Eğer Türkiye'yi gezmek için bir başlangıç noktası arıyorsanız, Sivas Divriği Ulu Cami Şifahanesi doğru yerdir. Taç kapının önüne çadır kurup bir ay seyretmeniz gerekir belki, ama eskilerin yaptığı da budur. Hatta onlar yıllarca izlemişlerdir de eminim bıkmadan, usanmadan, geçen zaman içinde yeni yeni keşifler de yapmışlardır. Edirne Selimiye Külliyesi'de iyi bir başlangıç noktasındır şüphesiz. Osmanlı'nın klasik dönem çinileri dünya sanatının en üstün eserleri olarak karşınıza dikilirken Anadolu'yu en baştan, Edirne'den gezmeye başlamak isabetli bir davranış olacaktır, fakat ben yine de Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi der, dört kapısının ayrı ayrı buyrettiğini bilir, İstanbul'u da en sona bırakırım, noktayı koymak maksadıyla.
Her toprağın ayrı, arı bir ruhu vardır kendisine has. Bunu en güzel hissedeceğiniz yer Amasya'dır. Pontus'un başkenti, dünyanın ilk coğrafyacısı Strabon'u doğurmuşken sefere Amasya'dan hareket etmek kadar isabetli bir tavır olamaz. "Bir günde gezersiniz Amasya'yı" diyordu Eser Atilla, Photo Globe'un aralık 1993 yılındaki sayısında, ama bir günde çıkamazsınız Amasya'dan. Dağlarının, önünden akıp giden Yeşilırmak'a binlerce yıl kavuşamadığı şehrin her yerinde tarih, efsane, kültür sizi yeniden çağıracaktır.
Hangi yönden girerseniz girin bir medrese sizi karşılar Amasya'da. 1267 yılında Amasya Valisi Seyfettin Torumtay tarafından yaptırılan Gökmedrese Cami, Anadolu Selçuklu sanatını en iyi temsil eden eser olarak ilk karşınıza çıkarken, hemen yanında Seyfettin Torumtay'ın ölümü üzerine tamamı kesme taştan yapılmış Torumtay türbesi kendisine baktıracaktır. Bu yapının güney cephesinde dekorlu pencerenin üst yanlarındaki palmet ve rumi yapraklarından meydana gelen dört köşe panolar, eski Selçuklu Sarayı halılarının taşa gelmiş tek izleridirde. Sultan II. Bayezid'ın Kapı Ağası Hüseyin Ağa tarafından 1488 yılında yaptırılan Kapı Ağa Medresesi Ön Asya ve Selçuklu mezar anıtlarında görülen sekizgen plan şemasının fonksiyon itibariyle ilk defa kullanıldığı eser olarak Amasya'nın çıkışında sizi uğurlarken içerideki yapılar hiç de onlardan aşağı kalmayan özellikleri ile hafızalarınızda yer edeceklerdir. İlkler hususunda tarih ayrı bir cömert davranmış Amasya'ya. İlhanlı Hükümdarı Sultan Mehmet Olcaytu ve hanımı Ilduz Hatun adına köleleri Anber Bin Abdullah tarafından 1308-1309 yılında yaptırılan bimarhane (darüşşifa) dünyada ilk defa akıl hastalarının su sesi ve müzik ile tedavi edildiği yer iken, sanatsal açıdan kapının kilit taşında diz çökmüş vaziyette insan kabartması sadece Amasya Bimarhanesine mahsus bir özelliktir.
Amasya deyince ilk akla gelen yalı evleri Yeşilırmak kenarında hep geçmişi hatırlatır, oysa 18.yy yapıları olduklarından en gençleridir aralarında ve haksızlık edilir çoğu kez ırmağı görmeyen arka sokaklardaki diğerlerine. İsim vermeye pek gerekte yoktur hangisinin daha güzel ya da önemli olduğunu öne çıkartmak için. Hepsinde yaşanılan hayatları düşüneceksiniz içlerine girdiğinizde, zaten hala yaşanıyorya, siz de o hayatın içinde tarihin tanığı değil, tarihi yazan olacaksınız.
Amasya'da tarihin yaşandığının en büyük kanıtını ancak geceleri görebilirsiniz. Gündüz hep peşinizde olan Kral Kaya Mezarları geceleri açılır, krallar uyanır ve sizi seyreder. Hissedeceksiz. Sırf bu duyguyu yaşamak için bile kalmaya değerdir Amasya.
Sezar'ın, İskender'in, geçtiği köprüden geçerek, sadece sultanların yürüyebildiği yolda ilerlerken, Harşena dağındaki kalenin, Kızlar Sarayı'nın, Amasya Müzesindeki mumyaların, aslında bir Roma eseri olmasına rağmen Ferhat ile Şirin'in hikayeleri kulağınıza fısıldanır. Ben neredeyim dersiniz. Size nerede olduğunuzu küçük bir alana sığmış bir çok tarihi eser hatırlatacak, yanıtta verecektirde, ayaklarınız hep Amasya Genelgesi'nin imzalandığı binaya gidecektir.
Tüm zenginliklerine birde Hitit tanrısı Teşup'un heykelini katmışsa, uğruna Sezar, Amasya kralı VI. Mitradet'i Zile'de yenerek "geldim,gördüm,yendim" demişse, burada yetişen Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u almış, Çelebi Mehmet Osmanlı'yı ikinci kez kurmuşsa Amasya, Anadolu'yu gezmeye başlanacak en uygun il değil midir ?
Hakan Yücel