, Eyüp Sultan Camisi’nin köşesinde bulunan bu türbe, kitabesinden öğrenildiğine göre 1705 yılında yapılmıştır.

Abdülgani Efendi Eyüp Camisi baş müezzini ve Ta’rif-Han’i (cami ve tekkelerde namazdan önce Peygamber başta olmak üzere İslam büyüklerinin açıklamalarını yapan kişi) idi.

Türbe açık türbe şeklinde olup, duvarları köfeki taşından örülmüştür. Demir parmaklıklı, dikdörtgen söveli pencereleri olan bu duvarların içerisinde Abdülgani Efendi’nin, Abdülbaki Arif Efendi’nin, Şeyhülharem İşkodralı Mustafa Paşa’nın annesi Fatma Dilber Hanım’ın ve Hasan Hakkı Paşa’nın mezarları bulunmaktadır.


Ayas Paşa Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisi’nin iç avlusunun Bostan İskelesi’ne açılan kapısının solunda, Beybaba Sokağı’nda bulunan bu türbe XVI. yüzyılın ilkyarısında yapılmıştır.

Ayas Paşa Enderun’dan yetişmiş, saraydan Serdengeçti Ağalığı ile çıkarak Çaldıran Seferi’ne (1514) katılmış, Anadolu Beylerbeyi ve Rumeli Beylerbeyi olmuştur. Ölümüne kadar Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptığı bütün seferlere katılmıştır. 1536 yılında Sadrazam olmuş ve ölümüne kadar da bu görevde kalmıştır.

Mimar Sinan eseri olan türbe dört mermer sütun üzerine oturtulmuş, tek kubbeli köfeki taşından bir yapıdır. Üzerini örten kubbe tromplu olup, sekizgen bir kasnağı vardır. Türbe içerisinde mermer lahdinin baş tarafına sülüs yazı ile kitabesi yazılmıştır.

Kitabe:
İntekale min dar’il-fendi
İla dar’il-bekâi
El-merhum el-mağfur
Es-sa’it’üş-şehit.


Hançerli Sultan Türbesi (Eyüp)

İstanbul Eyüp ilçesi, Eyüp Sultan Camisi’nin Bostan İskelesi Sokağı’na açılan avlu kapısının sağında bulunan bu türbe 1553 yılında yaptırılmıştır.

Hançerli Fatma Sultan, Sultan II. Beyazıt’ın (1481–1512) oğlu Şehzade Mahmud’un kızı, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğlu Mehmet Bey’in de eşidir. Hançerli Sultan’ın 1553 tarihli vakfiyesinden öğrenildiğine göre İstanbul ve Bursa’da vakıf eserleri olduğu öğrenilmektedir.

Türbe dört mermer sütunun taşıdığı tuğladan kubbeli bir yapıdır. Açık türbe şeklindeki bu türbenin sütunlarının arasına demir şebekeler yerleştirilmiştir. Sokak yönündeki mermer kapısı üzerine de kitabesi yerleştirilmiştir. Bu kitabenin bazı harfleri silinmiştir.

Kitabe:
Vezir-i Azam’ın yetimi dehli
Mehmet ibn-i İbrahim

Şeyh Yahya Efendi Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesinde, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi ile Yahya Efendi Sokağı’nın kesiştiği noktada bulunan Şeyh Yahya Efendi Türbesi, ölümünden sonra Yavuz Sultan Selim (1512–1520) tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Şeyh Yahya Efendi Trabzon’da 1495 yılında doğmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ın babası Yavuz Sultan Selim Trabzon’da vali olarak bulunduğu sırada dünyaya geldiğinden Yahya Efendi’nin annesinden süt emmiş ve Onunla sütkardeşi olmuştur. Bu nedenle de Kanuni Sultan Süleyman kendisine daima sütkardeşi olduğundan “Ağabey” diye hitap etmiştir.

Şeyh Yahya Efendi ilköğrenimini Trabzon’da devrin velilerinden Müftü Ali Çelebi’den almış, daha sonra İstanbul’a gelerek Zenbilli Ali Efendi’den ders almıştır. Cambaziye Medresesi’nde müderrislik yaptıktan sonra inzivaya çekilmiş, Beşiktaş’ta satın aldığı bugünkü türbe ve mezarlığının bulunduğu yerde kendisine bir ev, yanına bir mescit, küçük bir medrese, hamam ve çeşme yaptırmıştır. Şeyh Yahya Efendi Türbesi çok ziyaret edilen bir yer olmuş, denizcilerin, seferden döndükten sonra türbeyi ziyaretleri adet haline gelmiştir.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir bakıma bu iki padişahın danıştığı bir kişi olmuştur. Tasavvufi şiirlerinden oluşan bir divanı vardır. Ayrıca Şeyh Yahya Efendi’nin menkıbeleri ile ilgili birçok kerameti bulunmaktadır.

Türbe kare planlı, ahşap bir yapıdır. Türbenin ahşap bir koridora açılan kapısı doğu yönünde olup, bunun her iki yanında iki katlı birer pencere vardır. Türbenin tüm duvarlarında da ikişer pencere bulunmaktadır. Bunlardan doğu ve batı duvarındaki kapı ve pencereler yapıldığı dönemin üslubuna uyarak klasik özellik taşımaktadır. Diğer pencereler zamanla yapılan onarımlar sonucunda özelliğinden uzaklaşmıştır.

Türbenin üzeri basık bağdadi bir kubbe ile örtülüdür ve bu kubbe ahşap bir çatının altına gizlenmiştir. Ancak Pertevniyal Valide Sultan tarafından yapılan onarım sırasında bu kubbe yenilenmiştir. Bunun yanı sıra türbe Sultan II. Mahmut (1808–1839), Sultan II. Abdülhamid (1876–1909) tarafından da onarılmıştır. Türbenin içerisi devrine uygun kalem işleri ile bezelidir.

Türbe içerisinde on bir sanduka bulunmakta olup, bunların çevresi sedef kakmalı korkuluklar içerisine alınmıştır. Burada Şeyh Yahya Efendi’nin yanı sıra, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Raziye Sultan, oğlu İbrahim Efendi, annesi Afife Hatun, Sultan II. Abdülhamid’in kızı Hatice Sultan ve oğlu Bedreddin Efendi, Şeyh Mehmet Nuri Şemseddin Efendi, Şeyh Hasan Efendi, Şeyh Yahya Efendi’inin küçük oğlu Şeyh Ali Efendi, Derviş Ali, Yahya Efendi’nin eşi Şerife Hatun’un sandukaları bulunmaktadır. Ayrıca türbe girişinde ve dışarısında Şeyh Yahya Efendi’nin torunlarına, saray ve haneden mensuplarına, devrin önde gelen kişilerine, türbedarlara ve müritlere ait mezarlar bulunmaktadır.

Günümüzde türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Güzelce Ali Paşa Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi ile Yahya Efendi Sokağı’nın kesiştiği noktada bulunan Güzelce Ali Paşa Türbesi 1620–1621 yıllarında yapılmıştır.

Güzelce Ali Paşa XVII. yüzyıl devlet adamlarından olup, Sultan II. Osman (Genç Osman) (1618–1622) dönemi sadrazamıdır. İstanköy’de 1575 yılında doğmuş, gençlik yılları denizlerde geçmiş, 1597-1602’ye kadar Dimyat Beylerbeyi ve 1602’de de Yemen Beylerbeyi olmuştur. Bundan sonra Tunus, Mora ve Kıbrıs Beylerbeyliği görevlerinde bulunmuş, önce Kubbe Veziri, 1617’de de Kaptan-ı Derya olmuştur. Sultan I. Mustafa’nın (1622–1623) padişah olması üzerine bu görevden alınmış ve yerine Kara Davut Paşa getirilmiştir. Davut Paşa 40 gün sonra azledilince de Ali Paşa ikinci kez Kaptan-ı Derya olmuştur. Sultan II. Osman döneminde üç kez deniz seferine çıkmış ve 1619 yılında Sadrazam olmuştur. Sadrazamlığı sırasında devlet adamlarının, tüccarların ve varlıklı kişilerin mallarına el koyarak hazineye gelir sağlamıştır. Sultan II. Osman’ı Lehistan seferine teşvik etmiştir.

Ali Paşa 1620 yılında ölmüştür. Güzel yüzlü oluşundan da Güzelce Ali Paşa olarak tanınmaktadır. Sağlığında Sakız Adası ve Yeniköy’de bir cami yaptırmıştır. Yeniköy’deki cami paşanın ölümünden sonra yanmış ve yeniden yapılmıştır. Ayrıca Kasımpaşa’da da bir çeşmesi bulunmaktadır.

Güzelce Ali Paşa Türbesi Yahya Efendi Dergâhının yanında olup, türbeye buradaki cami içerisinden girilmektedir. Türbe kare planlı kâgir olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Duvarları sıra halinde taş tuğla dizileri ile örülmüştür. Ön cephesi denize yönelik olan türbenin yalnızca bir cephesinde iki sıra halinde pencereleri vardır. Türbe son derece sade olup, içerisinde bezeme bulunmamaktadır.

Türbe içerisinde Güzelce Ali Paşa’nın yanı sıra Damat İbrahim Paşa’nın oğlu, Genç Mehmet Paşa’nın oğlu İbrahim Bey’in (1818), Güzelce Ali Paşa’nın oğlu Mehmet Bey’in oğlu Hüseyin Bey ve Ali Paşa’nın akrabası olup, kimlikleri bilinmeyen üç mezar daha bulunmaktadır.

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Şehzadeler ve Kadınlar Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Çırağan Sarayı karşısında, Çırağan Caddesi, Yahya Efendi Sokağı’nda, Yahya Efendi Külliyesinin haziresinde bulunan bu türbe Sultan II. Abdülhamid (1876–1909) tarafından yaptırılmıştır.

Türbe yanındaki bekçi evi ile birlikte yapılmıştır. Son dönem kâgir cepheli sivil mimari örneklerine benzeyen bu türbenin üç cephesinde üçer pencere bulunmaktadır. Türbe içerisinde kalem işi ve bezeme bulunmamaktadır. İçerisindeki levhalar çalınmasını önlemek amacı ile İstanbul Türbeler Müdürlüğü’ne taşınmıştır.

Türbede Osmanlı hanedanına mensup 16 kişi gömülüdür. Bunlar Sultan Abdülmecid’in (1839–1861) eşi Şayeste Kadın Efendi, Sultan V. Murad’ın (1876) oğlu Selahaddin Efendi (1914) ve Sultan Abdülmecid’in eşi Bidar Kadın Efendi (1916), Sultan II. Abdülhamid’in eşi Emsalinur Kadın Efendi (1950), Sultan V. Murad’ın kızı Fatma Sultan’ın oğlu Sultanzade Murad Bey (1911), Sultan II. Abdülhamid’in kızı Samiye Sultan (1909), Ahmet Nazmi Efendi’nin kızı Aliye Namiye Sultan (1913), Sultan III. Abdülhamid’in üçüncü eşi Mezide Kadın Efendi (1908), Sultan II. Abdülhamid’in torunu Osman Hayri Bey (1911), Sultan Abdülmecid’in eşi Serfiraz Kadın Efendi (1905), Sultan II. Abdülhamid’in üçüncü kadını, Naile Sultan’ın annesi Dilpesend Kadın Efendi (1901), Sultan Abdülmecid’in oğlu Ahmet Kemaleddin Efendi (1905), Sultan Abdülmecid’in oğlu Süleyman Efendi (1909), Naile Sultan (Osmanoğlu) (1957), Hatice Sultan (1898), Naciye Sultan (1957) gömülüdür.

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.





Şeyh Zafir Türbesi (Beşiktaş)

İstanbul Beşiktaş ilçesi, Yıldız Mahallesi, Balbaros Bulvarı’nın yanı başında, Yıldız Caddesi’nde bulunan Şeyh Zafir Türbesi, Ertuğrul Dergâhı’nın bir bölümünü oluşturmaktadır. Yapı topluluğunu Sultan II. Abdülhamid (1876–1909) Şazeli Tarikatının önde gelen şeyhlerinden Şeyh Hamza Zafir Efendi adına 1887 yılında yaptırmıştır.

Mimar Raimando D’aronco’nun XIX. yüzyılda İstanbul mimarisine getirmiş olduğu Art-Nouveau üslubunda bir yapı olan türbe, kütüphane ve çeşme ile aynı üslupta tasarlanmış olup, kesme taştan yapılmıştır. Kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü türbenin farklı bir görünümü vardır. Cephede ince uzun bir niş içerisinde pencere ve bunun iki yanında da kare söveli birer pencereye yer verilmiştir. Bütün bunlar dışarıya taşkın yuvarlak bir saçak içerisine alınmıştır.

Yakın tarihlerde, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından dergâh ile birlikte restore edilmiştir.


Kılıç Ali Paşa Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul Beyoğlu ilçesi, Tophane Meydanı’nda XVI. yüzyılın ünlü denizcilerinden Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın yaptırmış olduğu cami, medrese, hamam ve türbeden meydana gelen külliyesi Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Bu yapı Mimar Sinan’ın mimarlık yaşamının son eserlerinden biri olup, camisinde Ayasofya’nın planı küçük ölçüde uygulanmıştır.

Kılıç Ali Paşa, Anadolu’da 1496’da dünyaya gelmiş bir Türk denizcisi olup, Uluç Ali Reis ismi ile de tanınmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa ve Turgut Reis’ten deniz savaşları konusunda bilgilenmiş bir süre Cezayir Beylerbeyi görevinde bulunmuştur. Avrupa devletlerinin Akdeniz’de Osmanlı egemenliğine son vermek için kurdukları Haçlı donanması Çeşme ve İnebahtı önlerinde Osmanlı donanmasını yakmışlardır. Osmanlı deniz filosunun komutanı Kılıç Ali Paşa idi. Bu savaşta Kılıç Ali Paşa birçok yabancı donanmaya ait gemileri batırmış ve kendi filosunu kurtarmıştır. Osmanlıların ünlü kaptanlarından Müezzinzade Ali Paşa başta olmak üzere Osmanlı donanması birçok ünlü kaptanını da bu savaşta yitirmişti. Kılıç Ali Paşa’nın İstanbul’a dönüşünde Sultan II. Selim (1566–1574) tarafından Kaptan-ı Deryalığa getirilmiş ve Uluç lakabını da Kılıç’a çevirmiştir. Bu yenilgiden sonra Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile birlikte Osmanlı donanmasını eskisinden daha güçlü bir şekilde kurmuş ve Osmanlı donanması yeniden Akdeniz’e hâkim olmuştur. Kılıç Ali Paşa 21 Haziran 1587’de ölünceye kadar donanmanın başında kalmıştır.

Kılıç Ali Paşa’nın türbesi Mimar Sinan’ın farklı bir mekân anlayışı içerisinde yapılmıştır. Kesme taştan sekizgen planlı türbenin üzeri iç içe çifte kubbe ile örtülmüştür. Türbe girişi derin bir niş içerisindedir. Türbenin içerisinde yer alan iki sütun ve girişteki masif duvarlar arasındaki kemerler kubbeyi desteklemektedir. Altlı üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılan türbe bezeme yönünden çok zengin değildir. Yalnızca alt kat pencerelerinin alınlıklarında mavi zemin üzerine beyaz harflerle Ayet’el Kürsi frizi yazılmıştır. Kubbenin ortasındaki yazı madalyonu ve bunun çevresinde de mavi zemin üzerine beyaz renkte palmet ve Rumili bezemeler görülmektedir. Türbenin 1979 yılında yapılan onarımı sırasında bu kalem işleri yenilenmiştir.

Türbe içerisinde Kılıç Ali Paşa ile Uluç Hasan Paşa’nın sandukaları bulunmaktadır. Türbe, günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açık değildir.


Piyale Paşa Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Kasımpaşa Kaptan Mahallesi, Piyale Baruthane Caddesi, Zincirlikuyu Baruthane Caddesi ve Sel Sokağı arasında bulunan bu türbe 1575 yılında, Piyale Paşa tarafından Mimar Sinan’a 1577 yılında, ölümünden önce yaptırılmıştır.

Piyale Paşa Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520–1566) on dört yıl Kaptan-ı Deryalık yapmış ve birçok deniz savaşı kazanmıştır. Piyale Paşa’nın aslen Hırvat olduğu söylenmektedir. Müslüman olduktan sonra Abdurrahman ismini almış, Osmanlı sarayında Enderun’da yetiştikten sonra Kapıcıbaşı olmuştur. 1553–1567 yıllarında aralıksız 14 yıl Kaptan-ı Deryalık görevini sürdürmüştür. Bu dönemde Sakız ve Cebre adalarını ele geçirmiş İspanya, Fransa ve İtalya kıyılarındaki irili ufaklı 67 adayı Osmanlı topraklarına katmıştır. İspanya Kralı II. Philip’in donanmasını bozguna uğratarak kumandanını esir almıştır. Sultan II. Selim’in (1566–1574) kızı Gevherhan Sultan ile evlenmiş, saraya damat olmuştur. Bundan sonra üçüncü ve ikinci vezirliğe getirilmiş ve 1577 yılında ölmüştür.

Kasımpaşa’da cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, sebil, hamam, çarşıdan oluşan bir külliye yaptırmış, türbesini de onlara eklemiştir.

Türbe, düzgün köfeki kesme taştan sekizgen planlı olup, üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür. Klasik Osmanlı mimari üslubunda, oldukça sade bir yapı olan bu türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer penceresi vardır. Önündeki ahşap çatılı revak kısmı XVIII. yüzyılda yıkılmış, daha sonra buraya barok üslupta akantus başlıklı sütunların taşıdığı yeni bir revak yapılmıştır. Bu revak da günümüze gelememiştir.

Türbe içerisinde Piyale Paşa, oğulları ve kızlarına ait üçü ahşap onu mermer olmak üzere toplam on üç sanduka bulunmaktadır. Buradaki mermer lahitler kabartmalarla ve kalem işleri ile süslüdür. Ancak bu bezemeler 1990 yılında yapılan restorasyon sırasında bozulmuş ve özelliğini kaybetmiştir.

Günümüzde türbe, İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Lohusa Sultan (Rahime Kadın) Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Şişhane’den Unkapanı Köprüsü’ne ve Kasımpaşa’ya giden yolun üzerinde bulunan bu türbe 1647 yılında İstanbul’da ölümünden sonra mezarında doğum yapan bir kadına aittir. Mezarda doğan ve Meyidzade unvanını alan oğlu Osmanlı döneminde önemli bir devlet adamı olmuştur.

Lohusa Hatun’un yaşamı ile ilgili halk arasında söylenegelen birçok rivayet bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre; İstanbul’un büyük camilerinden birinde yüzünün ve sesinin güzelliği ile tanınan bir hoca varmış. Bu hoca kendisine hayran olan kızlarla ilgilenmez camideki görevi dışında başka hiçbir şey ile ilgilenmezmiş. Günlerden bir gün hoca dünyaya küsmüş, yüzü solmaya, sesi kaybolmaya başlamış. Annesi oğlunun bu sıkıntısının ne olduğunu anlamak için hocaya ısrarlarda bulunmaya başlamış. Sonunda hoca dayanamayarak padişahın kızını sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemiş. Annesi de padişahın fakir bir aileye kız vermeyeceğini söylemiş. Ancak hoca kızın gönlünün de kendisinde olduğunu, verdiği vaazlar sırasında görüp tanıdığını söylemiş. Annenin yüreği dayanamamış ve padişahtan kızını istemek üzere saraya gitmiş. Padişahın huzuruna çıkmış ve ezile büzüle kızını istemiş. Padişah hiddetlenmiş ve “Koskoca padişah kızını sen ne cüretle oğluna istersin” demiş. Ancak bir taraftan da kızının yemek içmekten kesilmesinin, sararıp solmasının nedenini öğrenmiş. Hocanın annesi padişahın ayaklarına kapanıp yalvarmış, bunun üzerine padişah da dokuz katır yükü altın getirirse kızını vereceğini söylemiş.

Hocanın annesi eve dönmüş, olanları oğluna anlatmış ve bu sevdadan vazgeçmesini söylemiş. Bunun üzerine hoca eline kazma ve küreği alarak bahçeye çıkmış, başlamış kazmaya. Kazdığı yerden çıkan toprakları çuvallara doldurup ağızlarını bağlamış, sonra da annesini yanına alarak çuvallarla padişahın huzuruna çıkmış. Hoca padişahın huzurunda çuvalları açmış ve çuvalların içerisinden altınlar dökülmüş. Padişah sözünden dönmemiş; “Kızımı sana vereceğim ama sen bana evlat acısı tattırdın. Allah da sana evlat vermesin” diyerek dua etmiş. Bundan sonra hoca ile padişahın kızı evlenmiş ancak, çocukları olmamış.

Günlerden bir gün hoca Hacca eşi ile birlikte gitmeye karar vermiş, Medine’ye vardığında eşi hastalanmış ve doktorlardan hamile olduğunu öğrenmiş. Hoca ve Sultan doktorların tavsiye etmemesine rağmen İstanbul’a dönmek için yola çıkmışlar. Sultan yolda iyice fenalaşmış ve İstanbul’a geldiklerinde bugünkü türbenin bulunduğu yerde 1647 yılında ölmüş. Hoca sultanın ölümüne çok üzülmüş ve mezarı üzerine bir türbe yaptırmış, türbeyi her gün ziyaret etmiş. Sultanın ölümünden dört beş ay sonra mezardan bir bebek sesi geldiği duyulmuş. Bunun üzerine mezar açılmış ve bir erkek çocuğunun sultanın memesini emdiğini görmüşler. Bunun üzerine sultanın evliya olduğuna inanmışlar ve bu türbeye Lohusa Sultan ismini vermişlerdir. Günümüzde bu türbeyi çocuğu olmayan kadınlar ziyaret etmektedirler.

Türbe kare planlı olup, bir sıra taş, bir sıra tuğladan yapılmış, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbenin üç cephesinde birer penceresi vardır. Bu pencerelerdeki doğramalar ve ahşap giriş kapısı halkın mum yakma âdetinden ötürü demire çevrilmiştir. Türbenin içerisi ilk yapılışında kalem işleri ile bezenmiş olmasına rağmen bu kalem işleri günümüzde tahrip olmuştur.

Türbe içerisinde Lohusa Sultan Denilen kişi ile birlikte üç kişiye ait toplam dört sanduka bulunmaktadır. Bu kişilerin kimli hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Türbe 1996–1997 yıllarında onarılmıştır. Günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.


Türabi Baba Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Kasımpaşa’da Camii Kebir Mahallesi, Türabi Baba Caddesi üzerinde bulunan bu türbe XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Mehmet Türabi Efendi, Tersane-i Amire’de çalışan Osmanlı gemicilerinden olup, aynı zamanda Kadiri Tarikatının da şeyhi idi. 1812 yılında ölmüştür. Daha önce Kasımpaşa’da Kadiri Tarikatına ait bir tekke yaptırmış ve tekkesinin yanına da türbesini eklemiştir. Bu tekke XX. yüzyılın ortalarında yanmış, kalan bölümleri kum ve tuğla deposu olarak kullanılmış, 2004 yılında da tamamen yıktırılmıştır.

Günümüze gelen türbe, dikdörtgen planlı, düz çatılı bir yapıdır. Duvarları moloz taş ve tuğladan örülmüştür. Cephesinde tuğla dizileri peşpeşe sıralanmış ve bu da yapıya bir orijinallik katmıştır. Türbenin Haliç’e yönelik cephesinde bir çeşme, onun her iki yanında da üçer penceresi vardır. Ayrıca giriş cephesinde kapının yanı sıra üç penceresi daha bulunmaktadır. Türbenin diğer cepheleri iki yanındaki yapılara bitişiktir.

Türbenin içerisinden tavan eski gemi direklerinden yapılmış desteklere dayanmaktadır. Burada tersaneden çıkmış demir raylar kullanılmış ve böylece hiçbir yapıda görülmeyen bir iç düzenleme ile burada karşılaşılmaktadır.

Türabi Baba’nın mezarı ahşap bir şebeke ile çevrilmiştir. Türbe içerisinde Şeyh Mehmet Türabi Efendi’nin, Şeyh Ahmet Efendi El Kadiri (1832), Şeyh Seyit Halil Kadiri (1851), Şeyh Ali Kuzu El Kadiri (1861), Şeyh Hasan Rıza El Kadiri (1876), Şeyh Ali Rıza Efendi ile Kadırga Mimarı Mustafa Ağa (1599) ile kimliği bilinmeyen altı kişiye ait toplan on üç mezar bulunmaktadır.

Türbe duvarı üzerindeki çeşme, kitabesinden öğrenildiğine göre Sultan II. Abdülhamit devri (1876–1909) deniz amirali Şükrü Paşa tarafından onarılmıştır.

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Şeyh Galip Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tünel Meydanı’nda Galata Mevlevihanesi’nde bulunan bu türbe 1819 yılında Halet Mehmet Sait Efendi tarafından Bağdat Seferi dönüşünde yaptırılmıştır.

Şeyh Galip Mevlevi Tarikatının şeyhlerinden olup, ünlü bir divan şairidir. İstanbul’da 1757 yılında doğmuş olup, asıl ismi Mehmet Esad’dır. Galip mahlasını sonradan almış, Mevlevi şeyhi olduktan sonra da Galip Dede unvanı ile tanınmıştır. Divan-ı Hümayun kaleminde görev yaparken Mevlevi tarikatına girmiş, Konya Mevlana Dergâhında çile çıkarmış, İstanbul’a dönüşünde Yenikapı Mevlevihanesine girmiştir. Galata Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Efendi’nin ölümünden sonra Galata Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. 1798 yılında da 41 yaşında ölmüştür. Şeyh Galip’in menkıbeleri ve Hüsn-ü Aşk isimli ünlü bir eseri vardır.

Galata Mevlevihânesi avlusunun sol tarafında bulunan türbe, dikdörtgen plânlı kesme köfeki taşındandır. Üzeri tonoz örtülü olup, üst kısmına da Mevlevi sikkesinden bir alem yerleştirilmiştir. Avluya yönelik dikdörtgen söveli demir parmaklıklı dört, iki yanında da birer pencere ile aydınlatılmıştır. Girişin üzerinde de h.1227 (1812) tarihli celî-sülüs yazılı bir kitabesi bulunmaktadır:

Ruh-u Mevlâna da ey Galib budur Şeyh’üş-şeyh
Hazret-i sarih Rusuhi kıdve-i ehl-i Rusuh

Türbe, Şeyh Galib, Şeyh İsa Efendi, Şeyh Selim Efendi ve Şeyh Mehmet Ruhi Dede’nin mezarları üzerine yapılmıştır. Türbede Şeyh İsmail Ankaravi Efendi ve kim olduğu bilinmeyen bir kişiye ait bir mezar daha bulunmaktadır.

Türbenin altında da merdivenle inilen St. Theodore Manastırından kalma bir sarnıç bulunmaktadır. Günümüzde türbe Divan Edebiyatı Müzesi’nin avlusunda olup, dıştan ziyaret edilmektedir.


Halet (Kudretullah) Efendi Türbesi (Beyoğlu)

İstanbul ili Beyoğlu ilçesi, Tünel Meydanı’nda Galata Mevlevihanesi girişinde bulunan bu türbe XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Galata Mevlevihanesi’nin son dönemlerinde, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhlerinden Ebubekir Dede ailesinden gelen Kudretullah Dede post makamına getirilmiştir. Kudretullah Dede Yenikapı Mevlevihanesi’nde 1203 (1788) yılında doğmuş olup, köklü bir Mevlevi aileden gelmektedir. Şeyh Galip onun dünyaya gelişine şu mısralarla tarih düşürmüştür:

Şerîf Ahmed Dede merd-i tarîkat
Yüzünden doğdu bir mühr-ü münevver
Dedim târih-i milâdını Gâlib
Muhammed Kudretullah lutf-u haydar.

Aynı türbede bulunan Halet Efendi de Sultan II. Mahmud devrinin ünlü devlet adamlarındandır. Asıl ismi Mehmed Sait olup, Halet Efendi ismi ile tanınmıştır. İstanbul’da 1760 yılında doğmuş, 1823 yılında Konya’da idam edilmiştir. Vücudu Konya’ya, başı da Galata Mevlevihanesi girişindeki açık türbeye gömülmüştür. Sonradan bazı dedikodular yüzünden kesik başı buradan alınarak Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhının haziresine gömülmüştür. 1841 yılında ise yeniden Galata Mevlevihanesi’nin haziresine gömülmüştür. 

Halet Efendi, Şeyh Galib Türbesini 1819 yılında yeniden yaptırmış, ayrıca buraya kütüphane, çeşme ve muvakkithane ile kendisi için de açık bir türbe yaptırmıştır. Daha sonra bu türbenin bulunduğu alana da Şeyh Kudretullah Efendi’nin türbesi yapılmıştır.

Bu açık türbe XIX. yüzyıl rokoko üslubunda yapılmıştır. Köfeki taşından ve mermerden olan türbenin avlu ve caddeye üçerden olmak üzere dokuz yuvarlak penceresi bulunmaktadır.
Osmanlı mimarisinde pek az karşılaşılan kompozit başlıklar ve yuvarlak kemerlerin içerisindeki üçgen baklava motifleri cepheye bir hareketlilik kazandırmıştır. Buradaki yarım sütunların başlıkları, mermer oymalarda sürekli bir hareket dikkati çekmektedir. Çift kanatlı demir kapı ile parmaklıklar üzerinde rozet, yaprak ve beyzî madalyonlar bulunmaktadır. Ayrıca üzeri kubbeyi andıran kademeli, yüksek bir tonozla örtülmüştür. En üst noktada ise büyük bir kaide üzerine taş bir Mevlevi sikkesi yerleştirilmiştir.

Halet Efendi bu yeri kendi türbesi için ayırmışsa da burada Mevlevihane’de şeyhlik yapmış Kudretullah Dede’nin, Ataullah Dede’nin, “Menâkıb-ı Mevlâna” yazarı Selanik Mevlevihanesi şeyhi Ubeydullah Efendi’nin ve idam edilen Halet Efendi’nin kesik başı ile Şeyh Kudretullah Dede’nin eşi Emine Esma Hatun’un mezarları bulunmaktadır.


İskender Paşa Türbesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Kanlıca Hisar Caddesi’nde, İskender Paşa Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbe 1571 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.

İskender Paşa, Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) devri devlet adamlarından olup, Magosa Fatihi olarak tanınmıştır. 1570 yılında ölmüş ve Beykoz’da yaptırmış olduğu cami, medrese ve hamamdan meydana gelen külliyesi içerisindeki türbesine gömülmüştür. İskender Paşa’nın ayrıca Eğrikapı’da bir sıbyan mektebi, Ayvansaray’da da bir çeşmesi bulunmaktadır.

İskender Paşa Türbesi düzgün kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Türbenin ön cephesinde basık kemerli kapı ve dört pencere, arka cephesinde beş pencere, yan cephelerinde de üçer penceresi bulunmaktadır. Türbe 1850 yılında onarılmış ve Klasik Osmanlı türbe özelliğini tamamen yitirmiştir. İçerisinde bezemeleri bulunmamakta veya orijinal bezemeleri günümüze gelememiştir.

Türbe içerisinde iki mermer lahit bulunmaktadır. Bunlar İskender Paşa ile oğlu Ahmet Paşa’ya aittir.


Yuşa Türbesi (Beykoz)

İstanbul ili Beykoz ilçesi, Yuşa Tepesi’nde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak, burada 28 Çelebizade Mehmet Said Paşa 1755 yılında bir mescit yaptırmış ve Yuşa Nebi Hazretleri’nin mezarı etrafını da bir duvarla çevirmiştir. Mescit yangın sonucunda zarar görmüş 1863–1864 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde (1861–1876) aslına uygun olarak yenilenmiştir. Bu arada Yuşa Nebi Hazretlerinin mezarı da onarılmıştır. Sonaraki dönemlerde buraya bir de Yuşa Tekkesi olarak ismi geçen bir Nakşibendî dergâhı yapılmıştır.

Yuşa Nebi Hazretleri MÖ.1605 yılında, ölmeden önce İsrailoğulları’nın başına geçen bir peygamberdir. İsrailoğulları’nı Tih Çölünden çıkararak Arz-ı Mev’ut (Filistin), Şam bölgesine sonra da Kudüs’e yerleştirmiş ve ülkesini on iki kabile arasında bölmüştür. Yuşa Hazretleri kendisine karşı olanları mucizeleri ile susturmuştur. İsrailoğulları’nı Tevrat hükümlerine göre 27–29 yıl yönetmiş, 1580 yılında bir söylentiye göre, 110, bir başka söylentiye göre de 127 yaşında ölmüştür.

Yuşa’nın mezarı konusunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre Nablus ve Halep yakınındaki Maarra şehrinde, diğerine göre de Beykoz’da Yuşa Tepesi’nde gömülüdür. Büyük olasılıkla Beykoz’daki mezar bir makamdır. Buradaki mezarın Tevrat’ta ismi geçen Yuşa Peygamber ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikat’ül Cevâmisi’ne göre, burada gömülü olan kişinin bir Bizans havarisi veya Osmanlı dönemindeki bir şeyhe ait olduğu sanılmaktadır.

Buradaki mezarın böylesine büyük olması eski inançlardan kaynaklanmaktadır. Mitoloji’ye göre dağların zirvelerinde yaşamış devlerin sonraki dönemlere yansımasından başka bir şey değildir.

Beykoz Yuşa Tepesi’ndeki mezar 17.00x4.00 m. ölçüsünde olup, üzeri açıktır. Yuşa Tepesi kutsal bir yer olarak kabul edilmiştir. İlk Çağlarda burada bir Zeus sunağı bulunduğu, Bizans döneminde VI. yüzyılda İmparator I. Iustinianus zamanında Hagios Mikhael adında bir kilise yapılmıştır. Osmanlı döneminde ise buraya bir mescit ve tekke yapılmış ve yanına da Yuşa Nebi’nin mezarı eklenmiştir. Böylece bu tepenin kutsallığı Osmanlı döneminden itibaren de sürmüştür.


Şemsi Ahmet Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Şemsi Paşa Külliyesi içerisinde bulunan bu türbe, külliye ile birlikte 1580 yılında yapılmıştır.

Şemsi Ahmet Paşa, Sultan II. Selim (1566–1574) ve Sultan III. Murad (1574–1595) dönemlerinde vezirlik yapmıştır. İsfendiyar ailesinden Kastamonu Beyi Kızıl Ahmet Bey’in torunu, Mirza Paşa’nın da oğludur. Osmanlı Saray Okulu olan Enderun’da yetişmiştir. Avcıbaşı, Bölük Ağası, Müteferrika ve Sipahiler Ağası olmuştur. 1554 yılında Anadolu, bir süre sonra da Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır. Sultan II. Selim tarafından vezirliğe yükseltilmiştir. Şemsi Ahmet Paşa 1580 yılında ölmüş ve cami, medrese, sıbyan mektebinden oluşan külliyesindeki türbeye gömülmüştür.

Şemsi Ahmet Paşa, türbesini caminin doğu tarafına sağlığında yaptırmıştır. Türbe camiye bitişik, kareye yakın 4.00x4.50 m. ölçüsünde olup, üzeri ayna tonozla örtülmüştür. Klasik Osmanlı türbe mimarisinin özelliklerini taşıyan bu yapının mermer söveli, yuvarlak kemerli giriş kapısı üzerinde kitabesine yer verilmiş ancak bu kitabe cami ile birlikte 1940 yılı öncesinde son derece harap olduğundan kitabe kırılmış ve yerine konulması mümkün olmamıştır. Onarım sonrası külliyenin içerisinde bulunan kitabe parçaları çalınmıştır. Kaynaklara göre bu kitabenin metni şöyledir:

Türbesinin kenarı deryada
Şemsi anınçün eyledi bünyad
Geçerken bu kenarı deryada
Aşinalar dua eyle ede yâd
Ya ilahi bî Hakkı rumi Nebi
Nurdan eyle ol kulum azad.

Şemsi Paşa Türbesinin zeminden itibaren yüksekliği caminin kubbesine kadar ulaşmaktadır. Bu örtü sistemi İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Y. Mimarı Süreyya Yücel tarafından 1940 yılında külliye onarılırken yenilenmiştir. Orijinaline yakın bir şekilde yapılan türbenin ana yapısı kesme taştan, tonozları da tuğladan yapılmıştır. Türbenin giriş duvarı kapı nedeni ile çok dar olduğundan buraya pencere açılmamış, içerisi üst sıradaki üç pencere ile aydınlatılmıştır. Türbenin giriş dışındaki diğer kenarlarında altlı üstlü üçerden altı penceresi vardır. Türbe içerisinde orijinal kalem işlerine rastlanmamakla beraber, üzerini örten ayna tonozun ortasındaki kare boşluk içerisinde geometrik, geçme ve palmet izleri görülmektedir. Türbenin camiye açılan tunç şebekeli, yuvarlak kemerinin kemer taşı üzerine sarı kabartma harflerle bir ayet yazılmıştır.

Türbe içerisinde Şemsi Ahmet Paşa’nın sandukası dışında başka bir mezar bulunmamaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Türbeleri 7
« Yanıtla #13 : 31 Mart 2009, 02:30:05 »
Doğancı Hacı Ahmet Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi Mektep Sokak’ta bulunan bu türbeyi Doğancı Hacı Ahmet Paşa sağlığında 1576–1577 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırmıştır.

Doğancı Ahmet Paşa Candaroğulları soyundan olup, aynı zamanda Kızıl Ahmet Paşa’nın da sülalesindendir. Osmanlı Sarayı’nda Enderun’dan yetişmiş, Çakırcıbaşı, 1555 yılında Büyük Mirahur, 1558’de Konya ve Rumeli Beylerbeyi, 1563’te de Şam Beylerbeyi, ikinci kez 1571’de Konya Beylerbeyi görevlerine getirilmiştir. Sultan II. Selim (1574–1595) ve Sultan III. Murad’ın (1574–1595) Nedimi olmuştur. Av merakından ötürü Doğancı ismi ile tanınmış 1577 yılında da ölmüştür.

Türbe Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olup, düzgün kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmış, üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin önündeki giriş revakı günümüze gelemeyerek yıkılmıştır. Bugün yalnızca temelleri görülmektedir. Türbenin üst kısmına yakın bölümünde oldukça belirgin bir silmesi vardır. Türbenin mermer kitabesini Doğancı Hacı Ahmet Paşa’nın akrabası olan Şemsi Ahmet Paşa yazmıştır.

Kitabe:
Şam Beglerbegisi olan o nes-i Halid
Kendi desti ile kodu türbesinin bünyadın
Bilmek istersen anı Şemsi didi tarihin
Derler idi Hacı Ahmet Paşa anın adı

Türbenin giriş dışındaki yedi cephesinde iki katlı pencereler bulunmaktadır. Türbe içerisinde ilk yapıldığı dönemlerden kalan kalem işlerinin izleri görülmektedir. Bunun dışında içerisi bezemesizdir.

Türbede Doğancı Hacı Ahmet Paşa ve büyük olasılıkla eşi ve iki çocuğuna ait üç mezar daha bulunmaktadır. Türbe, günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetimindedir.


Halil Paşa Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Yeni Çeşme Yokuşu’nda bulunan bu türbeyi Halil Paşa sağlığında, 1759 yılında yaptırmıştır.

Halil Paşa, Sultan II. Osman (1618–1622) ve Sultan IV. Murad (1623–1640) devri sadrazamlarındandır. Osmanlı Sarayı’nda Enderun’dan yetişmiş Doğancıbaşı, Çakırcıbaşı ve 1607 yılında da Yeniçeri Ağası olmuştur. Bir süre Kapta-ı Deryalık görevine getirilmiştir. İsyan eden asileri bastırmak üzere Trablusgarp’a gönderilmiş, oradaki başarısından sonra 1617 yılında Sadrazam olmuştur. Bir süre sonra azledilmiştir. Halil Paşa değişik zamanlarda dört defa Kaptan-ı Deryalık yapmış, 1626 yılında ikinci kez Sadrazam olmuş, 1627 yılında yeniden azledilmiş ve kalan ömrünü Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai Dergâhı’nda geçirmiş ve 1629 yılında da ölmüştür.

Halil Paşa Türbesi sebil ve çeşme ile birlikte yapılmıştır. Türbe kesme taştan, kare planlıdır. Önünde üç bölümlü bir revak kısmı vardır. Mukarnaslı mermer sütunların taşıdığı bu revakın ortasını kubbe, iki yanını da aynalı tonozlar örmüştür. Revak ortasındaki basık kemerli bir kapıdan türbeye girilmektedir. Giriş kapısı üzerinde Arapşa sülüs yazılı bir kitabe bulunmaktadır:

Kitabe:
Festeinu min ehl-il-kubur. Ketebehu mütevelli 1214 (1759). Kitabenin mealen anlamı şöyledir: İşlerinizde zorluğa uğradığınız zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz.

Türbe sekizgen kasnaklı tromplu bir kubbe ile örtülüdür. Trompların altında mukarnas dolgulara yer verilmiştir. Çift sıra pencereler ile aydınlatılan türbenin alt sıra pencereleri sivri boşaltma kemerleri altında mermer alınlıklı ve dikdörtgen sövelidir. Üst sıra pencereler sivri kemerlidir.

Türbede Halil Paşa dışında Gafuri Mahmud Efendi (1667) ve Abdülhay Efendi’nin (1705) mezarları bulunmaktadır.


Nişancı Hamza Paşa ve At Mezarı Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi, Karaca Ahmet Türbesi’nin yakınında bulunan bu mezarın Karaca Ahmet Sultan’ın atına ait olduğu söylenmektedir. İbrahim Hakkı Konyalı da bu mezarın Rum Paşazade Nişancı Hamza Paşa’ya ait olduğunu belirtmiştir. Türbenin kitabesi bulunmamaktadır.

Hamza Paşa, Sultan III. Murad (1574–1595) devri Sadrazamlarından olup, Reisülküttaplık ve Nişancılık görevlerinde bulunmuştur. 1585 yılında Sadrazam olmuş, üç kez Nişancılık ve Anadolu Beylerbeyliği yapmıştır. Sultan I. Ahmet (1603–1617) tarafından ilk nişancılığından 1591 tarihinde azledilerek Köstendil Sancak Beyliğine atanmışsa da bunu kabul etmemiştir. Sultan III. Mehmet’in (1595–1603) tahta geçmesi üzerine Anadolu Beylerbeyliği ile taltif edilerek paşa unvanı verilmiştir. Bundan sonra ikinci kez Nişancı olmuş, III. Mehmet tarafından yeniden azledilmiştir. En son Sultan I. Ahmet tarafından bir kez daha Nişancılığa getirilmiş ve 1604–1605 yılında yeniden azledilmiştir. Bundan bir yıl sonra 1606 yılında da ölmüştür.

Türbe Klasik Osmanlı mimari üslubunda açık türbe şeklindedir. Yapım tarihi ve mimarı kesinlik kazanamamıştır. Birbirlerine yuvarlak tuğla kemerlerle bağlı altı granit sütunun taşıdığı altıgen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Sütunlar arasında demir şebeke ve türbeye giriş kapısı bulunmamaktadır.

Türbe içerisinde Hamza Paşa’ya ait olduğu sanılan bir mezar bulunmaktadır.


Gülnuş Sultan (Emetullah Sultan) Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesinde, Üsküdar Meydanı’nda, Yeni Valide Camisi’nin haziresinde bulunan bu türbeyi Gülnuş Sultan 1713 yılında yaptırmıştır.

Emetullah Gülnuş Sultan, Sultan IV. Mehmed’in (1648–1687) baş kadını, Sultan II. Mustafa (1695–1703) ve Sultan III. Ahmed’in (1703–1730) annesidir. Rabia Gülnuş ve Emetullah Gülnuş isimleri ile de tanınan bu sultan 1642 yılında Girit’te doğmuş, Deli Hüseyin Paşa Resmo’yu fethedince bu kızı da esir alarak Osmanlı sarayına hediye etmiştir. Saray geleneğine göre kendisine Gülnuş adı verilmiş ve Sultan IV. Mehmed tarafından beğenilerek Onun baş kadını olmuştur. Sultan IV. Mehmed’in tahttan indirilmesi üzerine eski saraya gönderilmiş, oğlu II. Mustafa’nın 1695’te padişah olması ile de Valide Sultan olarak yeniden Harem’e dönmüştür. Sultan II. Mustafa’dan sonra yerine geçen diğer oğlu III. Ahmed döneminde de Harem’in nüfuslu kadınları arasında olmuştur. Sultan III. Ahmed ile Edirne’ye gitmiş, orada hastalanarak 1715 yılında ölmüştür. Bunun üzerine İstanbul’a getirilmiş ve Üsküdar’daki türbesine gömülmüştür.

Gülnuş Sultan’ın Beyazıt civarında sıbyan mektebi ile sebili, Galata’da cami ile çeşmesi, Üsküdar’da da cami, sebil, sıbyan mektebi, arasta ve türbeden oluşan bir külliyesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Üsküdar’da Gülfem Hatun Mahallesi’nde de sebili vardır.

Türbe Gülnuş Sultan’ın sağlığı sırasında 1713 yılında yapılmıştır. Sekizgen planlı türbenin üzeri madeni çemberler içerisine alınmış, kubbe ile örtülüdür. Kubbeyi birbirlerine sivri kemerlerle bağlı sekiz yuvarlak sütun taşımaktadır. Sütunların arası madeni şebekelerle çevrilmiştir. Türbenin üzerini örten kubbenin eteğinde sülüs yazı ile “İnnehu min Süleymane ve İnnehu Bismillahirrahmanirrahim ile Ayet’el Kürsi yazılmıştır.

Türbenin kuzey tarafında bronz şebekeli kapısı bulunmaktadır. Türbenin ortasında Gülnuş Sultan’a ait mezar vardır. Mezarın baş ve ayak taşları oldukça büyük ölçüde olup, üzeri istiridye kabuğu şeklinde mihrapçıklar, stalaktitler ve kabartmalarla bezenmiştir. Osmanlı mezar taşlarının en güzel örneklerinden biri olup, ayak taşında vazo içerisinden çıkan bahar gülleri, zerrinler, karanfiller, laleler kabartma olarak işlenmiştir. Baş taşında ise talik yazı ile Arapça bir kitabeye yer verilmiştir.


Karaca Ahmet Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Aşçıbaşı Mahallesi, Karaca Ahmet Caddesi’nde bulunan Karaca Ahmet’in türbesinin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca Karaca Ahmet Dergâhının bir odasında korunan manzum kitabede 1595 yılında Safiye Sultan tarafından yanındaki dergâh ile birlikte yaptırıldığı yazılıdır. Günümüze gelebilen türbe Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından eşi Fehmiyye Hanım’ın ruhu için 1866 yılında yaptırılmıştır. Dergâh ve türbe 1878 yılında Karaca Ahmet Dergâhı tarafından onarılmıştır. Bu türbe bir makam olup, Karaca Ahmet’in gerçek türbesi Manisa’nın 5 km. kuzeybatısındaki Horoz köy’ünde bulunmaktadır. Karaca Ahmet’in Manisa-Menemen yolu üzerinde, Horozköy tren istasyonuna 1 km. uzaklıkta bir makamı daha bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Afyon’un 36 km. kuzeyinde, Karacaahmet Köyü’nde, Akhisar-Sındırgı yolu üzerinde Akhisar’a 15 km. uzaklıktaki Karaköy’de, Uşak-Eşme karayolu yakınındaki Karacaahmet Köyü’nde de makamları bulunmaktadır.

Karaca Ahmet hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Horasan Sultanlarından Süleyman-ı Horasani’nin oğlu olup, XIV. yüzyılda yaşamıştır. İstanbul’a gelerek bugünkü Karaca Ahmet dergâhını kurmuştur. Hacı Ahmet Yesari’nin müritlerinden olup, Sarı Saltuk ve Yunus Emre gibi tanınmış bir din ulemasıdır. Aynı zamanda devrinin önemli bir hekimi olup, tedavi sırlarını oğlu Eşref Sultan’a, o da kendi oğullarına öğretmiştir.

Karaca Ahmet Türbesi tekke ve sebilden meydana gelen, köfeki taşından dikdörtgen planlı bir yapı içerisinde yer almaktadır. Dergâhın giriş cephesinin sağ kesiminde türbe, sol kesiminde de tekke ve her ikisi arasında da sebil yer almaktadır. Türbenin cephesinde iki, yanında bir, tekkenin solunda da bir tane olmak üzere üç pencere ile aydınlatılmıştır. Türbe girişinin üzerindeki 1866 tarihli kitabede türbenin Matbah-ı Amire Emini Ziya Bey tarafından onarıldığını belirtilmiştir.

Türbe bağdadi tekniğinde yapılmış, üzeri basit bir kubbe ile örtülmüştür. Karaca Ahmet’in sandukası ahşaptandır. Türbenin duvarlarında Allah, Muhammed ve dört halifenin isimleri yazılıdır. Ayrıca Karaca Ahmet’in olduğu sanılan kolsuz bir hırka, hırka kuşağı, takke, zikir tespihi ve çeşitli şifa tasları ile yazma Kuran-ı Kerimler bir vitrin içerisinde teşhir edilmektedir.

Türbe günümüzde İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Rum Mehmet Paşa Türbesi (Üsküdar)


İstanbul Üsküdar ilçesinde, Şemsi Paşa Camisi’nin üst tarafında, Marmara Denizi ile Boğaz’a hâkim bir tepe üzerinde bulunan Rum Mehmet Paşa Camisi, medresesi, hamamı ve imaretinden meydana gelen yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan türbe XVI. yüzyılda yapılmıştır. Kitabesi günümüze gelememiştir. Bu yapı topluluğundan günümüze yalnızca cami ile türbe gelebilmiştir.

Rum Mehmet Paşa, Fatih Sultan Mehmet (1444–1446/1451–1481) devri Sadrazamlarından olup, Osmanlı saray okulu olan Enderun’dan yetişmiştir. Saraydan çıktıktan sonra Beylerbeyi Serdar ve Vezir görevlerinde bulunmuş, 1466 yılında Mahmut Paşa’nın yerine Sadrazam olmuştur. 1470 yılında da azledilerek idam edilmiştir.

Türbe cami ile birlikte Rum Mehmet Paşa’nın sağlığında yapılmıştır. Klasik Osmanlı türbe mimarisindeki bu yapı düzgün kesme taştan sekizgen planlı olarak yapılmıştır. Caminin mihrap duvarı tarafında, köşede bulunan türbenin üzeri kasnaksız, duvarlar üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin üstte sekiz, altta da yedi penceresi bulunmaktadır. Bunlardan alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler de sivri kemerlidir.

Türbenin içerisi bezeme yönünden son derece basittir. Yalnızca XIX. yüzyıl sonlarında onarıldığına işaret eden geç devir kalem işleri bulunmaktadır.

Türbede Rum Mehmet Paşa’nın yanı sıra Nazır Paşazade Mehmed Efendi, Nazır Hançerli Ayşe Sultan ve Paşa’nın kızları olan Yığımnaz Hanım (1502), Aynülhayat Hanım (1507) ve paşanın oğluna ait olmak üzere altı mezar bulunmaktadır. Türbenin çevresinde mezar taşlarından oluşan bir hazire bulunmaktadır.


Fatma Hanım Sultan Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak’ta Aziz Mahmut Hüdayi Efendi Camisi’nin yanında bulunan bu türbenin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır.

Sultan IV. Murad’ın torunu, Kaya Sultan’ın da kızı olan Fatma Sultan h. 1140 (1727–1728) tarihinde ölmüş ve buraya gömülmüştür. Fatma Sultan’ın yaşamı ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Türbe arazi konumundan ötürü düzensiz bir şekil göstermektedir. Kesme taştan kare planlı türbenin önünde sekiz baklava başlıklı mermer sütun bulunmaktadır. Üstten yuvarlak, alttan dendanlı kemerlerle birbirine bağlanan bu sütunların arası pirinç şebekelerle örtülmüştür. Şebekelerin üzerinde de sütunları birbirine bağlayan mermer ayna taşları vardır. Türbenin üzeri demir bir kafesle örtülmüştür. Mezarlık tarafına açılan kapısı pirinçtendir. Türbe 1894 depreminde hasar görmüş bu yüzden de sütun başlıkları birbirlerine demir kuşaklarla bağlanmıştır.

Türbenin sağ tarafında İzzi Efendi’nin üzeri açık türbesi ile Sadrazam Rusçuklu Hasan Paşa’nın mezarı bulunmaktadır.


Mihrimah Sultan Cami Türbeleri (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, İskele Meydanı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a 1548 yılında yaptırılmış olan külliyenin cami ile medrese arasında Mihrimah Sultan’ın iki oğlunun sandukalarını içeren bir türbe vardır.

Sicili Osmanî’den öğrenildiğine göre Mihrimah Sultan’ın oğulları 20–30 yaşları arasında ölmüştür. Buna göre Türbe 1560 tarihinden sonra yapılmış olmalıdır. Türbede Onlarla ilgili bir kitabe bulunmamaktadır. Bu türbe külliyenin bitiminden sonra buraya eklenmiştir. Türbenin güneyine de Sadrazam İbrahim Ethem Paşa gömülmüştür. Caminin son cemaat yerinin güneybatı bölümünde, revak altında Rüstem Paşa’nın 1576–1577 yılında ölen oğlu Osman Bey’in türbesi bulunmaktadır.

Türbe etrafı mermer parmaklıklarla çevrilmiş açık türbe şeklindedir. Ortadaki mermer lahdin camiye bakan yan yüzünde bir hançer kabartması görülmektedir. Söylentiye göre bu tür hançer kabartmaları şehit edilenlerin mezarına kazınıyordu. Mezarın ayak taşında; “Mir-i pâkize neseb Hazreti Osman Bey'in Mürg-i ruhu idecek bağ-ı cinâne tayran Eyleyüb sıdk ile ruhuna du'alar Hükmî Didi tarih cinân ola makam-ı Osman 984 Şair Hükmî Mehmet Çelebi.” Yazılıdır.


Aziz Mahmud Hüdai Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbenin yapım tarihi kesin olmamakla beraber XVII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Aziz Mahmud Hüdai Anadolu velilerinden olup, Celveti Tarikatının piridir. Şereflikoçhisar’da 1541 yılında doğmuş, çocukluğu orada geçmiş ve ilköğreniminden sonra İstanbul’a gelerek Ayasofya Medresesi’nde öğrenim görmüştür. Hocası Nazırzade Ramazan Efendi ondaki kabiliyeti görerek yanına yardımcı almıştır. Bu arada Halveti şeyhlerinden Muslihüddin Efendi’den tasavvuf dersleri almıştır. Nazırzade Muslihuddin Efendi Edirne’de Sultan Selim Medresesine atanınca Hüdai Efendiyi de beraberinde götürmüştür. Nazırzade Ramazan Efendi Şam ve Mısır’a giderken Hüdai Efendi’yi de beraberinde götürmüştür. Orada Halvetiye Şeyhi Kerimüddin Efendi’den Usul-i Esma dersi görerek tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Bundan sonra hocasının Bursa kadılığına tayin edilmesi üzerine O da Bursa’ya gelmiş, Ferhadiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Nazırzade Ramazan Efendi’nin 1576’da ölümü üzerine de Onun yerine Bursa Kadısı olmuştur.

Aziz Hüdai Efendi, bir gece rüyasında cennetlik sandığı birçok kişiyi cehennemde, cehennemlik sandığı birçok kişiyi de cennette görür. Bunun üzerine uyanır uyanmaz Üftade Hazretlerine giderek kendini Ona teslim eder. Malını mülkünü, her şeyini Bursa’da fakirlere dağıtır, Üftade Efendi tarafından özel olarak kesilmiş bir kestane sopası üzerine ciğerler asarak ciğer satar. Bu olay tarikata girecek makam sahibi kişilere benliklerini eritmek için uygulanan bir usuldür. Böylece Hak yoluna girer ve Üftade Efendi Hazretlerinin en iyi öğrencilerinden olur. Bir süre sonrada Üftade Hazretleri Onun kemale erdiğini görür ve İstanbul’a gönderir.

İstanbul’da Sultan I. Ahmet (1603–1617) zamanında Üsküdar’da kurduğu dergâhında öğrenciler yetiştirir. Küçük Ayasofya ve Fatih Camilerinde tefsir, hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. Otuza yakın Arapça ve Türkçe kitabı bulunmaktadır. Bugün bu yazma kitaplar Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Aziz Mahmud Hüdai Efendi İstanbul’da 1628 yılında ölmüştür.

Aziz Mahmud Hüdai’nin Türbesi kuzey-güney yönünde peş peşe sıralanmış bölümler halindedir. Giriş bölümü, türbedar odası ve üzeri piramit biçimli asıl türbe kısmından meydana gelmiştir. Türbe girişi üzerinde talik yazılı kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Bu meşet Allah yolundakilerin cesetlerinin, ruhlarının toplandığı yerdir. Azizim; buraya edeple gir. Burası Hüdai’nin pâk türbesidir. Ey gönül; eğer ilâhi zevki tahsil edeyim dersen böyle yap. Hüdai’nin kapısından giren elbet nasibini alacaktır.”

Bu kitabenin üzerinde de Hattat İzzet Efendi’nin talik yazılı “Destur yâ Hazreti pir” levhası asılıdır.

Türbe sofasının sol tarafında bir kerevet, üzerinde divit ve hokka bulunan bir rahle, sağ tarafta yukarıda adı geçen sebil ve kuyusu vardır. Zarif bir bileziği olan kuyunun, çıkrığı ve bakır kovası mevcuttur. Burada ayrıca büyük bir saat ve onun yanında, içinde iki sandık dolusu hüccet ve raşar dolusu muhasebe defterleri bulunan küçük bir oda vardır. Ahşap beşik tavanını bir Venedik avizesi süslemektedir. Kuyu hakkında birçok söylence vardır. Tatlı olmayan bir suyu bulunan kuyunun mukaddesliğine inanıldığı gibi, Zemzem Suyu'nun bir kolu olduğu da iddia edilmiştir.

Türbede Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin yanı sıra oğulları Evliya Mehmet Muhtar Efendi (1595), Mustafa Ebrar Efendi (1595), Ali Murtaza Efendi (1601), Abdülvahit Efendi (1611), Ahmet Sıdık Efendi (1624), kızları Ayşe Hanım (1600), Fatma Zehra Hanım (1624), Zeynep Hanım (1642) ve torunu Fatma Zehra Hanım (1642) olmak üzere on bir sanduka bulunmaktadır.

Türbe İstanbul Türbeler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, ziyarete açıktır.


Lütfi Bey Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Camisi’nin avlusunda bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak türbenin bulunduğu yerdeki kütüphane ve türbedar odasının 1915 tarihinde yapılmış olması, yapı üslubu da XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında yapıldığına işaret etmektedir.

Hüseyin Ayvansarayi’nin Hadikat’ül Cevami’de belirttiğine göre türbenin olduğu yerde şadırvan ve çevresinde de dergâha ait hücreler olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre türbenin buradaki bir dergâhın haziresinin olduğu yere yapıldığı açıklık kazanmıştır. Bunun da nedeni türbe duvarlarına dayalı olan birtakım mezar taşlarıdır.

Türbe kesme taştan ampir üslubunda, dikdörtgen planlı bir yapı olup, üzeri tonoz çatı ile örtülüdür. Arazi konumundan ötürü birkaç basamakla çıkılan türbenin girişinin sol tarafında, bahçede yedi mezarın bulunduğu küçük bir hazire vardır. Cephe görünümü itibarı ile ampir üslubunu tümü ile yansıtan yuvarlak kemerli ince uzun pencereler ve duvarlara gömülü plasterler ile görkemli bir şekildedir. Ön cephenin ortasında giriş kapısı ve iki yanında da birer pencere yer almaktadır. Türbenin diğer yan cephelerinde de aynı şekilde iki pencere bulunmaktadır.

Giriş cephesinde, Kapının iki yanında ve köşelerde İon başlıklı duvara gömülü sütunlara yer verilmiştir. Giriş kapısından küçük bir antreye girilmektedir. Sol tarafta türbe, sağ tarafta da daha önce kütüphane olarak kullanılmış türbedar odası vardır. Türbe içerisinde Lütfi Bey ile eşi ve çocuğunun ahşap sandukaları bulunmaktadır. Türbenin içerisi kalem işleri ile bezenmiştir.


Ayşe Hanım Sultan Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi, Mektep Sokak, Aziz Mahmut Hüdai Türbesinin yakınında bulunan bu türbenin çevresinde birbiri içerisinden geçilen dokuz ayrı türbe daha bulunmaktadır. Bunlar Şeyh Ahmet Efendi Türbesi, Hanımefendiler Türbesi, Sadrazam Halil Paşa Türbesidir. Bu türbeler tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra bakımsız kalmış, 1935–1940 tarihleri arasında ahşap çatıları çökmüş, sandukaları dağılmıştır.

Ayşe Hanım Sultan Türbesi XVI. yüzyılda yapılmış bir yapı olmasına rağmen değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini tümü ile yitirmiştir.

Ayşe Hanım Sultan Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu olup, Rüstem Paşa’nın kızıdır. Semiz Ahmet Paşa ile evlendirilen Ayşe Hanım Sultan’ın Abdurrahman Bey, Mehmet Bey, Şehit Mustafa Paşa ve Osman Bey isimlerinde dört oğlu olmuştur. Ayşe Sultan'ın dördüncü oğlu olan Osman Bey, h.999 (1590–1591) tarihinde ölmüş ve Mihrimah Sultan Camisi’nin Türbesine gömülmüştür.

Ayşe Hanım Sultan Türbesi yakın tarihlerde yenilenmiştir. Türbe içerisinde Ayşe Hanım Sultan’ın yanı sıra torunu Ümmügülsüm Hanım (1612) ve eşinin mezarı bulunmaktadır.


Cennet Efendi Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi, Aziz Mahmut Hüdai Sokak’ta bulunan bu türbe giriş kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre 1870 yılında Cennet Efendi adına yaptırılmıştır.

Cennet Efendi XVII. yüzyıl şair ve edebiyatçılarındandır. Aziz Mahmud Hüdai Efendi’nin müridi olmuştur. Simav zaviyesinde şeyhlik yapmış, Aizi Mahmud Hüdai dergâhında şeyh Mesud Efendi’nin ölümü üzerine şeyh olmuştur. 11 Ocak 1665’te ölmüştür. Cennet Efendi’nin Tevelliye isimli risalesi tefsirleri ve Fena-i mahlası ile yazdığı İlahiyat Divanı bulunmaktadır.

Cennet Efendi Türbesi 1961 yılında yanındaki ahşap bir evde çıkan yangın sonucu yanmış, günümüze yalnızca duvarları gelebilmiştir. Bugün açık mezar şeklindeki bu türbenin duvar kalıntılarından cephesinde beş penceresinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu yıkımdan günümüze yalnızca giriş kapısı üzerindeki talik yazılı Mehmet Mısrî imzalı mermer kitabe gelebilmiştir.

Kitabe:
Rabi’a Hanım olub sahibe-i hayr-ü kerem
Eyledi Hakk yoluna cüd ü semâhat icrâ
Ya’ni bu Cennet Efendi’nin idüb türbesini
Sarf-ı nakd ile bina kıldı mezarın ihyâ
Kıl ziyâret geh gelüb ravza’yı Centtet’dir bu
Şeme-i hak ıtırnâki virir kalbe safâ
Mevlevi nezri ile Şemsi Didim târihin
Rabi’a Cennet’e yaptırdı makâm-ı ulyâ
Nemeka Mehmed Mısrî 1287 (1870).

Türbe içerisinde Cennet Efendi ve akrabalarına ait sekiz mezar bulunmaktadır.


Zeynep Kâmil Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Nuh Kuyusu Caddesi, Salı Sokağı’nda Zeynep Kâmil Hastanesi’nin bahçesinde bulunan bu türbe, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı ve Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın (1808–1876) eşi olan Zeynep Hanım’a (1825–1882) aittir.

Zeynep Hanım, eşi Yusuf Kâmil Paşa’nın da yardımı ile buradaki Zeynep Kâmil Hastanesi’nin yapımını 1860 yılında başlatmış ve 1862 yılında da tamamlanmıştır. Zeynep Hanım ve Kâmil Paşa hastanenin yönetimi için bir vakfiye bırakmadıklarından daha sonra hastane masrafları Sait Halim Paşa ile Abbas Halim Paşa tarafından karşılanmıştır.

Zeynep Kâmil Türbesi sekiz cepheli bir yapı olup üzeri duvarlar üzerine oturan kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağının altındaki mermer bir silme türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Türbenin köşeleri, pencere, kapı ve söve başlıkları mermerdendir. İçerisi üç barok üsluptaki yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır.

Türbe içerisinde Zeynep Hanım ile eşi Yusuf Kâmil Paşa’nın mezarları bulunmaktadır. Bu türbe Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nin yönetiminde iken, hastane yönetiminin üzerine Zeynep Kâmil Hastanesine devredilmiştir.


Üsküdar Mevlevihane Türbesi (Üsküdar)

Üsküdar, İmrahor semtinde Ayazma Mahallesi’nde, Doğancılar Caddesi üzerinde yer alan Üsküdar Mevlevihanesi, İstanbul’dan Anadolu’ya giden dervişlerin konaklamaları için kurulmuştur. Galata Mevlevihanesi Postnişini Yeğen Ali Paşa’nın oğlu Numan Bey kendi evini semahaneye dönüştürmüş, bahçesine de diğer yapıları ekleyerek Mevlevihane’yi kurmuştur (1794). Sultan II. Mahmut (1808–1839) Mevlevihane’yi yeni baştan yaparcasına onarmış (1834–1835), Sultan Abdülmecit de (1839–1861) yapı topluluğunun eksiklerini tamamlamıştır. Mevlevihane iki katlı bir yapı olup, zemin katı türbeye, üst katıda semahaneye ayrılmıştır. Bu özelliği ile de Mevlevi yapılarında günümüze gelebilen tek örnektir.

Türbe, Mevlevihane girişine yapının güneybatı köşesine yerleştirilmiştir. Buradaki küçük türbedar odası günümüze gelememiştir. Türbenin yanındaki bir merdivenle de semahanenin üst katına çıkılmaktadır. Türbenin biri kuzey duvarında, beşi de cadde üzerinde olmak üzere altı pencere ile aydınlatılmıştır.

Türbe içerisinde Numan Halil Dede (1798), Ali Şeyda Dede (1799), Mehmet Hüsameddin çelebi (1801), Şeyh Hacı Ali Dede (1802), İsmail Hulusi Dede (1808), Abdullah Necip Dede (1836), Abdulkadir Kadri Dede (1850) ve Ahmet Vesim Paşa’nın (1910) mezarları bulunmaktadır.

Üsküdar Mevlevihanesi ve türbesi 1975, 1980 yıllarında onarılmıştır.


Gülfem Hatun Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Gülfem Hatun Mahallesi’nde bulunan Gülfem Hatun Camisi’nin yanında bulunan bu türbe XVI. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır.

Gülfem Hatun Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) cariyelerinden olup, Üsküdar’da kendi adına bir cami yaptırmıştır. Caminin doğusunda küçük bir hazire vardır.

Gülfem Hatun Camisi’nin yanında medrese, türbe ve sıbyan mektebi bulunuyordu. Bu yapı topluluğu 1850 yılındaki yangın sırasında bütün mahalle ile birlikte yanmıştır. Bu yangından on dokuz yıl sonra 1868–1869 tarihinde cami ile sıbyan mektebi halk tarafından onarılmıştır. Ancak medrese ile türbe onarılamamıştır. Bu nedenle de Gülfem Hatun’un türbesi yıkılmış ve günümüze yalnızca mezarı gelebilmiştir.


Halil Paşazade Mahmud Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Gülfem Hatun Mahallesi’nde Aziz Mahmut Efendi Sokağı ile Açık Türbe Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan bu türbe XVII. yüzyılın başlarında yapılmıştır.

Halil Paşazade Sadrazam Halil Paşa’nın oğlu olup, 1609–1629 yıllarında dört defa Kaptan-ı Deryalık, iki defa da Sadrazamlık yapmıştır.

Türbe, sebil ve çeşmeden oluşan yapı topluluğu meyilli bir arazi üzerindedir. Arazinin meyilli oluşundan ötürü türbenin altına sebil ve çeşme yerleştirilmiş, böylece Osmanlı sanatında görülmeyen bir uygulama meydana getirilmiştir. Kesme köfeki taşından yapılan türbe kare planlı olup, önünde üç bölümlü bir revak bulunmaktadır. Bu revaktaki mermer sütunlar mukarnas başlıklı olup, sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Revakın ortası kubbe, iki yanı da ayna tonozludur. Revakın sol yanı örülerek kapatılmış, buradaki sivri boşaltma kemeri altına mermer alınlıklı, dikdörtgen söveli, alt ve üst iki pencere açılmıştır. Revakın ortasındaki basık kemerli kapının üzerinde 1799 tarihli Mütevelli’nin yazmış olduğu Arapça dualı bir kitabe bulunmaktadır.

Kare planlı türbenin üzeri dıştan sekizgen kasnaklı, içten de mukarnas dolgulu tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Türbe iki sıra halindeki pencerelerle aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler dikdörtgen söveli, üst sıra pencereler ise sivri kemerlidir. Türbenin içerisinin ilk yapılışında renkli sır altı tekniğinde geç devir çinileri ile kaplı olduğu biliniyorsa da günümüze bunlardan yalnızca izleri gelebilmiştir.

Türbe içerisinde üç mezar bulunmaktadır. Bunların Halil Paşa’nın dışındakilerin kime ait olduğu bilinmemektedir. Bununla beraber bazı kaynaklarda Halil Paşa’nın Aziz Mahmud Hüdai Tekkesine gömüldüğü de yazılıdır. Bu konu yeterince açıklık kazanamamıştır. 

Türbenin sağ tarafına ve türbeye bitişik olarak ikinci bir türbe daha eklenmiştir. Bu türbe Halil Paşa’nın oğlu Mahmud Bey’e aittir. Her iki türbe arasında bir pencere ve bu pencerenin yanında da birer dolap nişi vardır.


Ali Rıza Efendi Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Sultantepe’de Münir Ertegün Sokağı’nda, Özbekler Tekkesi’nin yanındaki mezarlığın önünde bulunan bu türbenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze gelen türbe yenilenmiş olmasına rağmen XIX. yüzyılın sonlarına ait olduğu sanılmaktadır.

Ali Rıza Efendi’nin kim olduğu konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Türbe üzerinde sonradan yerleştirilmiş kitabede Ali Rıza Efendi’nin 15 yaşında öldüğü yazılıdır.

Türbe yığma taştan ahşap çatılı olup, arka ve sağ cephesinde bir hacet penceresi vardır. Halk arasında Hacı-Hoca Türbesi olarak bilinen türbenin içerisinde bir ahşap sanduka bulunmaktadır. Hacı-Hoca ismi ile tanınan Semerkantlı Şeyh Abdullah Efendi’nin bu türbe ile bir bağlantısı yoktur.


Fenayi Ali Efendi Türbesi (Üsküdar)

İstanbul Üsküdar ilçesi, Çavuşbaşı’ında, Boybeyi Sokağı’ndaki Fenayi Tekkesi Mescidi’nin avlusunda bulunan bu türbe, 1745 yılında ölen Şeyh Fenayi Ali Efendi’ye aittir. Türbe Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Mısırlı Zeynep Hanım tarafından 1864 yılında ölen annesinin anısına yanındaki cami ile birlikte yenilemiştir. Söylentiye göre de Zeynep Hanımın annesi türbe ile birlikte caminin onarımına başlamış, ölümü üzerine de Zeynep Hanım tarafından tamamlanmıştır. Türbe 1990 yılında restore edilmiştir.

Şeyh Fenayi Efendi Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa ile birlikte 1711’de Osmanlı-Rus Savaşı’na, Prut Seferine katılmıştır.

Türbe kesme taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri içten kubbeli, dıştan da çatı ile örtülüdür. Türbenin içerisinde Şeyh Fenayi Efendi’nin ahşap sandukası bulunmaktadır. Osmanlı-Rus Savaşı’nda kendisinin ve müritlerinin taşıdığı dergâh bayraklarından birisi sandukasının üzerine serilmiştir. Bu sandukanın önüne de on altı mısralık bir manzume yazılmıştır. Türbenin duvarlarından biri üzerinde 1652 tarihli Kâbe’nin çini üzerine yapılmış kitabeli bir resmi bulunmaktadır. Türbe üzerindeki on kollu avizenin Zeynep Hanım tarafından buraya hediye edilmiştir. Ayrıca Fenayi Ahmet Efendi’nin kullanmış olduğu el değirmeni de bir sepet içerisinde türbede korunmaktadır.


Şair Şem’i Şem’ullah Efendi Türbesi (Üsküdar)

İstanbul ili Üsküdar ilçesi Eşref Saat Sokağı (Medrese Sokağı) ile Çeşme-i Cedid Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan türbenin hacet penceresi üzerindeki kitabeden 1591–1592 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şair Şem’i Şem’ullah Efendi, XVI. yüzyıl mutasavvıflarından olup Prizren’de doğmuş, buradaki mekteplerde ilahiyat dersleri vermiş, sonra Konya’ya giderek Mevlâna Celaleddin Rumi Dergâhı’nda feyz almıştır. Daha sonra İstanbul’a gelerek Şeyh Vefa Hankâhı’nda inzivaya çekilmiştir. Şeyh Vefa’nın halifesi Ali Dede’nin tarikatına intisap etmiştir.

Türbenin ilk hali hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yakın tarihlerde yenilenmiştir. Kare planlı bir yapıdır. Buradaki hacet penceresi üzerinde iki mısra halinde kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:
Rûşen etsin hane-i kalbin Hudâ
Şem'i'nin rûhuna kim kıla du'â.

Türbe içerisinde Şair Şem’i Şem’ullah Efendi’nin sandukası bulunmaktadır.


Merkez Efendi Türbesi (Zeytinburnu)

İstanbul ili Zeytinburnu ilçesi, Merkez Efendi Mahallesi’nde Merkez Efendi Camisi içerisinde bulunan bu türbe, Merkez Efendi’nin 1551 yılında ölümünden sonra yaptırılmıştır.

Merkez Efendi’nin asıl ismi Musluhiddin olup, unvanı da Merkez’dir. Denizli’nin Sarhanlı Köyü’nde 1463’te dünyaya gelmiştir. İlköğretimini orada tamamladıktan sonra Bursa ve İstanbul medreselerinde ders görmüş, Uzır Bağdadi Velüyiddin Efendi ve Mevlâna Ahmed Paşa’dan ders almıştır. Tıp, Tefsir, Hadis ve Fıkıh öğrenimi gördükten sonra bir süre müderrislik yapmıştır. Bursa, Karaman ve Amasya’daki dergâhlardan tarikat icazeti almış ve sonra İstanbul’da Etyemez Dergâhı’nın şeyhi Mirza Baba’nın halifesi olmuştur. Daha sonra Kocamustafapaşa Dergâhı şeyhi Sümbül Efendi’ye intisap etmiştir. Aksaray’daki Kovacı Dede Zaviyesi şeyhi olmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) annesi Hafsa Hatun’un Manisa’da 1494–1495 yılında yaptırdığı külliyenin yanındaki bu zaviyeye Sümbül Efendi tarafından şeyh olarak gönderilmiştir. Burada birçok öğrenci yetiştirmiş, hekimlik yapmıştır. Hafsa Sultan’ın hastalanması üzerine 41 baharattan oluşan mesir macununu yapmış ve sultana göndermiştir. Bu macunu yiyen sultan iyileşmiş ve macunun herkese dağıtılmasını istemiştir. Bunun üzerine 22 Mart günü zaviyenin yanındaki Sultan Camisi’nin minare ve kubbesinden halkın üzerine mesir macunu atmıştır. Bu gelenek günümüzde de sürmektedir.

Sümbül Efendi’nin 1529’da ölümü üzerine İstanbul’a gelerek Onun yerine şeyh olmuştur. Günümüzde türbe ve dergâhının olduğu yerdeki arsada bir kuyu açtırmış, ardından buraya bir tekke ve hamam yaptırmıştır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Kiliseleri 1
« Yanıtla #14 : 31 Mart 2009, 02:31:02 »
Kilise 
Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia” sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamıştır. İlk zamanlarda cemaat anlamında kullanıldığını Yeni Ahit’de Paulus’un mektuplarında adı geçen “Yedi Kilise” teriminden anlıyoruz. Burada bina değil cemaat anlamında olup bunların hepsi Anadolu topraklarındadır: Ephesos,Philadelphia, Thytira,Laodicae,Sardes,Smyrna ve Bergama’dır. Filistin’de Yahudi toplumunun içinden doğan Hıristiyanlık,İsa’nın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Bizans Pagan inancında idi İstanbul’da Hıristiyanlık IV üncü yy. dan itibaren yerleşmeye başlar. İlk inşa edilen Kilise I. Konstantinus tarafından yaptırılan Havariyun Kilisesidir. İmparator anıtsal bir kilise ve bir mausoleum yaptırtmak için Haliç’e bakan yüksek bir alanda evvelce var olan 12 tanrıya adanmış bir tapınağın kalıntılarını yıktırarak yerine bu kilisenin ve yanında kendisinin mezarının da bulunduğu 12 havariye atfedilecek boş lahitlerin bulunduğu Mausoleum’un inşaatına başlattı fakat inşaatı tamamlayamadan 337 de Nikomedia’da (İzmit) öldü ve naşı yaptırdığı kiliseye getirilerek gömüldü. Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhane’nin yönetimine verilmişse de 1456 da Patrikhane Pammakaristos manastırına taşınmıştır. Fatih harap ve terk edilmiş olan bu kilisenin kalan bakiyelerini yıktırıp yerine 1463-1470 yılları arasında süren bir inşaat dönemiyle Fatih Cami ve külliyesini yaptırmıştır. II. Konstantinus (337-361) döneminde Paganlarla Hıristiyanlar arasında anlaşmazlıklar devam eder. Hıristiyanlık Bizans’ta ancak 363 senesinden sonra sağlam temellere oturabildi. Bundan sonra Bizans Sanatında çok önemli yer tutan kiliseler hızla birbirlerini izlerler. Ayasofya,Gül Camii,Kâriye, Aya İrini,Konstantin Lips Manastırı,Fenari İsa,Pantoğrator Aziz Sergios ve Bakhos gibi.
Fethe kadar İstanbul’da çeşitli mezheplere ait birçok kilise inşa edilmiştir. Ayrıca Bizans’ın içinde yaşayan Ceneviz,Latin gibi farklı uluslar da kendi kiliselerini yapmışlardır. Fetihten sonra Fatih kiliselerin faaliyetlerini özgür bıraktığından kilise yapımı devam etmiş,Süryani, Ortodoks,Gregoryen,Fransisken,katolik kiliseleri birbirini izlemiştir. XVI. ıncı yy. a gelindiğinde yabancı elçiliklerin Beyoğlu ve Boğaziçinde olmasından dolayı kilise yapımı bu bölgelerde yoğunlaşmıştır.


Rum Ortodoks kiliseleri
 Aya Triada Kilisesi (Beyoğlu)


 Taksimde Meşelik sokağındadır. Patrik IV. Dionisios cemaatin mezarlık ihtiyacı için 1672 de Mehmet Çelebi’nin 30 dönümlük tarlasını Yoannis Topazi adına satın alarak bir bölümünü hastahane diğer bir kısmını da mezarlık olarak düzenlemiştir. Burası 1672-1865 yılları arasında kullanılmış kuzey tarafına Rumlar güney tarafına da Rus,Bulgar,Sırp,Karadağlı gibi ortodokslar defnedilmiştir. “Beyoğlu Ospitali” adı ile tanınan hastahane binası daha sonraki yıllarda “Stavrodromi Veba Hastahanesi” olarak kullanılmış olup bugün yerinde İstiklal Caddesindeki Fransız konsolosluğu bulunmaktadır. Rum mezarlığının içine Aya Yorgi’ye ithaf edilmiş ahşap bir kilise yapılmıştı. Tanzimatın ilanı ile yeni bir kilise yapma izni alan Patriklik ve cemaat bu ahşap kiliseyi yıkıp yerine Zapyon Kız Lisesini inşa etmişler mezarlığın bir kısmını da kaldırarak 13 Ağustos 1867 de inşaata başlayarak bugünkü Aya Triada Kilisesini yaptırmışlardır. Onüç sene gibi oldukça uzun bir süre devam eden inşaat sırasında çeşitli proje değişiklikleri yapılarak Patrik III. İoakim (1878-1884) zamanında Kutsal Haç Yortusu olan 14 Eylül 1880 Pazar günü de ibadete açıldı. İlk mimari proje mimar Potessaro’ya aittir . Daha sonra inşaatı Vasilaki Yoannidis yürütmüştür. İçerideki İsa,Meryem ve Aziz tasvirlerini ressam Sakellarios Meğaklis yapmış,mermer süslemeleri Aleksandros Krikelis’in çalışmalarıdır. Aya Triada yüksek duvarların çevrelediği geniş bir avlu içerisinde yer alır. Avluda kiliseye ait lojman ve diğer idari binalar ile bir de “Aya Yorgi” ye ithaf edilmiş ayazma bulunmaktadır. Kubbeli bazilika tipinde inşa edilmiş olan bina 28.inci yy. Avrupa eklektik mimarisinin bütün özelliklerini devasa ve kütlesel görünüşü ile taşır. Orta mekanın üzerini yüksek kasnaklı ,iki yanda yükselen çan kulelerini çinko kaplı kubbeler örter. Apsisler yarım kubbe ile örtülüdür. Cephelerde açılmış büyük boyutlardaki pencereler bir üslup beraberliği göstermezler. Apsislerin önünde mermerden aralarına aziz .incil yazarları İsa ve Meryem’i gösteren resimlerin yerleştirildiği Barok tarzda yapılmış ikonastasis vardır. Mermerden despot koltuğu dört ince sütun’un taşıdığı bir silme ve üzerinde de baldakin tarzı küçük bir kubbecik ile nihayetlenir. Mermerden ve korkuluklarına aziz resimleri yapılmış ambonu yan taraftaki taşıyıcı sütunlardan birinin üzerindedir.
 Aya Paraskevi Kilisesi (Beyoğlu)
 Hasköy’de Baçtar ve Çançan sokaklarının arasında Azize Paraskevi’ye atanmış Rum Ortodoks kilisesidir. Romalı zengin bir ailenin üç kızından en büyüğü olan Paraskevi, ailesinin ölümünden sonra hıristiyan olmuş ve bütün mallarını fakirlere dağıtarak Roma çevresinde hıristiyanlığı yaymağa çalışmıştır. Hıristiyanların takip edildiği bu yıllarda İmparator Antoninus Pius (138-161) emriyle tutuklanmış ve başı kesilerek 26 Temmuzda öldürülmüştür. Hıristiyanlığın kabulünden sonra ilk azizelerden kabul edilmiş ve bakire olduğu için “Parthenomartis” unvanın almıştır. Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlara ve göz hastalığına uğrayanları iyi ettiğine inanılır ve öldürüldüğü gün olan 26 Temmuz yortu günü olarak kabul edilmiştir. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlu içerisinde yer alan kilise,ilk yapılışı Eflak voyvodası Konstantin Brankovanos (1654-1714) tarafından 1692 de inşa edildiği kitabesinde yazılıdır. Daha evvelce kilisenin bulunduğu yerde bir aynı adı taşıyan bir ayazmanın bulunduğu 1583 ve 1604 listelerinde yazılı olduğu gibi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus’da raporunda bu ayazmadan bahsetmektedir. Bu kilise harap olduğundan Patrik Konstantinos zamanında (1830-1834) zamanında yeni baştan inşa edilmiş olup günümüze gelen kilise bu tarihe aittir. Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yonu taşı ve tuğladan inşa edilmiş olup yarı sıvalıdır. Nefleri kare şeklinde ahşap taşıyıcılar ayırmaktadır. Naos’a giriş yuvarlak tuğla kemerlidir. Apsis içten yarım yavarlak kubbe olup genel örtü sistemi dışarıdan kırma çatıdır. Apsis ve iki yandaki hücreleri kapsayan ahşap ikonastasis sütuncuklarla bölümlere ayrılmış olup içerisinde büyük çerçevelerin çevrelediği Meryem ve çocuk İsa,İsa ,aziz ve azizelerin portreleri yağlıboya ile resmedilmiştir. Daha küçük çerçevelerin içinde ise İhncil’den sahneler vardır. Narteksin üzerindeki galeriye “L” şeklinde olup naos’dan çıkılır. Avluda sonradan yapılmış mermerden ikizli açıklıkları olan baldaken tarzındaki üzeri kubbeli kare şeklindeki yüksek çan kulesi kilise ile mimari bakımdan bir bütünlük teşkil etmez. Avluda ayrıca kilise görevlilerine ait binalar vardır.

 Ayios Athanasios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş’da Omuzdaş Sokağındadır. Tanzimat’ın verdiği yetki ile izin alınarak yapılmış kiliselerdendir. Kilisenin atandığı Athanasios 296-373 yıllarında yaşamış çok sayıda dini eserleri olan bir din adamıdır. 325 deki İznik konsiline katılmış sonra 328 de İskenderiye Patriği olmuştur. Daha sonra Arius’un başlattığı ,İsa’nın tanrısal kişiliğini soruşturan Arius’culara karşı mücadele etmiş ,Mısır’a giderek oradaki keşişleri yönlendirmiş 2 Mayıs 373 de 75 yaşında da ölmüştür. Kilisenin günü onun ölüm günü olan 2 Mayıs’dır. Yapı, Tanzimat fermanı ile inşa edilen Rum ortodoks kiliselerindendir. 1855 de inşa edilmiş,1893 ve 1949 da tamir edilmiştir. Eğimli bir arazide yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde kubbeli bazilika plânında bir yapıdır. Apsis üzerinde korkuluklarında İncil’den sahnelerin işlendiği küçük bir galeri vardır. Ahşep ikonastasis’de yuvarlak kemerlerin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ve aziz figürleri büyük boy yağlıboya tablolar olarak işlenmiştir. Giriş dışarıdan üçgen bir alınlıkla nihayetlenir bunun iki yanında da oldukça yüksek çan kuleleri vardır. Orta mekanın üzeri yuvarlak kasnaklı,basık,çinko kaplı kubbe ile örtülüdür.. Kubbenin etrafını ağırlık payelerinin oturduğu dört köşede küçük istinat kuleleri yapılmıştır.

 Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi ( Beyoğlu)
 Tarlabaşında Kalyoncukulluğu caddesindedir. Tanzimat fermanı ile yeni kilise inşa etme izni alındıktan sonra 25 Mart 1856 de inşaata başlanıp 9 Nisan 1861 de Patrik II. Iohakim’in (1860-1863) kutsamasıyla ibadete açılış yakın devir Rum kilisesidir. Hıristiyanlığı ilk kabul eden Roma İmparatoru olan Konstantinos (306-337)’un annesi Elena’nın anısına yapılmıştır. Bitinya’da doğan Eleni hıristiyanlığı kabul ettikten sonra yoksullara laptığı yardımlar ve kutsal yerleri ziyaretleri ile tanınmış ve ölümünden sonra azize ilan edilmiştir. İmparator Konstantin 312 de taht kavgası nedeniyle Maxentus ile savaşırken gökyüzünde hale ile çeverelenmiş kutsal haç’ı görür ve savaşı da onun sayesine kazandığına inanır. Bu olaydan sonra şükran borcunu ödemek üzere Kudüs’e giden Eleni oradan “Kutsal Haç” kabul edilen röligi İstanbul’a getirir. Ölümünden sonra azize payesi verilir.Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun ortasında yer alan kilise bazilika ile Yunan haçı planın birleştirildiği bir plâna sahiptir. Doğu ekseninde yarım yuvarlak üç apsis dışarıya çıkıntılıdır. Batı tarafında ise binanın iki tarafında yüksek çan kuleleri bulunmaktadır. Dış cephede değişik pencere sistemleri kullanılmış olup narteksin üzerindeki yarım kubbenin üstünde bir de saat kulesi yapılmıştır. Cephe mimarisi Barok ile karışık eklektik üsluptadır. İkonastasis bema’nın tamamını kaplar mermer,altın varak ve yağlıboya tablolar halinde Aziz tasvirleri çerçeveler içinde bütün yüzeyi doldurur. Despot koltuğu ve ambon da aynı üslupta yapılmıştır. Kubbede Pantokrator İsa,pantantiflerde de dört incil yazarı resmedilmiştir.

 Ayios Nikolaos Kilisesi (Beyoğlu)
 Karaköy ile Tophane arasında Hoca Tahsin ve Mumhane caddesi arasındadır. 1583 ve 1604 listelerinde yer alan bu kilise 1695 deki yangında yanmış 30 sene kadar metruk kaldıktan sonra yeniden inşa edilmiş fakat kısa bir süre sonra çıkan 1731 yangınında bir kere daha yangın geçirerek tamir edilmişse de 1796 da tekrar yanmıştır. 1804 de temelden inşa edilmiştir. IV.üncü yy. da Patara’da doğup Myra’da piskopos olan,IX.uncu yy. da ise doğu kilisesi tarafından aziz ilan edilen, gemicilerin ve çocukların azizi olarak bilinen Aziz Nikolaos’a ithaf edildiği için İstanbul’a gelen denizcilerin ibadet yeri olarak tanınan bu kilise 1834 yılında büyük bir onarım geçirmiş ve bazı ilaveler yapılmıştır. 1867 de ise narteks’deki ayazma yapılmıştır. Yonu taşı ile yapılıp üzeri sıva ve günümüzde de kiremit rengine boyalı olan kilise üç nefli bazilika plânındadır. Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır. Nefleri ayıran sütunlar iyor başlıklı olup düz bir silme ile bağlanırlar. Ahşap ikonastasis bemanın tamamını kaplar ve çerçevelerin içine aziz,Meryem,İsa ve incil’den sahneler yapılmıştır.Naos’da orta nefin üzerinde Pantoğrator İsa tasviri vardır. Narteks’deki merdivenlerle iki taraftan galeriye çıkılır.e ayrılmış olandır.

 İoannes Prodromos Kilisesi (Beyoğlu)
 Tophane ile Galata arasında Vekilharç sokağındadır. İoannes Prodromos’a (Vaftizci Yahya) atanmıştır. İoannes İsa ile aynı zamanda yaşamış ve Meryem’in akrabası olan Elizabeth’in oğludur. Çocukları olmadan yaşlanan Elizabeth ve Zekeriya’nın ileri yaşlarında bir oğulları olur,hatta Meryem ile Elizabeth’in hamilelikleri aynı dönemdedir. İoannes büyüdüğünde insanları Şeria ırmağında kutsayarak günahlarından arındırdığı için İbraniler tarafından beklenen Mesih kabul edilmek istenmişse de o “Ben “O” nun habercisiyim” der. Hatta İoannes İsa’yı da şeria nehrinde vaftiz etmiştir. Bölgeyi idare eden Kral Herot kardeşinin karısı Herodia ile evlidir. Yahya bunun yahudi yasalarına göre zina sayılacağı etrafta yayması ve taraftar bulması üzerine Herodia onu öldürtmek ister,fakat Kral Herot Yahya’yı tutmakta ve onu Herodia’nın düşmanlığından korumakta idi. Herodia Kralı ikna edemeyince kızı güzel Salome’yi kralın önünde dans ederek kandırması için ikna eder. Saloma tarihte “yedi tül dansı” adı ile geçen dansı Kral’ın önünde yapar. Törelere göre Kral’ın önünde çıplak dans eden kadın onun olacağı için Herot Yahya’nın öldürülmesine istemeyerek izin verir ve 7 Temmuz günü İoannes başı kesilerek idam edilir. Daha sonra onun ölüm günü Yortu günü olarak kabul edilir. İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise İstanbul’da en çok yangın felaketine uğramış ibadethanedir. 1583’de Çar adına İstanbuldaki Ortodoks kiliselerinin listesini yazan Tryphon ile 1604 tarihli Paterakis listelerinde yer alan bu kiliseyi 1652 de İstanbul’a gelen Antakya Patriği Paulus iki kere yanıp yeniden yapıldığını yazmaktadır. 1683-1696 yıllarında kilisenin ibadete açık olduğunu Manuel Gedeon tesbit ederek Galata’daki dokuz kiliseden biri olduğunu yazmaktadır. Ne yazık ki 1696 da tekrar yanan kilise Sultan II. Mustafa’dan alınan fermanla Sakızlı Rumların verdikleri maddi yardımla temelden inşa edilir ve bu tarihten itibaren onların idaresine geçerek “Sakızlıların kilisesi” diye de adlandırılır. 1731 de tekrar yanan kiliseyi yine Sakızlı tüccarlar onarırlar ve 29 Eylül 1734 de ibadete açarlar. Galata’da 8 Şubat 1771 de çıkan yangında bu kilise bir kere daha tamamen yanar. III. Mustafa’dan (1754-1774) alınan fermanla temelden yeniden inşa edilen kilise 1836,1874,1884 ve 1894 yıllarında yapılan onarım ve genişletmelerle günümüze gelmiştir. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı’nın kuzey cephesi sıvasız kaba yonu taşı arasında tuğla hatıllı ve dikdörtgen pencereli,batı cephesi ise sıvalı ve sağır duvarda tek bir penceresi olan üst örtüsü içeriden beşik tonoz dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülü bir yapıdır. Nefleri ayıran sütunlar yuvarlak kemerlerle bağlanmış olup bu kemerlerin iç yüzleri dekoratif motiflerle bezenmiştir. Üç bölümlü apsis’in tamamının önünde bulunan ahşap ikonastasis altın varakla süslenmiştir. Burada büyük çerçeveler içinde Meryem.Çocuk İsa,İoannes Prodromos ve incilden sahneler işlenmiştir. Ahşap,ejder figürlü Patrik koltuğu ve üzerinde İncil Yazarlarının portrelerinin bulunduğu ambon ikonastasis ile aynı teknikte yapılmıştır. Naos’un bitiminde merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde olup yarım yuvarlar çıkıntılı olup korkuluğu üzerinde çerçeveler içinde İsa’nın yaşamından sahneler işlenmiştir. Çan kulesi 1855 de inşa edilmiştir. Kilisenin avlusunda ,tarihleri 1842-1863 arasında olan Sakızlılara ait mezarlar bulunmaktadır. Kilise günümüzde Türk Ortodoks Başpiskoposluğu’nun yönetimindedir.

 Panayia Evangelistria Kilisesi (Beyoğlu)
 Dolapdere’de Hacı İlbel sokağındadır. Evvelce mevcut ahşap bir kilisenin arsası üzerine 1877 de inşata başlanıp 16 senede bitirilerek 1893 de ibadete açılmıştır. Meryem’e tanrıdan bir oğul doğuracağı müjdesinin verilmesi adına inşa edilmiştir. Yüksek duvrlı bir avlunun içinde yer alan kilise uzun yıllardır kapalıdır. Genel plan şeması kapalı Yunan Haçı dır. İki renkli düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş olup Naos’un iki yanında son derece yüksek sivri külahlı çan kuleleri vardır. Kilisenin orta mekanını etrafında pencereleri bulunan yuvarlak kasnaklı basık bir kubbe örter. Nartek’deki bir merdivenle çıkılan galeri “U” şeklinde narteksi ve çevresini kuşatır.İkonastasion,despot koltuğu ve ambon mermerden yapılmış olup son derece eklektik tarzda tezyin edilmiş olup İncil’den sahneler resmedilmiştir. Kilisenin içinde , Evangelistria (İsa’nın doğumu’nun müjdelenmesi) konulu gümüş ikona kilisenin kıymetli litürjik eşyalarındandır. Naos’a avludan giriş yan yana üç demir kapıdan sağlanır. Bu kaüpıların üzerinde mermerden yuvarlak kemerlerin içinde aziz figürleri yer almaktadır. Binanın batı cephesinde Panayia Thetokos’a atanmış bir Ayazma mevcuttur.

 Panayia İsodion Kilisesi (Beyoğlu)
 Galatasaray’da Emir Nevruz Çıkmazında , günü 21 Kasım olan Rum Ortodoks kilisesidir. Kitabesinde 18 Eylül 1804 de inşa edildiği yazılıdır. Panayia Eiosodoion’a (Meryem’in Mabede takdimi) ithaf edilmiştir (III. Selim’in (1789-1807) fermanı ile yapılan ilk bina tek nefli ve basit bir yapıdır. II.Mahmut (1808-1839) ‘un fermanı ile kilise 1831 de iki yana doğru genişletilmiş ve çatısı da yenilenmiştir. 1860 da kilise tekrar bir onarım geçirerek genişletilmiş bunu 1875,1890 ve 1904 deki tamir ve küçük ilaveler takip etmiştir. İçerisinde çeşitli işlevli yapıların olduğu geniş bir avlu içerisindedir. Beş nefli Bazilika planında olan yapının orta nefi basık tonoz yan nefler ise ahşap çatıdır. Kilisenin Naosuna açılan üç,güneyinde ise iki giriş kapısı vardır. Apsis’in önünde ve üç nefi kaplayan ahşap İkonastasion üçgen alınlığı ile antik dönem cephe düzenlemesini hatırlatmaktadır. 1860 daki onarımda yapılmış olan ahşap Ambonun yüzeyindeki madalyonlarda İsa ve dört İncil Yazarının tasvirleri vardır. Despot koltuğu da ahşap olup kabartma tekniğinde oymalıdır. Nefleri ayıran sütunlar ise yuvarlak kemerli ve iyon başlıklıdır. Naos’daki orta nefin üzerinde Pantokrator İsa tasviri yer alır,sütunların arasında ise havari ve aziz figürleri işlenmiştir. Galeri korkuluğunun üzerinde “Son Akşam Yemeği” sahnesi,kuzeydeki neflerde Meryem’in güneydekilerde ise İsa’nın hayatından sahneler yer almaktadır. XIX.uncu yy. a ait olan bu resimlerin Sanat Tarihi açısından belirgin bir özelliği yoktur.

 Panayia Kafatiani Kilisesi (Beyoğlu)
 Tophane ile Karaköy arasındaki Ali Paşa Değirmeni sokağındadır. 1475 de Kırım’daki Kaffa şehrinden gelen Rumlar tarafından inşa edildiği bilinir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un esnaf ve sanatkâr ihtiyacını karşılamak için otuzbin Rum ve Ermeniyi getirttiği ileri sürülmüştür. Eski listelerde “Panagia Kaphatiane Galata” adıyla kayıtlara geçmiştir. 25 Nisan 1696 de büyük bir yangın geçirerek yanmış yeniden inşa edilerek 14 Eylül 1698 de Kutsal Haç yortusunda ibadete açılmıştır. 1731 de tekrar yanan kilise yeniden inşa edilir ve Sulan fermanıyla onarılır ve 1 Ekim 1734 tarihinde yeniden ibadete açılır. Kapı kitabesinde bu tarih yazılıdır. Bir müddet sonra yeniden harap olan kilise tekrar büyük onarım geçirir ve 1840 da temelden yenilenir. Hz. Meryem’e ithaf edilmiştir Doğu kilisesinde Hz. Meryem “Panayia” adı ile tanımlanır ve İstanbul’da ona atanmış çok kilise vardır. 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus, Kaffa’den gelen Rumların beraberlerinde getirdiği söylenen “Hodogetria Meryem” ikonasının Kilisenin kuzey nefinde bulunduğunu söylemektedir. Kilise etrafı yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır. Avlunun içinde Türk Ortodoks Başpiskoposluğunun yönetim odaları ve kilise görevlilerine ait lojmanlar vardır. Çan kulesi 1840 daki tamirde ilave edilmiştir. Dikdörtgen planlı üç nefli bazilika tipinde bir yapıya sahip olan kilisenin üstü çatı ile örtülüdür. Apsis dışarıdan çıkıntılıdır. Naos’da nefleri sınırlayan sütunlar yuvarlak kemerlidir. İçten orta nefin üst örtüsü beşik tonoz yan nefler ise düz tavandır. Apsis’in üstü ise kiliselerin geleneksel mimarisi olarak yarım kubbe ile örtülüdür. Ahşap olan İkonostasion,naos’un doğusunda üç nefi de kapsar ,oyma ve kabartma tekniği ile yapılmış,üzeri altın varaklı geometrik motifler ,yaprak ve çiçeklerle süslüdür. Altta büyük çerçeveler içinde Meryem’in ölümü sahnesi olan “Koimesis” , “Meryem ve Çocuk İsa”, “ İsa’nın Doğumu” resmedilmiştir. Bunlardan başka bazı azizler in tasvirleri de burada yer alır. Naos’daki iki sütun’un arasına oturtulmuş olan Ambon (bir tür vaaz kürsüsü) yine altın varaklarla süslenmiş olup kürsünün altında çerçeveler içinde Hz. İsa ve 4 İncil yazarının tasvirleri bulunmaktadır. Despot koltuğu de yine aynı tarz bitki motifleri ile bezenmiş olup burada ayrıca kabartma olarak melek ve hayvan figürleri işlenmiştir. Nefleri ayıran sütunların aralarındaki madalyonlar içinde havariler resmedilmiştir. Orta nefin üst örtüsündeki “Pantokrator İsa” (Dünyaya hakim olan) yağlıboya ile yapılmıştır.

  Ermeni Gregoryen Kiliseleri
 Surp Harutyan Kilisesi (Beyoğlu)
 Taksim Meşelik Sokaktaki Esayan Kız Lisesinin bahçesindedir. Mıgırdıç ve Hovhannes Esayan kardeşler tarafından II. Abdülhamid’in 3 Haziran 1893 tarihli fermanı ile okul ile beraber yapılmasına izin verilmiş 1895 de inşaat tamamlanmıştır. Tek nefli bazilika planında küçük bir şapeldir. Narteks’in bulunduğu cephe iki katlı ve pencereli olup bu girişin hemen üstünde küçük bir çan kulesi yükselir. Üst örtüsü ,içten yarım kubbeli apsis ve ibadet mekanı tonoz olup üzeri iki tarafa kırma çatıdır. Apsisdeki sunakda mermerden yapılmış olan sütunların ortasında Meryem ve Çocuk İsa tablosu yer alır. Dışdaki sadeliğine karşılık içi mermer ve altın varaklı süslemelerle hem sade hem de zevkli bir işçilik gösterir.

 Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi (Beyoğlu)
 Galata’da Kemeraltı Caddesindedir. Kefeli tüccar Goms tarafından 1391 de Cenovalılardan alınan arsa üzerinde 1436 da yapılmıştır. 1731 deki Galata yangınında yanmış olup Sultan I. Mahmud’un 15 Aralık 1732 tarihli fermanıyla Hassa Mimarı Kayserili Serkis Kalfa tarafından yeniden yapılarak 10 Mart 1733 de tekrar ibadete açılmıştır. 1771 de tekrar yangın geçiren kilisenin Surp Haç ve Surp Garabed şapelleri yanmış bu sefer de Minas Kalfa tarafından 1799 da yenilenmiştir. 1958 de Kemeraltı Caddesi genişletilirken istimlak edilmiş ve gerisine bugünkü kilise yapılmıştır. Binanın mimarı Bedros Zobyan olup yıkılan kiliseden daha küçük bir yapı yapılmıştır.1961-65 yıllarında inşaatı biten kilisenin açılışı 15 Mayıs 1966 da İstanbul Patriği Şnorhk Kalustyan tarafından yapılmıştır. Bina mimari şekil bakımından Ani’deki Ermeni kiliselerine benzemektedir. Dış cephe silmelerle çerçevelenen yuvarlak kemerlerle,niş ve üçüzlü pencerelerle hareketlendirilmiş olup yüksek kasnaklı bir kubbesi vardır. Doğuda dışarıya doğru çıkıntılı olan apsis’in üst örtüsü kırmızı kiremit kaplıdır. Apsis’in kuzeyinde vaftizhane ve içinde kitabeli mermer sunakların bulunduğu Surp Pırgıç şapeli, güneyinde ise Surp Isdepannos’a atanmış diğer bir şapel yer alır. Üç katlı çan kulesi batı cephesindeki küçük avluda olup altında Patrik Hovhannes Golod’un mezarı bulunmaktadır. İç mekan oldukça sade olup yuvarlak kemerler kalın payelere oturur. Yan duvarlar ise Kütahya çinileri ile kaplıdır.

 Surp Yerrortutyun (Üç Horon) Kilisesi (Beyoğlu)
 Beyoğlu'nda Sahne sokağındadır. Surp Yerrortutyan Kutsal üçlük (Baba-oğul-Ruhülkudüs) anlamına gelmektedir. XVI .ıncı yy. da bu kilisenin bulunduğu arsa’nın ve üzerindeki ahşap bir Rum kilisesinin Rumlardan satın alınarak Ermeni cemaatine geçtiğini 1515 tarihli bir hüccet belgelemektedir. Bu arsada önce Surp Echmiadzin ismiyle bir Ermeni ilkokulu yapılır daha sonra da II. Mahmud’un fermanıyla burası kiliseye çevrilmiştir.1807 de Pentekoste yortusunda ibadete açılan ahşap kilise 1810 da yanmış,uzun süre harabe halinde kalmıştır. II.Abdülhamid’in 1836 da verdiği ferman ile bu ahşap kilisenin kalıntıları yıkılmış ve yerine Garabed Balyan,Minas Ağa ve Serveryan’ın hazıradığı proje ve uygulamalar ve ermeni cemaatinin de maddi desteğiyle bugünkü “Üç Horan” kilisesi inşa edilerek 18 Haziran 1838 de ibadete açılmıştır. 1896 de kilisenin çevresine ruhban sınıfı için lojman ve idari binalar ile Naregyan Okulu yaptırılır. 1870 de geçirdiği yangından sonra ahşap mekanlar bu kez karğir olarak yenilenir. 1807 ,1907 ve 1989 da tekrar onarımdan geçirilir. Büyük bir avlunun içerisinde yer alan kilise tek nefli bir bazilika planında düşünülmüş daha sonra da bazı ekler ve genişletmeler yapılmıştır. İki şapelinden Surp Minas’a atanmış olanı vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Diğeri Surp Krikor Lusavoriç’e atanmıştır. Her iki şapeldeki kapılardan koro bölümüne geçilmektedir.İç mekan da süsleme unsurları olarak mermer ve altın varak çok miktarda kullanılmıştır. Tamamen batı tarzında yapılmış olup klasik Ermeni mimarisinin hiçbir özelliğini göstermez. Çan kulesi asıl mimari ile bağdaşmadığından sonradan eklenmiş olmalıdır. Avluda Pangaltı mezarlığının istimlak edilmesinden sonra kemikleri buraya getirilen Patrik IV.Hagopos (1680)’un bir kiliseyi andıran mezarı ile Başpiskopos I. Iknadios Kakmacıyan’ın lahdi bulunmaktadır.

 Ermeni Katolik Kiliseleri
 Hovhan Vosgeperan Kilisesi (Beyoğlu)
 Taksim’de Fransız Kültür Sarayı’nın arkasında Zambak Sokaktadır. Bugünkü Kilisenin olduğu yerde Katolik Ermeni cemaati 1832 de fakir çocuklar için bir okul ,düşkünler evi ve küçük bir hastahane ile burada yaşayanların dini ihtiyaçları için ahşap küçük bir kilise inşa ettirmişti. Zamanla iytiyacın artması üzerine yanındaki birkaç ev daha satın alınarak tesis genişletilmiştir. Beyoğlu yangınında tesislerin kullanılamayacak duruma gelmesi üzerine Katolik Ermeni Cemaati daha büyük bir kilise yapımı için devletten gerekli izinleri aldıktan sonra Garabet Tülbentçiyan’ın hazırladığı projeyi Agop Köçeoğlu, Hagop ve Bogos Göçeyan’ların maddi katkılarıyla uygulamaya geçmiş, 7 Nisan 1860 da başlayan kilise yapımı 2 Şubat 1863 de bitirilerek ibadete açılmıştır. Eklektik tarzda inşa edilmiş olan bu kilise’nin oldukça hantal bir dış görünümü vardır. Sekizgen merkezi planlı orta mekanın üzerini dört fil paye’nin taşıdığı yine sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Beyaz mermerden yapılmış ana sunakta kilisesin atandığı Aziz Hovhan Vosgepenan’ın ( St. Jean Chrysostomos) Bizans dini elbiseleri içinde bir portresi yer almaktadır. Diğer dört küçük sunak ise Surp Krikor Lusoveriç,St.Antoine,Papa St.Sylvestre ve İsa’nın Çarmıha gerilmesine atanmıştır. Buradaki resimler tamamen İtalyan resim ekolünü yansıtmaktadır. Güneydeki sunağın yanında altın yaldızla bezenmiş ahşap bir ambon bulunmaktadır. Narteksin yan kanatları’nın üzerindeki galeri koro’ya ayrılmıştır.

 Surp Asdvadzazin Kilisesi (Beyoğlu)
 Bedros Mısırlı ve kardeşleri Lusi ile Sofi’nin mali katkılarıyla Piskoposluk konutu,ibadethane ve papaz evi’nin meydana getirdiği bir kompleksdir. Kilisenin bulunduğu geniş arazi ve üzerindeki ahşap ev Boğos Bilezikçi tarafından 1838 de Ermeni Katolik cemaatine bağışlanmıştır. 15 Haziran 1864 de II. Abdülhamid’in verdiği ferman ile Andon Tülbentçiyan’ın çizdiği ve uyguladığı proje kapsamında Patrikhane Kilisesi 18 ayda bitirilmiş ve 6 Kasım 1866 da kutsanarak ibadete açılmıştır. Büyük bir avlu içinde tek nefli bazilika planında olan kilisenin etrafını dört katlı piskoposluk sarayı,kütüphane,rahiplere mahsus lojmanlar ve matbaanın bulunduğu bir kompleks çevreler. Kilisenin ana girişinin yanında Bedros,Lusi ve Sofi Mısırlı’nın mermer lahitleri vardır. Surp Krikor Lusavoriç’e ait bir rölik de gayet kıymetli bir muhafaza içinde muhafaza edilmektedir. Ana mekanda duvarda Fransa İmparatoriçesi Eugènie’nin hediyesi olan büyük boy İsa’nın göge yükselişini gösteren goblenden yapılmış bir tablo da bu kilisenin kıymetli eşyaları arasındadır. Meryem’e atanmış olan büyük üçgen alınlıklı,yuvarlak kemerlerin içinde aziz figürlerinin bulunduğu sunak son derece güzel bir işçiliğe sahiptir. Yunan ve Roma mimarisinin klasik unsurlarını içinde barındıran bir katedral olarak düzenlenmiş bu kilise neokalasik bir mimaride inşa edilmiştir.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Kiliseleri 2
« Yanıtla #15 : 31 Mart 2009, 02:31:48 »
Surp Pırgıç Kilisesi (Beyoğlu)
 Galata’da Kemeraltı caddesi üzerindedir. İstanbul’daki ilk Ermeni Katolik kilisesidir.Katolik Ermeni cemaati kendilerine ait bir ibadethaneleri ve ruhani reislerinin olması için II. Mahmut döneminden itibaren çalışmalara başlamışlardı. Galata’da yaşayan Katolik Ermeni cemaati kendi aralarında para toplayarak Kemeraltı caddesi üzerindeki evvelce Patrikhane olarak kullanılıp sonra Surp Asdvadzadzin kilisesine Patrikhanenin taşınman-sı üzerine boş ve metruk kalan,üzerinde papaz odalarının da bulunduğu yeri satın aldılar. Gerekli izinler alındıktan sonra 15 Temmuz 1831 de temeli atılan bina 13 Ocak 1834 de ibadete açıldı. İlk Ermeni Katolik kilisesi olduğu için oldukça özenli yapılan binanın dıştan hantal görünüşüne rağmen Kuyu Sokağına bakan taraftaki giriş ve iç mekandaki düzenlemeleri sanki bir antik tapınağa benzetilmek istenmiştir. Geniş bir kubbeli bazilika planına sahip olan yapı da orta mekanın üzerini içten tonoz ve yarım kubbeler dıştan düz bir çatı örter. Altı payenin arşitravla birbirine bağlandığı ve merdivenle çıkılan giriş bir Grek Tapınağı havasındadır. Dışarıya taşkın apsis’in fresk tarzında boyanmış,nişleri gösteren mimari bir kompozisyon içinde Surp Tatyos ve Surp Partoghemios’u temsil eden figürler vardır. Ana apsis’in yanındaki küçük apsisi olan şapel vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Kilisede beş ayrı yerde sunak yapılmıştır. bnlardan bir tanesi Meryem’e atanmış olup ince sütunlar ve perdelerin çevrelediği mekanda Meryem ve Çocuk İsa başlarında kral taçları ile canlandırılmıştır. Kilisenin yapımı sürerken İstanbul’da Veba salgını baş göstermiş,bunun üzerine Ermeni cemaati bu ikonayı 25 Mart günü bütün İstanbul sokaklarında arkalarından gelen hıristiyanlarla dolaştırmışlardır. Tesadüf olarak bu olaydan sonra veba salgını birden bitmiş Sultan II. Mahmut da bu kiliseye bu olaydan ötürü elmasdan kuyrukluyıldız biçiminde bir iğne hediye etmiştir. Bu olay o tarihten beri Paskalya yortusunun ertesinde “Ölüler günü” olarak 25 Mart’da kutlanmaktadır. Kilise açıldıktan sonra Ermeni Katolik Cemaatinin ilk ruhani reisi Başpiskopos Andon Nurican olmuştur.

 Surp Yerrontutyan Kilisesi ( Beyoğlu)
 İstiklal Caddesi'nde Perukar çıkmazında küç ük bir kilisedir. İstanbul’daki Levantenler için dört katolik rahip 1722 de buradaki arsayı satın almışlar,gerekli izinleri Osmanlı devletinden aldıktan sonra buraya küçük ahşap bir kilise ile konuk evi inşa etmişlerdir. 20 Eylül 1762 de burada çıkan bir yangınla kilise ve evler yanmış,Sultan II. Mustafa’dan alınan ferman ile taştan yeni birkilise ile 7 adet ev yapılmıştır. 6 Ağustos 1831 deki Beyoğlu yangınında burası yine zarar görmüş olup 1834-35 yıllarında bugünkü küçük kilise yeniden yapılmış 27 Ocak 1836 da Ermeni Katolik rahiplerinin de katıldığı bir kutsama töreni ile ibadete açılmıştır. Ermeni Katolik cemaati reisi Monsenyör Andon Hasun kilisenin kendi mülkiyetlerine geçmesi için Avusturya ve Papalığa müracaatta bulunmuş,Avusturya İmparatorluk armalarının korunması şartıyla 25 Mayıs 1857 de Ermeni Katolik patrikliğinin mülkiyetine geçmiştir. Tek nefli bir bazilika planında olan bu küçük kilise çift meyilli çatı ile örtülü olup dış cephe sıvalıdır. Narteksin üzerinde küçük bir galeri vardır. Koro bölümünün üstünde Habsburg hanedanının armaları bulunmaktadır. Ana sunak kutsal üçlü’ye ithaf edilmiş olup yan sunaklar Azize Anna ve Meryem’e ithaf edilmiştir.

  Protestan Ermeni Kiliseleri
 Surp Yerrorturyan (Avadaranagan ) Kilisesi (Aynalıçeşme-Beyoğlu)
İngiliz konsolosluğunun arkasında,Emin Camii sokağındadır. Ermenilerin protestan hareketlerinin başladığında yapılan ilk kilisedir. 1846 da burada mevcut olan ahşap kilise binası yandığından aynı yerde biraz daha geniş bir yer satın alıp yeni bir kilise ve okul yapımı için hükümetten izin istenmiş Sultan Mabdülmecid’in 1861 tarihli fermanıyla arsa alımı için onay alınmıştır. Kilise yapımı için tekrar müracaat edilir ve II.Abdühamid’in 9 Ağustos 1904 tarihli fermanıyla onay alınarak ertesi sene kilisenin temeli atılır,20 Ekim 1907 de ibadete açılır. İki katlı olan kilisenin alt katı okula ayrılmıştır. Anıtsal bir giriş cephesi olan kilise 19.uncu yy. Avrupa gotik-eklektik mimarisi tarzındadır. Sağır sütunlu yuvarlak üzerine sivri kemerli kapısı’nın üzerinde çan kulesi yükselen cephenin birinci katında sivri kemerli uzun pencereler ikinci katında ise yuvarlak gül pencereler vardır. Çatı çift meyillidir. İç mekan oldukça sadedir. Üç cepheli dışarıya taşkın bir apsis vardır. Gotik süslü saçak kornişleri iç mekanı çevreler.

 Süryani Kiliseleri
 Meryem Ana Kadim Süryani Kadim Kilisesi (Beyoğlu)
 Tarlabaşında Karakurum Sokağındadır. İstanbul’da Süryanilere ait tek kilisedir. Süryaniler litürjiye göre Nuh peygamberin oğlu Sam’ın oğlu Aram’ın soyundan gelmişlerdir. Sami kavimlerinin bir kolu sayılır. M.Ö. 14 ncü yy.da Hitit İmparatorluğunun çöküşünden sonra kuzey Suriye’den Şeria nehrine kadar Ön Asya’da egemen olmuşlardır. Süryaniler kökeni Urfa kilisesine dayanan ve Asur ırkından olan doğu Süryanileri (Nasturiler) ile kökeni Antakya kilisesine dayanan ve Arami ırkından olan batı Süryanileri olmak üzere ikiye ayrılırlar. Aramca konuştukları, snoptik incillerden Matta İncili’nin Arami dilinde yazılıp sonradan Yunanca’ya çevrildiği yolunda güçlü kanıtlar ileri sürülmektedir,günümüzde de Süryanice’ye en yakın dil işte bu aramca’dır. Hıristiyanlığı ilk kabul eden toplum olduğu için de kendilerine 1845’den itibaren “Kadim” sıfatı yakıştırılmıştır. İsa’nın çağında doğu’da Urfa putperest inancındaydı Kilise tarihçisi Eusebius’un yazdıklarına göre Kral V.Abgar bir cilt hastalığına tutulur tedavi için İsa’yı Urfa’ya çağırır. İsa çarmıha gerildiği için havarilerinden Thomas’ın kardeşi Addai (Thaddeus) Urfa’ya gider Kral Abgar İsa’nın fikirlerine inanır,hıristiyanlığı kendisi ve toplumu için kabul eder. Anadolu’daki Süryani cemaatinin İstanbul’a gelmesi iki göç dalgası ile oluşmuştur. Birincisi Bitlis,Diyarbakır,Mardin, Midyat ve Nusaybin’den 1830 yılından itibaren başlar ve Cumhuriyetin ilanına kadar devam eder. İkinci dalga ise yine aynı kentlerden ve köylerden Cumhuriyet sonrası olmuştur. İstanbul’a ilk yerleşen Süryaniler,ibadetlerini yapabilmek için Tarlabaşı’nda ahşap küçük bir ev satın alırlar. 1844 de Patrik Mor Ignatios II.Yakup cemaatini ziyaret için İstanbul’a geldiğinde bu küçük evi kiliseye çevirmeyi düşünür ve Sultan Abdülmecid’e müracaat eder,isteği olumlu karşılanır ve ev yıkılarak yerine ahşap bir kilise inşa edilir Meryem Ana’ya ithaf edilen bu kilise 1870 Beyoğlu yangınında tamamen yanar. 1880 de bu sefer kargirden yeniden inşa edilir. İkinci göç dalgasıyla artan nüfusun ihtiyacı karşılanamadığından Süryani Kilisesi Vakfı tarafından etrafındaki evler satın alınır ve 1961 de gerekli yasal izinler alındıktan sonra bugünkü kilise yapılır ve 3 Kasım 1963 de Patrik Mor İğnatios III. Yakup tarafından törenle ibadete açılır. Kilise’nin inşaatında Mardin’den getirilen ,taş oymacılığı ve taşçı ustaları olan Sait Mimarbaşı,İskender Aktaş ve Lole Ertaş ve ekibinin ustaları ile yine Mardin’den getirtilen taşlarla inşa edilmiştir. Kilise’nin yanında idare binaları ve okul vardır.

 Katolik Kiliseleri
 Saint Antuan Kilisesi (Beyoğlu)


 İstiklal Caddesi üzerinde demir parmaklıklı bir kapı ile girilen geniş bir avlunun içindedir. Avlunun iki tarafında bu komplekse ait çeşitli binalar yer almaktadır. Mimar Giulio Mongeri’nin (1875-1953) Lombardia Gotiği stilinde bir eseri olup inşaata 1906 da başlanmış ve 12 Agustos 1912 de ibadete açılmıştır. Beyoğlu’nun ilk betonarme yapılarından olan bu kilisenin dışı kırmızı tuğla kaplı, Latin haçı plânlı, oldukça devasa boyutlu bir kilisedir. İç kısımda mübalağaya kaçacak kadar çeşitli malzeme ,heykel ve resim kullanılmıştır. Ana apsis’de ahşaptan “çarmıhta İsa” heykeli ile yandaki Aziz Antoine’nin heykeli Luigi Bresciani ‘nin eseridir. Yan apsislerde mozaik ile yapılmış “vaftiz” ve “Son akşam yemeği” panolar vardır. Çan kulesi güney apsisinin üzerindedir. Güney tarafında kiliseye paralel iki katlı manastır binası ve kiliseye akar olması için yaptırılmış apartmanlar yer alır.

 Saint Benoit Kilisesi ve Manastırı (Beyoğlu)
 Galata’da Kemeraltı Caddesindedir. Cenevizli Benedikten rahiplerinin kilisesi olarak da bilinir. Bu kompleksin yerinde evvelce bir Bizans Manastırı olduğu ve 1427 de yenilendiği ileri sürülmektedir. Çan kulesi 15.inci yy. mimarisini aksettirir ve Galata’daki en eski kilisedir. 1573 de Cizvitlerin elinde olan bina daha sonra 1783 de Lazaristlerin eline geçmiş olup çevresindeki binalar 1803-4 de onlar tarafından yapılmıştır. 1865 de burada çıkan bir yangından zarar gören binadan günümüze sadece çan kulesi gelebilmiştir.

 Saint Esprit Kilisesi (Şişli)
 Cumhuriyet Caddesi üzerinde Notre Dame de Sion Lisesinin avlusundadır. Bu kilise 1845 de İtalyan Mimar Fossati tarafından projesi yapılıp inşaatı gerçekleştirilmiştir. Vatikan’a bağlı olan kilise 20 Ocak 1876 da katedral statüsünü kazanmış olup 1989 da İtalyan rahiplerin yönetimine verilmiştir. Barok üslupta yapılmış bir kilisedir. Okul ile müşterek olan avlusunda Papa XV. inci Bonua’nın mermer bir heykeli bulunmaktadır. Üç nefli bir bazilika planındadır. Ana apsis ve yan apsisler dışarıya kare şeklinde taşmaktadır. Nefleri ayıran sütunların üzerinde galeri bulunmaktadır. Ölçek Sokağına bakan ucunda çan kulesi bulunmaktadır.

 Saint Georg Kilisesi (Beyoğlu)
 Galata’da Kartçınar sokağındadır. Bizans İmparatoru II. Andronikos Palaiologos’un bir fermanına dayanılarak bu kilisenin Cenevizliler zamanında var olduğunu saptayabiliyoruz. 15.nci yy.ait Pera’daki vakıf mülklerini gösteren bir belgede bu kiliseden “Aya yorgi” diye bahsedilmektedir. Fransız elçisi De Germigny’nin 1580 de yazdığı bir mektupta Dominiken rahiplerinin elinde olup cemaatinin olmadığı için sadece bayramlarda açıldığını bu yüzden de yapıyı satın almak istediklerinden bahsetmektedir. Osmanlı-Fransız ilişkilerinin kuvvetlenmesiyle 1626 da kiliseye Fransisken rahipler yerleşir. Kilisenin yanında Peron ailesine ait olan evi okul yapmak için satın alırlar. 1660 daki büyük yangında bina tamamen yanar. Arsa haline gelen bu yerin mülkiyeti de böylece Osmanlı Devletine geçer. Daha sonra Fransız Hükümeti burayı satın alır ve 1675 de gerekli izinler alındıktan sonra kilise yapımına başlanır ve 1677 de ibadete açılır. 1809 da Fransızlar burayı askeri hastahane olarak kullanırlar , 1831 de çıkan bir yangınla tekrar büyük zarar görür ve 1853 de tekrar Fransisken rahipleri tarafından satın alınırsa da onlar da burayı 1908 de Avusturyalı Lazarist rahiplere satarlar. Lazaristler burayı restore ederken tamamen bir Avurupa mimari tarzını yerleştirmişlerdir. 1963 de mabedin içindeki aşırı süslemeler kaldırılarak yeni bir iç dekorasyona gidildi ve Viyana Ekolüne bağlı Ressam Anton Lehmden ve Oıtzinger beraberce çalışarak yeni bir dekorasyon uyguladılar.

 Saint Maria Draperis Kilisesi (Beyoğlu)
 Beyoğlunda Galatasaray ile Tünel arasındadır. Fransisken tarikatına mensup olan Madam Clara Draperis’in bağışladığı bir evin arsasına,Galata Mumhane caddesindeki Santa Maria kilisesinin 1584 de yanmasından sonra yapılmıştır. 1691 de ahşap olarak yapılmış bu kilise yanında bu kez 1769 da bugünkü yerinde kargir olarak yapılmışsa da 1870 Beyoğlu yangınından kurtulamamıştır. Bndan sonra burası İtalyan Mimar Guglielmo Semprini’nin prjesiyle Avusturya-Macaristan Büyükelçilik binası olarak kullanılmıştır. 1904 de II.Abdülhamid’in vermiş olduğu izin ile bugünkü kilise inşa edilmiştir. Ön tarafındaki Santa Maria hanı ile kiliseyi aradaki lojmanlar birbirine bağlayarak bir kompleks meydana getirirler. Kilisenin neo-klasik üslupta kesme taştan sade ve iki katlı bir cephesi vardır. Mermer bir arşitrav ve üçgen alınlığın çevrelediği giriş kapısı üzerinde mozaik ile yapılmış orans vaziyetinde Meryem vardır. 1678 yangınından kurtulan “Meryem” tablosu da kilisenin apsisindedir.
Saint Pierre ve Paul Kilisesi (Galata)
Galata’da Galata Kulesi sokağındadır. Dominiken rahipler tarafından Mimar Fossati’nin projesi ile 1841-1843 arasında yaptırılmıştır. Dikdörtgen çeklinde gayet bakımlı bir avlunun içinde tek nefli bir bazilika planında iki katlı bir bina olup avluya bakan cephesi sütunların birbirine bağlayan yuvarlak kemerlerle açılır. Üst örtüsü içten beşik tonoz ,dıştan kiremit kaplı çift meyilli çatıdır.

  Anglikan Kiliseleri
 Kırım Kilisesi (Beyoğlu)
 Galip Dede Caddesi ile Serdarıekrem Sokağının arasındadır. Evvelce üzerinde Rum mezarlığının bulunduğu bu arazi Abdülmecid (1839-1861) tarafından İngilizlere Kırım Savaşı’nın anısına bir kilise yapımı için verilmiştir. Projesini G.Street’in çizdiği bu kilisenin temeli 19 Ekim 1858 de atıldı ve 22 Ekim 1868 de ibadete açıldı. 1970 de cemaatinin olmaması yüzünden kilise kapatıldı ve içeriye binayı muhafaza etmek için bir bekçi konulduysa da bu kişi kilisenin içindeki kıymetli eşyaların yok olmasına sebep olduğu gibi bina bakımsızlıktan harap bir hale geldi. 1991 de Sri Lanka’dan gelen Anglikan mültecilerin İngiliz konsolosluğuna müracaatları ile Konsolosluktaki Anglikan şapelinin rahibi İan Sherwood’un yönetiminde kilise temizlenip onarılarak tekrar ibadete açıldı. Neogotik üslupta yapılmış olan bu kilise’de kullanılan kırmızı renkteki taşlar Malta’dan getirilmiştir. Dikdörtgen bir yapı olan binada yuvarlak kemerli ikizli pencerel ile içerisinin ışık alması sağlanmıştır. Ana girişin iki yanında sivri kulahlı iki küçük kule bulunmaktadır. Yan tarafındaki çan kulesi baldakin tarzında olup sivri külahlıdır. Üst örtüsü çift meyilli kiremit kaplı çatıdır.
Şişli İlçesindeki Kiliseler

 Ayios Atanasios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş’da Omuzdaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Eğimli bir arazide olması nedeniyle bir kısmı yol seviyesinin altında kalan kilise yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içindedir. Bugünkü binanın yapılışının tarih kitabesi 1855 dir. 1893 ve 1949 da tamir gördüğünü yazan iki kitabesi daha vardır. Kubbeli bazilika plânında olan yapının orta nefi’nin üzeri etrafı gül pencereler ile çevrili kasnağı olan basık bir kubbedir. Diğer kısımlar çift meyilli çatı ile örtülüdür. Binanın dört köşesinde ana mekandan çıkan çan kuleleri vardır. Kilisenin batı tarafında aynı adı taşıyan bir ayazması mevcuttur.
 Ayios Dimitrios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş’da Ateşböceği sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. Bulunduğu yerde evvelce mezarlık ve içinde Aziz Haralambos’a ithaf edilmiş bir şapel ile bir ayazmanın varlığını biliyoruz. 1726 tarihli kitabesinde inşa edildiği yazılıdır. Ayrıca 1782 ve 1798 de tekrar bir onarım görerek genişletilmiş olduğu da içerideki diğer kitabelerinde yazılıdır. Üç nefli bazilika planında olan yapı kesme taştan inşa edilmiş olup sade bir yapısı vardır. Üzeri kiremit kaplı çift meyilli bir çatı ile örtülüdür. Aziz Dimirios’a ithaf edilmiş bu kilisede bu azizin rölikleri bema’dan bir duvarla ayrılan bölümde muhafaza edilir. Narteksin kuzeyindeki bir merdivenle galeriye çıkılır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu kemerlerin arasındaki yuvarlak madalyonlarda ise aziz figürleri resmedilmiştir. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma çiçek ve bitki motifleri ile süslenmiştir.
 Ayios Elefterios Kilisesi (Şişli)
 Kurtuluş,Bayır sokak’da Rum Ortodoks mezarlığının içindedir. Önemli bir mimarisi olmayan bu bina 1865 de mezarlıktaki cenaze törenleri için inşa edilmiştir. Bazilika planındaki kilisenin apsisi içten yarım kubbe,diğer yerler beşik tonoz olup hepsi dışarıdan çift meyilli çatı ile örtülmüştür. Kaba yonu taşından yapılmış olup üzeri sıvanmamıştır.
 Bulgar Eksarhanesi (Şişli)
 Şişli’de Halaskargazi caddesinde alçak duvar üzerine demir parmaklıkla çevrili geniş bir bahçenin içerisinde yer alan eklektik üslupta yapılmış ahşap bir yapıdır.
İstanbul’daki Bulgar azınlığı 19.uncu yy.a kadar Rum Ortodoks patrikhanesine bağlı kiliselerde ibadet ediyorlardı. 18.inci yy. ın sonlarında Balkanlarda başlayan milliyetçi akımlar İstanbuldaki Bulgarları da etkiledi ve bağımsız bir Bulgar kilisesi kilisesi kurarak Ortodoks patrikliğinden ayrılmak istediler. 1848 de, İstanbuldaki Bulgar cemaatinin önde gelen isimlerinden olan Stefan Bogoridi Tanzimat fermanının verdiği haklardan yararlanarak, Bulgarların Rumca bilmediklerini ,Rum kiliselerindeki ayinleri anlayamadıklarını ileri sürerek Osmanlı devletine müracaatla kendi dillerinde ibadet etmek istediklerini bildirdi. Bu arada Rusya sefareti de onları destekledi ve Fener semtinde bir ibadethane ve papaz evi yapmaları gerekli olan arsayı kendilerine vereceklerini bildirdi. Osmanlı devleti de Bulgar cemaatinin Fener patrikhanesinden ayrılmasının Patrikhaneyi biraz zayıflatacağını düşünerek bu öneriye son derece olumlu baktı ve Stefan Bogoridi’nin hibe ettiği,Mürsel Paşa Caddesi üzerindeki Sveti Stefan kilisesinin karşısındaki arsaya “metoh” adı verilen bir papaz evinin yapılması ve ibadetin orada yapılmasına Sultan Abdülmecid izin verdi ve 1850 de inşaat tamamlandı. Bulgarlar 1860 da devlete tekrar müracaat ederek Rum Patriğini kendilerine dini lider olarak tanımayacaklarını bildirdiler. 11 Mart 1870 de Sultan Abdülaziz’in fermanı ile bağımsız Bulgar kilisesinin kurulmasına izin verildi ve cemaatin başına da Patrikten aşağı metropolitten yukarı bir rütbe olan ” Eksarh” getirilmesi karara bağlandı. Böylece yeni kurulan kilise bundan sonra “Bulgar Esarhlığı” olarak tanındı ve Patrikhane de bunu onayladı. Şişli’deki bina da bundan sonra inşa edildi. İbadet mekanı ve lojmanların bir arada olduğu ahşap karkaslı bu bina iç sofalı plân tipindedir. İbadet mekânı dikdörtgen bir salon şeklinde olup İkonastasis in iki tarafındaki yuvarlak kemerlerden arkadaki kutsal eşyaların korunup muhafaza edildiği mekana geçilir. İkonastasisde İsa ve azizlerin yağlıboya resimleri vardır. Bahçede bulunan anıtın üzerinde 16 Eylül 1872 de Fener Patrikhanesi Sen Sinodu’nun Bulgar kilisesi ile bir bağının kalmadığını belirten kitabesi vardır. Bu anıtın üzerinde 1901 de Pınarhisarlı Mihail isimli bir ustanın döktüğü çan bulunmaktadır. Eksarhhane 1989 da önemli bir tamir geçirmiştir. İstanbulda Eksarhhane’den başka biri Feriköy mezarlığınin içinde diğeri de Demir Kilise olarak bilinen Sveti Stefan olmak üzere üç Bulgar Ortodoks kilisesi vardır

 Dodeka Apostoli (Aya Apostoli) Kilisesi (Şişli)
 Feriköy’de Avukat Caddesinde yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde yer alan 1868 de inşa edilmiş olan bu Rum ortodoks kilisesi oniki havariye ithaf edilmiştir. 1949 da bir onarım geçirdiği içerisindeki kitabede yazılıdır. Kapalı Yunan haçı planında olan kilise muntazam taşdan yapılmış sade bir yapıdır. Narteks’den Naos’a geçilen kapının üzerinde Ressam Haralambos tarafından 1914 de yapılmış oniki aziz’in yağlıboya portreleri vardır. Orta nefin üzerini her cephesine pencere açılmış sekizgen kasnaklı içerisinde pantokrator İsa tasviri olan bir kubbe örter. Diğer kısımların üst örtüsü ise kırma çatıdır. Narteksin güneyinden ahşap korkuluklu bir merdivenle galeriye çıkılır. Galerinin koruluklarında incilden alınmış sahneler resmediliştir.
 Hiristos Metamorfosis Kilisesi (Şişli)
 Şişli,Büyükdere Caddesi’ndeki Rum Mezarlığının içindedir. 1888 de inşa edilmiş olan bu kilise haç planlıdır. Orta mekanın üzerini yüksek sivri bir kubbe örtmektedir. Bu kubbe çinko kaplı olup sekiz dilimli olup her dilimde haç işlenmiştir. Düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak olarak taşmaktadır.
Beşiktaş İlçesindeki Kiliseler

 Ayios Dimitrios Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme’de Kırbaş sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Bizans devrinde mevcut olup yıkılmış bir kilisenin yerine 1820 de inşa edilmiş olup 1870 de genişletilmiştir. Üç nefli Bazilika planında olan kilisenin dıştan köşeli olarak dışarı taşmaktadır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi olup basık kemerlerle birbirine bağlanır. Kaba yonu taş ve tuğla karışımı inşa edilmiş olan kilisenin içi ve dışı sıvalı olup içeriden apsis ve yan hücreler yarım kubbe nefler ise beşik tonoz olup hepsi dıştan kırma çatı ile örtülmüştür. Narteksin üzerindeki galeriye yan tarafındaki ayazmadan da çıkış sağlanmıştır. İkonastasis ,ambon ve despot koltuğu ahşap olup kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslenmiştir.

 İoannes Prodromos Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme Caddesinde Rum Ortodoks kilisesidir. Evvelce mevcut sir kilisenin arsası üzerine 1835 de yapılmıştır. Üç nefli bazilika plânlı bir yapıdır. Nefleri ayıran ahşap sütunlar arşitravla bağlanırlar. Apsis’in üst örtüsü yarım yuvarlak bir kubbe olup diğer yerler kırma çatı ile örtülüdür. Cephesi kaba yonu taş üzeri sıvadır.Sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Naos’daki merdivenle galeriye çıkılır. Ahşap ikonastasis ,ambon ve despot kultuğu oyma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür. Naos’un köşesinde Hagios Sotirios’a atanmış ayazma vardır.
 Taksiarhes Rum Kilisesi (Beşiktaş)
 Arnavutköy’de Dere ve Abdullah Molla sokaklarının arasında,yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlunun içerisindedir. 19.uncu yy. ikinci yarısında düzgün kesme taştan inşa edilmiş kapalı yunan haçı plânlı Rum ortodoks kilisesidir. Apsis yuvarlak olarak dışarı taşkın olup üzeri ana mekanın çatısından alçak bir yarım kubbe ile örtülüdür. Orta mekanın üzerini basık kasnaklı bir kubbe örter. Dış cephede yuvarlak kemerlerin içerisinde üçüzlü ve ikizli pencereler yer alır. Avluda Azize Paraskevi’ye ithaf edilen bir ayazması vardır

 Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
 Beşiktaş’da İlhan Sokaktadır. İlk yapılışının 1661 ile 1684 arasında olduğu ileri sürülüyorsa da kesin bir bilgimiz yoktur. Yıkılmış olan bu mabedin arsası üzerine bugünkü kilise Saray Mimarı Garabed Serkis Balyan tarafından kendi mali desteğinin yanısıra proje ve kontrolluğunda 1838 yılında yeniden yapılmıştır. 1987 de büyük bir onarım geçirmiş,iç ve dışı boyanarak ahşap sunak altın varak ile kaplanmıştır. Dış görünüşünün son derece sade olmasına karşılık içi son derece zengin bir tezyinata sahiptir. Sunağı meydana getiren sütunlar iyon tarzında olup başlıkları altın varaklıdır. Kilisedeki Meryem,İsa,azizler ve İncil yazarlarını temsil eden büyük boy yağlıboya resimler saray ressamı Umed Beyzad (1809-1874) tarafından yapılmıştır. Kapalı haç plânında olan kilisenin orta mekanı içten kubbe,yan kollar tonoz olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür.

 Yerevman Surp Haç Ermeni Kilisesi (Beşiktaş)
 Kuruçeşme’de Kırbaç Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir. 28 Şubat 1798 de Patrik II.Zakarya’nın takdise ederek ibadete açtığı bu kilise Amira Hovivyan ve Episkopos Hovhannes’in maddi katkılarıyla yapılmıştır. Zaman içinde harap olan kilise ikinci kez Mimar Garabet Balyan’ın projesi ve kontrolluğunda inşa edilerek 16 Kasım 1834 de Patrik II. Isdepannos Zakaryan tarafından takdis edilerek tekrar ibadete açılmıştır. 1835 de kilisenin bahçesine günümüzde kapanmış olan Tarkmançatz Ermeni ilkokulu, 1858 de kilisenin doğusuna bir çan kulesi eklenmiştir. Bahçedeki iki çeşmeden biri 1872 diğeri ise 1905’de yapılmıştır. 1919 daki Kuruçeşme yangınında çatı,çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarıldı. Bu kez çan kulesi Garabed Halacyan tarafından demirden inşa edildi. 1977 ve 1988 senelerinde tekrar tamir görmüştür. Kilisenin bahçesindeki okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan biri olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir. Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planlı bu kilisede kullanılmıştır.Ana apsis’in iki yanında küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden kuzeydeki vaftizhane güneyindeki ise kutsal eşyaların korunduğu hazine odasıdır. Apsis’in önündeki sunagın ahşap işçiliği ve altın kaplama varakları ile oldukça dikkati çekmekte olup üzerine yapılmış olan aziz resimleri son döneme aittir. Narteks’den yukarıya çıkan bir merdivenle koroya ayrılan galeriye çıkılır. Moloz taş’dan yapılmış olan cephe son derece sade olup binanın üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır. Kilisenin tarihindeki önemli olaylardan biri Ermeni ve Gregoryen cemaatlerinin Patrik I. Bogos (1815-1823) zamanında toplanmaları ,diğeri ise 12 Ekim 1913 de Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 üncü yıldönümünün burada kutlanmış olmasıdır.
Sarıyer İlçesindeki Kiliseler

 Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
 Tarabya’da Yeniköy Caddesi üzerindeki bir aralıktan içeri girilince bir avlu içindedir. 1868 de Azize Paraskevi’ye atanarak eski manastır arsası üzerine inşa edilmiştir. Kapalı Yunan haçı planlı olan yapının orta mekanını yüksek kasnaklı ve etrafına pencereler açılmış bir kubbe örter. Haçın diğer dört kolu kırma çatı ile örtülüdür. Apsis üçüzlü bir pencere sistemine sahip olup üzeri yarım kubbedir. İkonastasis mermerden yapılmıştır. Despot koltuğu ve ambonu ahşap üzerine oymalı olup altın varakla kaplıdır.

 Ayia Paraskevi Rum Kilisesi (Sarıyer)
 Büyükdere’de Danişment Sokağında geniş bir avlunun içindedir. 1831 de inşa edilen bu kilise evvelce bir yangınla tamamen ortadan kalkan eski bir Rum kilisesinin arsasına yapılmıştır. Üç nefli bir bazilika plânında olup üst örtüsü beşik tonoz üzerine kırma çatı ile örtülüdür. Çan kulesi olmayıp bahçedeki bir ağaçta çanı asılıdır.

 Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
 Yeniköy’de Salih Ağa Sokağında Meryem’e ithaf edilmiş Gregoryen kilisesidir. Patrik II. Hagop Nalyan zamanında 1760 da inşa edilmiştir. Hartyan Nevruzyan’ın mali desteği ile 1834 de büyük bir onarım geçirmiş ve aynı senin 24 Haziranında Patrik Isdepanos II. Agavni tarafından kutsanarak ibadete yeniden açılmıştır. 1984 de büyük bir onarım daha geçiren kilise.papaz evleri,okul ve sarnıç’dan meydana gelen bir kompleksdedir. Ermeni kiliselerinde az görülen bir plân olan üç nefli bir bazilika plânına sahiptir. Apsis yarım yuvarlak olarak dışarı taşkın olup arkasında küçük bir sunak bulunur. Sunağın kemerinde “Yol,gerçek ve hayat benim” sözü yazılıdır. Ana apsis’in iki yanındaki mekanlardan biri vaftizhane diğeri kutsal eşyanın korunduğu “hazine odası” diye adlandırılan bölümdür. Bu kilisenin diğer Ermeni kiliselerinden ayıran özelliği,bütün Ermeni kiliselerinde girişin batıdan olmasına karşılık burada kuzey ve güney yönlerinde olmasıdır. Narteksin üzerindeki galeri koro’ya ayrılmıştır.

 Surp Hovhannes Mıgırdıç Ermeni Katolik Kilisesi (Sarıyer)
 Sultan Abdülaziz’in 1864 tarihli fermanıyla inşa edilmiş ve 24 Haziran 1866 da ibadete açılmıştır. Gotik tarzda inşa edilmiş bu kiliseyi Ohannes Tıngıryan yaptırmıştır. İstanbul’daki 12 Ermeni katolik Kilisesinden bir tanesidir.

 Surp Hripsimyantz Ermeni Kilisesi (Sarıyer)
 1848 de inşa edilen bu kiliseyi Garabed Yeremyan yaptırmıştır. Yanında papaz evi de bulunan bu bina 1894 depreminde büyük zarar görür ve Abraham Paşa Yeremyan ( 1833-1918) tarafından onarılır. Son devir yapısı olan kilisenin mimari bir özelliği yoktur.

 Surp Santukhd Kilisesi (Sarıyerı)
 Rumelihisarında Durmuş Dede Sokağında Ermeni Gregoryen kilisesidir. Evvelce yerinde ahşap bir kilise olduğu kayıtlı olan bina 1816 da yıktırılarak yerine bugünkü kilise inşa edilip 29 Temmuz 1856 da ibadete açılmıştır. 1972 de bir yangın geçiren bina tekrar onarılmış ve 1978 de inşaat bitmiştir. Moloz taşla yapılıp üzeri sıvanmış küçük ve özelliği olmayan bir kilisedir. Kuzeyinde demir iskelet üzerinde çan kulesi vardır.

Ermeni Kiliseleri

 Asdvadzadzin Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı’da Şarapnel Sokağındadır. Patriklik Katedrali olarak da isimlendirilir. Yazılı kaynaklara göre 1641 de bu makam Samatya’dan buraya geçmiştir Fetihden sonra İstanbula gelen Ermenilere verilen birkaç Bizans kilisesinden biridir. Kelime anlamı “Tanrıyı karnında taşıyan kadın “ yani Meryemdir. Mayıs 1645’deki yangınında harap olan kilise Rahip Boğos’un liderliğinde tamir edilir. 1718 de tekrar bir yangın geçirir ve Patrikhane ile birlikte çok büyük hasar görür. Kudüs Patriği Kirkor Şirvanlı ve İstanbul patriği Hovhannes Peğişetsi’nin ortak çabaları ile Hassa mimarlara Serkis Kalfa ve Melidon Araboğlu’nun yönetiminde ikibuçuk ay gibi çok kısa bir sürede onarılarak 13 Aralık 1719 da tekrar ibadete açılır. Bundan sonra da Ana Ermeni kilisesi olarak İstanbuldaki yerini alır. 1762 yangınında avlusundaki Küdüs Patrikliği Vekâlethanesi olan yapı ile tekrar yanar. Bina bu sefer Patrik II. Hagop’un Sadrazam Koca Ragıp Paşa’dan sağladığı destek ile yeniden tamir görür. Bu onarım sırasında kiliseye bitişik ikinci bir bina inşa edilir. 1819 da Hassa Mimarı Hovannes Serveryan’ın yönetiminde yeni baştan elden geçirilir ve 19 Şubat 1820 de inşaat tamamlanır. Yangınların peşini bırakmadığı mabet bu kez 16 Ağustos 1825 daki büyük Hocapaşa yangınında kilise,patrikhane ve Kudüs Vekâlet binaları yanar. Sultan II. Mahmud’un 2 Şubat 1828 tarihli fermanı ile Kirkor Balyan ve Karabet Devletyanın projeleri doğrultusunda büyük bir onarım geçirerek birkaç ilave daha yapılır. Bu inşaatta üç büyük,üç küçük kilisenin tamirlerinden başka fakir çocuklar için bir derslik ve yangına karşı bir havuz, tulumbacılar için de oda yapılır. 18 Ocak 1845 deki fermanla yeniden bir onarım geçiren kompleksin ana girişine bir çan kulesi ilave edilir. Ana kilise binası üç nefli bazilika tipinde bir plâna sahiptir. Orta nefin üzeri beşik tonoz,ana mekandan biraz yüksek olan yan neflerin üzeri tek meyilli çatı ile örtülüdür. İçeriye giriş çan kulesinin altındaki büyük kapıdandır. Narteks’in güney-batı köşesinde Patrik II. Varjabedyan’ın mezarı bulunur. Kuzey nefindeki bir kapı Surp Haç kilisesine giden koridora açılır. Katedralin ana sunağının iki yanında küçük sunaklar bulunur. Bu kısımda hazine odasına ve küçük şapele açılan geçitler vardır. Bi kompleksin içindeki Surp Harutyan şapeli de üstü tonozla örtülü bir bazilika planına sahiptir. Üç ayrı yönde kapısı olan bu şapelin girişinde Harutyan Amira Bezciyan’ın mezarı ve bronz büsktü vardır. Mizarın hemen yanındaki merdivenlerden şapelin altındaki Surp Teodoros ayazmasına inilir.
1677 de kilisenin yakınında ve onun kontrolünde bir basımevi kurulmuş ve çok sayıda kitap basıldığını yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz.

 Surp Hovhannes Avedaraniç Ermeni Kilisesi (Eminönü)
 Gedikpaşa’da Bali Paşa Caddesindedir. Ermeni Protestan Kilisesidir. Kilisenin bulunduğu yerde evvelce küçük bir şapelin bulunduğuna dair bazı iddialar varsa da kesinlik kazanamamıştır. Burada oturan Ermeniler dini ayinlerini Gedikpaşa’daki Amerikan Okulunun şapelinde yaptıklarından kendilerine mahsus bir kilise gereksinimi duyarak 1880 de binanın bulunduğu arsayı kurmuş oldukları vakıf adına satın alırlar. Devletten inşaat izni alamadıklarından dolayı 1911 e kadar bu durum devam eder. Sultan Vahdettin 18 Mayıs 1911 tarihli fermanıyla inşaata izin verir. Mimar İsdepan İzmirliyan’ın çizdiği proje ile büyük bir bölümü yurt dışından gelen bağışlarla vakıf inşaata başlar. Birinci Dünya harbi nedeniyle inşaat varım kalır ve savaşın bitiminden sonra tamamlanarak 16 Ocak 1921 de ibadete açılır. Üç katlı ve dikdörtgen bir plana sahip olan kilisenin cephesi tamamen gotik tarzdadır. İki yandan çıkılan merdivenlerle gotik tarzındaki giriş kapısından ibadet mekânına girilir. Bunun altındaki bodrum toplantı salonudur. İbadet mekanının üzerinde ise asma kat şeklinde bir galeri vardır. Kapının üzerinde kitabe bulunmaktadır. Çan kulesi ön cephede yükseltilmiş fasadın üzerindedir. Sokaktan alçak duvarlı parmaklıklar ile etrafı çevrilerek ayrılmıştır.
 Rum Ortodoks Kiliseleri:
 Aya Kiryaki Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı,Gedikpaşa caddesinde Çadırcı Cami Sokağı ile Kadirga Limanı Caddesi arasında Rum Ortodoks kilisesidir. Diocletianus (284-307) zamanında yaşamış olan ilk hıristiyan azizesi olan Aya Kyriaki’Ye ithaf edilmiştir. Bu devirde yaşayan Efsevia isimli bir kadının uzun yıllar çocuğu olmamış,eğer bir çocuğu olursa onu Tanrı’ya adayacağına dair dua edermiş. Duaları kabul olunur ve haftanın yedinci günü bir kız çocuğu dünyaya getirir ve bu yüzden ona Kyriaki adını verir. Aile hıristiyan olduğu için Diocletianus’un hıristiyanları takibi sırasında aile tutuklanır ve sorgulanırken işkence görürler. Henüz onaltı yaşında bir genç kız olan Kyriaki de işkence altında hıristiyanlığını inkar etmez ,yakılarak öldürülmesine karar verilir. Büyük bir ateş yakılır ve kız ortaya konulur.bu sırada büyük bir yağmur başlar ve ateş söner,bunun üzerine vahşi hayvanların önüne atılır fakat bu sefer de hayvanlar ona dokunmazlar. Vali son olarak kafasının kesilmesini emreder azize yerde yüzüstü yatıp dua ederken askerler kafasını keserler,tam bu sırada “Gördüklerini insanlara anlat” diye gökten bir ses duyulur. Daha sonra hıristiyanlık yerleşip devletin resmi dini olunca Kyriaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz Yortu günü olarak kabul edilir,7 inci günde doğduğu içinde Pazar ilahesi olarak tanınır ve ona atanmış olan kiliselerin de günü Pazar kabul edilir.
İlk yapılış tarihini kesin olarak bilmediğimiz bu kiliseyi 1583 de hazırlanan listede adı geçtiğinden en erken bu tarihi kabul edebiliriz.1645,1660 ve 1865 de iki yangın geçirip sonrasında onarılan bu yapı 1895 depremine yıkılır. Bir sene sonra Mimar Periklifio Tiadis’in projesi doğrultusunda bugünkü Kilisenin inşasına başlanır ve 1901 de ibadete açılır.
Kesme taştan iki katlı olan kilise dikdörtgen planlıdır. Apsis ve yanındaki hücreler dışarıya yarım yuvarlak şeklinde açılır. Üst orta mekanı yüksek kasnaklı bir kubbe örter Apsis ve yandaki hücrelerin üst örtüleri yarım kubbedir. Cephenin iki yanında küçük kulelerin üstü de kubbelidir. Bir avlu ortasındaki binaya mermer merdivenlerle çıkılır. Kapı ve pencerelerin üzerleri sütun ve kemerlerle hareketlendirilmiştir. Pencerelerinde kullanılan vitraylar görüntüye bir zenginlik verir. İç mekandaki sütunların gövdeleri porfir taklidi yeşile boyalı olup başlıkları iyon tarzındadır. İç kısımda İncil’den alınan sahneler ve Aziz figürleri resmedilmiştir. Orta Kubbede “Pantokrator İsa” Apsis yarım kubbesinde “Blaherna Meryem’i bulunmaktadır.

 Ayios Teodoros Kilisesi (Eminönü)
 Paşazade,İmrahor Hamamı ve Hayriye Tüccarı sokaklarının çevrelediği köşededir. Bugünkü kilise 1830 yılında, yangında yanan başka bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Doğu-batı yönünde üç nefli bazilika planlı bir yapıdır. Nefleri meydana getiren sütunların başlıkları alçıdan korint nizamında olup gövdeleri yeşil renge boyanmıştır. Yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılı olup yarım konik bir çatı ile örtülüdür. Bema’nın önündeki İkonastasis her üç nefin de önünde olup ahşap ve kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir. Apsis yanındaki ikinci sütun’un üzerinde yine ahşaptan ambonu yer alır. Onun önündeki despot koltuğu de ikonastasisdeki gibi ahşap olup kabartma bitki motifleri ile süslenmiştir. İçten ,narteksin kuzey tarafındaki merdivenlerle galeriye çıkılır. Cephelere açılan yuvarlak kemerler içine alınmış dikdörtgen pencerelerle aydınlık sağlanmıştır.

 Panayia Elpida Kilisesi (Eminönü)
 Kumkapı’da Müsteşar,Gerdanlık ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasında Rum Ortodoks kilisesidir. Orijininin XV. inci yy. ait olan “Elpis ton Apelpismenon” kilisesine ait olduğu onun temelleri üzerine inşa edildiği iddia edilirse de bu kesinleşmemiştir.1645 ve 1660 da iki kere üst üste yangın geçiren kilise 1680 de yeniden inşa edilir. Büyük çevre duvarlarının gerisinde yer alan doğu-batı doğrultusunda kapalı yunan haçı plânlı bir yapıdır. Orta mekanın üstü kubbe yan mekanlar ise tonozla örtülüdür. Apsis’in iki yanında diakonikon ve prothesis hücreleri yer alır,bunların apsisleri ile beraber dışarıya yarım yuvarlak üç apsis çıkıntısı vardır. Üç köşesinde de çan kuleleri vardır. Bema kısmına üç basamakla çıkılır. Narteksin üzerinde ise bir galeri bulunur. Naos’un kuzeyinde kubbeyi taşıyan ikinci sütuna mermer bir ambon oturtulmuştur. Onun önündeki despot kolmtuğu ise oyma ve kabartma tekniğinde yapılmış bitki motifleri ile süslüdür.
Eski kayıtlara göre 18 Mart 1576 da Patrik’in idare ettiği bir ayine katılan İlahiyatçı Stephan Gerlach’ın tuttuğu günlükte bu kilisedeki ikonalardan söz edilmektedir. Bugün bu ikonaların akıbeti bilinmemektedir.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Kiliseleri 3
« Yanıtla #16 : 31 Mart 2009, 02:32:32 »
Rum Ortodoks Kiliseleri:

Ayios Demetrios (Fatih)

Edirnekapı’da Prof. Naci Şensoy Caddesindedir. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisindedir. Bu kilisenin Bizans devrinde var olduğu Fatih Sultan Mehmet’in bir fermanında yer aldığı fakat bu fermanın aslının patrikhane yangınında yok olduğu ileri sürülür. 17.inci yy. da bu kilise bu bölgede yaşayan keşişlere ait olduğu bilinmektedir. 1730 tarihli bir fermanda daha önce bu bölgede yanmış olan oniki kilise ile birlikte bunun da onarımına izin verildiği yazılıdır. Kilisenin batı tarafındaki kapısının üzerinde ise 20 Nisan 1834 tarihli tamir kitabesi vardır. Kilise bugünkü durumu ile 19. uncu yy. a ait üç nefli bir bazilikadır. Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir. Ahşap olup kahverengiye boyalı İkonostasis üç nefi de kapsar,ambon ve despot koltuğu ile aynı teknikte yapılmıştır. Apsis dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. İçerideki nefleri ayıran sütunlar ahşaptır. Binanın üst örtüsü içeriden orta nefin üzeri tonoz ,dışarıdan ise çift meyilli çatıdır. Kilisenin batı tarafında kare planlı Ayios Sebastios Ayazması bitişiktir.

Ayios Demetrios Kanavis (Fatih)

Ayvansaray’da Kırkambar sokağında Rum ortodoks kilisesidir. Bizans devrinde 1204 de Nikolaos Kanavis’e ithafen yakınları tarafından inşa ettirildiği ileri sürülen bu yapı 1597-1601 yıllarında Patrikhane kilisesi olarak kullanılmıştır. 1729 da çıkan büyük yangında yanmış cve ertesi sene Patrik II.Paisios zamanında tamir ettirilerek ibadete açılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kitabeden 1835 ‘de Patrik Konstantinos zamanında yeniden tamir edildiği yazar. Ayrıca Narteks’deki kitabelerde 1933,1946 ve 1960 da onarım gördüğü yazılıdır. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan binanın bema kısmı neflerden iki basamak yüksektir. Apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protesis hücrelerinin kendi apsisleri vardır. Bu üç apsis çıkıntısı dışarıdan yarım yuvarlaktır. Nefleri ayıran sütunlar korint başlıklı ve ahşap olup üzerleri alçı kaplanıp porfir taklidi boyanmıştır. Naos’daki İkonastasis abanoz taklidi siyah ağaçtan yapılmış olup üç nefi de kapsar. Bunun yan tarafındaki ambon ve despot koltuğu da aynı stildedir. Galerinin korkuluklarında İsa’nın yaşamından çeşitli sahneler canlandırılmıştır. Pencerelerde ise renkli camlardan haç motifleri işlenmiştir. Orta nefin üst örtüsü içeriden tonoz dışarıdan ise iki yandaki nefleri de kapsayan çift meyilli çatıdır. Bina dışarıdan yüksek
duvarların arkasındaki avlunun içindedir.

Ayios Kiryakos (Fatih)

Edirnekapı-Eğrikapı arasında sur dışındaki Rum mezarlığının içindeki Rum Ortodoks kilisesidir. İmparator Diocletianus zamanında öldürülen ilk hıristiyanlardan olup sonradan azize ilan edilen Kiryaki’ye atanmıştır. İlk yapılış tarihi bilinmemekte olup bugünkü durumu 19 uncu yy. a ait olup mezarlık için yapılmış bir şapeldir. Tek nefli bazilika şeklindeki bir plana sahip olup apsis dışarı yarım yuvarlak olarak çıkar. Apsis’in önündeki ikonostasis mermerdendir. Orta mekan içten beşik tonoz dıştan çift yüzlü kırma çatı ile örtülüdür.

Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Kilisesi (Fatih)

Samatya-Yedikule arasında Kilise sokağındadır. İlk yapılışının Bizans İmparatoru I.Konstantinus (324-337)’un annesi Helena’nın anısına yaptırıldığı ileri sürülür. Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettikten sonra Karaman’dan gelen rumları burada iskan ettirmiş ve yıkık olan bu kiliseyi yeniden inşa etmelerine izin vermiştir. 1689 da bu kilise tamamen yanmış ve uzun bir süre onarılmamıştır. Kitabelerine göre 6 Nisan 1805 de yeniden yapılarak ibadete açıldığını öğreniyoruz. 1833 de Mimar Konstantinos gözetiminde bir restorasyon geçirir. Avludaki baldakinli çan kulesi ise 1903 de yapılmıştır.7 Eylül olaylarında tamamen tahrip edilen bu kilise 1960 da onarılarak yeniden ibadete açılmıştır. Bugünkü binanın plânı üç nefli bazilika şeklindedir. Yan nefler orta neften bir basamak yüksektir. Narteks’in üzerinde dikdörtgen planlı bir galeri yer alır. Dış cephe oldukça sâde olup sıva ile kaplıdır. Üst örtüsü orta nefin üzeri içten tonoz dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı çatıdır. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu ahşap olup oyma kabartma tekniği ile çiçek ve yaprak motiflerini ihtiva eder.

Ayios Minas Kilisesi (Fatih)

Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Bestekâr Hakkı Bey Sokağının bitiştiği köşededir. Kilisenin bulunduğu yerde 4-5 yy.a ait olan Polikarpos Martirium’u bulunuyordu. 1200 de Rusya’dan İstanbul’a gelen Novgoradlı Antoine yazdığı gezi notlarında buradan bahsetmektedir. 1782 de yanan kilise 1833 de Mimar Konstantin Yolasığmazis’in projesi doğrultusunda bugünkü şekli ile inşa edilmiştir. 6-7 Eylül olaylarında büyük tahribat görmüş ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü Mimarlarından Süreyya Yücel’in kontrolluğunda tamir edilmiştir. Üç nefli bir bazilika planına sahiptir. Nefleri ayıran sütunlar silmelerle beton kirişlere bağlanır. İkonastasis diğer bütün Rum kiliselerinde görüldüğü gibi ahşap olup üç nefi de kapsar. Etrafı duvarla çevrili bir avlu içerisinde yer alan kilisenin en göze çarpan mimari parçası,mermerden baldaken tarzında yapılmış çan kulesidir. Kilisenin altında bir Ayazması vardır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Samatya’da tren istasyonunun arkasındaki Muallim Fevzi Sokağındadır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içerisinde yer alır Kilise 1583 tarihli Trypon ve 1604 Paterakis listelerinde yer almaktadır. 1652 de buraya gelen Antakya Patriği’nin katibi Paulus yazdığı raporunda içte çok güzel süslemeleri olduğundan bahsetmektedir. 1782 ‘de yanan kilise bir müddet sonra başlatılan inşaat ile yeniden inşa edilmiş ve 21 Ocak 1830 da Patrik Konstantinos zamanında ibadete açılıştır. Üstü çift meyilli kiremit çatı ile kaplı olan kilise üç nefli bir bazilika şeklindedir. Apsis doğu tarafında dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. Kaba taş tuğla karışımı malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Avludaki çan kulesi demir iskeletten yapılmıştır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Ayakapı Abdülezel Paşa Caddesi üzerindedir. İlk yapılışı Bizans devrine kadar inen bu kilise 1633 deki Cibali yangınında harap olmuş ve Sultan III. Mustafa’nın (1757-1774) verdiği fermanla yeniden inşa edilmişse de kısa bir süre sonra çıkan bir yangında yanmış ve 1837’de bugünkü kilise inşa edilmiştir. Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahip olan yapının,alt kısmı penceresiz üst katında ise az sayıda dikdörtgen pencereleri olan taş,tuğla karışımı duvar örgüsüne sahip kırma çatı ile örtülü bir kilisedir. Yan nefler orta neften bir basamak daha yüksektir. Naos’daki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış,porfir taklidi boyalı olup ahşap üzerine alçı sıvalıdır. Naos’daki üçgen alınlıklı ikonastasis ve ambon mermerden yapılmıştır. Narteks’in üzerindeki galeriye çıkış avlunun güneyinde ve yanındaki Ayios Haralambos ayazmasındaki merdivenlerle sağlanır. Baldaken tipinde mermerden yapılmış bir çan kulesi vardır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Fatih)

Topkapı’da Kaynata,Posta ve Karatay sokaklarının çevrelediği köşededir. Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiş olan bu kilisenin ilk temellerinin Bizans’a kadar indiği söylenir. Patrik Konstantinos zamanında Kayserili mimar Konstantinos Yolasığmazis’e hazırlattırılan proje çerçevesinde yeniden inşa edilmiş ve 17 Kasım 1831 de ibadete açılmıştır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun arkasındadır. Üç nefli bazilika tipinde bir plana sahiptir. Neflerdeki ahşap sütunlar kirişlere postamentlerle bağlanmıştır. Orta nefin üzeri içten tonoz yan nefler ise düz tavan şeklinde olup dışarıdan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür. Dış cephede devşirme malzeme kullanılmış olup genel örgü sistemi kaba taş v tuğla karışımı olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Üç nefi içine alan ikonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşap olup üzeri oyma tekniği ile yapılmış kabartma bitki motifleri ile tezyin edilmiştir. Baldakenli bir çan kulesi vardır. Narteksin kuzeyinde Ayios Yeoryios’a atfedilen bir ayazma bulunur.

Ayios Taksiarhes “Ayia Strati” Kilisesi (Fatih)

Haliçe inen Ayan Caddesindedir. Yüksek duvarlarla çevrili eniş bir avlunun gerisinde yer alır. İlk yapılışı Bizans’a kadar inen kilise 1730 Balat yangınında yanmış ,kitabesinde yazdığı üzere 17 Eylül 1833 de restorasyonu biterek Patrik I.Konstantinuz döneminde ibadete açılmıştır. Üç nefli bazilika planındaki kilisenin apsis’i dışarıya yarım yuvarlak çıkıntılıdır. Üst örtüsü kiremit kaplı çatıdır. Ortadaki büyük iki yanlardaki daha küçük basık kemerli üç kapı ile Naos’a girilir. Ahşap olan İkonastasis her üç nefi de kapsar. Despot koltuğu ve ambonu ile aynı stilde yapılmıştır. Kare gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir. Kilisenin doğu cephesinde Ayios Nikolaos’a atfedilen ayazması vardır. Avlunun kuzeyinde ise bugün kullanılmayan Rum İlkokulu bulunmaktadır.

Ayios Yeoryios Kilisesi (Fatih)

Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Külliyesinin karşısında,Vaiz,Kariye Yağhanesi ve Ali Kuşçu sokaklarının çevrelediği adadadır. IX uncu yy. da yapıldığı bilinen bu kilise 1556 da Mihrimah Sultan külliyesinin inşası sırasında yıktırılmış ve bugünkü yerinde yeniden yapılmıştır. 1726 da tamir gören kilise 13 Eylül 1836 tarihli kitabesinde yazdığına göre Patrik VI.Grigorius zamanında Hacı Nikolaos’un projesi doğrultusunda temelden yeniden inşa edilmiştir. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan kilisenin yarım yuvarlak kubbe örtüsü olan apsisi dışarıya taşkındır. Üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş olan kilisenin, nefleri ayıran ahşap sütunları alçı ile sıvanarak porfir rengine boyanarak mermer görünümü verilmek istenmiştir. İkonastasis,ambon ve despot koltuğu birçok rum kiliselerindeki gibi ahşap oyma tekniğindedir. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan kilisenin güney cephesine bitişik Ayios Basileios a ithaf edilen ayazma vardır. Avluda ayrıca bugün kullanılmayan bir Rum İlkokulu ile bir de sarnıcı vardır.

Ayios Yeoryios Kiparisses Kilisesi (Fatih)

Samatya’da Nafiz Gürman Caddesi ile Büyük Kuleli Caddesi arasındadır. Meyilli olan arazinin kuzey tarafındaki yoldan iki metre aşağıda yüksek duvarlı bir avlunun içindedir. Bizans döneminde varlığı bilinen bu kiliseyi 1652 de İstanbula gelen Antakya Patriğinin katibi Paulus verdiği raporunda buradan içinde çok kıymetli ikonaların bulunduğu kubbeli bir Bizans bazilikası olarak bahseder. 1782 yangınında harap olan bina Patrik I.Konstantinus zamanında Mimar Nikolaos Nitkitadis’in hazırladığı proje kapsamında 1834 de yeniden inşa edilir. 1966 da Vasilios Athanasiades’un maddi yardımlarıyla büyük bir tamirat yapılır. Kaba taş ve tuğla karışımı malzeme ile inşa edilmiş kilise üç neflu kubbeli bir bazilika planındadır. Narteks sonradan eklenmiştir. Apsis ve iki yanında diakonikon ve protesis hücrelerinin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Orta nefin üzerini, sekizgen kasnaklı her köşede bir pencerenin yer aldığı ,üzeri kiremit örtü basık bir kubbe örter. İkonastasis,despot koltuğu ve ambon ahşaptan yapılmış olup üzerlarinde aynı stilde geometrik ve bitki motifleri vardır. Avluda kiliseye bitişik olan ayazma,İsa’nın Tabor dağında suretin değişmesi olan Metamorfozis (=Transfigürasyon) adı ile tanımlanmıştır.

Ayios Yeoryios Metohion (Fatih)

Fener’de Vodina caddesi ile Merdivenli mektep sokağı arasındadır. İlk yapılışı 1132 olan bu kilise XVII. inci yy.dan beri Kudüs Patrikhanesinin metohionu (=temsilciliği) ‘dur.1640 da geçirdiği yangından sonra içindeki kitabesinden öğrendiğimize göre 1708 de Kudüs Patriği Hrisantos döneminde Mimar Kalfa Paulos’un projesi doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir. 1728 de bir yangın daha geçirir ve yeniden yapılır. 1913 de ise bina tekrar büyük bir tamir görür. Üç nefli bir bazilika planına sahip olan yapı kırma taş ve tuğla ile yapılmış olup üst örtüsü iki tarafa meyilli, kiremit kaplı çatıdır. Ortadaki apsis’in iki yanında kendi apsisleri olan diokonikon ve prothesis hücreleri vardır. Bunların apsisleri dışarıya yarım yuvarlak olarak çıkıntı yapar. Narteksin üzerindeki neflere doğru çıkıntı yapan galeriye naos’un kuzey batısındaki ahşap merdivenle sağlanır. Kilise avludan Naos’a tek bir giriş ile sağlanır. Buradan naos’a iki taraftan giriş basık kemerlidir. Naos’un kuzeyinde Ayios minas ayazması yer alır.

Ayios Yeoryios Potiras Kilisesi (Fatih)

Fener ile Karagümrük arasında Tevkii Cafer Mahallesi Murat molla caddesindedir. 1583 tarihli Tryphon ve 1669 tarihli Smith listelerinde adı geçen bu kilisenin daha eski tarihi hakkında bilgimiz yoktur.1730 tarihinde İstanbul’da yanmış olan oniki kilisenin ihyasına dair hükümde buranın da adı geçerse de restorasyonun 1830 da gerçekleştiğini kitabelerinden öğreniyoruz. Son devir Rum kiliselerinin klasik mimari özelliklerini gösterir. Üç nefli bir bazilika şeklinde olup üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Binanın kuzeyindeki ek yapı olan Parakklesion bitişiktir. Kaba taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Nefleri ayıran sütunlar diğer çağdaşı kiliselerdeki gibi mermer taklididir.

Ayios Yeoryios Patrikhane Kilisesi (Fatih)

Fener’de Sadrazam Ali Paşa Caddesi üzerindedir. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili Patrikhane kompleksinin kilisesi olan yapı avlu kapısından girişte tam karşıya gelmektedir. Kilise ile avlu kapısı arasında solda,hıristiyan alemi için oldukça önemli olan “mür” yağının üretildiği tek katlı bina yer alır. Vaftizde alına sürülen bu çeşitli otların kaynatılmasıyla elde edilen bu yağ dünyada sadece burada üretilmektedir. Bu kutsal yağ alelade bir ateşte kaynatılmaz. Dünyanın her tarafından eskimiş inciller,kırık ikonlar ve diğer ahşap heykelcikler burada depolanır ve 4-5 senede bir yapılan bir merasimle “mür” yağının yapıldığı kazanın altındaki ateş bu malzemenin yakılmasıyla elde edilir. Zemini kare mermer döşeli avlunun sağında patrikhanenin lojman binaları bulunmaktadır. Kilisenin yan tarafından dar bir aralıkla arkaya doğru genişleyen bahçede ise Kütüphane,yönetim binaları ve Haralambos ayazması bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet tarafından patriklik tacı ve asası verilen II.Gennadios zamanında patrikhane Oniki havari kilisesinde idi. 1455 de buradan Pammakaristos (Fethiye Camii) Manastırına taşındı, 1597 de Şeyhülislam Çivizâde Mehmet Efendi’nin fetvasıyla bu manastırın camiye çevrilmesi üzerine Balat’daki Aya Dimitri Kilisesi patrikhane binası oldu. 1602 de ise bugünkü binanın bulunduğu Hagios Georgios manastırı Patrikhane oldu ve zaman içinde gelişerek bugünkü konumunu aldı. Kilise ,18 Aralık 1720 tarihli kitabesinde yazdığına göre yeniden inşa edilmiştir.1827 ve 1836 da büyük onarımlar geçiren bina 1941 de bir yangın geçirmiştir. En son düzenleme ise 1991 dedir. Üç nefli bazilika planına sahip olan kilisenin giriş kapısı üçgen bir alınlıkla biter. Ortadaki apsis’in iki yanındaki diakonikon ve protezis hücrelerinin apsisleri de yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. İçerisi son derece zengin avizelerle aydınlatılmaktadır. Patrikhane kilisesi olması dolayısıyla içerisine bazı rölikler ve kutsal sayılan eşyalar toplanmıştır. Bunlardan en önemlisi İsa’nın kamçılanmak üzere bağlandığına inanılan taş Kudüsden buraya getirilerek İkonastasis’in güney tarafına konulmuştur. Ayrıca Azize Eufemia ,Teophano ve Solomoni’ye ait olan röliklerin saklandığı üç tabut İkonastasis’in hemen yanındadır. Ayrıca içerisinde çok zengin ikonalar vardır.

Hristos Analipsis Kilisesi (Fatih)

Samatya İstasyonu arkasında Büyükkule ile Akıncı sokakları’nın arasındadır. Hz.İsa’nın göge yükselişine atanmış Ortodoks kilisesidir. Burası hakkındaki en eski kayıt 1566 senesine aittir. 1782 de yanan bina Patrik I.Konstantinos döneminde yeniden yapılarak 1 Mart 1832 de ibadete açılmıştır. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içinde yer alan kilise üç nefli bazilika planına sahiptir. Giriş kısmı sonradan eklenmiştir. Kaba yonu taşı ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup sadece köşelerde düzgün kesme taş kullanılmıştır. Naos’dan üstteki galeriye korkuluklarına “Eski Ahit” den sahneler yapılmış ahşap merdivenlerle çıkılır. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklidi ahşaptır. Dış görünüşünün sadeliğine karşılık İkonastasisin Yunan mabedinin cephesini andıran sütunlar ve üzerindeki üçgen arşitravla son derece görkemli bir görünüşü vardır. Buradaki gümüş kaplamalı Analipsis ikonası en önemli parçalardan biridir. Avludaki Zangoç evi’nin çatısında yer alan çan kulesi baldaken tarzındadır. Ayrıca avluda bir ayazması vardır.

İoannes Prodromos Metohion Kilisesi (Fatih)

Balat’da İskele Caddesi ile Mürsel Paşa Caddesi arasındadır. 1334 tarihli bir belgede burasının “Avcıların Prodromos’u ve Vaftizcisi” olarak adlandırıldığını,1394 tarihli bir başka vesikada da “Nikolaos’un kilisesi” olarak adının geçtiğini görüyoruz. 1400 tarihli bir başka belgede Nikolaos Hresimos tarafından yaptırıldığı yazmaktadır. 1623 deki bir fermanın onayı ile tamir edilen kilise 1640 da yanmıştır. 1686 de tamir edilir ve 1729 da Giritli Mimar Nikoforos tarafından genişletilerek yeniden inşa edilir. 1831,1852 ve 1855 de tamir gördüğü içerideki kitabelerde yazılıdır. 1670’deki bir kayıtta mülkiyetin İskenderiye patrikliğine ait olduğu yazılı olan bu kilise 1686 da Rusya elçisinin Sultan IV. Mehmed’e başvurusu üzerine Tur-i Sina manastırına verilir bu tarihten sonra uzun bir süre Tur-i Sina keşişleri burada barınır ve o tarihten bu yana Tur-i Sina Dağındaki Azize Ekaterini Manastırının metohion’u olarak kabul edilmektedir. Üç nefli bazilika planına sahip olan yapının üst örtüsü kırma çatıdır. Nefler sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmışlardır. Ahşap İkonastasis bütün bema’yı kaplar ve yağlıboya ile İncil’den sahneler resmedilmiştir.
İkonastasis’den itibaren üçüncü sütuna oturtulmuş olan ambon ve merdivenlerinin korkulukları çok ince bir ahşap işçiliği gösterir.

Panayia Kilisesi (Fatih)

Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi ile Kızılelma Caddesinin kesiştiği yerde,Yapağı sokağındadır. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içerisinde yer alır. Bizans döneminde önemli bir dini merkezde yer alması bakımından önemlidir. Zaman içinde tahrip olan kiliseyi 1730 da İstanbul kadısı Mehmed Raşid’e yapılan bir başvuru ile yeniden inşası için izin alınmıştır. Bugünkü bina 1834 de inşa edilmiş ve 1965 de de onarım geçirmiştir. Klasik Rum Kiliselerindeki gibi üç nefli bir bazilika plânındadır. Nefleri meydana getiren mermer taklidi sütunlar beton kirişlerle birbirlerine bağlıdır. Dışarıdan Naos’a giriş üçüzlü bir kapıdan sağlanır. Bu kapının her iki tarafında iki katta da dikdörtgen pencereler vardır. Cephenin üst kısmını içinde pencere olan büyük bir kemer tamamlar. Çatısı kiremit örtülü olup çift meyillidir. Yan tarafında yapım tarihi 1786 olan ana kilisenin küçük bir kopyası durumundaki Taksiarhes şapeli bulunmaktadır.

Panayia Balinu (Fatih)

Balat’da Mahkemealtı Caddesindedir. İlk yapılış tarihini bilemediğimiz bu Ortodoks Kilisesi içerisindeki kitabesinde yazdığı üzere Patrik IV. Germanos zamanında temelden yeniden inşa edilmiştir. Daha sonra 1877,1912 ve 1992 de tamir edilmiştir. Üç nefli bazilika plânında olup yarım yuvarlak apsis’i dışarıya çıkıntılıdır. Üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır. Nefleri mermer taklidi sütunlar birbirinden ayırarak arşitravlara bağlanır .Narteks’den naosa giriş
basık bir kapı ile sağlanır.

Panayia Belgradu (Fatih)

Belgratkapı’da, Hacı Hamza Mektebi sokağındadır. Yüksek duvarların çevrelediği bir avlunun içinde bulunmaktadır. Belgradın fethinden sonra oradan getirilenlerin iskan edildiği yer olduğu için Belgradkapı adı ile anılmaktadır. Kilise de gelenlerin dini ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla 1523 de inşa edilmiştir. Belgrad’dan gelen göçmenler beraberlerinde getirdikleri Cuma Azizesi Paraskevi’nin rölik ve ikonalarını burada muhafaza ettiklerinden dolayı Kilise yapıldığında ona ithaf edilmiştir. Rölikler 1539 da Patrik I.Yeremios tarafından o sırada patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Manastırına taşındığı için bu işlemden sonra kilise Meryem’in doğumuna ithaf edilmiştir. 1837 de yeni baştan yapıldığını belirten tarih kitabesi vardır. Üç nefli bazilika planında olan yapı kaba yontu taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olup sadece köşelerde kesme muntazam taş kullanılmıştır. Üst örtüsü kırma çatı ile örtülüdür,Apsis ise yarım kubbedir. Ahşap İkonastasis sütuncuklar ile hareketlendirilmiş olup bunlar yuvarlak kemerler ile birbirlerine bağlanırlar. Kubbeli despot koltuğunda ise zarif bir ahşap işçilik vardır.

Panayia Blahernai (Fatih)

Ayvansaray’da Damataşı,Kuyu ve Marul Sokaklarının çevrelediği alandadır. Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılmış olan avlunun içindedir. Buradaki ilk kilise İmparator Markianus (450-457) un karısı Pulheria tarafından yapımına başlatılmış ve I. Leon (457-474) zamanında tamamlanmıştır. İçerisinde,Meryem’in elbisesi olduğu ileri sürülen Filistin’den getirilmiş bir “Moforion” bulunuyordu. I.İustinus (518-527) tarafından genişletilmiş,III. Romanos (1028-1034) de tekrar elden geçirilmiştir. 1070 de yanan kiliseyi IV Romanos (1068-1071) tekrar yeni baştan yaptırmıştır. XI inci yy. da dini işlevinin yanı sıra İmparatorluğun idari işlerinin de yürütüldüğü bir merkez olmuştur. Komnenoslar döneminde buradaki saray kompleksinin içine alınmışsa da çıkan bir yangında tahrip olmuştur. Onarımdan bir süre sonra 1434 de tekrar yanmış ve bir daha tamir edilmemiştir. Hatta 1545 de buraya gelen Pierre Gilles kilisenin arsası üzerinde çingenelerin yaşadığını yazmaktadır. 1860 a kadar arsa durumunda bulunan kilisenin arsası üzerine buğünkü kilise inşa edilmiştir. İçerideki kitabesinde 13 Ocak 1860 da ibadete açıldığı yazılıdır. 6-7 Eylül 1955 deki olaylarda tahrip edilen kilise İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünce Y.Mimar Süreyya Yücel’in kontrolluğunda yenilenmiştir. Kapalı yunan haçı planında olan kilisenin apsis’i dışarıya dört köşe çıkıntı ile açılmaktadır. Orta mekanın üzerini sekizgen yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Diğer yerlerin üst örtüsü kiremit kaplı kırma çatıdır . Naos bir basamakla yükselen beş cepheli apsis ile nihayetlenir. Burada gümüş çerçeve içindeki kucağında çocuk İsa’yı taşıyan Meryem ikonası İstanbul’daki Rum kiliselerindeki en eski ikonadır. Çan kulesi avluda demir iskelet üzerine asılmış bir çandan ibaret olup çok basittir. Kilisenin yan tarafında küçük bir Ayazma vardır. Bu ayazmanın ziyaret tarihi her sene 2 Temmuz’da başlayıp bir hafta devam eder.

Panayia Hanceriotissa (Fatih)

Edirnekapı-Eğrikapı arasında Karagözcü,Ulubatlı Hasan ve Kazmacı sokaklarının çevrelediği alandadır. Yüksek duvarlarla sokaktan ayrılan bir avlunun içerisindedir. Aynı avluda bulunan Ayia Paraskevi Ayazması dolayısıyla Bizansın İkonaklast devrinde önemli bir yere sahiptir. Yıkık olan kilise 1837 de Mimar Kosta Kalfa’nın projesi doğrultusunda yapılmıştır. Bu devire ait olan Rum kiliselerinin plan yapısı olan üç nefli bazilika şeklinde olup benzerlerinin bütün özelliklerini o da taşır. Apsis örtüsü yarım konik çatı olup diğer kısımlar kırma çatı ile kaplıdır. Bina kaba taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olup üzeri sıvalıdır. İkonastasis ambon ve despot koltuğu ahşap olup aynı stilize motifler ile kabartma tekniğinde işlenmiştir.

Panayia Muhliotissa (Fatih)

Fener’de Firketeci ile Tevkii Cafer sokaklarının köşesindedir. Moğol kilisesi diye de adlandırılır. Bizanslı prenses Maria Paleologina Moğol Hanı Hülagu ile evlenmek üzere yola çıktığında 1264 de Hülagu ölür. Bu sefer Maria, Hulagu’nun oğlu Abaka Han ile evlilik hazırlıklarına başladıysa da Abaka Han’ın öldürülmesi üzerine İstanbula döner ve kendi mülkü olan arazinin üzerine bu kiliseyi yaptırır. Bizans-Mogol ilişkisinden ötürü bu kilise “Moğol Kilisesi” adıyla adlandırılmıştır. 1351 de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I.Selim (1512-1520) ve III. Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlers de Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar. 1633,1640 ve 1729 da yangın geçiren kilise 1731 de tekrar restore edilir. Muhliotissa,Fetihden önce inşa edilip günümüze kadar Ortodoks ibadet mekânı olarak işlevini sürdürmeye devam eden tek Bizans kilisesidir. Yonca planlı bir yapı olan kilisenin orta mekanını oldukça yüksek kasnaklı,üzeri kiremit döşeli bir kubbe örter.Yoncanın diğer kolları da alçak yarım kubbeler ile örtülüdür. Dışı sıva ile kaplı olan binanın duvar tekniği taş ve tuğla karışımıdır. Narteksdeki kubbelerde mozaik izleri görülmektedir. Avlunun bir köşesinde Ayia Anna’ya ithaf edilmiş bir Ayazma mevcuttur.

Panayia Taksiarhas (Fatih)

Balat’da Ayan Caddesi üzerindedir. Yüksek duvarlı bir avlunun içerisindedir.Bu avlunun kuzeyinde bugün kullanılmayan Balat Özel Rum Okulu vardır. Avlu içinde Biri Aziz Nikolaos’ a diğeri Mihail’e atanmış iki ayazma vardır.1730 daki Balat yangınında yanmış olan kilise bugünkü şekli ile yeniden yapılıp 17 Eylül 1833 de ibadete açılmıştır. Bu devirdeki diğer Rum kiliseleri ile aynı teknik ve plan yapısına sahiptir. Kalın gövdeli çan kulesi binaya bitişiktir.

Panayia Suda (Fatih)

Eğrikapı Caddesi üzerindedir. Yüksek duvarlı bir avlunun içinde yer alır. Alt katnda Timiazoni Ayazması bulunur. Bizans devrindeki bir inanışa göre bu ayazmanın suyu akıl hastalarına iyi gelirmiş. İlk yapılışı Bizans devrine ait olan yapı 1815 de yeniden inşa edilmiştir. Patrik VI. Kyrillos zamanında 1 Ocak 1816 da yeni şekli ile ibadete açılmıştır.İçerideki kitabelerde 1930 ve 1946 da onarım gördüğü yazılıdır. Klasik Rum Kilisesi planı olan 3 nefli bir bazilika şeklindedir. Apsis ve yandaki hücrelerin apsisleri yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Üzeri kırma çatı ile örtülü olup apsis üzeri yarım konik çatıdır. Nefleri teşkil eden sütunların kare yüksek kaideleri olup beton kirişlerle bağlanırlar.İkonastasis,Ambon ve despot koltuğu oldukça gösterişlidir.

Panayia Uranion (Fatih)

Edirnekapı’da Salma Tomruk caddesindedir. Cadde tarafı alçık diğer tarafları yüksek yapılmış bir çevre duvarının içindeki avludadır. İlk yapılışının Bizans devrine kadar indiği bilinir. Harap olup kullanılamıyacak hale gelen kilise 1730 tarihli bir hükümle yeniden inşa edilmiştir. Zaman içinde harap olan kilise1834 de yeniden inşa edilerek günümüzdeki konumuna gelmiştir. Aynı devirde yapılmış olan diğer Rum kiliseleri ile aynı plan yapısı ve özelliklere sahiptir. Narteksin kuzeyinde Aya Kiryaki’ye atanmış bir ayazma mevcuttur. Kaba taş ve tuğla ile inşa edilip üzeri sıvanıp boyanmıştır. Apsis ,ana mekandan daha alçak olarak yarım yuvarlak olarak dışarıya çıkıntılıdır. Ana mekan çift meyilli kiremit kaplı çatı ile örtülüdür.

Bulgar Kilisesi “Sveti Stefan” (Fatih)

Balat ile Fener arasında Haliç kıyısında,Bulgar Eksarhhanesine bağlı olup Demir Kilise adı ile de adlandırılır. 3 Mart 1878 de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Balkanlar’da özerk bir bulgar Prensliği oluşmuştur. Bu tarihten sonra Bulgar hükümeti yeni bir Bulgar kilisesi yapılması için çalışmalara başlar gerekli mali destek hükümetten sağlanır ve Fener’de kilisenin olduğu yerde konağı olan Stefan Bogodi de mülkünü kilise yapımı için hibe eder. Arsa’nın alt yapısının haliç’e doğru kaygan olmasından dolayı burada kaymayı önlemek için önce demir konstrüksiyonlu bir temel düşünülür sonra depreme dayanıklı bir bina yapmak fikri ortaya atılır ve neticede herhangi bir sorun karşısında prefabrike bir kilise yapmaya karar verilir. Kilisenin projesi Mimar Hovsep Aznavur tarafından çizilir,yapım işi için de uluslararası bir yarışma açılır. Yarışmayı Viyana’dan R.Ph.Waagner firması kazanır ve 1893 de statik projeleri üzerinde çalışmalar başlar. Gerekli döküm işleri dört yılda üretilir ve firmanın fabrikası avlusunda geçici olarak kilise kurularak kontrolu yapılır. İstanbul’a Tuna nehri üzerinden Karadeniz’e gemilerle getirilen parçaların montajı yapıldıktan sonra 8 Eylül 1898 de Eksarh I.Yosif’in kutsamasıyla ibadete açılır. Kilise üç nefli ve transeptli bir bazilikadır. Giriş kapısının üst tarafındaki galeri aynı zamanda koro’nun da kullandığı bir mekandır,bunun üzerinde döner merdivenle çıkılan yüksek bir çan kulesi yükselir. Kuledeki çeşitli büyüklükteki altı çanın üzerinde Rusya’daki Yaroslavi kentinde özel dökümlerin yapıldığı yazılıdır. Kilisenin taşıyıcı profilleri çelikten olup üzeri saç ve döküm levhalarla kaplanmıştır. Bütün parçalar birbirine cıvata,somun,perçin ve kaynakla birleştirilmiştir. Mimari üslup olarak eklektik diyebileceğimiz gotik ve barok parçalar bir arada kullanılmıştır.

Ermeni Kiliseleri

Surp Hreşdağabet Kilisesi (Fatih)

Balat’ta Kamış Sokağı’ndadır. Bu kilisenin bulunduğu yerde Ayia Strati adında bir Rum kilisesi 17 inci yy. a gelindiğinde terk edilmiş bulunuyordu. 1620-1625 senelerinde Ermeni cemaati bu yerin kendilerine verilmesi için sayısız müracaatları neticesinde kendilerine tahsis edilir ve Divriğili Asdvadzadur Bolbolcıyan’ın maddi katkılarıyla buraya ahşap bir kilise yapılır ve Patrik I. Zakarya tarafından kutsanarak 1628 Ermeni ibadetine açılır. Aynı sene içinde çıkan bir yangında harap olan yerler bu sefer Rahip Kirkor Taranağzi’nin yardımlarıyla onarılır. 28 Eylül 1692 deki yangında bir kere daha yanan kilise yeniden onarılırsa da bu sefer 16 Temmuz 1729 daki Balat yangınında tekrar yanar. 1730 da kilise bir kere daha tamir edilir . 1831 de ahşap bina yıkılarak yerine bugünkü ibadethane karğir olarak inşa edilirken temel kazısı sırasında Azize Ardemios’un kemikleri bulunur, bu kemikler kilisenin bodrumuna defnedilir ve üzerine bir ayazma inşa edilir. Kilisenin açılışı 25 Haziran 1835 de yapılır ve o günden bu yana bazı küçük onarımlarla günümüze kadar gelir. Bazilika planında yapılmış olan binanın büyük bir narteksi vardır. Bu narteks’den koro’ya tahsis edilen galeriye çıkılır. Apsis önündeki sunaklardan biri başmelek Gabriel’e diğeri Asdvadzazin’e (Tanrıyı doğuran kadın Meryem) diğeri de Surp Minas’a atanmıştır. Bu her üç sunak da yarım daire şeklindeki apsislerin içinde yer almaktadır. Apsis’in yanındaki paraklesion vaftizhaneye ayrılmış olup buradan hem galeriye çıkış,ana mekana giriş ve Narteks’e giriş sağlanmıştır. Demir giriş kapısı üzerinde İsa’nın göge çıkışı,Aziz Georgios’un ejderhayı öldürmesi ve İsa’nın mabede girip oradaki satıcıları kovma sahneleri işlenmiştir.

Surp Kevork Kilisesi (Fatih)

Samatya, Marmara Caddesindedir. Kilisenin ilk inşası 1031 de Bizans İmparatoru III. Romanos zamanındadır. Tarihlerde büyüklüğü bakımından Ayasofya’dan sonra gelen ikinci kilise olarak tanımlanır. III. Romanos öldükten sonra manastır statüsünde olan bu kilisede kendisine ayrılan yere defnedilmiştir. 1204 deki Latin istilası sırasında kilise yağmalanmış ve içindeki kıymetli her şey alınıp adeta bir harabeye dönüşmüştür. VIII. inci Mihael Palaiologos (1261-1282) zamanında onarılarak tekrar ibadete açılmıştır. Fetihden sonra Fatih Sultan Mehmet Bursa’dan getirttiği Ermeni cemaatini Samatya’ya yerleştirmiş ve 1461 de onun emri ile kilise Ermeni Patrikliğine tahsis edilmiştir. Kilisenin Ermenilere verilmesinden dolayı Rumlar ile Ermeniler arasında bir takım olaylar meydana gelmiş bu yüzden burası “Kanlı Kilise” adı ile anılmıştır. Kilisenin yanındaki Ayazmadan ötürü Türkler tarafından “Sulu Manastır” adı ile isimlendirilmiş olan bu bina 1641 senesine kadar patriklik katedrali olarak kullanılmıştır. 1660 da burada çıkan yangında tahrip olan kilise 1722 de yeniden inşa edilmiş ve binaya “Surp Yerrortutyan” adı verilen bir şapel eklenmiştir. 10 Ağustos 1782 de burada çıkan büyük yangında kilise bir kere daha yanmış,1804 de Hagop Amira Güllapyan ve Minas Kalfa’nın projeleri doğrultusunda yeniden inşa edilmiştir. 1831 ve 1843 de onarımdan geçen bina bu kez 1866 yangınını yaşamış ve bu sefer de Mimar Bedros Nemtze’nin projesi Mikhael ve Hovhannes Hagopyan’ın maddi katkılarıyla bugünkü şeklini almış ve 8 Şubat 1887 de Patrik I. Harutyan Vehabedyan’ın takdisi ile tekrar ibadete açılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında kilise ve bahçesindeki okul askeri amaçla kullanılmış ve Sırp esirleri buraya yerleştirilmiş savaştan sonra tekrar ibadete açılmıştır. 1993 de son bir onarım gören kiliseye Patriklik tahtı konularak ,Patriklik Katedrali olarak tescil edilmiştir. Plân şeması ilk yapılışında Bazilika tipinde olmasına karşılık sonradan yapılan ilavelerle Yunan haçı şekline dönüşmüştür. Muntazam kesme taştan yapılmış iki katlı görkemli bir yapıdır. Ana giriş kapısı üzerindeki çan kulesi altındaki katlar ile tam bir uyum sağlar. Bu kulenin iki tarafındaki simetrik çan kulesi şeklindeki kuleler sadece dekoratif olarak yapılmıştır. Eski yapıdan kalan en kıymetli parçalardan biri demirden yapılmış,her kanadına kiliseye adını veren Aziz Kevork’un hayatından sahneler işlenmiş olan giriş kapısıdır. Kilisenin ana mekanındaki bir büyük iki yanlarda da birer küçük sunak daha vardır. Ana sunagın üzerinde İsa’nın şu sözleri yazılıdır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar. Ben size rahat sağlıyacağım” Kilisenin içindeki resimler son döneme aittir. Narteksin üzerinde koro’ya ayrılmış geniş bir galeri bulunur.


Hristos Analipsis Kilisesi (Bakırköy)

Bakırköy Rum mezarlığı içinde XIX uncu yy. ın sonunda mezarlıkta yapılan cenaze törenleri için inşa edilmiştir. Üç nefli bazilika planında olan bu şapelin mimarı Akilepsos Aleksios’dur. İka yana meyilli kiremit kaplı çatısı vardır.

Panagi Pege Kilisesi “Balıklı” (Zeytinburnu)

Asıl adı “Hayat veren kaynak” anlamına gelen Zoodokhos Peges olan bu Rum Ortodoks kilisesi Kazlıçeşme’de Balıklı Caddesi ile Seyyid Nizam Caddesi arasında,Rum Ortodoks mezarlığı yanındadır. İlk yapılışı Tarihçi Prokopios’a göre Bizans İmparatoru I. Leon (457-474) zamanındadır. I.İustinianus (527-565) zamanında Ayasofya yapılırken oradan arta kalan malzeme ile genişletilmiştir. Depremden zarar gören kiliseyi önce 790 da İmparatoriçe Eirene daha sonra da I.Basileios genişleterek tamir ettirmiştir. X uncu yy. da geçirdiği bir yangın sonucu yanan kiliseyi 924 de I.Romanos yeniden inşa ettirir. 1204 deki Latin istilası sırasında burayı da işgal eden Haçlılar binaya büyük zararlar vermişlerdir. Bir rivayete göre II. Murad İstanbul yakınlarına geldiğinde bu civarda karargâh kurduğu kendisinin de kilisede kaldığı söylenir. Fetihten sonra bakımsızlıktan harap olan kilise 1726-27 de Terkos Metropoliti Nıkodimos tarafından küçük bir yapı olarak yeniden ihya edilir. Kilisenin bugünkü haliyle inşası II. Mahmut’dan (1808-1839) alınan 1833 tarihli ferman ile Mimar Nikolaos Pağcıoğlu ve Marki Kalfa’nın projeleri doğrultusundadır. 2 Şubat 1835 de Patrik I.Konstantinos kiliseyi kutsayarak ibadete açar. Üç nefli bazilika planında olan yapı çift meyilli kiremit döşeli çatı ile örtülüdür. Nefleri ayıran sütunlar mermer taklididir. İkonastasis Ahşap olup üç nefi de kapsar. Burada yağlıboya ile yapılmış olan Meryem ve Çocuk İsa,Mikhael,Gabriel gibi baş meleklerle bazı azizlerin portreleri yapılmıştır. Kilisenin yanında hastalara şifa verdiğine inanılan içinde balıkların yaşadığı bir ayazma mevcuttur. Buraya gelip şifa bulanlar daha sonra bir ikona getirip hediye etmeleri Bizansdan beri süren bir gelenek olmuştur. Bu yüzden kilisenin çok zengin bir ikon kolleksiyonu vardır. Girişin sağ tarafında duvara bitişik demir iskelet üzerine oturan bir çan kulesi vardır. Kilisenin avlusu eski Rum mezarlığından sökülerek buraya getirilen üzerlerinde karamanlıca yazılar mezar taşları ile döşenmiştir.

Surp Pırgıç Ermeni Kilisesi (Zeytinburnu)

Ermenice “Kurtarıcı” anlamına gelen Surp Pırgıç Hastahanesi içinde hastaların ve yakınlarının dini ibadetleri için Leblebicioğlu Bostanının bulunduğu arazide hastahane yapılırken Harutyan Amira Bezciyan’ın maddi yardımları ve Hassa Mimarı Garabed Balyan’ın hazırladığı proje doğrultusunda yapılmıştır. 3 Mayıs 1834 de Patrik II. Isdepanos Zakaryan’ın takdisi ile ibadete açılmıştır. 1898 de Tahtaburunyan ailesinin maddi yardımı ve Kirkor Melidosyan’ın ilave projesi ile bugünkü halini almış ve Patrik Mağakya Ormanyan tarafından 1 Aralık 1906 de tekrar ibadete açılmıştır. 1966 da kiliseye bir galeri çekme kat ilave edilmiştir. onarımı ve bazı ilaveleri yapılış . Ermeni kiliselerinde nadir görülen bazilika planında bir yapıdır. Apsis’in iki yanındaki hücrelerden biri vaftizhane diğeri ise hazine odası olarak kullanılır. Apsis kemerinin üzerinde İsa’nın şu sözleri yer almaktadır: “Bana gelin ey yorgunlar ve ağır yüklü olanlar,ben size rahatlık vereceğim” . Apsis’in önünde üç kubbeli bir kilise görünümünde ahşap sunak yer alır. Muntazam kesme taştan yapılmış olan kilisenin iyon tarzı sütuna oturan yarım yuvarlak kemerli bir girişi vardır. Bu girişin üzerinde ki üçüzlü pencerenin altında kilisenin kitabesi bulunur. Çan kulesi çift meyilli çatının tam ortasında ön cephededir.


Ayia Eufemia Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy çarşısının bulunduğu meydanda Rum Ortodoks Kilisesidir. Halkedonlu (Kadıköy0 azize Eufemia’ya ithaf edilmiştir. Kadıköylü zengin bir ailenin kız olan Azize Euphemia, hıristiyanların henüz büyük bir takipte bulundukları devrede inancı yüzünden 303 de öldürülmüştür. Daha sonra ailesi onun naaşını Halkedon’un dışında bir mezara gömerler. Hıristiyanlık Bizans’da İmparator I.Constantinus (324-337) zamanında resmen tanındığında mezarının bulunduğu yere ailesi bir Martirion yaptırırlar. Daha sonra 451 de toplanan Ökümenik konsilinde,Ortodoks aleminin koruyucusu ilan edilir ve ölüm tarihi olan 16 Eylül de Yortu günü olarak kabul edilir. O tarihten itibaren de her yıl yortu kutlamaları yapılır. Bu tarihi hem doğu hem de batı kiliseleri ortak olarak Yortu günü kabul etmişlerdir. Eski kaynaklar bu azizenin adına İstanbul’da bugün mevcut olmayan 4 kilise daha olduğundan bahsederler Bunların içinde en önemlisi Sultanahmed’de Hipodrom yakınında olanıdır. Azize’nin röliklerinin de bulunduğu bu kilisedeki rölikler İkonoklast dönemde İmparatorun emriyle buradan kaldırılmıştır. Daha sonra 798’de İmparatoriçe Eirene rölikleri törenle geri getirmiştir. Diğer kiliselerin Olibreu (Şehzadebaşı),Petrion (Cibali civarı) ve Petra (Edirnekapı civarı) da olduğu söylenir.
Kadıköy meydanındaki bu kilisenin antik Ayia Eufemia kilisesinin bulunduğu yer ile hiçbir ilgisi yoktur Bizans devrinde burada Ayia Basis manastırı bulunuyordu daha sonra burası Ayia Euphemie Metropolitlik Manastırı olarak kullanılan bina zaman içinde yıkılmıştır. Bugünkü kilise 1694 de Kadıköy metropoliti Gabriel tarafından yeniden yaptırılmıştır.1830 da Kadıköy Metropoliti II. Zaharias Rusya’dan temin ettiği mali destek ile kiliseyi büyütmüştür. Zaman içinde bakımsız kalan bina 1993 de Metropolit III. Iokem’in mali desteği ile yenilenmiş ve 1 Nisan 1993 de yeniden ibadete açılmıştır. Kapalı Yunan Haçı plânındadır. Ortada yüksek kasnaklı bir kubbesi bulunur. İkonastasion ahşaptır ve kabartma bezemelidir. İçerisinde gümüş kaplı ikonalar bulunmaktadır. Kilisenin sağ tarafında taştan inşa edilmiş çan kulesi vardır.

Ayios İoannis Hiristosmos Kilisesi (Kadıköy)

Eski Kalamış vapur iskelesinin karşısında Rum Ortodoks kilisesidir. İlk yapılışı hakkında kesin tarih bilgimiz yoktur. Kalamış Caddesi açılırken bazı temel izlerinden burada yan-yana iki kilise olduğu düşünülebilir. 1947 de yan tarafa demir çubuklardan bir çan kulesi yapılmıştır. Dış cephe son derece sade olup yüksek pencerelerle içerisinin aydınlatılması sağlanmıştır. Yan taraftaki kuyunun mermer teknesi kabartma nakışlarla süslü olup ortasında aziz Ayios Ioannis’in kesik başı vardır. Bu yüzden bu kuyuya kutsallık atfedilmiş ve “Ayios Ioanis Prodromos Ayazması” adıyla da anılmasına neden olmuştur.

Rum Ortodoks Kilisesi (Kadıköy)

Yeldeğirmeni Karakolunun yanında bulunan bu kilise 1895 de Rum Okulu olarak inşa edilmiş sonra okul 1918 de yanda inşa edilen yeni binaya taşınınca burası kiliseye dönüştürülmüştür. Demir çubuklardan yapılmış olan çan kulesindeki dökme çan Samatyalı Zilciyan Usta’nın yapımıdır.

Ayia Triada Kilisesi (Kadıköy)

Bahariye Caddesi Nisbetiye Sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. 1902 de Patrik III. Yovakim ve Kadıköy Metropoliti Yermenos zamanında yapılmış olup metropolit’in mezarı kilisenin bahçesindedir. Kapalı Yunan haçı planlıdır. Orta mekanın üzerini dört sütun üzerine oturan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. İki tarafında birer çan kulesi bulunmaktadır. Dış cephe oldukça sadedir. Giriş kapısının olduğu cephe yuvarlak geniş bir kemerin içinde yer alan kapı ve üzerindeki yuvarlak kemerli sütunlarla hareketlendirilmiş olup bu kemerin üzerine de sivri bir alınlık yerleştirilmiştir. Bu kısım dışarıya çıkıntılıdır. Etrafı demir parmaklıklı alçak bir duvar ile çevrilidir. Kilisenin altında Bizans döneminde yaşamış günahkar bir kadın iken hıristiyan olup günahlarını bağışlatmak için manastıra kapanan Ayia Ekaterini’ye atfedilen bir ayazma mevcuttur.

Surp Levon Ermeni Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy Altıyol’da Ermeni Katolik kilisesidir. Parmaksızoğlu isimli bir Ermeni’nin Bahariye Caddesinden Hasırcıbaşı Sokağına kadar uzanan büyük bir bağı vardı. 1890 da ölümünden sonra bu arazi varisleri tarafından parsellenmiş bir parçası da kilise yapımı için kurulan “Ermeni Katolik Cemaati Vakfı”na verilmiştir. Cemaat 1911 de kiliseyi yaptırarak ibadete Surp Levon ismiyle açmıştır.

Surp Takavor Kilisesi (Kadıköy)

Kadıköy’de Muvakkithane Caddesinde Ermeni Gregoryen kilisesidir. Bu kilisenin adı ilk defa Sarkis Hovhannesyan “Başkent İstanbul’un Topoğrafyası” isimli eserinde geçmektedir. Ona göre burada “Surp Asdvadzazin” isminde ayrıca içinde Surp Takavor’a atanmış küçük bir şapelin bulunduğu yıkılmaya yüz tutmuş bir kilise vardı. Bu bina Patrik Abraham zamanında,Harutyan Amira Nordukyan’ın maddi katkıları ile tamir edilmiş ve 4 Temmuz 1814 de ibadete açılmıştır. Ağustos 1855 de çıkan bir yangında yanan bina bu sefer Erzurumlu Murat Garabetyan’ın maddi katkısı ile mimar Mıgırdıç Kalfa’nın hazırladığı proje doğrultusunda yeniden inşa edilir ve Aziz Kral anlamına gelen “Surp Takavor” adı 1858 de ibadete açılır. Bu onarım sırasında avluya Hamazasbyan Muradyan adında bir de okul ilave edilir. 1862 de ölen Murat Garabetyan mabedin avlusuna defnedilir. Bir müddet sonra eşi de vefat edince o da oraya defnedilir. Görkemli mermer lahitleri girişin sağında ve solunda yer almaktadır. 1936 da tekrar bir onarım geçiren binaya bu sefer maddi yardımı Divriği’nin Kesme köyünden Hovhannes ve eşi Mariam Noradukyan yapar. 1978 de Herman Türkmen dış camekanları yeniler ve kilise kapısıyla çan kulesi arasındaki alan kapatılarak cemaatin durabileceği yer genişletilmiş olur.
Binanın mimarisi klasik Ermeni mimarisinden uzaktır. Kapalı haç planındadır.Orta mekanın üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Haçın diğer kolları ise kiremitle kaplı çatıdır. Dış görünüşü oldukça sadedir,sadece giriş cephesi kesme taş ile kaplanmış olup yarım yuvarlak kemerli ikiz pencerelere sahiptir. Gotik mimari tarzında yapılmış olan çan kulesi yapının kubbe’den sonra dikkati çeken ikinci mimari unsurudur.
İstanbul’da itfaiye teşkilatı kurulmadan evvel bu kilise kendisine bir tulumbacı takımı kurmuştur. Bunların ahşap olan koğuşu Güneşlibahçe sokağına bakmakta idi. sonra bu teşkilat kaldırılınca burası yıkılarak kargir iki katlı bir dükkana dönüştürülmüştür.

Anglikan Kilisesi (Kadıköy)

Moda,Yusuf Kamil Paşa Sokağındadır. 1878 de İngilizler tarafından Galata kulesi yakınında inşa edilen Kırım kilisesinin mimarı tarafından projelendirilmiştir. İnşaat maliyetinin büyük bir kısmını Modada oturan Sir James William Whittall sağlamış,burada oturan diğer İngilizler de katkıda bulunmuşlardır. Etrafı alçak bir duvar ve demir parmaklıklar ile çevrili olan bu kilisenin cemaati son derece azdır ve tapu kaydına göre de sahibi Bayan Irene Whıttall görünmektedir. Apsis cephesinde ki vitraylarda İncil’den sahneler işlenmiştir.


Ayios Panteleimon Kilisesi (Üsküdar)

Kuzguncuk İcadiye Caddesindedir. Aziz Pantelemion’a ithaf edilmiş Rum Ortodoks kilisesidir. Sokaktan bur duvar ile ayrılan avlunun içindedir. Son devir Rum kiliselerinden olan yapı’nın 1831 de ibadete açıldığını içindeki kitabelerden öğreniyoruz. 26 Eylül 1872 de yanan kilise Mimar Nikola Ziko’nun hazırladığı proje doğrultusunda 1890 de inşaata başlanmış ve yeniden ibadete açılışı ise 28 Haziran 1892 dir. Kapalı Yunan Haçı planında olan kilisenin orta mekanını örten kubbe dört sütuna oturmaktadır. Zarif bir mimari yapıya sahip olan mermerden avlu giriş kapısı üzerinde 1911 de Andon Hüdaverdioğlu tarafından yaptırılan çan kulesi vardır. Kilisenin yanında yol üzerinde kare planlı küçük bir ayazma bulunmaktadır.

İlya Profiti Rum Ortodoks Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar Yenimahalle’de Hacı Murat sokağında Rum Ortodoks kilisesidir. İlk yapılış tarihi hakkında bir bilgimiz bulunmamaktadır. II. Mahmud’un 1831 tarihli fermanı ile inşa edilmiştir. Sokaktan bir duvar ile ayrılan avlunun içindedir. Klasik bazilika planına sahip olan binanın apsisi yarım daire şeklinde dışarıya taşkındır. Avlu içerisinde kiliseye bitişik altı tane lahit ile 1945 de tamir edilmiş küçük bir de ayazma mevcuttur.

Surp Haç Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar Selamsızda Kozanoğlu (eski adı Papaz Abraham) sokağındadır. Balatlı Abraham adlı bir rahip 1676 da buraya ahşap bir kilise yaptırdığı içerideki kitabelerden birinde yazılıdır. Mezarı kilisenin avlusundadır. 1727 de Patrik Hovhannes zamanında tamir görmüş ve genişletilmiş olup 1797 de yanına bir de okul açılmıştır. 1808 de bir onarım geçiren bina Patrik III. Garabed zamanında yeni baştan Hassa Mimarı Hovhannes Serveryan tarafından hazırlanan projesi doğrultusunda yeni baştan bugünkü halinde yapılır ve 22 Eylül 1830 da takdis edilerek ibadete açılır. 1882 de çatısı onarılırken yanına bir de kesme taştan kat aralarında pencereler açılmış çan kulesi inşa edilmiştir. Kilisenin 1710 tarihinde kurulmuş olan Miatzal isimli korosu Ermeni cemaati için çok önemlidir ve eneski ermeni korosu olarak halen aynı isimle hizmet vermektedir. Muntazam kesme taştan inşa edilmiş olup tonoz kubbe ile örtülüdür. Apsis’in ortasındaki sunak 1842 de Hassa Mimarı Hovhannes Aznavuryan tarafından kiliseye hediye olarak yaptırılmıştır. Bu sunağın arka tarafında tören elbiselerinin bulunduğu oda vardır. Bu sunağın çevresinde İsa ve oniki havari’nin Saray ressamı Umed Beyzad tarafından yapılmış resimleri vardır. Sunak kemerinde “Kutsal Haç’ının gölgesinde bizleri koru” yazılıdır. Avlusundaki büyük sarnıç 1831 de Pişmişyan tarafından yaptırıldığı mermer kuyu bileziğinde yazılıdır.

Surp Karabet Kilisesi Kilisesi (Üsküdar)

Üsküdar,Bağlarbaşı,Vasiyet Sokaktadır. İlk inşaatının ahşap olduğu ileri sürülen bu Ermeni Gregoryen Kilisesi 1617 de Atik Valide ve Çinili Külliyesinin inşası için Van’dan getirtilen Ermeni ustalar tarafından yapılmıştır. 1727 de Patrik Hovhannes zamanında tamir ettirilmiş,daha sonra 1844 deki büyük onarımla tamamen yenilenmiş olan kilise 1887 deki büyük Yenimahalle yangınında yanmıştır. II. Abdülhamit’den alınan izin ile Apik ve Matus kardeşler tarafından ailelerinin ruhu için yeniden yaptırılarak bugünkü halini almıştır. İbadete açılış tarihi 12 Haziran 1888 dir. Son onarım tarihi 1984 dür. Ermeni kiliselerinde çok az görülen bazilika planında bir yapıdır. Muntazam kesme taştan yapılmış olan yapının giriş cephesi iki katlı olup üçgen bir arşitravla nihayetlenir. Kiremit kaplı çatısı iki tarafa meyillidir. Girişin iki yanında yer alan çan kulelerinin üstü sivri ve dilimli birer kubbe ile örtülü olup üzerlerinde birer haç vardır. Sütunlarla üç nefe ayrılmış kilisenin doğu nefi ahşap oymalı korkulukları ile zeminden biraz daha yüksek olup koro’ya ayrılmıştır. Apsis’in iki tarafında iki ayrı küçük şapel vardır. Bunlardan kuzeydeki vaftizhane olarak kullanılmaktadır.

Surp Krikor Lusavoriç (Üsküdar)

Kuzguncuk iskelesinin karşısında Çarşı Caddesinde Ermeni Gregoryen kilisesidir.Yapılış tarihi içerisindeki kitabesinde yazdığına göre Patrik Zakaryan Ağavani’nin (1831-1839) zamanında Hassa Mimarı Hovhannes Amira Serveryan’ın proje ve kontrolunda inşa edilerek 11 Mayıs 1835 ibadete açılıştır. Zamanla tahrip olan yapı 1865 tarihli ferman üzerine Bedros Ağa Şalcıyan ve Kuzguncuk’daki Ermeni cemaatinin maddi katkılarıyla büyük bir onarım geçirmiştir. 1967 de ise kilisenin içinde bazı düzenlemeler ve tamirat yapılmıştır. Kilise ana caddeden alçak bir duvar üzerine demir parmaklıkların ayırdığı küçük bir avlunun içindedir. Dış görünüşü son derece sade olup iki kat ve giriş kapısı yuvarlak kemerler içerisine alınmıştır. Plan şeması Ermeni kiliselerinde çok kullanılan kapalı Yunan haçıdır. Orta mekanın üzerini örten basık kasnaklı kubbe penceresizdir. Apsis’in iki yanında küçük şapellerden biri vaftizhane olarak kullanılmaktadır. Cephede açılmış olan yüksek pencerelerden içerisi çok fazla ışık almaktadır. Apsis’in arkasındaki geçitten çan kulesine geçilmektedir. Dış görünümünün sadeliğine karşı iç son derece abartılı tablolar ve çeşitli süsleme unsurları kullanılmıştır. Kapıdan girince sağda kilisenin atandığı Aziz Lusavoriç’in portresi bulunmaktadır. İçteki galerilere geçişi sağlayan ceviz ağacından yapılmış korkuluklar ,ince işçilikleri ile büyük bir sanat eseridir.

Ayios Dimitrios Kilisesi (Adalar)

Büyükada’nın kumsal semtinde büyük bir bahçe içindedir. 1856-1857 de Ada’da yaşayan Rum ortodoks cemaat tarafından yaptırılmış olup mimarı Fıstıki Kalfa’dır. Üç nefli bir bazilika plânında olan bu kilise’nin orta nefi Dimitrios’a yan nefler ise doktor aziz Pandeleimon (=Lokman Hekim) ve İliya’ya (İlyas Peygamber) atanmıştır. Kilisenin orta mekanını içten kubbe dıştan ise çift meyilli kiremit kaplı bir çatı örtmektedir. Bu kubbede oniki havari arasında İsa tasvir edilmiştir. Orta mekanın sağ tarafında büyük bir çerçeve içinde oniki havari resmedilmiştir. Ambon ve despot kürsüsü ahşaptır. Üç nefi de kapsayan ahşap,oymalı ikonastasis’de baş melek Mikhael’in altın kaplama bir ikonu ile gümüş çerçeve içinde Meryem’e ait diğer bir ikon bulunmaktadır.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Adalar)
 Büyükada, Ayios Nikolaos manastırının içindedir. İlk yapılışının 14. ncü yy. ait olduğu bilinir. Bu kilise zamanla yıkıldığından yerine 1868 de bugünkü ibadethane yapılmıştır. Kapalı Yunan haçı plânındaki bu yapının üzerini dört fil ayağına oturan bir kubbe örtmektedir. Kubbede Pantokrator (dünyaya hakim) İsa resmedilmiştir. Kubbeye geçişteki pantantiflerde ise dört incil yazarının portreleri bulunmaktadır. Mimari bakımdan önemli olmayan bu kilisenin avlusunda demir karkas üzerine asılı çanı vardır.

Ayios Yeoryios Kilisesi (Adalar)

Büyükada, Asker Azizlerden Georgios’a ithaf edilmiştir. Bizans devrinde burada mevcut olan bir manastırın üzerine 1906 yılında Büyük Ada’lı ortodoks cemaatin ve rahip Dionisios’un maddi katkılarıyla yapılmıştır. Mimari bir özelliği yoktur. Kilisenin en değerli eşyası gümüş bir çerçeve içindeki Aziz Georgios’u at üzerinde elinde mızrakla gösteren ikonudur.

Ayios Nikolaos Kilisesi (Adalar)

Heybeliada’da İşgüzar sokağı ile İmralı kavşağında,evvelce mevcut olup yıkılmış olan bir kilisenin yerine 1857 de inşa edilmiş Rum ortodoks kilisesidir.Aziz Nikolaos’a ithaf edilmiştir. 1894 depreminde büyük zarar görmüş ve II. Abdülhamid’den alınan izin ile tamir edilmiştir. Kapalı Yunan haçı planında olan yapının orta mekanını dört kemere oturan bir kubbe örtmektedir. İkonastasis mermerden yapılmış olup üzerine azizlere ve Meryem’e ait ikonlar yerleştirilmiştir. Apsis’in sağındaki duvarda gümüş kaplanmış 1895 tarihli Azize Barbara ikonu ile yine gümüş kaplı Aziz Nikolaos’un ikonu vardır.

Ayios Spiridon Manastırı Kilisesi (Adalar)

Heybeliada’da Çam Limanı mevkiindeki tepenin üzerindedir. Halk arasında “Tarik-i Dünya” adı verilir. Trakyalı olup Heybeli Ada’ya yerleşmiş bir keşiş olan Arsenios tarafından 1862 de küçük bir kulübe şeklinde inşa edilmiştir. Bu bina 1894 depreminde yıkılınca Ortodoks cemaat tarafından yeniden yapılmıştır. Arsenios 1906 da vefat edince buraya gömülmüştür. Kayserili bir rahip olan Kyprianos Stylianidis kilisenin etrafına taştan bir duvar çektirmiş bazı yerleri de onarmıştır. 1954 de Patrik Athenagoras’ın ricası üzerine onarımdan geçmiştir. Tek nefli bir bazilika planına sahip olan kilisenin üstünü çift meyilli bir çatı örtmektedir. İçinde bulunduğu avlu kısmen kapatılmış olup adeta bir narteks görevini görür. Apsis yarım yuvarlak şeklinde dışarıya taşkındır.

Ayios Yeoryios (Aya Yorgi) Manastır ve Kilisesi (Adalar)

Burgaz Adası’nda, deniz tarafındaki manastırın önündeki “Cennet Yolu “denilen yol ile tepedeki kiliseye ulaşılır. Aşağıdaki manastır 1920 de buraya yerleştirilen ,ihtilalden sonra Rusya’dan kaçan Beyaz Rusların kazaen çıkardıkları bir yangın sonucu yanmıştır. Tepedeki kilise 1882 de inşa edilmiş olup 1894 de deprem sonucu yıkılmıştır. Bugünkü bina 1897 de inşa edilmiştir. Yunan Haçı plânındaki bu kilisenin orta mekanının üzeri dört fil paye’nin taşıdığı kemerlere oturan yüksek kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Yan kolların üzerindeki kubbeler küçüktür Kilisenin avlusundaki üç adet çan vardır. Yortu günü 23 Nisan’dır.

İoannes Prodromos Kilisesi (Adalar)

Burgaz Ada’da Takımağa sokağındadır. Vaftizci Yahya’ya ithaf edilmiştir. Bizans’ın İkonaklazma devrinde bu akıma karşı olan Patrik I. Metodios ,Ignatios ve Fotios İmparator Teofilos tarafından adaya sürgün olarak gönderilmişlerdi. Burada toprak altında bir hücrede yanında iki katil ile 7 yıl hapsedilmiş olan Metodios’a söylenceye göre adalı bir balıkçı tepedeki delikten yiyecek atarak onun hayatta kalmasını sağlamıştır. Teofilos’un ölümünden sonra karısı Teodora ikonaklazma karşı olduğu için Metodios’u İstanbul’a getirtir ve patrik tayin eder. O da kiliselerden kaldırılan bütün ikonaların yerlerine konmasını sağlar. İgnatios ise İmparatoriçeden Burgaz adasında yaşadıkları zindanın bulunduğu yere bir kilise yapılmasını ister ve 842 de Aya Yani (İoannes Prodromos) kilisesi inşa edilir. Metodios ölümünden sonra hıristiyanlığa yaptığı hizmetlerden dolayı “Aziz” kabul edilir. Zaman içinde harap olan kilise 1759 da yenilenmiş 1817 de büyük bir onarım görmüştür. 10 Temmuz 1894 depreminde yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bugünkü kapalı yunan haçı planlı ve merkezi kubbeli olan kilise bu tarihten kalmadır ve zindanın tam üstüne inşa edilmiştir. Bu hücre 3,5 x 1.75 m. ebadında 2 m. yüksekliğinde taştan yapılmış bir odadır. Buraya 11 basamaklı bir merdivenle inilmekte olup kilisenin Yortu günü olan 29 Ağustosta ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Kiliseleri 4
« Yanıtla #17 : 31 Mart 2009, 02:33:49 »
İstanbul’daki Bizans Kiliseleri

Grekçede toplantı anlamındaki “eclesia”sözcüğünden gelen kilise kavramı Hıristiyanlığın doğuşu ile başlamış,önce cemaatlerin toplandığı yerlerde sonra ise antik mabetlerde ibadet edilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlık,İsa’nın kutsal yaşamını ve tanrısal görevini esas alan bir din haline gelmeye başladığında Roma İmparatorluğunun bir devamı olan Bizans Pagan inancında idi. Hıristiyanlığı kabul eden Bizans İmparatoru I.Konstantinus (306-337) 324 de İstanbulu başkent yapıp adını da ”Konstantinopolis” koyduğu bu şehirde büyük bir hızla inşaat faaliyetine girdi ve yapılan eserler arasında ilk kilise olan 12 Havari kilisesini inşa etti. Hz.İsa’nın 12 havarisine ithaf edilen bu kilise bugünkü Fatih Camiinin olduğu yerde eski bir pagan mabedinin kalıntıları yıktırılıp yerine yapılmıştır. I. Konstantinus bu kilisenin yanında kendisi ve oniki havariye ithaf ettiği boş lahitlerin bulunduğu bir Mauseleum’un inşaatına başlattı ise de 337 de Nikomedia (İzmit)da ölümüyle inşaatı tamamlayamadı. Cesedi kısa bir süre önce inşaatını tamamlattığı Aziz Akakios kilisesine götürüldü ve inşaat tamamlanınca da lahdi Havariyun kilisesine getirildi. yaptırtmış olduğu bu kiliseye getirildi ve orada gömüldü. 358 depreminde büyük zarar gören kiliseyi II. Konstantinus yeniden tamir ettirerek 370 de görkemli bir açılış yaptırdı. Oldukça dindar olan II. Konstantinus havarilerden Timotheus,Andreas ve Lukas’ın röliklerini buraya getirerek boş duran 12 lahitten üçünü doldurdu. Bu kilisenin görünüm ve planı bakımından en güvenilir kaynak olan Eusebios’a göre oldukça devasa boyutta tabandan tavana kadar da mermer kaplı imiş. I.Konstantinus’un yaptırdığı ve kilise ile onunla bağlantılı olan Mauselumu Justinyanus (527-565) genişletti ve içerisini İsa ve Meryem’in hayatını anlatan,altın yaldızlı mozaiklerle kaplattı. 869 daki deprem de çöken kubbeyi I.Basileus’un (868-886) onarttığını biliyoruz. 1010 senesindeki zelzelede tekrar kubbe çökmüş ve II. Basileus (976-1025) tarafından yenilenmiştir. Bizans İmparatorlarının gömüldüğü bu mauselum’a en son, İmparator VIII. Konstantin 1028 de gömülmüş ve bundan sonra da kompleksin çöküşü başlamıştır. Latin istilası sırasında tam bir soyguna uğrayan kilise 1296 depreminden de büyük zarar görünce terkedilmiştir. Fetih’den sonra çok harap durumda olan bu kilise Patrikhane’nin yönetimine verilir, 1456 da Patrikhane Pammakaristos Manastırına taşındığında çok harap durumdaki bu kiliseden arta kalanlar yıktırılarak yerine Fatih Camii’nin inşaatı başlatılmıştır. Hıristiyanlık IV.üncü yy. dan itibaren Bizans’da yerleşmeye başlamış ve Havariyun Kilisesini yeni birçok kilise inşaatı takip etmişse de bu ilk yapılardan günümüze bazı temel kalıntıları kalmıştır. Bizans döneminde İstanbul’da çok sayıda manastır ve kilisenin yapıldığı eski kaynaklarda yazılıdır. Ancak bunların büyük bir kısmı kendi devrinde yıkılmış ve harap olmuştur. Bu konudaki büyük araştırmaları olan tarihi topoğrafya uzmanı ve aynı zamanda rahip olan Raymond Janin (1882-1887) “ ...mahallelere,manastırlara ait veya özel olmak üzere 485 kilisenin mevcut olduğunu tesbit edebildik ki bunların adları eski metinlerden çıkarılmaktadır. Bunların çoğu kaybolmuştu. Öyle ki,1453 de İmparatorluk çöktüğünde bunlardan henüz hizmette olarak kalabilenlerin sayısı elliyi aşmıyordu. En hayret verici husus şudur ki 1453’de bunlardan onsekizinin kesin olarak faal durumda oldukları anlaşılmaktadır,” fetih sırasındaki durumu bu sözleri ile ifade etmektedir. Fetihten sonra sağlam olanların büyük bir kısmı camiye çevrilmiş olup bunlardan üçü Cumhuriyet döneminde Müze olarak (Ayasofya,Eirene,Kariye) kullanıma açılmış,bazıları Fatih’in fermanı ile Patrikhane’ye verilmiştir. yakın zamanlarda ise İmrahor ve Fethiye’nin paraklesion’u Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmış olup özel izinle gezilebilmektedir. Bir kısım kilise arsası ve bakiyesi üzerine de sonradan Rum Kiliseleri inşa edilmiştir. Bizanslı tarihçi Dukas da 1390 da surların tamiri için gerekli taşın harap halde olan Azizler kilisesinden temin edildiğini yazar. İstanbul’daki yangın ve depremler neticesinde ayakta kalanların da telafi edilemeyecek zararlara uğramışlardır. Bir kısım yıkık küçük kilise ve şapellerin üzerlerine bazı kalan parçaları kullanılarak yeni mescidler inşa edilmiştir. Bunlara örnek olarak İsa Kapısı,Odalar,Buğdan şapeli, Kasım Ağa,Şüheda ve Hamza Paşa’yı gösterebiliriz. İstanbul’un büyük yangınları olan 1908,1911,1918 ve 1919 yangınları, 1894 depremi ve İstanbul’un imarında açılan caddeler sonunda Odalar,Sekbanbaşı,Balaban Ağa,Şeyh Murad,Toklu İbrahim Dede,Hıramî Ahmed Paşa, Acem Ağa,Hamza Paşa gibi Bizans isimleri tesbit edilemeyen binalar tamamen yok olmuştur. Mescid ve camiye çevrilenler ise tamir görüp tekrar ibadete açılmışlardır. Büyük Bizans kiliselerinin tamir edilip cami olarak ibadete açılması II. Bayezid (1481-1512) devrindedir. Bunların başlıcaları,Khora Manastırı (Kariye Camii).Konstantin Lips Kilisesi (Fenari İsa camii),Hosios Andreas Manastır kilisesi (Koca Mustafa Paşa Camii),Studios Bazilikası (İmrahor İlyas Bey Camii),Myrelaion Manastırı (Bodrum Camii),Sergios ve Bakhos Kilisesi (Küçük Ayasofya Camii) ‘dir. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında anonim iki küçük şapel Sinan Paşa ve Ese Kapı mescidi adı ile ,tamir edilip ibadete açılmıştır. II.Selim (1566-1574) zamanında da Cibali’deki Hagia Theodosia Kilisesi Gül Camii adı ile tamir edilip ,birtakım ilavelerle cami haline getirilmiştir. III. Murad (1574-1595) de Fetihten sonra Patrikhane olarak kullanılan Pammakaristos Fethiye Camii adı ile ibadete açılır. Eski Bizans kiliselerinden camiye çevrilmeyenler ise Hagios Georgios Kyparesso (Patrikhane), Fener’deki Panaghiotissa (=Moukhliotissa) ve Heybeliada daki Panaghia ‘dır. Peribleptos manastırı ise Ermenilerin ibadetine verilmiş olup Sulu Manastır veya Surp Kevork kilisesi olarak isimlendirilmiştir.

Ahmet Paşa Mescidi /Trullo Manastırı (Fatih)
 Çarşamba’da Fethiye Camiine yakın Koltukçu ve Beyceğiz sokaklarının çevrelediği alandadır. Bu mabedin Bizans dönemindeki Hagios İoannes Prodromos Trullo Manastırı olduğu iddia edilirse de Semavi Eyice bu binanın küçüklüğünden dolayı, içinde konsil törenlerinin geçtiği yazılı olan “Kubbe” anlamındaki Trullo Manastırı olamayacağını ileri sürmektedir. Binanın kesin yapım tarihi de bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmed İstanbulu fethettikten sonra patrikhaneye Pammakaristos kilisesini tahsis ettiğinde buradaki rahibelerin barınması için de bu küçük mescidin bir kadınlar manastırı şeklinde kullanılması için tahsis etmiştir. Bu tarihten itibaren bu kızlar manastırına “Büyük Saray” ‘ın kubbeli büyük salonlarından biri olduğu da ileri sürülen esas Trullo ile bir ilgisi olmamasına rağmen “Trullo Manastırı” denilmeye başlanmıştır. İnşaat tekniğine göre XI-XII yy. lara ait olan bu kilise 1586 ‘ya kadar Patrikhaneye bağlı kalmış ,Patrikhanenin Pammakaristos Manastırından taşınması üzerine de Vezir Hırami Ahmed Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kilise kapalı Yunan Haçı planlıdır. Narteks üç bölümlü olup üzeri çapraz tonoz ile örtülüdür. Orta mekanın üzeri dört payenin taşıdığı etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak olan apsis üçüzlü pencerelidir. Apsisin iki yanında biri yonca,diğeri ise kare şeklinde küçük yuvarlak apsisli diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binanın dış duvar örgüsü orta bizansda çok sık görülen tuğla taş karışımıdır. Camiye çevrildikten sonra narteksin güney duvarında bir kapı açılmış,birçok pencereler duvarla kapatılmış ve çatıya ahşap bir minare eklenmiştir. Cami 1930 da harap olduğu gerekçesiyle ibadete kapatılmış bu yüzden de hızla harap olmaya başlamıştır ve 1946 da da son cemaat yerine dönüştürülmüş olan narteks yıkılmıştı. 1966-68 yılları arasında Vakıflar Başmüdürlüğünce Y.Mimar İlban Öz’ün kontrolluğunda restorasyonu yapılmış ve tekrar ibadete açılmıştır.

Aya Eireni Kilisesi (Eminönü)


 Topkapı Sarayı’nın dış avlusu içinde ve Sur-u Sultani’nin içinde olup fetihten sonra camiye çevrilmemiştir. Ayasofya’dan sonra Bizans’ın İstanbuldaki ikinci büyük kilisesidir. I. Konstantinus (324-337) burada daha evvelce var olan , Apollon,Afrodit ve Artemis’e atanmış bir Roma mabedinin üzerine inşa ettirmiştir. Bu ilk kilise 532 deki Nika isyanı sırasında yanmış ve I.Justinianus (527-565) Ayasofya’yı yaptırırken onunla beraber Aya Eireni de daha büyüterek piskoposluk binası olarak yeniden inşa ettirmiştir. 563 senesinde çıkan bir yangından zarar gören bina kısa zamanda yenilenmiş ve 588 de burada konsil toplantısı yapılmıştır. V inci Konstantin (741-775) 738 depreminden büyük zarar gören binayı tamir ettirmiş,yeni ilaveler yapmış ve bu arada hemen hemen tüm tavanı ve apsisleri fresk ve mozaiklerle süslemiştir. İkonaklazma (726-843) devrinde bu mozaik ve freskler sökülerek apsis yarım kubbesinin içindeki “Haç “ yapılmıştır. İkonaklast inanca göre Haç “İsa’yı sembolize eder. Onun insan gibi tasvir edilmemesi gerekmektedir. Apsis’deki bu haç üç kademe üzerinde çizilmiştir. Haçın altındaki bu üç basamaklı kademe İsa’nın çarmıha gerildiği “Golgotha Tepesi” ni sembolize etmektedir. IX. uncu yy. da bine yine depremden gördüğü tahribatın sonunda yenilenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra burası cebehane olarak kullanılmış. III. Ahmed (1703-1730) zamanında ise Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur. Savaşlarda ele geçirilen silahlar buraya konularak kuzey yönündeki bir kapının üzerine de “Darü’l-esleha “( =Silahhane) yazılı 1726 tarihli bir kitabe konmuştur. Türkiye’deki ilk Müze Sultan Abdülmecid (1839-1861) zamanında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından burada açılmıştır. Daha sonra Müze’deki arkeolojik eserler 1869 da Çinili Köşke taşınmış olup buradaki Eski Eserler Müzesinin açılışı 1880 de yapılmıştır. Aya Eirine de Askeri Müze olarak ziyarete açık kalmıştır. Harbiye’deki Askeri Müzenin fonksiyona geçmesinden sonra burası boşaltılmış olup 1939 da Ayasofya Müzesine bağlanmıştır. 1958,1961,1974-76 yıllarında ise kazı,tamir ve restorasyonlar yapılmıştır. 1983 deki “Anadolu Medeniyetleri Sergisi” dolayısıyla uzun müddettir kapalı olan bina temizlenip sergi ve konserlerin düzenlendiği bir mekan olmuştur. Günümüzde de bu işlevini sürdürmektedir.
İlk devir Bizans Mimarisi özelliklerini gösteren yapı üç nefli bazilika planından Kapalı Yunan Haçına geçişin tipik bir örneğidir. Burada zemin üç nefli bir bazilika,üst kat ise kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Aya Eirini 100 x 32 m. lik ölçüsüyle devrinin en büyük yapılarından biridir. Orta mekanın üzeri 15 m. çapında,35 m. yüksekliğinde dört büyük fil payenin taşıdığı,içten yarım yuvarlak,dıştan ise yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında bulunan yirmi pencerenin ondördü kubbeyi sağlamlaştırmak için sonradan tuğla ile örülerek kapatılmıştır. Orta kubbenin yanı başında,narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz diyebileceğimiz ikinci bir kubbesi daha vardır. Bu ikisinin dışında kalan yerlerin üzerleri tonozlarla örtülüdür. Orta mekanın iki yanında üst katta sütunların taşıdığı galeriler bulunmaktadır. Bunlardan alt kattaki sütunlara karşılık üst kattakilerin taşıyıcı özelliği bulunmamaktadır. Orta mekanın doğusundaki apsis içeriden yarım daire şeklinde olup dışarıdan üç cephelidir. Cephelerinde birer penceresi olan apsis’in oldukça kalın duvarları arasına 1 m. genişliğinde .kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir. Apsisdeki oturma kademeleri bu dehlizin üzerine oturtulmuştur. Orta apsis’in iki yanında ,kendi apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri yer almaktadır. Binaya giriş narteksdeki beş kapıdan sağlanıyordu,bugün bu kapılardan üçü mevcuttur. Günümüzde giriş kuzey yönünde sonradan açılmış bir kapı ile sağlanmaktadır. Duvarlarında görülen zıvana deliklerinden içerisinin belirli bir yüksekliğe kadar evvelce mermer ile kaplı olduğunu bazı araştırıcılar iddia etmektedirler. Atrium’un köşesindeki iki porfir lahitin Fatih Camii yapılırken,Havariyun kilisesinden çıkarılıp buraya getirildiği söylenmektedir.

Aya Sofya Kilisesi (Eminönü)
Bkz. İstanbul Müzeleri .

Ayios Polieuktos Kilisesi (Fatih)
 1964 de başlayan Saraçhane kazılarında temelleri ve duvarlarının alt kısmı ortaya çıkarılmış olan bu kilise, son Batı Roma İmparatoru olan Anikius Olybrius’un kızı Aniika Juliana tarafından , Malatya’da öldürülen Romalı asker Poliektus’un anısına 524-527 de yaptırıldığı temel kazısı sırasında çıkarılan bir kitabeden anlaşılmaktadır. XII. inci yy.a kadar kullanıldığı anlaşılan bu kilise,Lâtin istilası sırasında büyük tahrip görmüş olup birçok parçaları İtalya’ya götürülmüştür. Sütun başlıkları ve payeleri Venedik’deki San Marco kilisesinin inşaatında kullanılmıştır. Plan şeması kapalı yunan haçı tipindedir. Orta mekanın üzeri kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Apsis’in içinde sintronon basamakları mevcuttur. Kazılarda çıkan parçalardan bu kilisenin olağanüstü bir bezemeye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Atik Mustafa Paşa /Hagia Thekla (Fatih))
 Ayvansaraydadır. Bu binanın önceleri havarilerden Markos ve Petros’a ithaf edilmiş V. inci yy. a ait bir kilise olduğu ileri sürülmüşse de sonradan İmparator Theophilos (829-842) ‘un kızı olup,sonraki yıllarda azize kabul edilen Thekla’nın adına yaptırdığı kilise olduğu iddia edilmiş ve bu hipotezin daha doğru olduğu kabul edilmiştir. Aslında her iki hipotez de tam anlamıyla ispat edilememiştir. 1059 da II. İsaakios Komnenos’un bu kiliseyi önemli ölçüde tamir ettirip genişlettiğini Anna Komnena’nın “Aleksiad” isimli kitabından öğrenmekteyiz. Fetih sırasındaki durumu hakkında bir bilgimiz yoktur. Bina II. Bayezıd ‘ın sadrazamı olup 1512’de Yavuz Sultan Selim’in idam ettirdiği Koca Mustafa Paşa tarafından camiye çevrildiği kayıtlardan anlaşılmaktadır.1729 yılındaki Balat yangınında bina büyük zarar görür ve yeniden onarılır. 1894 depremi bu binayı da etkilemiş ve 1906 yılına kadar boş bırakılmış ve bu tamirden sonra tekrar cami olarak işlevini sürdürmeye devam etmiştir. 1922 de tekrar bir onarım görür. Halen cami olarak kullanılmaktadır.
Kilisenin planı Orta Bizans devrinin çok sevilen tipi olan kapalı Yunan Haçı şeklindedir. Ortada dört kalın sütun üzerine kubbe oturmakta idi. Bu kubbe Türk devri tamirlerinde kaldırılmış ve yerine Türk mimarisinde görülen örtü sistemi uygulanarak basık kubbe yapılmış ve yeni pencereler açılmıştır. Apsis içeriden yuvarlak dışarıdan ise üç köşeli olup her iki yanında da yuvarlak küçük apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır. Bina camiye çevrilirken minrabın aksı farklı olduğu için apsis bozulmuş ve içine,burada öldüğü ve gömüldüğüne inanılan , Peygamberin sehabelerinden Câbir’in makam kabri yapılmıştır. Narteks bölümünden günümüze hiçbir parça gelmemiştir. Bilinmeyen bir tarihte tamamen yıkılmış olduğunu tahmin ettiğimiz bu bölüme bugün mimari hiçbir değeri olmayan bir son cemaat yeri eklenmiştir. 1957 de burada çalışmalar yapan Amerikan Bizans Enstitüsü,binanın güney cephesinde badana ve sıvaların altında kalmış bazı aziz resimlerini bulmuşlardır. Bunlar hekim azizlerden Kosmos ve Damianus ile baş melek Mikael’dir. Üzerleri tahta ile kapatılan bu fresklerin bugünkü durumunu bilemiyoruz.

Ayia Euphemia Martyrionu (Eminönü)
 Sultanahmet’de Hipodromda,Adliye Sarayı’nın destek duvarının altında bu kiliseden kalma kalıntılar mevcuttur. Burada, İmparator II. Theodosios (408-450) zamanında sarayın Baş Mabeynicisi olan Pers asıllı Prapositus Sacri Cubiculi Antiochos ‘un dört ayrı yapı topluluğundan meydana gelen sarayı vardı. Daha sonra gözden düşen Antiochos’un mallarına el konulur ve sarayının kabul salonu da İmparator’un kız kardeşi dindar Pulcheria tarafından kiliseye çevrilir. 615 de Khalkedonya (Kadıköy) metropolitanlığı, 16 Eylül 307 de Khalkedon’da Romalılar tarafından büyük işkenceler gördükten sonra öldürülen, ilk hırıstiyanlardan olup sonradan azize kabul edilen Euphemia’nın röliklerini kendi adına inşa edilen ve muhtemelen Yeldeğirmeni’nin sırtlarında olduğu tahmin edilen kilisesinden buraya getirtir. Rölikler bu kilisenin apsisinin önüne yapılan bir lahide yerleştirilir ve bu tarihten sonra da burası Euphemia Martyrionu adını alır. 796 da İmparatoriçe Eirene bu Martyrionu restore ettirir ve içerisine Azize’nin hayatını ve gördüğü işkenceleri anlatan fresklerle süsler.20 Ağustos 1203 deki Mese (Divanyolu) yangınında büyük zarar gören kısa sürede tamir edilir ve içerisindeki freskler yenilenir. Fetihten sonra azizenin rölikleri Patriklik kilisesi olan Pammakaristos’a taşınmıştır. Bir iddiaya göre de buradan da Roma’ya götürülmüştür. Martyrion ve saray zamanla tahrip olmuş ve 1522 de İbrahim paşa sarayı yapılırken sarayın büyük bir bölümü bu inşaatın içinde kalmıştır. Nur-u Osmaniye camii yapılırken temellerinden çıkarılan toprak artık yıkılmış olan bu kilisenin arazisi üzerine boşaltılmış,taş ve mermer inşaat malzemesi de yakınındaki Server Dede türbesinin inşaatında kullanılmıştır. 1939 da Hipodromun kuzey-batısına Adliye Sarayı yapılırken bu Martyrion’un duvarları ve fresklerinden bazı parçalar ortaya çıkmıştır.1964 de İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsünün ortak kazı çalışmalarında bu binanın kuzey-doğu köşesinde 12 köşeli plâna sahip iki mausoleum bulunmuştur. Bu bina altıgen bir plana sahip olup her duvara yarım yuvarlak bir niş açılmıştır. Üzerinin kubbe ile örtülü olduğu çıkan parçalardan dolayı ileri sürülür. Duvarlar son derece kalın olup alt kısımları masif taş bloklardan inşa edilmiştir. Azizenin hayatını anlatan fresklerden kalan 14 parça günümüze ulaşmıştır. Son derece bozuluş olmalarına rağmen azize’nin doğumu,yargılanması işkence sahneleri ve öldürüldükten sonra bedenin testere ile kesilmesi ile azizenin “kan” mucizesini gösteren sahneler duvarlara işlenmiştir. Günümüzde burası kapalı olup İstanbul Arkeoloji Müzelerine bağlıdır. Türk-İslâm Eserleri Müzesi ile Adliye Sarayı arasındaki parkın içinde bu kilisenin rahiplerin dini toplantılarda,oturdukları yuvarlak apsis’in içindeki synthronom basamakları ve bazı duvar parçaları bulunmaktadır.

Bodrum (Mesih Paşa) Camii/ Myralion Manastırı (Eminönü)
 Laleli’de Sait Efendi Sokağındadır. I. Romanos Lekapenos (920-944) ,VIII. inci yy. da burada var olan bir kilisenin yıkıntısı üzerine yaptırdığı özel sarayını daha sonra bir manastıra dönüştürerek Myralion adını verir. İmparator bu manastırın altında bir de bodrum yaptırarak burasının aile mezarı olarak kullanılmasını istemiştir. Nitekim 922 de ölen karısı Theodora ve 932 de ölen büyük oğlu Kristoforos buraya gömülmüşlerdir. I. Romanos tahttan indirilip Kınalıada’da yaşadığı sürgün’de 948 ‘de ölünce vasiyeti gereği karısı ve kızının yanına buraya gömülür. Daha sonra VII. Konstantin ile evlenen kızı Helena’da 961 de ölünce ailesinin yanına gömülür ve böylece aile mezarlığı tamamlanmış olur. II. Romanos (959-963) kız kardeşi Anna’yı bu manastıra kapattırmış, daha sonra da prenses burada rahibe olarak ömrünü tamamlamıştır. I. İsaakios Komnenos (1057-1059) tahttan indirilince karısı Katerina ve kızı Maria da bu manastıra rahibe olarak girmişlerdir. Orta Bizans dönemine ait bu manastırdan günümüze sadece bir duvar parçası gelebilmiş kilise ise II. Bayezid (1481-1512)’ ın sadrazamı Mesih Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. kilisenin dış duvarları taş tuğla karışımı yapılmış olup kapalı Yunan Haçı plânlıdır. Ortadaki sütunların taşıdığı orta kubbe etrafı pencereli yüksek bir kasnak üzerindedir. Bu kubbeyi dört tarafından dört beşik tonoz destekleyerek orta mekanda bir yunan haçını oluştururlar. Batıdaki üç bölümlü narteksden Naos’a geçilir. Naos’un doğu yanı dışarıya doğru üç cephelik bir çıkıntı yapan bir apsis içten yarım yuvarlaktır. Bu apsis’in iki yanında yonca planlı pastoforion hücreleri yer alır.
1911 deki Mercan’dan Laleliye kadar uzanan büyük yangında harap olan bina uzun müddet kullanılmamış ve adeta yıkılmaya yüz tutmuşken 1950 ve 1965 de çevresi temizlenmiş ve restorasyon çalışmaları yapılmıştır. 1985 de ise Vakıfla Bölge Müdürlüğü tarafından onarılarak tekrar cami olarak hizmete açılmıştır.

Ese Kapısı (İsa bey) Mescidi (Fatih)
 Cerrahpaşa’da,Kocamustafapaşa’ya uzanan caddenin kenarındadır. Bizans devrindeki adı bilinmeyen bu küçük tek nefli bazilika planındaki kilise 1509 depreminde tamamen yıkılmış olup Hadım İbrahim Paşa tarafından 1560 da kalan duvar parçaları üzerine Cami yapılmış ve Mimar Sinan tarafından etrafına bir de medrese inşa edilmiştir. 1894 zelzelesinde yıkılmış olan bu yapı gurubu büyük ölçüde zarar görmüş olup günümüze kadar da onarılmamıştır. Bugün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesinin Adli Tıp bölümünün sınırları içinde kalmaktadır. Günümüze bu kilisenin güney ve kuzey duvarlarından bazı kısımlar ile bemanın bir bölümü kalmıştır.

Eski İmaret /Pantepoptes Kilisesi (Fatih)
 Fatih’in Haydar Mahallesinde, Haydar Cad. ile Astar sokağının arkasında Haliç’e nazır dik bir yokuş üzerindedir. Bizans İmparatoru I.Aleksios Komnenos (1081-1118)’un annesi Anna Komnena tarafından ,her şeyi gören İsa’ya (Pantepoptes) ithaf edilerek 1081-1087 yıllarında inşa edilmiştir. Anna Komnena 1100 yıllarında bu manastırda inzivaya çekilir ve kısa bir müddet sonra burada ölür. II. Aleksios Komnenos (1180-1183) kendisine karşı yapılan bir ayaklanmadan sorumlu tuttuğu Patrik Teodosios Boradiotes’i bu manastıra kapatmıştır. I.Andronikos Komnenos ise (1183-1185) kumandanlarından Andronikos Lepardes’in gözlerine mil çektirip kör ettikten sonra yine bu manastıra kapatmıştır. Fetihden sonra Fatih Pantepeptos Manastırını İmaret (zaviye) ve medreseye,kiliseyi de camiye dönüştürmüştür. Bu fonksiyon Fatih Camii yapılana kadar devam etmiştir. 1918 yılındaki büyük yangından burası da etkilenir ve uzun müddet bakımsız kalır. 1954 de özel bir Kuran kursuna tahsis edilen bina içeride bir takım değişikliklere uğramıştır. Daha sonraları boşaltılan binayı 1970 li yıllarda Y.Mimar Fikret Çuhadaroğlu tarafından restorasyonu yapılarak günümüzdeki durumu sağlanmıştır.
İnşaat sırasında düzgün bir zemin sağlamak için binanın altına yapının ölçülerinde sonradan sarnıca dönüştürülen bir mahzen yapılmıştır. Kapalı Yunan Haçı plânında inşa edilmiş olan kilisenin orta mekanını dört fil payeye oturan etrafında yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Bu kubbenin dalgalı mahyasının üzerine oturan kubbe kiremit ile kaplıdır. Dışarıya köşeli olarak uzanan apsis içeriden yuvarlaktır. Apsisin iki yanında ise üzerleri çapraz tonoz ile örtülü ve kendi apsisleri olan diakonikon ve prothesis hücreleri bulunmaktadır. İç ve dış nartekslerin üzerleri çapraz tonozdur. İç narteksin üzerinde dışarıya sütunlarla açılan bir galeri mevcuttur. Kiliseye bitişik olan manastırdan ise günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir.

Fenari İsa/Konstantin Lips Manastırı (Eminönü)
 Aksaray’da Vatan caddesi üzerindedir. Geç Roma dönemine ait bir mezarlık arazisinin üzerine İmparator VI. Leon (886-912) döneminde donanma komutanı Konstantin Lips tarafından Thotokos (Tanrıyı karnında taşıyan,kutsal batın) Meryem’e ithaf edilerek yaptırılmıştır. “Moni tu Libos” olarak isimlendirilmiş olan manastır Haziran 907 de görkemli bir törenle açılmıştır. Latin istilasinden sonra kilise ve manastır VIII. Mihail Paleologos (1261-1282) zamanında yeniden önem kazanır ve İmparatorun ölümünden sonra eşi Teodora mevcut kilisenin güney duvarına bitişik olarak İoannes Prodromos’a atadığı ikinci bir kilise yaptırarak manastırı da ihya eder. Adeta bir aile mezarlığı olan düşünülen bu yapı kompleksine İmparatoriçe 1303 de ölen Teodora, annesi , 1295 de ölen kızı Eudoksia, 1306 da ölen oğlu Konstantinos, 1328 de ölen İmparator II. Andronikos, III. Andronikos’un 1324 de ölen eşi Eirene ve VIII. İoannes Palaiologos(1425-1448)’un eşi Anna buraya gömülmüşlerdir. Kilisenin batı ve güney tarafını saran “L” biçimli ek bina da XIV. üncü yy. da inşa edilerek kompleks daha da büyütülmüştür. Fetihten sonra terk edilen kilise II. Bayezıd zamanında Osmanlı ulemâ ailesi olan Fenârizâdelerden Alaeddin Ali Efendi tarafından güneydeki kilise mescide,manastır da zaviyeye çevrilmiştir. Bu sırada dış narteksin güneydoğu köşesine bir minare ve güney kiliseye de mihrap yapılmıştır. 1633 de bu bölgede çıkan yangın sonucunda harap olan külliyeyi 1636 da Sadrazam Bayram Paşa tamir ettirmiştir. Bir müddet sonra da manastır hücreleri Halveti tekkesi olmuştur. Bu tekkenin ilk şeyhi olan İsa el-Mahvî’nin ismine izafeten de Fenari İsa denilmeye başlanmıştır. 1831 de Mihrişah Valde’nin vakfından olması dolayısıyla tekrar bir onarım geçirir. 1918 deki yangında ne yazık ki bir daha yanar ve uzun yıllar metruk halde kalır. 1929 da burada bazı arkeolojik araştırmalar yapılırken bulunan taşa kakma şeklinde yapılmış Ayia Eudoksia ikonası Arkeoloji Müzesine kaldırılmıştır. 1947 de bina olarak Ayasofya Müzesine bağlanır. Daha sonra Vakıflar Başmüdürlüğüne bağlanan bina 1960 yılında önemli bir restorasyon çalışması geçirir.
Konstantin Lips Manastırı kısa devir farklarıyla yapılmış birbirine bitişik üç bölümden meydana gelmektedir. Kapalı Yunan haçı plânlı beş bölümden meydana gelen birinci kilisede devşirme olarak mezarlıktaki mermer lahit parçaları bolca kullanılmıştır. 1633 yılında geçirdiği yangında muhtemelen yunan haçının meydana getiren dört taşıyıcı sütun çatlamış olduğundan binanın üst yapısını destekleyen ,kesme taştan iki büyük kemer inşa edilmiştir. Dışarı taşkın olan apsis’in üzerinde dolaşan mermer silmedeki Grekçe kitabede kilisenin Meryem’e ithaf edildiği yazılıdır. Esas Apsis’in iki yanında dışarıya yuvarlak kemerli uzun pencerelerle açılan kendi küçük apsisleri olan iki hücre bulunmaktadır. Evvelce esas mekanın güney tarafındaki ahşap bir merdivenle kubbenin dışına çıkılmaktaydı. Burada daha evvelce hiçbir Bizans kilisesinde rastlanmayan , kubbenin dört tarafında dört küçük şapel bulunmaktadır. 1929 daki bu binadaki çalışmalarda bu hücrelerin birinde Azize Eudoksiya’nın bir ikonası bulunmuş ve Arkeoloji Müzesine gönderilmiştir. Ioannes Prodromos’a atanan VIII. Mihail Paleologos’un eşi Teodora tarafından yaptırılan ikinci kilise son Bizans döneminin kullanılan plân tiplerinden olan “Dehlizli tip” olarak inşa edilmiştir. Kare bir kitle halindeki orta mekânın üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe 1831 deki tamirde değiştirilerek Osmanlı mimari tipine uygun bir kubbeye dönüştürülmüştür. Dış cephe XIII-XIV yy.da Bizans sanatında çok kullanılan tuğla bezemelerle inşa edilerek süslenmiştir. Her iki binayı da “L” şeklindeki sonradan eklenen Paraklesion ‘un aeltındaki dehlizde toplam sayısı 20 yi bulan lahit bulunmakta iken bunların büyük kısmı binanın boş kaldığı 1930-1960 yılları arasında muhtemelen define arayanlar tarafından parçalanmış ve büyük kısmı yok olmuştur.

Fethiye/ Pammakaristos Manastırı (Fatih)
 Çarşamba semtindeki bu yapı grubu yanyana biri küçük iki kiliseden meydana gelmiştir. XIII.üncü yy. sonunda Bizans sarayının ileri gelenlerinden Mihail Glabes Tarkaniotes tarafından daha evvel burada mevcut olan ve İoannes Komnenos’un karısı Anna Dukaina’nın yaptırıp sonra yıkılan kilise üzerine yaptırılmıştır. Binanın cephesini süsleyen bir frizin üzerindeki manzum kitabede Tarkaniotes’in adı açıkça yazılıdır. Mihail Tarkaniotes bu manastır ve kiliseyi 1293 den önce tamamlamış olmalıdır,zira bu manastıra rahip olarak atanan rahip Kosmos 1294 de XII. Ioannes adı ile Patrik olmuştur. 1310-15 yıllarında Tarnaniotes’in ölümünden sonra eşi Maria Dukaena kilisenin güney kısmına mezar kilisesi olarak kullanılmak üzere bir paraklesion yaptırır. İstanbul’un fethinden sonra Patrik II. Gennadios tarafından Patriklik makamı olarak seçilir ve Havariyun kilisesinden buraya taşınılır. Patrikhane olarak kullanıldığı dönemde kompleks büyük ölçüde genişletilir,yemekhane,fırın,mutfak ve hücreler ilave edilir ve çevre duvarları yenilenir. Bu dönemde Azize Euphemia,Salome,İoannes Khrysostomos’un rölikleri ile İmparator I. Aleksios Komnenos’un kemikleri Pantokrator kilisesinden buraya getirilir. Patrikhane buradan Ayi Dimitri kilisesine oradan da 1612 ‘de şimdiki yeri olan Aya Yorgi’ye taşınmıştır. XVI. ıncı yy. sonunda boşaltılan manastır III. Murad (1574-1595) tarafından camiye çevrilir ve “Fethiye Camii” adını alır. Saray Mimarı Dalgıç Ahmed Apsis’in şeklini mihrabın yönüne uygulayabilmek için değiştirir ve ileriye doğru köşeli bir çıkıntı yaparak mihrabı buraya yerleştirerek üzerini küçük bir kubbe ile örter. Bu değişim sırasında apsisdeki freskler yok olur. Esas girişi yanına da bir minare yapılır.1641 deki yangında zarar görürse de hemen onarılır.1845-46 da Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından tekrar tamir ettirilir. 1938 den sonra Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından önemli bir onarım ve tamir çalışmaları Y.Mimar Süreyya Yücel’in yönetiminde yapılır. Bu restorasyonda kilisenin mozaik ve freskler üstlerindeki sıva tabakaları temizlenerek ortaya çıkarılır. Kubbeden içeriye rutubet girdiğinden bütün kubbe kurşunları yenilenir.Bu çalışmalar süresince de bina ibadete kapatılır. 1960 da Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından tekrar bir onarım görür mozaik ve fresk restorasyonu yapılarak, Osmanlı döneminde yapılan kemer sökülür yerine orijinalinde olduğu gibi sütunlar yerleştirilir. Bu bölüm bu restorasyon çalışmasından sonra Ayasofya Müzesine bağlanır,esas bina da cami olarak tekrar ibadete açılır.
Pammakaristos manastırı kilisesi Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup üç nefli üzeri çapraz tonozlu bir naos’dan orta mekana geçilir. Naos’daki sütunların yerini Osmanlı devrinde camiye çevrilirken kaldırılıp binayı sağlamlaştırmak için altı köşeli payeler almıştır. Orta mekandaki dört büyük sütunun üzerini etrafına 12 pencere açılmış olan yüksek kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Orta mekanı örten 5 m. çapındaki kubbe dört kemerin üzerine oturan dört pantantifle taşınmaktadır. Kubbe kasnağı dıştan,ince yarım sütun demetlerine binen kademeli kemerler ve dalgalı testere dişli tuğla kornişlerle süslenmiştir. 1949 da yapılan çalışmalarda naos’un altında 28 sütunlu bir sarnıç çıkartılmıştır.
Mikhael Glabas’ın karısı Maria tarafından yaptırılan ,büyük kilisenin güney tarafına yapıştırılmış olan ikinci şapelin planı kapalı Yunan haçı şeklindedir. Narteks’in üzeri 2.30 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Yarım yuvarlak apsis’in iki yanında iki küçük hücre vardır. Orta mekanın üzeri yine etrafına sekiz pencere açılmış yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içinde ortada pantokrator İsa yan taraflarda ise Tevrat Peygamberlerinin resmedildiği mozaikler süsler. Cami olduğu devirde bu mozaikler tahrip edilmemiş ve üzerleri kapatılmıştır. Apsis yarım kubbesinin içinde ise ortada İsa bir tarafında Meryem diğer tarafında da Vaftizci Yahya’nın resmedildiği mozaik vardır. Kemer ve tonozlarda ise çeşitli azizler resmedilmiştir. Binanın cephesi son devir Bizans mimarisinde çok sevilen bir sistem olan dekoratif tuğla örgüdür. Cephe pencere ve sağır kemerlerle hareketlendirilmiştir.

Gül Camii/Hagia Theodosia (Eminönü)
 Haliç kıyısında Ayakapı’da yüksekçe bir tepe üzerindedir. Yapının ilk yapılışı hakkında çeşitli görüşlerin olması ve sonradan birtakım ilaveler görmüş olmasından dolayı problemli bir yapıdır. Bizans tarihçisi J.Pargoire’e göre I. Basileios (867-886) zamanında burada daha eski bir tarihte yapılmış bir kilisenin üzerine yapıldığı ve Ayia Eufemia’ya ithaf edildiğini,sonra Latin istilasından sonra adının Azize Theodosia olarak anıldığını söyler. Bu azize İkonoklazma döneminde Büyük Saray’ın Khalke kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken burada ölmüş ve sonra da azize mertebesine yükseltilmiştir. Azize bu kiliseye gömülmüş olup hastalıklarından şifa bulmak isteyenler ve Bizans’a gelen hacılar ve seyyahlar tarafından devamlı ziyaret edilmiştir. Azizenin yortu günü olan 29 Mayıs’da İstanbula giren askerler bu kiliseyi güllerle donatılmış görünce ona “Gül” ismini yakıştırmışlarsa da bu rivayet oldukça şüphelidir. Bir kenkt istila edilirken halkının can derdine düşmesi yerine kiliseyi güllerle donatmaları insan aklına abes gelmektedir. Bir rivayet de bu binada “Gül Baba” isminde bir yatırın olduğu yolundadır. Fetihten sonra kilisenin alt katındaki mahzen Haliç’deki gemilerin malzemelerinin deposu olarak kullanılmıştır. Kilisenin ne zaman camiye çevrildiği de tartışmalıdır. 1546 Vakıflar Tahrir defterinde buradan “Cami-i Gül” diye bahsedilmesi bu tarihten evvel camiye çevrildiğini gösterir. II. Selim zamanında Hasan Paşa tarafından binaya minare eklenmiştir. 1633 de burada çıkan yangında büyük zarar gören bina tamir edilmişse de en büyük onarım II. Mahmud (1808-1839) zamanında yapılmıştır. Son derece yüksek adeta bir kale gibi inşa edilmiş olan bu kilise altında bir bodrumu olan kapalı yunan haçı planındadır. Narteks’in sadece bir duvarı kalmıştır. Esas mekan içeriden beşik tonoz dışarıdan ise kubbe ile örtülüdür. Ortadaki ana kubbeyi taşıyan dört masif payenin taşıdığı kemerler Türk devrine aittir. Dışarıya taşkın olan apsis pencere ve kemerlerle hareketlendirilmiş olup iki yanda da aynı şekilde iki küçük apsisi vardır. Günümüzdeki kubbeleri Osmanlı dönemine aittir. Dış cephedeki tuğla örgüsü ve aralarındaki sağır sütuncuk ve kemerler tipik Bizans karakterini taşımaktadır. İç duvarlarında Bizans devrine ait bir süsleme görülmemektedir. Bugün bütün iç yüzeyler sıva ile kapatılmış olup üzerlerine kalem işi tezyinat yapılmıştır.

Hagia Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Heybeli Ada)
 Heybeliada’da şimdi deniz kuvvetlerine ait olan binanın iç avlusundadır. VIII. İoannes Palaiologos’un (1425-1448) üçüncü karısı Trabzon Prensesi Maria Komnena tarafından 1672 de yanan Kamariotissa manastırının yerinde yaptırılmıştır. 18. inci yy. sonlarında harap olan bu şapelin yıkıntıları arasında İoannes Palaiologos’un adını veren bir kitabe bulunmuştur. Bu manastırın önemi İstanbul’un fethinden önce Bizansın yaptırdığı son kilise olmasıdır. Son devir Bizans mimarisinin plan tipi olan yonca tipinde tetrakonkhos planındadır. Orta mekandaki kare bölüm dört kemerle kubbeli bir apsis’e açılmaktadır,doğu tarafındaki kemer bema kısmını örten bir beşik tonoz halinde uzatılarak apsisle birleşir. Bema’nın iki yanında ise müstakil birer minik şapel şeklinde prothezis ve diakonikon hücreleri vardır. Binanın üzeri kavisli pencereli,sekizgen ,gayet yüksek bir kasnağa sahip bir kubbe ile örtülüdür. Kilisenin solundaki apsis’in içinde 16. ıncı yy. a ait bir çini pano bulunmaktadır.

İmrahor İlyas Bey /Studios Manastırı (Fatih)
 Yedikule ile Samatya arasında, ana caddenin hemen arkasındaki bu manastır ve kilise İstanbul’daki en eski Bizans dini yapısı olması bakımından önemi büyüktür. Vaftizci Yahya’ya (İoannes Prodromos) ithaf edilmiş bu yapıyı Konsül Studios 454 de kendi mülkü olan arazi üzerinde yaptırmıştır. Bu manastırda yaşayan keşişlere,nöbetleşe olarak gece-gündüz ayin yapmalarından ötürü uykusuzlar (akometoi) denilmiştir. Bu manastır ve kilisenin en büyük şöhreti sonradan aziz ilan edilen Theodoros Studites’in (798-826) buraya baş keşiş olması ile başlar. 700 kadar keşişin içinde yaşadığı bu manastır devrinin en büyük teoloji merkezi idi. Bu manastırda hazırlanan ikonalar,minyatürler ve el yazmalarının kültür tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Bizans İmparatorlarının törenlerde Altın Kapı’dan geçtikten sonra bu kapının iç tarafında bulunan bu kilisede ibadet etmeleri bir Bizans geleneği olarak Fetihe kadar sürmüştür. Latin istilasına kadar da kilisenin günü olan 29 Agustos’da bütün saray halkı burada toplanarak ibadet ederlerdi. Ayrıca zor duruma düşen Bizansın ileri gelenleri de canlarını kurtarmak için bu manastıra sığınırlardı. Hatta buraya üç İmparator da sığınmıştır, Bunlar V. Mikhael (1041-1042) ,I. Isaakios Komnenıos (1057-1059) ve Malazgirt savaşında Alpaslan’a yenilen IV. Romanos Diogenes (1068-1071) dir. Latin istilası sırasında tahrip olan ve içindeki çok değerli eşyaların çalındığı bu kilise ve manastırı II. Andronikos Palaiologos’un kardeşi Konstantinos Palaiologos 1293 de tamir ettirip etrafını da yüksek bir duvarla çevirerek eski ihtişamına kavuşturmuştur. Fetihten sonra kapatılan bu manastırın kilisesini II. Bayezid’in İmrahoru İlyas Bey Camiye çevirerek etrafına ona akar sağlamak için Langa’da bir hamam ve dükkanlar yaptırarak Vakıf kurar ve bu devirden sonra da onun ismiyle anılmaya başlar. 1782 deki büyük Samatya yangınında büyük zarar gören binayı III. Selim (1789-1807)’in harem hazinedarlarından Nazperver Kadın tamir ettirir ve kendi adının yazıldığı bir tamir kitabesi koyar. 1894 depreminde zarar gören bina 1908 de çatısının kar birikmesinden dolayı çöker 1920 de büyük bir yangın geçirir ve kendine akar olan hamam ve dükkanlar da yanar bir daha da onarım görmez,sadece son cemaat yerinin sol tarafı kapatılarak küçük bir mescit haline getirilir ve bina Ayasofya Müzesine bağlanana kadar bu işlevi sürdürür.
Studios Manastırı kilisesi hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yapılan bazilikaların helenistik tipinin bir örneğidir. Kuzey duvarı kısmen duran,bizans devrine ait olan narteks avluya dört mermer sütunlu bir revak ile açılmaktadır. Evvelce bu narteksin iki yanında yukarı kata çıkışı sağlayan merdivenlerin bulunduğu duvardaki izlerden anlaşılmaktadır. Narteks’den ana mekana üç kapı ile geçilmekte idi. Orta mekan her sırada yedişer tane olmak üzere yeşil breşten yapılmış sütunlarla üç nefe ayrılmış idi,bugün bu sütunlar çeşitli nedenlerle yıkılmıştır. Yan neflerin üzerinde ise bu galeri vardı. Apsis içeriden yarım yuvarlak dışarıdan ise üz köşeli olup Osmanlı devrindeki tamirlerde açılmış olan Barok tarzında pencereler vardır. Zemin ise dekoratif desenleri içeren mermer plaklarla kaplıdır. Binanın üst örtüsü erken devir Bizansın klasik çatı örtüsü olan çift meyilli ahşap çatı ile kaplı olmalıdır. Eski kaynaklarda içerisinin zengin mozaiklerle kaplı olduğu yazılı olmasına rağmen bugün bunlardan hiçbir iz kalmamıştır. Kalan mimari parçalardan çok zengin bir taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır. Bu manastırın yanında bir sarnıç bulunuyordu. Bu sarnıç plastik atölyesi olarak kullanıldığında çıkan bir yangın sonucu yanmıştır. Buna bitişik bir de küçük bir apsisi olan iki sütunlu bir ayazması vardır.

Kalenderhane/ Akataleptos Manastır Kilisesi (Fatih)
 Vezneciler’de 16 Mart Şehitleri caddesi üzerindedir. İlk yapılışı hakkında kesin bilgilere sahip olamadığımız bu kilise Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde Akateleptos manastırı olarak ismi geçmektedir. Bu bölgede yapılan kazı çalışmalarında bizansın çeşitli devirlerine ait birçok eserin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bizans tarihlerinde bu kilisenin adı XI. inci yy. dan itibaren geçmektedir. Latin istilası sırasında Katolik Haçlıların bu kiliseye el koyup kullandıklarını gösteren bir delil apsis’in yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığındaki Gotik harflerle yazılmış bir kitabedir. Burada Fransisken tarikatının kurucusu Assisili Aziz Francesco’nun adının geçmektedir. Fetihten sonra Fatih burayı ,kuşatmadaki hizmet ve gayretlerinden ötürü Kalenderî dervişlerine zaviye olarak tahsis etmiştir. Manastırın keşiş odaları tekke odaları olarak hizmet vermiş ana ibadet mekanı da semahane olarak kullanılmıştır. Bu yüzden burası İstanbul’daki ilk mevlevihane olarak kabul edilmektedir. Kısmen ahşap olan manastır kısmı tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkmış,kilise de cami olarak hizmete devam etmiştir. Kilisenin narteks kısmı ise son cemaat yerine dönüştürülmüştür. Kilisenin ana mekanı kapalı Yunan Haçı’nın binaya ağır bir görünüm veren köşe duvarlı şeklidir. Orta mekan etrafı pencereli yüksek kasnaklı etrafı dalgalı saçaklı bir kubbe ile örtülüdür. Haçın yan kollarının üst örtüsü ise beşik tonozdur. Binanın doğusundaki esas apsis çıkıntısı günümüze gelmemiş olup burası düz bir duvarla kapatılmıştır. 1766 senesindeki depremde hasar gören bina tamir edilirken bu düz duvar yapılmış olabilir. 1966 yılında Prof. Dogan Kuban ve ekibi burada uzun süren bir araştırma, temizleme ve restorasyon çalışmaları yapmışlardır.

Kariye/ Khora Manastırı (Fatih)
 Edirnekapıdadır.Bizans’ın en önemli manastır kiliselerinden biri olan Khora ,İmparator I. Konstantinus şehir surlarını inşa ettirdiğinde sur dışında kalıyordu. Grekçe “açık arazi” ve “kent dışı” anlamına gelen Khora kelimesi bu yüzden bu komplekse konmuştur. Fetihten sonra da buraya yeni bir isim aranırken Osmanlıca’daki “Karye” yani kent dışı anlamına gelen kelime buraya uygun görülerek Bizans’daki gelenek devam ettirilmiştir. Binanın ilk yapılışının IV. üncü yy. ait olduğu iddia edilirse de bu döneme ait bir buluntu günümüze gelmemiştir. Elimizdeki en erken arkeolojik bulgular VI. ıncı yy. a aittir. Bu da ana apsis’in altındaki temel kalıntılarından anlaşılmaktadır. Günümüze gelmiş olan bina Komnenoslar dönemine ait iki safha halindedir. Günümüzdeki bina I. Aleksios Komnenos’un kayınvaldesi Maria Dukaina tarafından eski kalıntıların üzerine değişik bir mimari tarzda 1077-1081 arasında inşa ettirilmiştir. Bu kilise dört sütun tarafından taşınan küçük kubbeli Kapalı Yunan Haçı planında bir yapı olup Kurtarıcı İsa’ya (Soteros) atanmıştır. Daha sonra Aleksios’un küçük oğlu İsaakios Komnenos 1120 de binada büyük değişiklikler yapmış, dış duvarları olduğu gibi bırakmış fakat kubbe ve doğu bölümlerini tamamiyle değiştirmiştir. Bu arada esas mekanda kendisi için bir mezar yeri hazırlatmış olup duvarda mozaikle yaptırttığı İsa tasvirinin yanına kendi portresini de eklemiştir. Latinlerin İstanbulu işgali sırasında burası da büyük ölçüde zarar görmüştür. Latinlerin şehri terk etmelerinden sonra Sarayın ileri gelenlerinden,Bizansın son zamanlarındaki en aydın ve bilgin kişisi olan Theodoros Metokhites 1321 senesine kadar devam eden bir inşaat ile burayı büyük ölçüde tamir ettirip genişletir ve güney kısmına ek bir şapel (Paraklesion),kuzeydeki iki katlı kanat ile batı cephesi önüne bir dış narteks ilave ettirir. Metokhites’in manastırın içinde misafirlerini kabul edip onlarla ilmi görüşmeler yaptığı bir dairesi ile yakınında bir sarayı vardı. İmparator II. Andronikos (1282-1328) tahta çıkınca gözden düşmüş ve sürgüne gönderilmiştir. Sürgünde iken saray tarafından bütün emlak ve parasına el konulduğu için dönüşünde İmparatordan Khora’da keşiş olarak yaşamak için izin istemiş ve bu arzusu kabul edilmiştir. Ömrünün geri kalan kısmını burada fakir bir keşiş olarak tamamlamıştır. Pareklesionun freskleri ile dış narteksdeki mozaikler de onun devrine ait olup kendi portresini de iç kapının üzerindeki İsa tasvirinin ayakları dibine yerleştirmiştir. Kubbeyi yeniden yaptırtan Metokhites kilisenin içini renkli simetrik damarları ile adeta bazı figürleri andıran mermer levhalarla da kaplatır. Palaiologos’un sarayına yakın olması bu manastırın önemini daha da arttırmaktadır. Bu sülaleye ait birçok kişi de buraya gömülmüştür. Fatih’in İstanbulu kuşatması sırasında Sarayburnunda bir kilisede muhafaza edilen Luka’nın yaptığı Meryem ikonası da emniyetli olduğu düşüncesiyle buraya getirilir. Fetihden sonra uzun müddet boş kalan bu manastır II. Beyazıd zamanında Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından 1495-1511 camiye çevrilir. Bu sırada ana apsis’in yöne değiştirilerek mihrap yapılır,çan kulesi yıkılır ve onun yerine de minare inşa edilir. Kilisenin yanına sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrî’ye ait bir makam-kabri yapılır. 1648 ve 1766 depremlerinden büyük zarar gören bu manastır kompleksi ikinci depremin akabinde Mimar İsmail Halife tarafından onarılmıştır. 1875 de İstanbullu Rum Mimar P. Kuppas’ın yönetiminde yine bir tamir geçirir. Bu onarımda batı cephesindeki dışındaki kemerlerin üstleri düz bir mahya hattıyla kesilmiştir. 1894 depreminde yine tahrip gören binanın minaresi de yıkılmış olup hemen onarımı yapılmıştır. 1568 yılında İstanbula gelen Avusturya elçiliği papazı Stephan Gerlach kitabında mozaik ve freskoları anlatmaktadır. Bu senelerde mozaiklerin üzerleri açık idi daha sonra 17. inci yy. da üzerleri sıva ile kapatılmış ve 1945 senesinde Müze haline getirilince burada Amerikan Bizans Enstitüsü 1948 yılında çalışmaya başlayarak mozaik ve freskleri temizlemeye başlamıştır. Daha sonra Dumbarton Oaks da restorasyon çalışmalarında bulunmuştur. Kültür Bakanlığınca da ele alınan restorasyon çalışmaları ile mozaik ve freskler tamamen çıkarılmış, ve çevre düzenlemeleri ile araştırma kazıları yapılmıştır. Kariye çevresinin düzenlenmesi ,arkadaki bahçenin çiçeklenip yer döşemelerinin yapılması,otopark ve buradaki evlerin restorasyonu ile tarihi dokuda tam bir bütünlük sağlamayı Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürü Çelik Gülersoy buraya büyük bir para finansmanı yaparak sağlamıştır.
Günümüzdeki mevcut bina mimari bakımdan çok çeşitli devirlere işaret ediyorsa da ana mekana giriş dış ve iç nartekslerden sağlanmaktadır. Dikdörtgen şeklindeki iç narteksin iki tarafı kubbe ile arası ise çapraz tonozla örtülüdür. Ana mekanda dört fil payeye oturan dört kemer ortadaki yüksek kasnağında pencereler açılmış olan kubbeyi taşımaktadır. Apsis içinde ince sütunlara oturan yuvarlak kemerli üç pencere bulunmaktadır. Apsis’in iki yanında küçük birer apsisleri olan diakonikon ve prothezis hücreleri vardır.
Güneydeki ek şapelde ve batıdaki dış holde mevcut olan nişler saray mensuplarının gömüldüğü mezar yerleridir. Ek şapelin altındaki üzeri tonozlu bir bodrum bulunmaktadır. Bu paraklesion’un apsisi ince sütunlu üçüzlü pencere sistemi ile aydınlığı sağlamaktadır. Pencerelerin üzerinde apsis yarım kubbesi bulunmaktadır. Burada arazi meyilli olduğu için dışarıdan apsis çıkıntısı büyük bir kemerle desteklenmiştir. Paraklesion’un genel örtüsü beşik tonoz olup sadece orta kısımda küçük bir kubbe bulunmaktadır.
Kariye’nin mozaikleri ve freskleri “Başkent Üslubu” dediğimiz Bizans Rönesansının en muhteşem eseridir. Bu mozaik ve freskleri için söylenebilecek en doğru söz “Duvardaki Kutsal Kitap” dır. Tevrat ve İncil de geçen bütün olaylar bir birlik içinde işlenmiş adeta duvarlara resimlerle yazılmıştır. Dış narteks Meryem’in bütün hayatını anlatır,Annesinin hamileliğinden ölümüne kadar olan bütün hayatı buradadır. İç narteks ise İsa’ya ayrılmıştır. Burada da onun doğumu öncesi annesine gökteki bir melek tarafından gelen mutlu haber ile başlayıp,doğumu,yaşamı,mucizeleri ve ölümü resmedilmiştir. Narteksin sağ tarafındaki kubbenin içinde İsa elinde İncil ile Khalke İsa’sı tarzında tasvir edilmiş olup etrafındaki altın mozaik zemin bölümlere ayrılarmış ve her bölümün içinde onun Tevrat’da yazılı olan nesli ayakta olarak resmedilmiştir. Bu kişilerin üzerlerinde isimleri yazılıdır. Sol taraftaki kubbenin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile gösterilmiştir. Onların da etrafında Tevrat’da adı geçen ataları’nın portreleri üzerlerinde isimleri yazılı olarak yer almaktadır. Naos’a girişin her iki tarafında ise Aziz Petrus ve Paulus çerçeve içinde resmedilmişlerdir. Kilisenin esas mekanı nartekslerdeki bu zenginliğe karşı çok sadedir. Apsis’in karşısında Naos kapısının iç tarafında yukarıda Koimesis (=Meryem’in Ölümü) sahnesi yer almaktadır. Bu zengin mozaik Ölü Meryem adeta bir İmparatoriçe’nin ölümü gibi zengin bir yatakta yatarken resmedilmiş olup,göklerden inen İsa onun ruhunu kundağa sarılmış bir bebek şeklinde kollarına almış ve yukarıya göklere götürmek üzeredir. İsa’nin babası Tanrı’nın yanından aşağıya inişi etrafındaki hâle’nin iç ve dışının meleklerle dolu olmasındandır. Mozaiğin iki tarafındaki mimarinin içinden insanlar ve bunlara karışmış ,başlarında hâle olan azizler çıkıp hepsi yataktaki Meryem’e bakmaktadırlar. Naos’un sağ duvarında ayakta Meryem kucağında çocuk İsa’yı tutarken resmedilmiştir. Meryem’in bu şekilde tasvirine Aziz Luka tarafından yapıldığına inanılan “Hodegetria” canlandırmasıdır. Üzerlerindeki ise yarım yuvarlak çerçeve içinde başmelek tasviri vardır. Bu payenin paralelinde ise elinde incil tutan İsa resmedilmiştir. Her iki mozaiğin de üzerlerindeki yazılardan “Chora” kelimeleri okunmaktadır.
Paraklesiondaki freskler ise son derece zengin olup burada,Yuhanna İncilinin “Vahiy”bölümünü adeta duvarda okunmaktadır. Pareklesion yarım kubbesinin içinde muhteşem bir “Anastasis”(=Mahşer) sahnesi canlandırılmıştır. Gökyüzü sanki buruşturulmuş bir tomar gibi olup melekler tarafından taşınmaktadır. Mahşerde anlatıldığı gibi ay ve güneş beraber gösterilmiştir. İsa göklerden inmiş etrafında gökyüzünü tasvir eden yıldızların olduğu vücudunun bütününü kaplayan bir hale içinde ilk dirilecek olan Meryem ve Vaftizci Yahya’yı mezarından çıkarıp onları gökyüzüne yanına götürmek üzeredir. Ayaklarının dibinde ise Cehennemin bekçisi olan Şeol zenci bir figür olarak tasvir edilmiş olup el ve ayakları bağlıdır. Etrafı ise cehennemin anahtarları ile doludur. İsa’nın iki yanında ise Dört İncil yazarı ve 12 sıpt’dan seçilmiş 144 000 kişiyi temsil eden figürler resmedilmiştir. Bunun üzerindeki tonozda ise cehennem ırmağı olan striks nehri koyu kırmızı renkte gösterilmiş olup ebediyyen cehennemde kalacak olan günahkarlar bu nehire melekler tarafından sıra halinde gönderilmektedirler. Orta mekandaki kubbe’nin içinde Meryem kucağında çocuk İsa ile canlandırılmış olup kubbenin etrafını Azizler çevrelemektedir. Pantantiflerde ise dört İncil yazarı önlerindeki kürsülerin üzerlerinde İncil metinlerini yazarken tasvir edilmişlerdir.
Paraklesion’un güney duvarındaki bir nişin içinde Bizansın ileri gelen zenginlerinden Mıchael Tornikes ve karısı Eugene’nin mezarı yer almaktadır. Tornikes öylesine kibirli bir kişidir ki mezarının üzerindeki kitabesi kendisini öven cümleler yer almaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Hanları
« Yanıtla #18 : 31 Mart 2009, 02:35:45 »
İstanbul Hanları

Hanlar,uzak bölgelerden gelen tacirlerin kalabileceği,mallarını güven altında bekletebileceği bir ihtiyaçtan doğmuştur. Başlangıcından itibaren han ve kervansaray adı altında topladığımız bu ticari yapılar insan-yük-hayvan üçlüsünün bir arada konakladığı yapılardır. Çeşitli yerlerden gelen tüccar mallarını taşıyan hayvanlarını alt kattaki ahırlarda barındırır kendi ise yukarıdaki odalarda ikamet eder,mallar ise alt ve üst katlardaki depolarda korunurdu. Gece olunca bu binaların kalın ve güvenlikli kapıları soyguna karşı kapanır ve gün ışıyıncaya kadar açılmazdı. Hanların büyük bir kısmı vakıf sahipleri tarafından vakıflarına gelir temin etmek için da yaptırılmıştır. Osmanlı ticaret merkezlerinin vazgeçilmez bir parçası olan bu hanlar,fetihten sonra Fatih tarafından ikisi Tahtakale’de ikisi de bedesten yakınında olmak üzere dört han yaptırmıştır. İlk inşa edilen han’ın Bedesten yakınındaki günümüze ulaşamamış olan “Bodrum Kervansarayı” olduğu bilinmektedir. İstanbul’a pamuk ve ipek getiren tüccarların konakladığı bu iki katlı hanın otuzbir odası,onbeş dükkanı ve dokuz deposu olduğunu eski kaynaklar yazmaktadır. Handan elde edilen yıllık gelir 15 000,dükkan ve hücrelerden ise 3000 akçe imiş. Fatih’in Haliç’de,liman bölgesinde yaptırttığı han ise Venedik ve Cenevizli tüccarlar tarafından kullanılıyordu. İstanbul Hanları başlıca, 1- Eminönü-Unkapanı bölgesi 2- Beyazıt-Sultanhamamı bölgesi 3- Beyazıt-Aksaray bölgesi 4- Haliç-Galata-Beyoğlu’nda olmak üzere başlıca dört bölgede toplanmışlardır. İstanbul’da han inşaatı 20 inci yy. ın başlarına kadar sürmüş olup,19.uncu yy. dan itibaren işlevi biraz değişerek,özellikle Beyoğlu ve Karaköyde ticarethanelerin toplandığı “İş Hanları” na dönüşmüştür.

Eminönü bölgesindeki Hanlar:

Ali Paşa Hanı II
 Kapalıçarşıda Yorgancılar Caddesi ile Çadırcılar sokağının köşesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın kesin olmamakla beraber inşaat tarzının 18. inci yy. özelliklerini göstermesi bakımından Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Ortasındaki 17 x 27 m. ebadındaki bir avlunun etrafında iki katlı ve revaklı olup han odaları bu revaklara açılmaktadır. Yuvarlak kemerli bir giriş kapısından üzeri tonoz örtülü bir koridor ile avluya girilir. Avludan üst kata orijinalinde taş olup bugün demire çevrilmiş merdivenlerle çıkılmaktadır. Revakların üzerleri tonoz örtülüdür. Yapılışında avludaki mekanlar depo üst katlar ise ticarete ayrılmıştı. Günümüze fonksiyonu oldukça bozularak gelmiştir.

Astarcı Hanı
 Kapalıçarşı’da Yağlıkçılar Caddesindedir. Kitabesi olmayan bu hanı kimin yaptırdığı bilinmemektedir. İnşaat tekniği bakımından 18. inci yy. a tarihlendirilen bu han dikdörtgen plânlı ,ortasında bir avlu ve onunda çevresinde iki katlı revaklı bir tiptedir. Çok azı günümüze gelebilen bu revak sıraları yeni yer açmak ,genişlemek uğruna bozulmuşlardır. Zemin kattaki revakların sivri,üst kattakilerin ise yuvarlar olduğu bazı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Yağlıkçılar caddesine bakan giriş kapısının üzeri bir tonoz ile örtülü olup bir koridor vasıtasıyla avluya bağlanmaktadır.

Balkapanı Hanı:
 Eminönün’de Yeni Cami ile Küçük Pazar arasındadır. Hasırcılar,Tahtakale,Balkapanı ve Cömert sokaklarının çevrelediği alandadır. Kitabesi olmayan bu hanın altındaki 12-13 yy. a tarihlendirilen tonozlu mahzenler Bizans döneminde Venedik yerleşmesi olan bu bölgede bir bina olduğunu gösterir. İnşaat tekniğinden ve Ayasofya Camiine vakıf mülkü olarak kaydı bulunduğundan bu han 16. ıncı yy. tarihlendirilir. İstanbula denizden gelen ticaret ve gümrük eşyalarının gereksinimi için yaptırıldığı da bulunduğu yerden dolayı anlaşılmaktadır. 17. inci yy. da Mısırlı tüccarlar tarafından kullanıldığını Evliya Çelebi yazmaktadır.1688 ve 1807 yangınlarından büyük zarar görmesine rağmen onarımı yapılmış ve birtakım değişiklikler günümüze gelebilmiştir.
87 x 52 m. lik bir alan üzerine revaklı avlulu ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Yuvarlak kemerli,beşik tonozlu ana giriş kapısı Hasırcılar sokağındadır. Zemin kattaki odalar beşik tonozlu olup revaklara bir kapı ve pencere ile açılırlar. Köşe odalarının örtüsü ise çapraz tonozdur. Taş duvarlı,kurşun kaplı kubbeli olan bu yapıyı dışarıdan katları belirleyen profilli bir taş silme dolaşır. Günümüzde kubbenin kurşun kaplamaları gitmiş avlunun içine ise birtakım yerleşimler hanın özelliğini kaybetmesine neden olmuştur.

Burmalı Han
 Eminönünde,Hasırcılar Caddesi ile Kızılhan sokağı köşesindedir. Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1556 da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. 16 .ıncı yy. ın klasik avlulu plânlı tipine uymadığı için önce mahkeme binası olarak yaptırılıp sonra da han’a çevrildiğini ileri süren tarihçiler vardır. U biçimindeki plânının her iki kolunda biri Hasırcılar Caddesine diğeri Kızılhan sokağına açılan birer giriş kapısı vardır. Girişlerde yuvarlar kemerli sade bir işçilik görülmektedir. İki katlı olan binanın giriş katındaki mekanlar kalın taş payeler üzerindeki yuvarlak kemerlerin teşkil ettiği revak’ın gerisinde sıralanmıştır. Han olarak kullanıldığında be mekanlar depo görevi görmekteydi. Üst katta birer pencere ve kapı ile revaklara açılan ve ikamet için kullanılan odalar bulunmaktadır. Binanın örtü sistemini teşkil eden kubbe tonozlar tuğladan idi. Günümüzde ise bu kubbeler şapla kapatılmış ve yer-yer kiremit kullanılarak üst örtü sistemi bozulmuştur.

Büyük Çorapçı Hanı
 Mahmutpaşa’da Fincancılar yokuşunun başındadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Kaptan-ı Deryası Piyale Paşa tarafından yaptırılmıştır. Binanın inşa tekniği 16. ıncı yy. tarzında olmasına rağmen günümüzde yeni açılan mekanlar ile orijinal planından uzaklaşmıştır. Tek avlulu ve iki katlı olan bina bulunduğu arazinin durumundan dolayı düzgün bir şemaya sahip değildir. Taş kemerli bir açıklık olan ana girişi Mahmutpaşa yokuşuna bakan yüzünde olup cephenin tam ortasında olup avluya beşik tonozlu bir geçitle bağlanır. Bu geçidin sağ ve solundaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Avlunun ortasında beşik tonozlu bir bodrum bulunmaktadır. Günümüzde ise bu avlunun içine yapılan birtakım ilavelerle görünüm son derece bozulmuştur. Avlunun etrafını yuvarlar tuğla kemerli bir revak çevrelemektedir. Hanın Fincancılar yokuşuna bakan cephesindeki taş işçiliği tuğla hatıllarla hareketlendirilmiştir. İç bölümlerde moloz taş kullanılmıştır. Han ilk yapıldığında zemin kat depolara üst kat ise ikamet için inşa edilmişti.

Kayseri Han
 Eminönünde Mimar Kemaleddin Caddesindedir. Binanın üzerindeki tarih kitabesinde de yazdığı gibi 1895 de Ermeni bir mimara yaptırılmıştır. İlk sahibinin Ermeni olduğunu bildiğimiz bu han daha sonra el değiştirmiştir. Şimdiki sahipleri Ayşe Berker ve hissedarlarıdır. Düzgün bir dikdörtgen plânı olan yapının dış cephesindeki taş işçiliği 19. uncu yy. ın art-nouveau özelliklerini taşır. Bir Bodrum üzerine üç kat ve onun üzerinde de çatı katı bulunan binanın orta kısmında üzeri camla kaplı bir avlusu bulunmaktadır. Kapıları ortadaki avlu boşluğunun etrafını çevreleyen galeriye açılan 27 odası bulunmaktadır. Dökme demirden olan giriş kapısı ince bir işçilik göstermekte olup yine demirden bir alınlığı bulunmaktadır. Kapının üst tarafından kıvrımlı payandaların taşıdığı üç yönlü bir çıkma vardır. Cepne boyunca devam eden bu çıkma üzerinde birbirlerinden korint başlıklı yivli gömme payelerle bölünmüştür. Orta kattaki pencerelerin üzerlerinde Barok karakterli alınlıklar girland ve deniz kabuğu motifleri ile süslenmiştir. Oldukça sade olan zemin katta iki yönde yukarıya ve aşağıya girişleri sağlayan geniş merdivenleri vardır.

Kızıl Han (Papaz Hanı)
 Eminönünde Hasırcılar Cad. ile Kızılhan,Büyükbaş ve Kalçın sokakları arasındadır. Kitabesi olmayan bu hanın mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Yapı inşa tekniği ve kullanılan malzeme 17. inci yy. ı gösterir. Hanın girişi Kızılhan sokağındaki cephesinde olup taş profilli bir kemerle üzeri beşik tonozlu bir koridor vasıtasıyla avluya bağlanır. Avlu revaklarının iki yanındaki merdivenler üst kata çıkışı sağlamaktadır. Hasırcılar Cad. Büyükbaş ve Kızılhan sokakların bakan cephelerinde bir sıra dükkan vardır. Bunlar günümüze son derece bozularak gelmişlerdir. Bu dükkanların üzerindeki katların cephe malzemesi ile tuğla hatıllı taş ve moloz karışımıdır. Kalçın sokağına bakan cephesinde ise dükkan yoktur. Burada 12 konsolla dışarı taşma yapan ikinci kat çok harap ve yozlaşmış olarak günümüze gelmiştir. Avluyu çeviren revakların üzerleri çapraz tonoz .mekanlarınki ise kubbe ile örtülüdür.

Kilit Hanı
 Eminönünde,Uzunçarşı Cad. ile Tacirhane sıkağı arasındadır. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Yalnız inşaat tekniği bakımından 18. inci yy. eseri olduğu anlaşılmaktadır. Buluntulara göre bu hanın yerinde Bizans devrinde başka bir bina bulunduğu ,hanın da bu binanın kalıntıları üzerine inşa edildiği anlaşılmaktadır. Giriş kapısı Uzunçarşı Caddesi üzerinde olup tonoz kemerli bir geçitle ortadaki 30 x 34 x 17 m. lik yamuk şeklindeki bir avluya bağlanır. Günümüzde çok değişmiş olmasına rağmen orijinalinin tuğla hatıllı kesme taştan inşa edildiği kalan izlerden anlaşılmaktadır. Cephe girişinin iki yanında sivri kemerli dükkanlar da orijinal hallerinden tamamen uzaklaşmıştır. Avluyu çevreleyen revaklar her iki katta da devam eder. Birinci kattaki revak ve oda sistemi tamamen bozulmuş olup ikinci kattaki revak kemerleri kısmen de olsa orijinal hallerini devam ettirmektedir.

Kürkçü Hanı:
 Mahmutpaşa yokuşunda,Çakmakçılar ve Çarkçılar Sokaklarının arasındaki adadadır. Fetihten sonra yapılan ilk hanlardan olup günümüze gelen en eski İstanbul hanıdır. Fatih’in sadrazamı Mahmud Paşa tarafından kendisinin yaptırdığı camiye akar olmak üzere yaptırılmıştır. Mimarı Atik Sinandır. 128 x 68 m. lik bir alanı kaplayan bu han iki avlulu ve bunların etrafını çevreleyen iki katlı bir yapıdır. Kare biçimindeki büyük avluda duvarlara çapraz olarak inşa edilmiş “Hacı Küçük” adıyla anılan birinin vakfettiği küçük bir mescit yer alır. Daha küçük olan ikinci avlu ise kapladığı sahanın çarpık olmasından dolayı yamuk şeklindedir. Mahmutpaşa yokuşuna açılan giriş kapısı üzeri tonoz örtülü ve eyvan şeklindedir. Buradaki koridor kemerli bir revakın çevrelediği avluya açılır. Bu revaklı avlunun iki tarafındaki taş merdivenlerle üzeri beşik tonoz ile örtülü üst kata çıkılmaktadır. Bu kattaki odalar revak’a birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. Cephede üst örtünün altında tuğladan yapılmış bir kirpi saçak bütün binayı dolaşır. Binanın yapımında aralarda tuğla derz doku kullanılarak taş kullanılmıştır. 16-19 yy. arasında bu bölgede sıkça çıkan yangınlardan bu han çok zarar görmüş olmasına rağmen her seferinde onarılmıştır.

Leblebici Hanı
 Eminönü,Tahtakale’de Fincancılar Yokuşu ile Sabuncu Hanı sokaklarının kesiştiği köşededir. Kitabesi olmayan bu hanın Eski Eserleri Koruma Encümenindeki Arşiv kayıtları Hürrem Sultan’ın vakfından olduğunu yazmaktadır. Buna göre han 16. ıncı yy. a aittir. Fakat duvar işçiliği 18. inci yy. ı göstermektedir. Büyük bir ihtimalle 16. ıncı yy. da yapılan han bilmediğimiz bir nedenle 18. inci yy. da yeniden inşa edilmiş olmalıdır. Ortasında 13 x 17 m. ölçüsünde avlusu ile etrafında iki katlı yuvarlak kemerli revakların bulunduğu klasik han plânındaki bu yapı iki katlıdır. Sabuncular Hanı sokağına açılmış olar ana cephesi günümüzde çok değişmiş olup burası üzeri beşik tonozlu bir koridor ile avluya bağlanmaktadır. Avludaki üst kata çıkan merdivenlerde orijinal durumlarını tamamen kaybetmişlerdir. Kesme taş ve tuğla hatıllı cephesinde kapı girişinin üzerinde taş konsolların taşıdığı bir çıkma bulunmaktadır. Zemin kattaki odalar revak altına birer kapı ile üst kattakiler ise birer yuvarlak kemerli kapı ve taş söveli pencerelerle yuvarlak kemerli revaka açılırlar. 1900 de ikinci avludaki çöken kubbe binaya çok büyük zarar vermiş, bu tarihten günümüze kadar gelen süre içerisinde içeriye ilave edilen bir takım oda ve mekanlarla özgün durumu bozulmuştur, Avlu cephelerinin üst kısımları kirpi saçakla nihayetlenir. Örtü sisteminin ise bozulmuş olmasına rağmen kalan izlerden beşik ve çapraz tonoz olduğu anlaşılmaktadır.
Hanın arkasında,Alacahamam sokağına bakan tarafında ,ona bitişik olarak Büyük Şişeci Hanı bulunmaktadır.


Rüstem Paşa Hanı/ Küçük Çukur Han :
 Eminönünde,Mahkeme Sokağında,Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve Sadrazamı olan Rüstem Paşa’nın yaptırmış olduğu camiinin yanında ve yine aynı adı taşıyan hanının karşı köşesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın, 1561 tarihli Rüstem Paşa vakfiyesinde adı geçmektedir. Mimar Sinan’ın eseri olan Rüstem Paşa külliyesinin 1560 tarihinde tamamlanmış olduğunu göz önüne alırsak bu han da kullanılan yapı malzemesiyle külliye ile büyük benzerlik gösterdiğinden bu tarihe ait olmalıdır. 26 x 24 m. ebadında dikdörtgen plânlı olan bu han 8 x 6 m. ölçüsünde dikdörtgen bir avlunun etrafında iki kat olarak yapılmıştır. Avlu iki katlı ve sivri kemerli bir revak ile çevrilidir. Birinci kattaki odalar birer kapı ile, ikinci kattakiler ise ikişer pencere ve bir kapı ile revaka açılırlar. Zaman içinde kullanıcılar tarafından çok tadilat görmüş olan bu hanın üst örtüsünün tonoz olduğu anlaşılmaktadır. Hana Mahkeme sokağına bakan taş kemerli bir kapıdan girilmektedir.

Rüstem Paşa Hanı /Büyük Çukur Han :
 Eminönü’nde Rüstem Paşa Külliyesine ait olan bu han Mahkeme Sokağı ve Unkapanı caddesi arasındadır. Mimar Sinan’ın eseri olan bu handa Rüstem Paşa’nın yaptırdığı komplekse beraber inşa edilmiştir. 33 x 29 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olan bu yapı 11 x 8 m. ölçüsündeki bir avlunun etrafında üç katlı olarak yapılmıştır. İki ayrı cephesinde iki girişi olan yapının taştan basık yuvarlak kemerli ve beşik tonoz ile örtülü bir giriş koridoru bulunan ana girişi Mahkeme Sokağı tarafındadır. Bodrum kat girişi ise Unkapanı Caddesi tarafındadır. Bodrum kattaki revaklar kare şeklinde payeler üzerinde tuğla derzli yuvarlak kemerlidir. Zemin ve birinci kat kemerleri üç açıklık halinde sivri kemerlidir. Ocak nişlerinin bulunduğu odalara revağın altındaki merdivenlerle çıkılmaktadır. Bütün cephelerde ve her iki katta yer alan pencereler dikdörtgen taş silmeleri ile cepheyi hareketlendirmektedir.

Sabuncu Hanı
 Eminönünde,Sabuncuhanı sokağındadır. Kitabesi olmadığından yaptıran ve mimarı bilinmemektedir. İnşaat tarzından 18. inci yy. ın sonu 19.uncu yy, başı olarak tarihlendirebiliriz. Bulunduğu arsanın durumundan dolayı muntazam bir planı yoktur. Birbiri ardında iki yapı bloğu şeklinde inşa edilmiş olan bu han iki katlı ve iki küçük avluludur. Sabuncuhanı sokağına bakan blok 29 x 26 m., arkadaki ise 28 x 30 m. lik bir alanı kaplamaktadır. Sokağa bakan cephesindeki kapı taş kemerli bir açıklık halindedir. Buradan tonozlu bir geçitle avluya geçilir. Giriş koridorunun solundaki merdiven birinci bloğun birinci katına sağdaki merdiven ise ikinci bloğun ikinci katına çıkar. Avlunun etrafındaki revaklar ve avlu günümüzde yapılan ilavelerle bütün orijinalliğini kaybetmiştir. Arkadaki ikinci avlu biraz daha az tahrip olarak günümüze geldiğinden mimarisini anlayabiliyoruz. Binanın ön cephesinde zemin katta penceresiz üst katta ise her mekana bir adet olmak üzere taş söveli dikdörtgen pencereler açılmıştır. Diğer üç cephe etrafındaki binalarla bitişik nizam olduğundan penceresizdir.

Büyük Valide Hanı
 Mahmutpaşa’da Çakmakçılar yokuşu ile Fincancılar yokuşu arasındadır. Büyük Yeni Han ile karşılıklı olan İstanbul’un en büyük hanlarından olan bu yapıyı I. Ahmed (1603-1617) in eşi, IV. Murad (1623- 1640) ve Sultan İbrahim (1640-1648) in annesi Kösem Mahpeyker Sultan ,yine kendisinin yaptırttığı Üsküdar’daki Çinili Külliyesine akar olması için inşa ettirmiştir. Evliya Çelebi Seyyahatnamesinde bu görkemli yapıdan şöyle bahseder:
“Bu hanın yerinde evvelce Cerrah Mehmet Paşanın sarayı vardı,zamanla yıkılmış olduğundan Kösem Valide altlı üstlü üçyüz höcreli şeddâdî bir han binâ ettirmiştir ki İstanbul’da Mahmud Paşa Hanı ile bundan büyük han yoktur. Bir tarafında dört köşe bir cihannümâ kulesi vardır ki eflâke ser çekmiştir. Develiği ve bin aded at ve katır alır ahırı vardır. Ortasında câmii şerifi vardır.”
Hanın 1926 da çöken “Han-ı sağir”(=küçük han) bölümünün avlusunun kuzey-doğusunda 12 x 12 m. ölçüsünde bir kule bulunmaktadır. “Cihannüma kulesi” denilen içi dilimli bir kubbesi olan bu kulenin Cerrah Paşa Sarayına aittir. Bizans yapı karakteri taşıyan bu kulenin Evliya Çelebi’nin bildirdiği Cerrah Paşa Sarayının da üzerinde yapıldığı bir Bizans eserinden kalmış olduğu düşünülebilir.

İstanbul Camileri hakkında önemli bir kaynak olan Hüseyin Ayvansarayi’nin “Hadikatü’l-Cevâmi isimli eserinde ise avludaki küçük camiden şöyle söz edilmektedir:
“ İstanbul’da vâki Vâlide Hanı denmek şehîr hân-ı kebir bu camiin vakfından olup han derûnunda olan mescid dahi sultânı müşârünileyhânın eser-i hayrıdır.” (=İstanbul’da Valide Hanı olarak tanınmış olan bu hanın içinde yine Sultanın yaptırttığı bir cami vardır)
Kösem Sultan’ın servetini bu hanın bir odasında sakladığı ve gelini IV Mehmed’in eşi Turhan Hatice Sultan tarafından Başlala Uzun Süleyman Ağa ile birkaç has odalı tarafından 2-3 Eylül 1651 de gecesi odasında bir perde ipi ile boğulup öldürtülmesinden sonra bu servetin yağmalandığı da bir söylencedir. Naima tarihinde Valde Sultanın servetinden şöyle bahsetmektedir:
“...ol handa yirmi sardık filorisi (Florin altını) bulundu,anı dahi mîriye aldılar.

Üç avlusu olan bu han 98x 168 m.lik bir alana sahiptir. Büyük ve Küçük Han olarak iki kısımdan yapılmış olan bu hanın planı bulunduğu araziye uydurulmuş olduğundan geometrik bir düzen göstermez . “Han-ı kebir” denilen büyük hanın esas girişi oldukça meyilli bir yol olan Çakmakçılar Yokuşu tarafındadır. Muntazam kesme taştan yapılmış bu girişin üzerinde konsollara oturmuş yedi tane üç kademeli çıkmalar vardır. Bu cepheyi üstten bir taş saçak silmesi dolaşır. Girişden basık kemerli,beşik tonozlu bir geçitle üçgen şeklindeki küçük bir avluya ve kare planlı bir mekâna oradan da revakların çevrelediği 63 x 66 m. boyutundaki büyük avluya geçilir. Avlunun etrafını çevreleyen yuvarlak kemerli revakların gerisindeki odalar yuvarlak taş kemerli kapılar ile avluya açılmaktadır. İkinci kattakilerin kapılarının yanında bir de dikdörtgen ve taş söveli pencereleri vardır. Dış cephede de pencere dizisi görülmekle beraber bunlar günümüze gelene kadar çok bozulmuş ve adeta karakterini kaybetmiştir. Avlunun her iki tarafından evvelce taş merdivenlerle yukarı katlara çıkılıyorsa da günümüzde bu merdivenler tamamen değişmiştir. Revakların arkasında yola bakan cephede ise bir sıra sivri kemerli dükkanlar bulunmaktadır.

Fincancılar yokuşu tarafına bakan ve “Han-ı sağir” olarak adlandırılan küçük han,muntazam bir dikdörtgen plana sahiptir. 21 Mart 1926 da yıkılan bu bölüm 15 x 56 m. ebadında dikdörtgen bir avluyu çevreleyen revaklar ve onların gerisinde ise sivri kemerli kapılarla revaklara açılan odalar vardır. Evliya Çelebinin bahsettiği ahırların buradaki avlunun bodrumunda olması muhtemeldir. Hayvanların barındığı bölüm ile oturma mekanlarının bu handa görüldüğü gibi çok kesin bir şekilde birbirinden ayrılması Türk Han mimarisinde ilk defa denenmiş bir plandır.

Çakmakçılar caddesine bakan ve üçgen avlusu bulunan üçüncü bölüm ise oldukça küçüktür. Bu avludan Büyük han’a ve avlusuna açılar bir geçit bulunmaktadır. Yola bakan taraftaki girişin solundaki revakın altındaki bir merdivenle üst kata çıkılmaktadır. Bu üçgen şeklindeki avlunun zemin ve üst kat mekanları yolun eğim ve kenarına uymak zorunluluğundan kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmışlardır. Zemin kattaki mekanların yola bakan tarafında ise bir sıra dükkan sıralanmıştır.

Büyük Valide Hanının birinci ve ikinci avluda toplam 153,üçüncü avluda da 57 olmak üzere toplam 210 odası bulunmakta idi. Kösem Sultan’ın ölümünden sonra hanın büyük kısmı hazineye kalmış ve Cumhuriyetten sonra da bir kısım odalar Vakıflara geçmiştir. Vakıflar Başmüdürlüğü 1940 lı yıllarda bu odaların bir kısmını satmıştır. Hanın bakımsızlığı maliklerinin çokluğu ve veraset yoluyla uzun yıllar boyu veraset yoluyla elden ele geçmesi nedeniyle 126 kadar hissedarı olmuştur. Yüzyılın başında buradaki bekar odalarında çoğunlukla İranlılar oturuyorlardı. İstanbul’da Kur’anı Kerimin ilk basıldığı yerde bu handaki İranlıların matbaasıdır. Hatta bu Kuranın basılışı için Şeyhülislâmdan fetva alınamayınca 1870 li yıllarda gizlice burada basılmıştır. 19 Ağustos 1906 da bir kısmı çökmüş 1931 de hanın ikametgah olarak kullanılamıyacağına karar veren Valilikçe odalar boşaltılmıştır.


Büyük Yeni Han
 Mahmutpaşada, Çakmakçılar Yokuşu,Sandalyeciler ve Çarkçılar sokakları arasındadır. 1764 de III. Mustafa tarafından Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya yaptırtılmıştır. Avlu duvarında bugün sadece bulunduğu çerçeve kalmış olan kitabesinin ne olduğu bilinmemektedir. Eski kaynaklar bu kitabede inşa tarihi olan 1764 ile III. Mustafa ve mimarının adının yazılı olduğunu kaydederler. Hanın planı düzgün olmayan bir dikdörtgen şeklindedir. Üç katlı olan bu yapının biri 42 m. diğeri ise 25 m. uzunluğunda iki avlusu olup bu avlulara üç ayrı yerden girilmektedir. Avlular birbirlerine kemerli ve beşik tonozlu geçitlerle bağlanırlar ve her katta üç taraftan yuvarlak kemerli revaklarla çevrilidir. Zemin ve birinci katlarda 58 er,ikinci katta ise 57 odası bulunmaktadır. Dış tarafta ise 40 dükkan vardır. Çakmakçılar Yokuşundaki cephedeki giriş ana giriştir. Çok hareketli olan bu cephede yokuşun eğiminden dolayı zemin kat üzerinden başlayan ve cephe boyunca devam eden beş çıkma yapılmıştır. İkinci katta bu çıkmalar konsollarla biraz daha genişletilerek cephede daha bir hareketlilik sağlanmıştır. Cephedeki pencereler dikdörtgen taş sövelerin üzerinde sağır sivri kemerlerle dekore edilmiştir. Sandalyeciler sokağına bakan uzun cephenin üst tarafında bir kuş evi ve maşallah yazısı bulunur. Çakmakçılar tarafındaki köşesinde bir çıkma bulunur buradan itibaren bütün sokak boyunca cephe düzdür. Buradaki odalar dükkanların gerisinde kaldığı için pencereleri avluya açılmaktadır. Daha sonraları bu dükkanlar arkadaki odalarla aradaki duvar yıkılarak birleştirilmiştir. Çarkçılar sokağındaki cephe yolda eğim olmamasından dolayı düzdür. Yalnız bu cephe Çakmakçılar ile birleşirken kot farkı meydana geldiğinden dolayı iki kata iner. Hanın bütün cephe mimarisinde kefeki taşı arasında iki sıra tuğla hatıllar kullanılmıştır. Hanın her iki avlusundaki revakların üzerleri beşik ve çapraz tonoz ile örtülüdür. Odaların üst örtüleri ise çapraz tonozdur.
Büyük Yeni Han yapıldığında içeride sarraf dükkanlarının bulunduğu bilinmektedir. Hatta ticaret sicil kayıtlarına göre Emekli Sandığına bağlı olan günümüzde bulunmayan memurlara borç veren bir kuruluş olan “Emniyet Sandığı” da burada açılmıştır. Bankalar Caddesindeki hanların yapılmasından sonra sarraflar buradan ayrılmışlardır. I. Dünya Savaşından sonraki işgal yıllarında bir müddet işgal kuvvetlerinin karargâhı olarak da kullanılmıştır.

Beyazıd- Çemberlitaş- Aksaray- Unkapanı bölgesindeki Hanlar

Ağa Hanı I (Hatip Eminoğlu Hanı)
 Kapalıçarşı’nın batısında Yorgancılar Sokağındadır. Arkasında Cebeci Hanı bulunmaktadır. Kitabesi olmadığından yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Mimarisi, kullanılan inşaat tekniği ve civarındaki hanların tarihine bakarak 18. inci yy. ın ikinci yarısına tarihlendirilir. Bulunduğu araziye uyarak üç kenarı 19 m. bir kenarı ise 16. m. olan yamuk plânlı iki katlı bir yapıdır. Yamuk olan avlusuna Yorgancılar sokağı tarafındaki dar bir yol ile girilen giriş kapısındandır. Bu giriş yuvarlak taş kemerli ve tonozlu bir geçit ile yamuk avluya bağlanır. Günümüzde avlu içine yapılan birtakım mekanlarla özgün halini tamamen kaybetmiştir. Alt kat depolara ayrılmış üst kat ise oturma mekanları olarak düşünülmüştür. Avluyu iki katlı altta sivri kemerli üstte ise basık kemerli bir revak çevrelemekte idi. Günümüzde bu revak sistemi neredeyse tamamen kaybolmuştur. Han bu bölgedeki diğer hanlarda olduğu gibi taş ve tuğla hatıllı inşa edilmiş olup bugün cephe mimarisi de özelliğini kaybetmiştir.

Ali Paşa Hanı
 Küçükpazar’da Unkapanı Caddesi ile Kıble Çeşmesi Sokağı arasındadır. Çorlulu Ali Paşa (ölm.1711) tarafından 18. inci yy. da yaptırılmıştır. Bulunduğu arsanın konumuna uydurularak yapıldığından dolayı muntazam bir plânı yoktur. Sivri tuğla kemerlerin çevrelediği yamuk bir avlunun etrafında iki katlı bir handır. Hanın cephesi sokağa uyum sağlamak için kırık cephelidir. Buradaki sivri kemerli bir kapı ile beşik tonozlu bir geçit avluya bağlanır. Bu girişin üzerinde dikdörtgen bir çerçeve içine alınmış bir kitabe yeri varsa da günümüze kitabesi gelmemiştir. Girişteki geçidin her iki yanında da kapı ve pencereler bulunmaktadır. Avluyu çevreleyen iki katlı yuvarlak tuğla payelere oturan kemerlerin meydana getirdiği revaka mekanların kapıları açılmaktadır. Kıble Çeşmesi Sokağına bakan cephesi muntazam kesme taştandır. Girişin üzerindeki taş konsollara oturan çift pencereli mekan cepheye bir hareket vermektedir. Bu mekân günümüzde mescit olarak kullanılmaktadır. Üst örtüsü zaman süreci içinde değişmiş olmasına rağmen çatı altında yer-yer kalmış barçalardan anladığımıza göre tuğladan bir kirpi saçak dolaşmaktadır. Osmanlı devri ticaret hanlarının güzel bir örneği olup kentin yoğun ticaret bölgesinde esas işlevini hala sürdürmektedir.

Ali Paşa Hanı III
 Kapalıçarşı bölgesinde Çadırcılar Caddesi ile Yorgancılar Sokağı arasındadır. Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırıldığı kesin olmamakla beraber ileri sürülmektedir. Kitabesi olmayan bu yapı 18. inci yy. a aittir. Dikdörtgen bir plan şeması bulunduğu arsanın konumuna uydurulmaya çalışılmıştır. Yorgancılar Sokağına açılan ana cephesinde bir sıra dükkan bulunmaktadır. Buradaki giriş yuvarlak kemerli bir açıklık şeklinde olup tonoz örtülü bir koridorla dikdörtgen avluya açılır. Bu avluyu iki katlı revaklar çevrelemektedir. Bu revakların arkasındaki mekânların bazı bölümleri avluya eyvanlar şeklinde açılmaktadır. Bu eyvanlarda,kalan izlerden anlaşıldığına göre ocak nişleri bulunmakta imiş. Avludan üst kata çıkışı sağlayan taş merdivenlerin yerini bugün demir bir merdiven almıştır. Günümüze oldukça bozulmuş bir plân şemasıyla gelmiştir.

Baltacı Münhedim Hanı
 Beyazıt’da Kalpakçılar Caddesi ile İskender Boğazı sokakları arasındaki dar bir ada’nın üzerindedir. Yaptıranını ve mimarını bilmediğimiz bu han inşaat tekniğinden anlaşılacağı gibi 18. inci yy. a aittir. Yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Plân şeması cephede İskender Boğazı sokağının konumuna uydurulmuş olup diğer cepheler sağındaki Kebabçı ile solundaki Sorguçlu han ile bitişik nizamdadır. Taş ve tuğla karışımı ile inşa edilmiş olan cephe bulunduğu arsaya uymak zorunda olduğundan yukarıya doğru kırılarak devam eder. Giriş kapısı bindirmeliksiz yuvarlak taş kemerli ve gösterişsiz bir mimariye sahiptir. Sağ ve sol tarafında pencereler açılmış olan giriş dar bir geçitle 6 x 12 m. lik ortadaki küçük avluya bağlanır. İki katlı olan bu handa avlunun etrafını çevirmesi gereken revaklar tamamen ortadan kalkmıştır. Avludaki merdiven ise orijinal değildir. Cephe ve avluya bakan pencereleri dikdörtgen söveli ve yuvarlak kemerlidir. Yapının üst örtü sistemi de tamamen değiştiğinden orijinaline ait hiçbir iz de kalmamıştır.

Bodrum Hanı
 Kapalıçarşı’da Yorgancılar Kapısı ile Çadırcılar Caddesi ve Bitpazarı Sokağının çevrelediği adadadır. Fatih Sultan Mehmed’in vakfiyesinde “ Bodrum Kârbansarayı müsâfirûn için inşa buyurup vakfeylediği” diye adı geçen bu han vakfiyede şöyle tarif edilmektedir: “Mahmiyye-i Konstantiniyye’de Sarây-ı Âmir-i Sultânî civarındadır, süflî ve ulvî otuz bir bab hücerâtı müştemildir. Dîvârına muttasıl ondört bâb hücresi dahi vardır,cümlesi vakf-ı şeriftendir.” Bu vakfiyeye dayanarak bu hanın İstanbul’un en eski hanlarından biri olduğu ve Topkapı Sarayının inşasından sonra yapıldığı anlaşılmaktadır. Yine bazı iddialara göre de eski bir Bizans yapısı kalıntıları üzerine inşa edilmiştir. Bu hipotez 1940 da buraya giren R.E.Koçu hanın altında bizans kemerlerine sahip bir mahzenden bahsetmektedir. Günümüzde zeminin üzeri tamamen örtülü olduğundan mahzene giriş yeri tamamen kapatılmış olmalıdır. Zemin katın alt kısımlarında ise Bizans özelliğinde tuğla kemer ve tonoz kalıntıları görülmektedir. Vakfiyeden anlaşılacağı üzere hanın altında ve üstünde otuzbir adet oda,dışarıda cepheye bitişik ondört dükkanı varmış.
İstanbul kadısına yazılmış olan 18 Muharrem 1018 (=23 Nisan 1609) tarihli bir hükümdeki yazıya göre eskiden beri İstanbul’a gelen keten bezleri,tüccarlara bu handan dağıtılırmış. Bu hüküm bazı tüccarların dışarıdan mal getirip başka yerlerde dağıtım yapılması üzerine yazılmış olup gelen bezlerin Bodrum hanında Kethüda ve Yiğitbaşılar eliyle tüccara dağıtılmasını sağlamaktadır.
Dikdörtgen plânlı,avlulu ve iki katlı bir bina olan bu hanın girişi Bitpazarı Sokağı tarafındadır. Her üç cephesinin dışında sıra halinde dükkanlar bulunmaktadır. 1895 zelzelesinde büyük zarar gören bu han yeni baştan onarılmış ve dıştaki dükkanlar eski özelliklerini kaybederek batı tarzında yeniden inşa edilmiştir. Hanın dış cephesi taş ve tuğla karışımı,iç kısımları ise moloz taşla inşa edilmiştir. Giriş Bitpazarı sokağı tarafında olup beşik tonozlu bir mekanla ortadaki avluya geçilir. Avlunun etrafı ve üst kat revaklarla çevrilidir. Üst kattaki mekanlar birer kapı ve pencere ile revaka açılır. Alt kattaki mekanların pencereleri cepheye açılmaktadır. Yuvarlak kemerli üst kat revakları köşelerde çapraz tonoz,diğer kısımlarda ise beşik tonoz ile örtülmüştür.
Günümüzde yapılan çeşitli ilave inşaatlarla bütün özelliğini kaybetmiştir.

Cebeci Hanı
 Kapalıçarşının kuzeyinde Yağlıkçılar Caddesi üzerinde olup Astarcı ve Sarraf hanları ile çevrelenmiştir. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Yapı inşa tekniği bakımından 18. inci yy. a ait olarak tarihlendirilir. İstanbula gelen tüccarların konaklaması için yapıldığı ileri sürülen bu hanın avlusunda hayvanları sulamak için bir havuz ve küçük bir de namazgah varmış. Muntazam bir dikdörtgen plâna sahip olan hanın girişi Yağlıkçılar Caddesi üzerindedir. Ard arda iki avlulu ve iki katlı bir binadır. Günümüzde özgün mimarisinden çok kaybetmiş olan bu hanın girişi yuvarlak bir kemer halinde olduğu kalan inşaat parçalarından anlaşılmaktadır. Bu giriş beşik tonozlu bir geçitle 17 x 37 m.lik birinci avluya bağlanır. Buradaki ikinci bir geçitle de hanın esas avlusu olan 37 x 37 m. lik ikinci avluya girilir. Her iki avlunu çevresi klasik han şemasında olduğu gibi tuğla kemerli revaklarla çevrilidir. 72 x47 m. ölçüsünde bir alana inşa edilmiş bu han 1894 depreminde neredeyse tamamen yıkılmış ve uzun müddet harabe halinde kaldıktan sonra onarılarak tekrar kullanıma açılmıştır. Bu onarımlarda ilk plân şemasına olduğunca sadık kalınmaya çalışılmıştır.

Çuhacı Hanı
 Mahmutpaşa Yokuşunun başında Kılıççılar sokağı ile Çuhacı Han sokağı arasındadır. Kitabesi olmayan yapının mimarı bilinmemektedir .Vakıf kayıtlarına göre Lâle devrinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1718-1730) tarafından bir tür yünlü kumaş olan Çuhacıların ticaretleri için yaptırılmıştır. Hatta Çuhacılar loncası Kethüdasının da bu hanın içinde oturduğu ve bu esnaftan dolayı da adının “Çuhacılar Hanı” olduğu bilinir. Hanı daha sonra Çuhacı esnafı terk etmiş ve onların yerini kuyumcu ve gümüşçüler almıştır. Han yapılmadan önce yerinde İğneci El-hac Hasan Ağa’nın mescidi olduğunu Hüseyin Ayvansarayi Hadikatü’l-Cevâmi isimli eserinde yazmaktadır. Muhtemelen Nevşehirli, hanı yaptırırken bu mescidi de hanın kapısı üzerindeki mekânda yeniden yaptırmış olmalıdır.

Çuhacı Han 29 Eylül 1755’deki büyük Hocapaşa yangınında yanmış ,günümüzdeki bina ise bu yangından sonra kısmen yenilenerek yapılmıştır.

Tuğla ve taş karışımı olarak inşa edilmiş olan bu yapı iki katlı ve dikdörtgen avluludur. Çuhacı Hanı sokağındaki girişi sade,yuvarlak taş kemerli bir açıklık şeklindedir. Bu girişin üzerinde yedi adet ve üç sıralı taş konsollar üzerine oturan taş ve tuğla karışımı bir bindirmeliği vardır. Han inşa edildiği sırada yeniden yapılmış olan mescit bu mekanda idi ve 1914 yılına kadar kullanılmış olup bu tarihten sonra atölye haline getirilmiştir. Bu bindirmeliğin sivri kemerli,sağır alınlıklı iki büyük dikdörtgen pencerenin alt ve üstünde daha küçük pencere bulunur. Giriş 21 x 28 m. ölçüsündeki dikdörtgen avluya uzun ve çapraz tonozlu bir geçit ile bağlanır. Avlunun etrafında payelere oturan sivri kemerli üzerleri manastır tonozu ile örtülü iki katlı revak bulunur. Revakların iki yanındaki taş merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. Köşelerdeki iki merdiven ise depo olarak kullanılan bodruma inmektedir.

Günümüzde yapılan ilavelerle orijinal özelliklerini tamamen kaybetmiş olan bu hanın 1964 de 1/4 hissesi Vakıflar’a geri kalanı ise şahıslara aittir.

Çukur Han
 Kapalıçarşı’da Yağlıkçılar,Perdahcılar ve Tığcılar Sokağının çevrelediği üçgen alanın içindedir. Kitabesi bulunmadığı için yaptıranı ve mimarını bilmediğimiz bu yapının inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirebiliriz. Avlulu ve iki katlı hanlar tipindedir. Hanın ana girişi Yağlıkçılar sokağında sade yuvarlak taş kemeri bir açıklıktır. Buradan beşik tonozlu dar bir mekanla ortadaki 11 x 8 m. ölçüsündeki küçük avluya bağlanır. Orijinalinde bu avluyu iki katlı bir revak sistemi çevirmesine rağmen bugün bu revaklardan zemin katta olanları tamamen ortadan kalkmıştır. Tuğla hatıllı taştan yapılmış bir duvar sistemine sahip olan bu han yanındaki Mercan Ağa Han ve Safran han ile bitişik nizamdadır. Tek cephesindeki pencereler dikdörtgen sövelidir.

Elçi Hanı
 Çemberlitaş’daki yabancı devlet konuklarının misafir edildiği bu han ticarethaneden ziyade konaklama tesisi idi. Atik Ali Paşa külliyesi’nin bir parçası olarak 1510-11 de inşa edilmiştir. Burada kalan elçi ve gezginlerin yazdıkları notlarında han hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz . Burada 1553 de kalan Hans Dernschwam’ın hanın ahırında görüp kopyasını çıkarttığı bir yazıt önemli bir tarihi belgedir. Bu yazının metni şöyledir: “ binbeşyüzonbeş yılında bunu yazdılar. Kral Laslo’nun beş elçisini burada beklettiler. Bilayı Barlabaş burada iki yıl kal mış idi...Hükümdar Kedeyi Sekel bunu yazdı. Hükümdar Selim Bey buraya onu yüz at ile koydurdu.” Bu yazıt han yıkılırken kaybolmuştur. 23 Temmuz 1587 deki büyük Çemberlitaş yangınından Elçi hanı kurtulabilmiş sadece kubbelerindeki kurşunları erimiştir.

Burada kalan ve yazılarında Elçi Hanından bahsedenlerin anlattığına göre kare biçimindeki binanın ortasında büyük bir avlu ile kuyu bulunuyordu. İkamet edilen .zemini tuğla döşeli,her birinde ocak ve demir parmaklıklı pencere bulunan 43 adet kapalı mekan üst katta olup arkadaki odaların önünde bir üzeri kurşun kaplı 28 kubbeli bir revak bulunuyordu. Alt katta ise ahırlar vardı ve avluya açılan mazgallardan ışık ve hava alıyordu. Avluya yük arabalarının girebileceği büyüklükte üç kapı bulunuyordu. Bu kapıların iki yanında ise dükkanlar vardı. 1646 senesinden itibaren elçilerin Galata bölgesindeki kalmaya başlamaları ile Elçi Hanı bu vasfını kaybetmiştir. 1652 de çıkan ve üç gün boyunca süren bir yangında Elçi Hanı harap olmuş 1766 depreminde de büyük hasar görmüştür. 19 uncu yy. da “Tatar Hanı” adı ile anılmaya başlayan bu han posta tatarlarının konakladığı yer olmuştur. Çok harap bir durumda olan Elçi Hanı 19 Eylül 1865 Hocapaşa yangınında yanmış ve uzun süre virane halinde kalmıştır. II. Abdülhamit zamanında onun serkatibi Osman Bey’in mülkiyetine geçmiş ve kalıntıları tamamen yıkılarak yerine “Matba-i Osmaniye” denilen bina inşa edilmiştir. Bu binanın temel kazısı sırasında Bizans devrine ait kemer ve tonoz kalıntıları ile mezar stellerine rastlanılmıştır. Yeniden inşa edilen bu bina daha sonra “Çemberlitaş Sineması” olarak sinema da kapanarak şimdiki iş hanına dönüşmüştür.

Hasan Paşa Hanı (Süpürgeciler Hanı)
 Beyazıt –Laleli arasındaki Ordu caddesi üzerinde olan bu yapı 1745 de Sadrazam Seyyid Hasan Paşa (ölm. 1748) tarafından bu bölgede yaptırtmış olduğu hayır eserlerinin arasında inşa ettirmiştir. Mimarı Mustafa Çelebidir. Hanın kitabesinin de bulunduğu kuzey kanadı 1958 de Ordu caddesi açılırken yıktırılmış olduğundan özgün durumunu tamamen kaybetmiştir. Bu tarihten sonra süpürge yapan esnaf hanın geriye kalan mekanlarına yerleşmiş olduğundan “Süpürgeciler Hanı” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde ise süpürgeciler burayı terk etmiş ve yerine deri ve sair malzemeleri satan dükkanlar yerleşmiştir.

İki katlı avlulu bir plan tipine sahip olan bu han misafir hanı olarak düşünülmüş ve Elçi Hanı gibi ikamet için yaptırılmıştır. Gurlitt’in han yıkılmadan evvel yapmış olduğu resimlerine bakarak giriş cephesinin Cadde üzerinde olduğunu ve her iki yanında da üçer dükkan bulunduğunu anlamaktayız. Yine aynı resime göre bu girişin iki yanında mermerden rokoko tarzında iki çeşme varmış. Bu İstanbul hanlarında gördüğümüz tek örnektir. Girişin üzerinde üç sıralı dokuz adet taş konsolun bindiği bir çıkma bulunmakta imiş. Yıkılmadan önce üst kattaki odaların ocaklı olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze gelebilen avlu cephesinin taş işçiliğinin çok itinalı olduğu görülmektedir.

İmameli Han
 Kapalıçarşı bölgesinde Tığcılar ve Tarakçılar sokakları arasında Zincirli Han’a bitişiktir. Arka tarafında ise Kalcılar Hanı bulunur. Kitabesi olmayan ve yaptıranını bilmediğimiz bu han kendisine bitişik nizamdaki hanlarla aynı yapı tekniğine sahip olup 18. inci yy. a tarihlendirilir. Tek avlulu ve iki katlıdır. Tığcılar sokağındaki dar ve tek cephesindeki girişi yuvarlak taş kemerli bir açıklık şeklinde olup buradaki beşik tonozlu bir geçit ile yamuk biçimindeki avluya geçilir. Bu geçidin iki yanındaki merdivenler üst kata çıkışı sağlamaktadır. Avluya bağlanan bu geçidin iki yanında iki katlı mekanlar vardır. Bunların dikdörtgen pencere ve kapıları bu geçide açılır. Esas mekanda bulunduğu arsaya uydurulduğundan o da yamuk biçimindedir. Avluda revak sistemi olmasına rağmen günümüzde bu revaklar kaldırılarak dükkan yerleri ilave edilmiştir. Üst kat tamamen harap ve orijinalliğinden tamamen uzaklaşmış olduğundan mimarisi hakkında bir fikir ileri sürülememektedir. Cephe de ilave inşaatlarla tamamen bozulmuş olup kalıntılardan tuğla derzli taş işçiliği olduğu anlaşılmaktadır.

Kalcılar Hanı
 Kapalıçarşı bölgesinde Tarakçılar sokağındadır. Kitabesi olmayan bu yapının yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. İnşaat tekniği ve civarındaki hanlar ile benzerliği göz önüne alınarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Kuyumcuların atık altın tozlarından altın ayıran kalcı (ramatçı) esnafının toplandığı bir han olmasından ötürü bu ismi almıştır. Arsa durumuna uymak zorunluluğundan dolayı düzgün bir plân şeması yoktur. Avlulu ve iki katlı hanlar grubundan olan bu hanın Tarakçılar sokağındaki tek cephesindeki sade ve çıkıntısız yuvarlak kemerli kapıdan üzeri çapraz tonozlu bir geçit ile ortadaki yamuk biçimindeki avluya girilir. Avluye çevreleyen iki katlı revakın etrafındaki mekanlar buraya kapı ve birer pencere ile açılmaktadır. Kubbeli olduğunu kalıntılarından anladığımız üst örtüsü günümüzde tamamen bozulmuş olup çinko,kiremit ve çimento şap ile örtülüdür. Orijinalliğini tamamen kaybetmiş olan cephenin evvelce tuğla hatıllı taş olduğunu kalan izlerden anlamaktayız. Katları birbirine bağlayan avludaki merdivenlerde tamamen değişmiş olup günümüze son derece yoz bir şekilde gelmiştir.

Kaşıkçı Hanı
 Mahmutpaşa yokuşundu Tarakçılar sokağında olan bu han Kalcılar Hanı’na bitişiktir. Kitabesi olmayan bu hanın inşa tarihini mimari ve çevresindeki hanlar ile olan benzerliğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Mahmutpaşa Yokuşu ve Tarakçılar sokağına açılan iki cephesi olan bu bulunduğu arsanın konumuna uydurulduğundan düzenli bir plân şeması göstermez. Avlulu ve iki katlı bir yapı olan bu hanın Tarakçılar Sokağındaki girişi sade yuvarlak bir kemerle beşik tonozlu bir geçit ile avluya bağlanır. Günümüzde çok değişmiş ve orijinalliğini tamamen kaybetmiş olan bu avlu iki katlı bir revak sistemi ile çevrilidir. Bu revaklar alt katta yuvarlak üst katta ise yuvarlak tuğla kemerlidir. Kalan izlerden anlaşıldığına göre odalarda bugün var olmayan ocak nişleri bulunmakta imiş. Özgün yapısı tamamen bozulmuş olan bu hanın dış cephesi tuğla hatıllı muntazam taştandır. Dış cephede üst örtünün altında testere dişi iki sıra bir saçak frizi vardır. Avluda yapılan ilave inşaatlar avlunun formunun sebep olmuştur.

Kızlarağası Hanı
 Kapalıçarşının kuzeyinde Tığcılar,Perdahçılar ve Tacirler sokağının çevrelediği alandadır. Kitabesi olmayan bu yapının hangi Kızlarağası tarafından yaptırıldığını belirten bir belge elimize ulaşamamıştır. İnşaat tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilen bu yapı yamuk bir avluya sahip iki katlı bir ticaret hanıdır. Zemin kat depolar, üst kat ise kullanıma ayrılmış olan bu hanın cephesi yola uyum sağlaması dolayısıyla muntazam olmayıp kırık hatlıdır. Cephe tuğla hatıllı taştan yapılmıştır. Tığcılar sokağındaki tam ortada olmayan girişi yuvarlak sade bir taş kemerle üzeri beşik tonozlu geçit ile ortadaki avluya bağlanır. Avluyu iki katlı bir revak çevrelemektedir. Avlunun sağındaki merdiven üst kata çıkışı sağlamakta olup bu merdiven orijinalliğini kaybetmiştir. Alt kattaki revak kemerleri ilave mekanlarla bozulmuştur. Üst katın revakları ise kısmen orijinalliğini korumakta olup sivri kemerlidir. Üst kattaki mekanlar galeriye birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. Örtü sistemi tamamen bozulup betonlaştırılmış olmasına rağmen üst kattaki kalıntılardan çapraz tonoz ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

Kumrulu Han
 Çakmakçılar Yokuşunda Sandalyeciler sokağındadır. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı bilinmemektedir. İnşaat tekniği 18. inci yy. yapısı olduğunu gösterir. Hanın ön cephe duvarından geri kalan kısımlar tamamen değişmiş olduğundan özgün mimarisi hakkında fazla bir şey söyleyemiyoruz. Yalnızca ön cephedeki tuğla hatıllı taş duvarlar İstanbul hanlarının geleneksel özelliğini gösterir. Ortasında avlusu olan iki katlı hanlar gurubundan olan bu binanın avlusu yeni yapılaşmalarla adeta tamamen ortadan kalkmıştır. Sandalyeciler sokağındaki girişinin iki yanındaki dükkanlar da sonradan ilave edilmiştir. Orijinalliğini tek muhafaza eden giriş kemerinin etrafında dikdörtgen bir taş bant çevrelemektedir. Bu girişin üzerinde cephe boyunca plân eğriliğini düzelten beş adet taş konsolun taşıdığı çıkma orijinal yapıdan kalan nadir bir kısımdır. Sadece izlerini gördüğümüz revak kemerleri ortadan kalkmış,pencere ve kapı biçimleri değişmiş örtü sistemi de betona dönüşmüştür.

Küçük Yeni Han
 Çakmakçılar yokuşunda Sandalyeciler sokağındadır. Kitabesi olmadığından ve Vakıf Kayıtlarında da adı geçmediğinden kimin yaptırdığını bilmiyoruz. İnşaat tekniği ve karşısındaki Büyük Yeni Han ile olan benzerliğini dikkate alırsak 18. inci yy. yapısı olmalıdır. göstermektedir. 27 x 35 m. lik bir alanı kaplayan bu han üç katlı ve avlulu plân tipindedir. Sandalyeciler Sokağındaki bazı bölümleri değişmiş olan cephesi tuğla hatıllı ve muntazam kesme taşlı bir duvar örgüsüne sahiptir. Çakmakçılar yokuşu tarafı ise yolun meyiline uydurulmak için kırık hatlıdır. Burada zemin katın üzerindeki bir ve ikinci katlar taş konsollara bindirilmiş çıkmalara sahiptir. Bu konsollar Çakmakçılar Caddesinin köşesine doğru azalarak bir taş silme olarak biter. Zemindeki cephede yuvarlak tuğla kemerli dükkanlar bulunmaktadır. Buradaki yuvarlak taş kemerli giriş kapısı beşik tonozlu bir geçitle 7 x 10 m. ölçüsündeki avluya bağlanır. Avlunun etrafındaki üç katı çevreleyen tuğladan yuvarlak kemerler taşıyıcı köşeleri kare olmak üzere revakları meydana getirir. Alt kat depolara ayrılmış olduğundan pencereleri sadece avluya açılmaktadır. Üst katın cephe pencereleri ise dikdörtgen taş söveli ve hatılı olup üst kısımları sağır sivri kemerlidir. Üst örtüsünün kalan bazı izlerden anladığımıza göre tonoz kaplı olmalıdır. Saçak kısmında iki sıralı bir kirpi saçak izleri görülmektedir. Günümüze yapılan yeni ilâvelerle özgün durumu bozularak gelmiştir.

Silahtar Hanı
 Tahtakalede Uzunçarşı Caddesindedir. Kitabesi olmayan bu hanın 18 inci yy. ait olduğu inşaat tarzından anlaşılmaktadır. Mimarının Mustafa Ağa olduğu ileri sürülen bu hanın bu devirde yaşamış ve bir takım hayır eserleri olan Silahdar Abdullah veya Yahya Efendi olması muhtemeldir. 29 x 27 m. lik bir alanı kaplayan, 12 x 14 m. lik bir avlusu ve iki katı olan bu hanın üç tarafı bitişik nizam olduğundan tek cephesi Uzunçarşı Caddesindedir. Cephede tuğla hatıllı taş kullanılmıştır. Tuğla hatıllı kesme taştan cephesindeki yuvarlak taş kemerli giriş beşik tonozlu bir koridorla ortadaki avluya bağlanır. İki katlı revaklar son derece bozulmuş olup girişin karşısındakiler tamamen yıkılmıştır. Özgün mimarisi iki katlı olan bu hana yakın bir zamanda üçüncü bir kat ilave edilmiştir. Kalan izlerden revakların tuğladan ve sivri kemerli olduğu anlaşılmaktadır. Kapı ve pencerelerin çoğu değişmiş ve bütün özelliklerini kaybetmişlerdir. Bazı odalarda ocak izleri görülmektedir. Hanın iç bölümleri çok harap olup özgün mimarisini tamamen kaybetmiştir.

Simkeşhane
 Cephesi Beyazıd’dan Laleli’ye inen Cadde üzerinde olan bu hanı Darphane ve Kalaycı Sokakları çevrelemektedir. Batısında ise Hasan Paşa hanı bulunmaktadır. 1463 tarihli kitabesine göre fetihten sonra İstanbulda ilk yapılan eserlerdendir. Simkeşhanenin bulunduğu alan Bizans döneminde ortasında I. Theodosius’a ait üç gözlü bir Zafer Takı olan Tauris Forumu idi. Fetihden sonra ,harap olmuş bu alana Fatih’in Sekbanbaşısı Yakub Ağa bir cami inşa ettirmiştir. Bu caminin yanına Fatih 1470-1475 sikke basılan bir darphane yaptırmış olup Fatih’in fetihden sonraki ilk altın sikkeleri burada kesilmiştir. Evliya Çelebi ,Fatih’in bir rahibin evinin yıkıntıları üzerine bu darphaneyi yaptırdığını yazmaktadır. 1645,1660 , 1683 yıllarındaki büyük üç yangından ve depremlerden bu bina büyük zarar görür. IV. Mehmet (1648-1687)’ in karısı ve III. Ahmet (1703-1730) in annesi Râbia Gülnüş Sultan (ölm.1715) 1707 de bu iyice harap olmuş binayı Sarayın Başmimarı Mehmet Ağa’ya adeta yeniden yaptırtır ve adını da değiştirerek “Simkeşhâne-i Âmire” koyar. Bu inşaat sırasında üst kısmını değiştirmiş bir sebil.çeşme,sıbyan mektebi ve mescit ilave ederek 18. inci yy. görüntüsünü kazandırmıştır. Cepheye ilâve ettiği dükkanlar ve arkadaki mekânda altın ve gümüş sırma çeken esnaf toplanır. Darphane ise 1726 da Topkapı Sarayı kompeksinde yapılan yeni binaya taşınarak para basma işi Simkeşhaneden çıkartılır. 1826 daki bir yangında tekrar zarar gören bina 867 de yeniden onarılır. 1913 yılında çok harap olmuş bina adeta tekredilirse de 1926 yılına kadar bazı yerleri kullanılır. 1957-58 de ki İstanbul’un imar çalışmaları sırasında Beyazıd’dan Aksaray’a doğru inen yol bir bulvar halinde genişletilirken harap hale gelmiş olan ön cephesi kesilerek yola verilmiş ve özgün görünümü çok şey kaybetmiştir. 1974-76 senelerinde Simkeşhaneden arta kalan bölümler Prof. Bedii Şehsuvaroğulu’nun çalışması ile Başkanı olduğu “Şehir Kütüphanesi Kurma ve Yaşatma Derneği” Derneği tarafından İstanbul Belediyesinden 49 yıllığına kiralanarak onartılmıştır. Bu çalışmalar sırasında kazılardan çıkan Tauris Forumuna ait parçalar bir Açıkhava Müzesi şeklinde yerleştirilmiş, yapının var olmayan ön kanadının bulunduğu yere de bir sıra dükkanın bulunduğu bir pasaj yapılmıştır. Simkeşhane binası günümüzde İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

Simkeşhanenin cephesi İstanbul Hanlarının genel dış örgü yapısı gibi tuğla hatıllı taştan yapılmıştır. Tuğla örgü cephe dışında revaklarda,pencere kemerlerinde ve örtü sisteminde kullanılmıştır.Taş ise cephede,pencere söve ve hatıllarında,bindirmelikleri taşıyan konsollarda
payelerin örgü sisteminde görülmektedir. Restitüsyon plânına baktığımızda üç katlı ve avlulu olan orijinal yapının yola uyma nedeniyle cephede kırık bir hat olarak uzandığını görmekteyiz. Yuvarlak taş kemerli girişin üzerinde taş konsollarla taşınan bir bindirmeliği vardır. Giriş beşik tonozlu bir geçitle avluya bağlanır. Bu geçidin iki yanında yer alan mekanların geçide açılan birer kapı ve penceresi ile ocak nişleri vardır. Hanın batı kanadı ve sebili yola gitmiştir.

Sofcu Hanı
 Nuruosmaniye caddesi ile Tavukpazarı Sokağının birleştiği köşededir. Kitabesi bulunmayan iki katlı avlulu olan bu hanın da mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Duvar örgüsü ve inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirilir. Yol ve arsa durumuna uyma mecburiyetinden ötürü yamuk bir plâna sahip olan bu hanın yuvarlak kemerli girişi üzeri beşik tonozlu bir koridorla avluya bağlanır. Geçit,avlu,zemin kat ve revaklar günümüze çok harap ve dejenere edilmiş bir halde gelmiştir. Revaklı avluyu üst kata bağlayan merdivenlerde orijinalliğini kaybetmiştir. Avlunun altında üzeri beşik tonoz ile örtülü bir bodrum vardır. Hanın ayakta kalabilmiş üst kat odalarının üzerleri beşik tonoz ile örtülü olup cephenin üst kısmını dolaşan tuğladan bir kirpi saçağın izleri görülmektedir.


Sorguçlu Han
 Kapalıçarşının güneyinde Kalpakçılar Caddesi ile İskender Boğazı arasındadır. Yolgeçen ve Baltacı hanları arasındadır. Kitabesi olmyan bu hanın inşa tekniğine bakarak 18. inci yy. a tarihlendirebiliriz. Kalpakçılar caddesindeki girişi üzeri tonoz ile örtülü bir koridorla ortadaki yamuk şeklindeki avluya bağlanır. Avluda iki katlı yuvarlak kemerli revak sistemi bugün sıva ile kapatılmış ve orijinal dokusu kaybedilmiştir. Kalpakçılar caddesine bakan cephesinde girişin iki yanında sonradan ilave edilmiş dükkanlar cephenin özgün durumunu bozmuştur. Alt kattaki üzeri beşik tonozlu mekanlar taştan yuvarlak kemerli bir kapı ile revak altına açılır. Üst kattaki odaların örtü sistemi ise tamamen değiştirilmiş ve tonoz olması gereken yerler beton plaklarla kapatılmıştır. Günümüzde çok harap olup orijinal yapısından tamamen uzaklaşmıştır

Süleymaniye Hanı
 Süleymaniye külliyesinin bir bölümünü teşkil eden bu han,Külliyenin İmaretinin arka cephesinin altında,zemin katta olup Süleymaniye İmareti sokağındadır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından külliyenin Mimarı Sinan tarafından 1555 de inşa edilmiştir. Külliyenin bir bölümünü teşkil ettiği için plan şeması klasik han tipinden ayrılır. Avlusu yoktur ve tek hacim halindedir. Dış cephe duvarları külliye ile bütünlük gösterip 1,5 m. kalınlığında kesme taş duvardır. İç kısımlarda ise moloz taş kullanılmıştır. Basık kemerli bir girişi olan hanın zemin kat pencereleri düz hatıllı olup sağır alınlıklı ve yuvarlak taş kemerlidir. Külliyeye ait bağımsız bir plâna sahip olmamasından dolayı ayrı bir özelliği olup İstanbul’daki nadir külliye hanlarındandır.

Şeker Hanı
 Fatih’de İstanbul Caddesi ile Malta Çarşısı Sokağının kesiştiği köşededir. Kitabesi olmayan bu hanın yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. Mimari özellikleri 17. inci yy. han stilini göstermektedir. 29 x 32 m. ebadında kareye yakın yamuk planlı, ortasında revaklı bir avlusu olan bir binadır. Orijinali iki katlı olan bu hana sonradan üçüncü bir kat ilave edilmiştir. Zemin katı depolara ayrılmış olduğundan dışarı açılan pencereleri yoktur. Üst kattaki pencereler dikdörtgen taş söveli ve hatıllı olup muntazam bir sıra halinde her mekana iki tane gelmek üzere devam eder. İki caddenin birleştiği köşede inşa edildiğinden iki cephesi vardır. Ana girişi İstanbul Caddesi üzerindedir. Yuvarlak taş kemerli olan bu giriş,üstü beşik tonozla örtülü olan bir geçitle avluya bağlanır. Avlu her iki katta da tuğladan sivri kemerli revaklarla çevrilidir. Avludan üst kata çıkan merdiven orijinalliğini kaybetmiştir. Cephede birkaç sıra taş ve tuğla derzden oluşan hatıllar görülmekte olup son derece sadedir.

Taş Han (Sipahiler Hanı,Çukurçeşme Hanı,Katırcıoğlu Hanı)
 Lalelide, Fethi Bey Caddesindedir. Kitabesi olmamakla birlikte III. Mustafa (1757-1774)’nın yaptırtmış olduğu Lâleli Camiinin Vakıf kayıtlarında ,bu hanın camiin vakfından olduğu ve ulûfelerini almak için İstanbula gelen Sipahilerin kalmaları için yaptırıldığı yazılıdır. Bu yüzden ilk yapıldığında “Sipahi Hanı” adı ile tanınmaktadır.
Üç avlulu olan bu hanın giriş cephesi çağdaşlarından farklı olarak tuğla hatıllı olmayıp kesme taştan inşa edildiğinden dolayı “Taş Han” adı ile anılmıştır. Diğer cephelerde ve iç avluya bakan duvar örgüsünde ise taş sıraların arasında tuğla hatıllar ile klasik dokuya dönülmüştür. Giriş 27 x 14 m. lik birinci avluya alışılmışın dışında bir plân şemasıyla uzun bir bina koluyla bağlanır. Avluya geçişi de içine alan bu kısım tek başına bir bölüm meydana getirmekte olup üzerinde iki katlı dar odalar bulunmaktadır. Bu geçit ayrıca uzun bir koridor ile ana avluya da bağlanmakta olup iki yanında üst kata çıkışı sağlayan merdivenler vardır. Girişin üzerinde biri büyük diğer ikisi küçük olmak üzere üç taş kemer hafif bir çıkıntı yapan taş payelere oturur. Bu kemerlerin üzerinde zemin kat ile üst katı ayıran taş bir silme devam edere. Esas avlu bodrumlu olup diğerlerinden oldukça büyüktür. Bir rampa inilen avludaki bu bodrum atların barınması için yapılmıştır. Yuvarlak revak kemerleri tuğladandır. Bu revakların arkasında kalan odaların bazıları yuvarlak taş kemerli kapı ve dikdörtgen taş hatıllı pencerelerle bazıları da sadece sadece kapı ile revaklara açılmaktadır.

Günümüzde bakımsız ve bazı yerleri harap olmakla beraber eski karakterini muhafaza edebilmiş olan bu yapı İstanbul’daki askeri hüviyetli tek handır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com

Restorasyon

  • Ziyaretçi
İstanbul Hanları 2
« Yanıtla #19 : 31 Mart 2009, 02:36:31 »
Vezir Hanı
 Çemberlitaş’da Vezir Hanı Caddesindedir. 1659/60 tarihli kitabesinde Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa tarafından Köprülü Külliyesine dahil edilmek üzere yaptırıldığı yazılıdır. Sokak ve arsa durumuna uymak mecburiyetinden dolayı muntazam bir plânı yoktur. Taş ve tuğla karışımı olarak inşa edilmiş olan bu han iki avlulu ve iki katlıdır. Hanın taç kapılı girişi cadde üzerinde olup arazinin meyilinden dolayı bu kısım üç katlıdır. Cephede yuvarlak taş kemerli 8 adet dükkan kapının iki tarafında sıralanmıştır. Giriş kapısının üzerinde talik hatla yazılmış 1894-95 tarihli beş satırlık bir tamir kitabesi vardır. Buradan beşik tonozlu bir geçitle revaklı ,üçgen biçiminde birinci avluya geçilir. İkinci avlusu 70 x 45 m. ebadında yamuk biçiminde olup sivri kemerli revaklıdır. Üst kata revak altında karşılıklı iki yöndeki merdivenlerle çıkılır. Kapı ve pencereleri dikdörtgen ve taş hatıllıdır. İkinci avluda bugün fonksiyonunu kaybetmiş küçük bir mescit bulunmaktadır.

Yağcı Han
 Kapalıçarşının güneyinde Kalpakçılar Caddesi ile Nuruosmaniye ve Tavukpazarı sokakları arasındaki adadadır. 18 inci yy. a ait olan bu han yamuk bir arsaya inşa edildiğinden plân şeması da bu asimetriye uydurulmuştur. Nuruosmaniye sokağındaki çok değişmiş olan giriş cephesi sivri bir kemer ve onu takip eden bir geçit ile ortadaki iki katlı revaklı avluya bağlanır. Revakların üst örtülerinin devrinin özelliği göz önüne alınacak olursa tonoz ile kaplı olmalı idi. Günümüzde ise son derece bozulmuş olan bu örtü sistemi betona dönüştürülmüştür. Odalar da özgün durumunu kaybetmiştir. Kalan izlerden cephenin tuğla hatıllı taştan inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bugün zemin katı dışarıdan bir sıra dükkan çevrelemektedir.

Yaldızlı Han
 Kapalıçarşı bölgesinde, Tığcılar Sokağındadır. Kitabesi olmadığından yaptıranı ve mimarı bilinmemektedir. İnşa tarihi ve civarındaki hanlarla birlikte 18. inci yy. olmalıdır. Etrafı tamamen binalarla kaplı olduğundan sadece girişteki cephesi görülmektedir. Tek avlulu ve iki katlı bir ticaret hanı olan bu yapının cephesinin ayakta kalan kısımlarından kesme taş ve tuğla hatıllı olduğunu anlamaktayız. Çok değişmiş olan girişi,bindirmeliksiz ve çıkıntısız olup taştan yapılmış yuvarlak bir kemerdir. Bu giriş, üzeri beşik tonozlu bir geçit ile ortadaki avluya, yuvarlak tuğla kemerli bir revak ile bağlanır. Bu kemerler diğer han mimarisinde görülmeyen bir tarzda biri geniş diğeri dar olarak devam eder. Zemindeki odalar yuvarlak birer taş kemerli kapı ile ortadaki revaklı avluya açılırlar. Üst kat odalarında ise hem kapı hem de pencere vardır. Zemin ve üst kattaki odaların üst örtüsü beşik tonoz olup revaklar çapraz tonozludur. Yukarıdaki kata üzeri beşik tonozlu bir merdivenle çıkılmaktadır.
Günümüze oldukça yozlaşmış ve orijinal yapısından çok kaybederek gelmiştir.

Yıldız Hanı
 Mahmutpaşa yokuşunda, Sultan Odaları ve Yeşildirek sokakları arasındadır. Üzerindeki kitabede sadece inşa yılı olan 1817 yılı yazılıdır. Tek avlulu ve üç katlı bir ticaret hanı olan bu yapı bu bölgede inşa edilmiş son han olmalıdır. Zemin kat depolara diğer iki kat ise kullanım odaları olarak düşünülmüştür. 18.inci yy. hanlarında gördüğümüz klasik tuğla hatıllı taş cephe burada da devam etmektedir. Dikdörtgen şeklindeki avluya açılan revaklar yuvarlak kemerlidir. Bu kemerleri taşıyan payeler ise taştan olup kare şeklindedir. Zemin kattaki odalar revaklara bir kapı ile üst katlar ise birer pencere ve yuvarlak taş kemerli kapı ile açılır. Cephede günümüze son derecede değişerek gelmiş bir sıra dükkan vardır. Cephede taş konsolların taşıdığı çıkmalar ise bütün cephe boyunca katlar arasında yükselerek devam eder ve cephede bir hareketlilik sağlar.

Zincirli Han
Kapalıçarşının kuzeyinde Tığcılar Sokağındadır. İnşaat tekniği ve civarındaki hanlara bakarak 18.inci yy. sonlarına doğru yapıldığını anlamaktayız. Tek avlulu ve iki katlı bir ticaret hanıdır.Tığcılar Sokağındaki çok sade yuvarlak taş kemerli girişi avluya beşik tonozlu bir geçitle bağlanır. İki kata çıkan merdivenler bu geçittedir. Avluyu çevreleyen revaklar tuğladan yuvarlak kemerlidir. Kemerleri taşıyan kare payeler ise taştandır. Her iki katta da revaklara açılan odaların yuvarlak taş kemerli birer kapı. ve penceresi bulunmaktadır. Odalardaki izlerden burada ocaklar olduğu anlaşılmakta ise de bu ocakların hiçbiri günümüze gelmemiştir. Her iki katın da üstü çapraz tonoz ile örtülüdür. Zemin katı çok değişikliğe uğramış ve orijinal yapısını tamamen kaybederek günümüze gelmiştir.


Haliç-Galata-Beyoğlu bölgesindeki Hanlar:

Kurşunlu Han / Rüstem Paşa Hanı :
 İstanbul’un ticari potansiyeli yüksek olan Eminönü-Beyazıd arasındaki yoğun han yapılaşmasına karşılık XVI. ıncı yy. da burada bu hanın yapılması buradaki ticari bir potansiyeli göstermesi bakımından önemlidir. Bu hanı daha çok hırıstiyan tüccarlar kullanmışlardır. Rüstem Paşa’nın 1561 tarihli vakfiyesinde “Kurşunlu Han” adı ile yazılıdır. Haliç kıyısına yakın olan Tersane Caddesinde ,Ceneviz kilisesi olan Saint Michel’in kalıntıları üzerine Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1561 de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. 65 x 35 m. ölçüsünde dikdörtgen plânlı olan bu bina sivri kemerli bir revakın çevrelediği avlunun etrafındaki iki katlı odalardan meydana gelmektedir. Zemin kattaki paye ve duvarlardaki derz ve tuğla tezyinat evvelce buradaki Saint Michel kilisesinin kalıntılarına aittir. Üst kısımdaki destek ve taşıyıcılar ise tamamen 16. ıncı yy. Osmanlı mimarisi tarzındadır. Avlunun ortasında, dört kollu olarak düzenlenmiş iki katı birbirine bağlayan merdivenler bulunmaktadır. Binaya giriş dar cephedeki sivri kemerli bir kapıdan sağlanmaktadır. Alt ve üst kattaki odalar beşik tonoz , revak ise kubbe ile örtülüdür. Pencereler dikdörtgen taş sövelidir. Avlunun üst kısmını dolaşan tuğla kirpi saçaktan günümüze bazı parçalar gelebilmiştir.

Saksı Han
 Galata’da Perşembe Pazarı,Bekar ve Zencefil sokakların çevrelediği adadadır. Kitabesi olmayan bu hanın mimarı ve yaptıranı bilinmemektedir. Evvelce yerinde bir Ceneviz yapısının olduğu alt kademelerdeki derz ,tuğla ve taş işçiliğinden anlaşılmaktadır. Osmanlı devrinde mahkeme binası olarak kullanıldığını ileri sürülen bu yapı plan şeması bakımından bir han mimarisi göstermez. İki katlı kesme taş ve tuğladan inşa edilmiş olan binanın avlusu yoktur, ayrıca birbirine açılan odalar ve sofaları da bu da binanın han olarak yapılmadığının bir kanıtıdır. Perşembe Pazarı Sokağı köşesindeki dikdörtgen plânlı,üzeri beşik tonozlu fonksiyonu tam olarak anlaşılamayan yapının, bu bina ile ilişkili olarak hapishane olarak yapıldığı da ileri sürülmektedir. Bugünkü hali ile 18. inci yy. a aittir. Odaların üstleri tonoz ile örtülü olup aralarında geniş sofalar bulunmaktadır. Üst kata çıkış , alt kattaki koridorun sonundaki taş merdivenlerle sağlanmaktadır. Yuvarlak kemerli giriş kapısının üzerindeki iki sıra konsolların taşıdığı çıkma cephede bir hareketlilik sağlamaktadır. Üst kattaki pencereler sivri kemerleriyle cephe görünümünü hareketlendirir. Üç sıra testere dişli tuğla saçak cepheyi çatı altından çevrelemektedir.

Saint Pierre Hanı
 Galata’da Bankalar Caddesi’ne paralel olarak uzanan Eski Banka Sokağındadır. 1768-1784 yılları arasında İstanbul’da Fransız elçisi olarak görev yapan Kont de Saint Priest tarafından Fransız tüccarlarının konaklamaları ve onların bankacılık hizmetlerini buradan yönetebilmeleri için yaptırılmıştır. Beş ayrı bölümden meydana gelmiş olan bu hanın tüccarların mallarını depolamaları için yaptırılan iki binası ile bunlara bitişik olan banka ve lojmanı 1771 de, Eski Banka Sokağı ile Galata kulesinin kesiştiği yerdeki bina 1772 de, Voyvoda caddesine dönen köşedeki bina da 1775 de inşa edilmiştir. Bu binaların hepsi kesme taştan karğir olarak inşa edilmiştir. Gayet sade olan ön cephelerde yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu cephelere Saint Priest’in ait iki tane kontluk arması ile Fransa krallığına ait devlet arması mermer üzerine kabartma olarak işlenmiştir. 1863 de Osmanlı Bankası kurulunca ilk yönetim yeri burası olmuştur. Bu sırada binanın içinde ve dışında bazı değişiklikler yapılmış ve üçüncü bir kat eklenmiştir. Banka buradan kendi yeri olarak yaptırdığı Taksim’deki binasına taşınınca ona ait odalar büro olarak kullanılmıştır. Daha sonra “Constantinople Barosu” ve “İtalyan Ticaret Odası” olarak da kullanılan bu han günümüzde birtakım atölye ve imalathaneler tarafından kullanılmakta olup çok bakımsız ve harap bir durumdadır.

Hanın ön cephesindeki mermer bir levhada ünlü Fransız şairi Andrè Chènier’in burada doğduğu belirtiliyorsa, şairin doğduğu ev hanın yapımından önceki büyük Galata yangınında yanmış olup yangından kurtarılan bu levha sonradan buraya konulmuştur.

Serpuş Han
 Galata’da Perşembe Pazarı Caddesi ile Eski Tay çıkmazının kesiştiği köşededir. Üç katlı,avlusuz olan bu han evvelce buradaki bir Ceneviz yapısının üzerinde inşa edildiğini alt kattaki duvar tekniği göstermektedir. Dış cephedeki sivri kemerli pencereler,kesme taş ve tuğla hatıllı duvarlar ile çıkmaları, kitabesi olmayan bu yapının 18.inci yy. a ait olduğunu göstermektedir. Odaları birbirine tonozlu sofa ve koridorlar bağlamaktadır. 19 uncu yy. ın sonunda tüccarlardan başka kitapçıların da burada ticaret yaptıkları ticaret yıllıklarından anlaşılmaktadır.

Yelkenciler Hanı
 Azapkapı’da Tersane Caddesinin deniz tarafındadır. 19.uncu yy. da burada Yelken bezi üretildiği için bu isimle anılmaktadır. Kemankeş Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Paşa’nın ölüm tarihi 1647 olduğuna göre 17inci yy. eseridir. 44 x 15 m. ölçüsünde dikdörtgen plânlı olup bir avlu etrafında iki katlı bir yapıdır. Katlardaki odalar bugün mevcut olmayan bir revaka açılmakta idi. Girişten beşik tonozlu bir koridordan geçtikten sonra avluya geçilir. Üst kat son derecede bozularak günümüze gelmiştir.

19. uncu yy. dan sonra yapılan Hanlar:
 Bereket Han
 Galata’ta Bankalar Caddesi ile Galata kulesi sokağı ve Kart Çınar Caddesinin arasındaki adanın ucundadır. Galata Cenovalıların idaresi altında iken podestanın ikamet ettiği,1304 de inşa edilmiş olan Cenova sarayı (Palazzo del Comune)’nın yerine yapılmıştır. Saray 1315 de yanmış 1316 da gotik tarzda yeniden inşa edilmiştir. Fetihten sonra da Ceneviz cemaatinin idare merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Hanın arka duvarlarında bu saraya ait duvar izleri bulunmaktadır. 19. uncu yy. da orijinal hali bozularak Francini Hanı diye adlandırılarak han olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1880 de Voyvoda Caddesinden tramvay yolu geçirilirken hanın ön kısmı yıkılmıştır. Yeniden düzenlemeden sonra Bereket Han adını almıştır. Avlusu olmayan ve iş hanı olarak inşa edilmiş olan bu yapı beş katlıdır. Bankalar Caddesine açılan alt katta iki mağaza,üst katlarda ise birbirleriyle içeriden bağlantılı bir koridor üzerine dizilmiş odalardan meydana gelen bir plânı vardır.

Büyük Balıklı Hanı
 Galata’da Kemeraltı Caddesi ile Aynalı Lokanta,Arşın Çıkmazı ve Leblebici Şadan sokaklarının çevrelediği adadadır. Fetihten hemen sonra burada bulunan ahşap bir binada hastahane olarak hizmet ,daha sonra yanan bu bina yenilenmiş ve faaliyetine 1753’e kadar burada devam etmiştir. Bu tarihte İstanbul Limanına gelen gemilerdeki hasta gemicilerin tedavi edildiği bu hastahane birtakım bulaşıcı hastalıkların şehre yayılmasını engellemek için şehir dışına çıkarılmış ,bina da yıkılmıştır. Daha sonra bu hastahane arsasının üzerine Patrik II. Yoakim tarafından İstanbul’un19.uncu yy. Rum zenginleri olan Zagforos,Zarifi,Hacopulo,
Kasonova,Rali ve Koronos’un bağışlarıyla 1875 de Balıklı Rum Hastahanesine akar olmak üzere Mimar Ariditi Razi’nin projesi ile bu han yapılmıştır. Günümüzde de Balıklı Rum Hastahanesinin Vakfıdır. Avluyu çevreleyen bir duvardaki kitabede de yapılış tarihi olan 1875 yazılıdır. Ortasında avlusu olan dikdörtgen planlı bu han zemin ile birlikte dört katlıdır. Zemin katta biri avluya diğeri ise sokağa açılan iki dükkan sırası bulunmaktadır. Üst katlardaki odalar avluyu çepeçevre çeviren bir koridor üzerindeki yuvarlak kemerli revaklara açılmaktadır.
Neo-Klasik üsluptaki bu hanın avlusundaki mermer fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Han odaları içeriden demir dışarıdan cam-ahşap kanatlı kapılarla revaklara açılmaktadır. Odaların sokağa bakan pencereleri içeriden basık kemerlidir.

Generali Han
 Bankalar Caddesi,Bereketzade Medresesi ve Billur Sokakların arasındaki adaya kaplayan bu han 1900 lü yılların başında Sigorta Şirketi olan “Assikurazioni Genarali” tarafından Mimar G. Mongeri’ye yaptırtılmıştır. Bir zemin kat üzerine beş kat olarak inşa edilmiş bu hana sonradan bir kat daha ilave edilmiştir. Kesme taş kaplı olan dört cephesi de sütun,kemer silmelerle hareketlendirilmiş olup Barok mimarinin en güzel örneklerinden birini gösterir. Çifte sütunların ve üzerlerindeki yarım yuvarlak kemerlerle bölünen cephede iki katlı dikdörtgen pencereler muntazam olarak bir birlik içinde sıralanmıştır. Cephedeki giriş Art-Nouveau tarzında,iki yivli payenin çevrelediği yuvarlak bir kemerin içindeki bitki motifleri ile bezenmiş demir bir kapı ile sağlanmaktadır.

Kaynak : http://www.restorasyonforum.com