Elif ve Eylül, IQ seviyeleri 160 olarak belirlenmiş iki kız kardeş. Ancak üstün yetenekli çocuk olmak onlara pahalıya mal olmuş. Yetersiz koşullar başarısızlık ve mutsuzluğa yol açıyor, aile çareyi yurtdışında arayacak
BAHAR ÇUHADAR
1992 doğumlu Elif Ekin Arslan ve 1996 doğumlu Eylül Mercan Arslan iki üstün yetenekli kardeş. Yazı dizisi sürerken, çocuklarının yaşadığı sorunları paylaşmak üzere bize ulaşan anne Meryem Arslan, her iki kızında da belirlenen 160 ve üstü IQ seviyelerinin kimi zaman kendisini umutsuzluğa sürüklediğini anlatıyor.
İlk kelimesini altı aylıkken söyleyen ve bir yaşında yürümeye başlayan Elif bugün bir devlet okulunda lise birinci sınıfa devam ediyor. Meryem Arslan iki kızının da hiç tek kelimeli cümleler kurmadan, bir yaşında düzgün cümlelerle konuşmaya başladığını anlatıyor: "Elif'e bir yaşından itibaren saatlerce kitap okurduk. Bebekken en çok dikkatimi çeken şey oydu, anne-baba saatlerce nöbetleşe kitap okurduk. Bizim okumamızı düzeltirdi. Arkadaşlar 'Senin kızın çok ukala' diye takılıyorlardı."
Üstün zekâ başarı demek değil
Elif'in zekâ seviyesinin tespit edilişi Yeni Ufuklar Koleji tarafından yapılan testle olmuş: "Elif üç buçuk yaşındayken Yeni Ufuklar Koleji'ndeki uzmanlar, test sonucunda kızımın yedi yaş seviyesine kadar olan soruları çözdüğünü, IQ'sunun 160'ın üstünde olduğunu söyledi. Daha sonra başka bir sağlık probleminden dolayı Çapa Tıp Fakültesi'nde de test yaptılar ve üstün zekâlı olduğunu orada da açıkladılar."
Meryem Arslan kızı Elif'in, derslerinde başarısız oldukça kendisini daha kötü hissettiğini anlatıyor. "Biz iki kızımıza da hiçbir zaman 'Sen üstün zekâlısın, senden çok fazla şey bekliyoruz' şeklinde yaklaşmadık. Ama insan ister istemez, belki de farkında olmadan çocuğunun üstün yetenekli olduğunu duyunca bir beklenti içinde oluyor" diye konuşan Arslan, var olan eğitim sisteminin üstün yeteneklilik durumunu geri çektiğini düşünüyor. Ancak Türkiye'nin varolan koşullarında çocuklarını yönlendirecek bir yer bulamamaktan da şikâyetçi:
"Elif, derslerinde problem yaşamaya başlamıştı. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı Rehberlik Araştırma Merkezi'ne götürdüm. Burada 'Siz çocuğunuzun farkında mısınız, çocuğunuz üstün zekâlı' dediler. Ama sonrasında çok fazla yol gösterici olmuyorlar."
Anne Meryem Arslan, kızının eğitim yaşamındaki durumunu şu sözlerle anlatıyor: "Derslerde hep çok yaramaz olduğu söyleniyor. Ama öte yandan da öğretmen diyor ki 'Dersi dinlemiyor ama hiç olmadık bir yerde soru soruyorum, cevabını alıyorum. Biraz da içe kapanık bir çocuk, fazla paylaşmıyor. Keşke bu sorunlarla karşılaşmayacağımız bir eğitim imkânı, beni yönlendiren bir kaynak olsaydı. Maddi imkânınız olsa da, özel bir kurum bile yok. Türkiye'de bu şekilde harcanan bir sürü çocuk var."
'Özel yeteneklilere sahip çıkılmalı'
Elif güzel sanatlara olan eğiliminin yanında, ayrıca lisanslı bir yüzücü. Ama annesine göre yüzme hevesi de yarım kalmış: "Elif'in resme, karikatüre ve satranca yeteneği var. Ama başladıklarını sonuçlandırmıyor. Kendisine hedef de koymamış durumda. Şimdi 'Keşke güzel sanatlara hazırlansaydım' diyor. Bir yerden sonra Bilim ve Sanat Merkezleri de yeterli olmuyor. Bu çocukların özel eğitime ihtiyacı var."
Meryem Arslan'ın küçük kızı, 11 yaşındaki Eylül ise biraz daha şanslı. Eylül şu anda üstün yetenekli çocuklara farklılaştırılmış eğitim veren Beyazıt İlköğretim Okulu'nda okuyor. Eylül'ün zekâ seviyesi, okulun giriş sınavında 160 olarak belirlenmiş. Ancak Eylül'ün de lise eğitimini nasıl sürdüreceği şimdilik belirsiz.
Arslan kızlarının geleceği için endişeli: "Üstün yeteneklilere sahip çıkılması gerekirken, ben kızlarım için gelecek endişesi taşıyorum. Bazen 'Keşke zekaları normal olsaydı' bile diyorum. Kızım Elif doğru yönlendirilseydi belki çok iyi bir ressam olacaktı. Tek isteğim kızımın mutlu olması."
Arslan ailesi, üstün yetenekli olduğu defalarca tespit edildiği halde başarıyı yakalayamayan, sorun yaşayan kızları Elif ve henüz yolun başında olan Eylül için tek çare olarak yurtdışında üstün yeteneklilere özel eğitim veren kurumlara yönelmeyi görüyor.
Üstünlerin eğitimi için ne yapılıyor?
Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin, kendi sözcükleriyle '30 yıldır çocuk ödevini' yapıyor. Vakfın 2004 yılında Milli Eğitim Bakanlığı ve Marmara Üniversitesi ortaklığında, üstün zekâ ve eğitimi konusunda gerçekleştirdiği '1. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi' de bu ödevin parçalarından biri.
Kongrede alınan iki ana karar, yazı dizimiz sürerken bize ulaşan pek çok ailenin sorunlarına da çözüm olmaya aday. İlk karar, oluşturulacak bir 'Türkiye Üstün Yeteneklileri Değerlendirme Kurumu' bünyesinde 'yetenek tanılama ve izleme merkezleri' açılması. Örgün eğitim kapsamında önerilen model ise, bebeklik çağından sonra erken dönem çocuklukla beraber, çocukların okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde ayrı program çerçevesinde ama karma sınıflarda farklılaştırılmış eğitim görmesi yönünde.
Mustafa Ruhi Şirin, karma ama farklılaştırılmış eğitim modelinin dünyada da büyük ölçüde kabul gören bir yöntem olduğuna dikkat çekerek ekliyor:
"Biz çocuk ödevimizi yapıyoruz. Üstün Yetenekli Çocuklar Kongre'sinde örgün eğitim sistemine yönelik bir model çalışma gerçekleştirdik. Uzun bir süre sonra, önerdiğimiz model, Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye Başkanlığı'nda kurulan heyet tarafından kabul edildi. Ancak 'Özel yetenek eğitimi için model önerisi' maalesef 2005 yılından beri askıya alınmış durumda. Hazırladığımız taslak modelde, özel yetenekli çocukları tanılama ve rehberlik, öğretmen yetiştirme, mevzuat geliştirme, istihdam ve beyin göçünü önleme başlıkları altında komisyonlar oluşturma kararı alınmıştı. Bu detaylı çalışma maalesef durduruldu."
Milli Eğitim Bakanlığı adım atacak mı?
Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü Özel Yeteneklilerin Eğitimi Şubesi'nden aldığımız bilgilerse, kongrede alınan kararların, farklı bir adım atılarak sürdürüldüğü yönünde. Şube müdürü Yurdagül Aydoğan, 2007 içerisinde 15 Bilim ve Sanat Merkezi'nin (BİLSEM) daha açılacağı bilgisini veriyor. 'Üstün' çocuklara okul dışı vakitlerinde, yetenekleri doğrultusunda yaratıcı faaliyetler yapmasını amaçlayan BİLSEM'lerden okul öncesi çağındaki çocuklar faydalanamıyor. Aydoğan, önümüzdeki dönemlerde BİLSEM'lerde okul öncesi üstün yeteneklilerin eğitimi için çalışmaların başlayacağını açıklıyor.
Bakanlığın üstün yetenekli öğrencilerin eğitimi için plan aşamasında olan kararları arasında, madalyon okullar, cazibe merkezi olacak araştırma birimleri açarak, bu kurumlara gidecek öğrencilerin ailelerini maddi olarak desteklenmek, üstün yetenekli çocukların kendi hızlarında ilerleme fırsatı sağlayacak bir eğitim modeli belirlemek, TÜBİTAK ve çeşitli üniversitelerle işbirliği halinde, üstün yetenekli çocukların eğitimleri konusunda yaz-kış kampları, bilim danışmanlığı gibi etkinlikler düzenlemek yer alıyor.
'Bir armağanla doğduk, bunun değerini biliyoruz'
Elvin ve Efe, yetenekleri ve imkânları yönünden şanslı olan iki 'üstün' kardeş. Yaratıcılıklarını geliştirecek fırsatlar sayesinde 'sorunsuz ve mutlu' büyümüşler
Efe 1987, Elvin 1988 doğumlu. Bugün biri işletme, diğeri uluslararası ilişkiler eğitimlerinin ilk yıllarında. Pek çok çocuk gibi yetenek keşifleri 'tesadüf' eseri olarak gerçekleşmiş.
"İkimiz de çok meraklı çocuklardık. Her şeyi nedeni, nasılıyla öğrenmek isterdik. Anne-babamız da daima en detayına kadar açıklardı" diyen Elvin'i, anne Fatma Levinler de çocuklarının dört yaşındaki hallerini hatırlayarak doğruluyor: "Dört yaşındayken suda yüzen oyuncak geminin nasıl çalıştığını öğrenmek isteyince, babaları geminin detaylı bir krokisini çizerek anlattı. Meraklarını, bitmeyen sorularını hiçbir zaman es geçmedik. İlkokula başlamadan önce okumaya başlamışlardı."
Spor düşkünü 'üstün' kardeşler
Efe ve Elvin'in zekâ seviyesinin normalin üstünde olduğu, 1990'lı yıllarda bir süre eğitim verdikten sonra kapanan ve zekâ testiyle öğrenci alan Yeni Ufuklar Koleji'nde tespit edilmiş. İki kardeşin IQ'su da 150'ye yakın olarak belirlenmiş ama ikisi de şu anda bunu pek umursamıyor. Anne Fatma Levinler çocuklarının yeteneklerinin başta spor olmak üzere farklı alanlara dağıldığının farkında. Efe ve Elvin, hem ilgilerinin hem de aileleri tarafından sunulan imkânların katkısıyla hemen hemen tüm spor dallarında aktif. Efe'nin yüzme, bisiklet ve koşunun arka arkaya kısa aralıklarla gerçekleştirildiği 'triatlon' da milliliğe yükselen dereceleri var.
Elvin ise altı yaşında başladığı baleye hâlâ devam ediyor, iki sene sonra İngiltere'deki Royal Akademi'den öğretmenlik diploması almaya hazırlanıyor.
Fatma Levinler, üstün yetenekli çocukların tek bir alana yoğunlaşıp, sosyalleşmekte zorlanmalarının önüne geçebilmek için, Yeni Ufuklar Koleji'ndeki üstün zekâlı öğrencilerin ailelerince kurulan Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı'nın kurucularından. Efe ve Elvin de vakfın ilk öğrencilerinden. Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde burslu okuyan Elvin, çocukken televizyonda beliren yabancı diplomat kadının hayalini hâlâ canlı tutuyor aklında. Hedefi diplomat olmak:
"Bugün İsmail Cem'in arkasından kimse kötü bir şey söylemedi. Bizi Hep iyi temsil etti. Öyle biri olmak isterim." Efe ise 'tek idolü' olarak tanımladığı babası ve annesinin "Bizim hayatımız olarak kurdular" dediği fabrikayı geleceğe taşımak istiyor.
"Zekâ eğitilebilen ve geliştirilebilen bir şey. Sadece zeki doğmak yetmiyor. Bunun eğitimle ilerletilmesi, çocuğun hayal gücünü ilerletmesine fırsat tanımak gerekiyor" diyen Elvin ve Efe, yeteneği kendilerine sunulan bir armağan olarak görüyor: "Bu, bize sunulan bir armağan. Üstün kelimesi itici, başkasıyla kıyaslamayı doğuruyor. Hem böyle bir armağanla dünyaya geldiğimiz, hem de bunu geliştirecek olanakları bulduğumuz için şanslıyız."
'Üstünlere özel eğitim verilmeli'
İki kardeş üstün yetenekliler için daha iyi bir eğitim sisteminin yaratılabileceği konusunda hemfikir. Efe, "Yetenek sınavları yapılmalı. Her yeteneğe göre seçmeli dersler olmalı. Örneğin beden eğitimi değil, tenis, resim, heykel gibi seçmeli dersler olmalı. Çocukların neye yeteneği olduğu keşfedilmeli" diye konuşurken, Elvin "Fırsat olsaydı sadece üstünlerin okuduğu bir okulda okumak isterdim" diyor.
Kaynak: radikal.com.tr