Gönderen Konu: Necip Yesiltepe ile SANAT SOHBET / ÇOCUK IV  (Okunma sayısı 2968 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Necip Yesiltepe ile SANAT SOHBET / ÇOCUK IV
« : 23 Ocak 2008, 22:22:44 »



Bu ne bu ?


Bu da resim mi ?

Cevap : Evet.


Bu “masmavi bir resim”, üstelik değeri en az 1 Milyon Euros olan, Modern Sanat’ın en değerli kilit taşlarından Fransız sanatçı Yves Klein’ın (1928-1962) resmi.


Adı “Mavi sünger-röliyef RE19”, 200x165 cm boyutunda, Almanya Köln Ludwig Müzesinde yer alıyor.

Peki neden ne olduğunu bize açık açık söylemiyor. Belki de konuşmayı reddediyor. Bu bir tiyatro, film sahnesi, bir roman sayfası değil özel rengiyle, şekliyle, dokusuyla bir “varlık”; yaşamın, tabiatın içinde yer alıyor.
 
“Bunu çocuk bile yapar” mı ?


Şüphesiz çocuktan bir eserin benzerini yapması istediğinizde, her hangi bir şarkıyı söylemesini veya bir dansçıyı taklit etmesini istediğinizde onun yaptığının aynısını yapmaya çalışacaktır, yani yaptığını, yapana ve yapılana benzetmeye çalışacaktır. Bu eylemi spontan yani o anda, saf ve düşünmeden yapacaktır. Çocuğun veya bunu ben de yaparım diyen herhangi bir kişinin yapacağı, bir düşüncenin, bir tavrın türevi, ifadesi, sonucu değil sadece orijinalini taklit gayretidir.
Sanatçının yaptığı ise yoğun bir eğitimin, düşüncenin, plânın, programın yüzeye yansıtılmasıdır, burada esas olan neyin nasıl yapıldığı değil neden yapıldığıdır, fikrin ne olduğudur, nerede, nasıl yapıldığı, eylemin ne kadar sürdüğü önemli değildir, bir ay, bir gün de sürebilir bir saat, on dakika da, asıl olan gerisinde, öncesinde sarf edilen zihinsel efor ve süredir. Sanatçı tecrübesinden, bilgisinden, olgunluğundan, entelektüel seviyesinden hareketle sanatını icra ederken çocukluğunun saflığını, dürüstlüğünü, güçlü heyecanını da hatırlamaya çalışır. Dolayısıyla çocuğun büyükten, büyüğün çocuktan alacakları vardır ama farklıdır ve bu taklit etme olmamalıdır çünkü çocuk ta büyük de ayrı kişilik ve karakterdir.

“Peki çocuk değil ama herkes yapabilir” mi diyorsunuz ?

Cevap yine Hayır.
İspatı, çünkü herkes yapmadı, yapamadı. Tabii ki herkes boş bir tuvalin önüne
(tuval, daha doğru deyişle tual /toile Fransızca bir kelimedir, bez anlamındadır, nasıl kağıt üzerine resim yapılıyorsa, bez üzerine de yapılır, mukavva üzerine de, kontrplak üzerine, ahşap üzerine de, ama tercih tual üzerine olan resimdir nedenlerini bir başka sefer açıklarız)
geçip fırçayla bir o renkten bir bu renkten çizgiler, lekeler kondurabilir, hele bir boş yüzeyi tek bir renge boyayarak kapla dendiğinde işi daha da “kolaylaşır”.
Fakat entelektüel boyutta bir sanatçı boş bir yüzeyi bir renge boyamak istediğinde işin şekli değişir, bilir ki ortaya çıkacak sonuç onun adıyla anılacaktır, o tual sanat-resim dilini bilen konuşan insanların önüne çıkacaktır ve o düzlemde yaptığından sorumlu tutulacaktır, bu olgunluğun, cesaretin kazanılabilmesi için sanatçının uzun yıllara ihtiyacı vardır, Akademiden mezun olduğunda yapacağı resim ve göstereceği cesaret ile 30 yıl sonra yapacağı resim ve sergi açma cesareti aynı olmayacaktır.

 Kurs gördüm resim yapmayı öğrendim diyen birine manzaraya karşı otur ve resmini yap veya önüne bir vazo, bahçeden bir gül al resmini yap dediğinizde hemen başlayıp 15 dakika ile 1 saat arasında yapıp bitirebilir ve oldu diyebilir, (sergileyecek yer de bulabilir hatta satmaya kalkıp satabilir de), benzer sahneleri televizyonlardaki resim kursu gösterilerinde de görebilirsiniz, boş bir tuali tek bir renkle kapla dediğinizde ise ben Ressamım Badanacı değil diye kızıp tepki de verebilir.

Gerçek bir sanatçıya boş bir tuvali tek bir renge boya dediğinizde ise büyük bir olasılıkla sizden 6 ay, 1 yıl belki birçok yıl düşünmek için zaman isteyecektir arkasından tuvalin karşısına geçip istediği yöntemle fırçayla-fırçasız karar verdiği “rengi”, karar verdiği şekilde yüzeye aktaracaktır ve yaptığı ona mâl olacaktır. Yaptığı bir tek adeddir ve onun adıyla anılacaktır. Gerçekleştirdiği ve sunduğu entelektüel bir aşamayı işaret edecektir. Onun yaptığını kitaplardan veya resminin önüne geçerek kopyalamak veya taklit etmek demek isteneni anlamış olduğunuzu ve aynısından yaptığınızı göstermez. Takdir edilen yaratıcılıktır. Bir yerde, bir zamanda, bir tek kişi onu düşünmüş ve yapmıştır.

 

“Bana göre yine de saçma sapan bir şey” mi diyorsunuz ?

Bir eseri seyrederken size bir şey demiyorsa bu onun değersiz olduğunu göstermez sadece sizin şifresini-dilini-anlamını bilmediğinizi gösterir. Öğrenmeyi isteyip-istememek size kalmıştır, tabii ki onsuz da yaşamaya devam edebilirsiniz ama bilin ki bir toplumun geri kalmışlığının en başta gelen nedenlerinden biri de bu dili konuşamamasıdır. Resmin bir dili vardır, nasıl bilmediğiniz bir dili konuşanın dediğini anlamak için bir tercümana veya o dili öğrenmeye ihtiyacınız varsa, bir resme baktığınızda da eğer size bir şey demiyorsa, bu o eserin değersiz olduğundan, bir şey demediğinden değil büyük bir olasılıkla sizin onun konuştuğu dili bilmediğinizdendir. Çözüm basit, o dili konuşan eserlerden ve insanlardan, kitaplardan çok daha fazlasıyla karşılaşarak bu sihirli ve yüksek dili öğrenir ve yepyeni bir dil konuşmaya başlarsınız, yeni dostlar edinirsiniz.

İkinci Dünya savaşını takip eden on yıllık dönemde sanatta insanların yorgunluğu ve bedbinliği ile ortaya çıkan şüpheci Varoluşçuluk  50’lerin sonu 60’ların başında farklı bir boyuta geçti. Kennedy’nin olumlu demeçleri paralelinde mantık ve felsefenin yön verdiği siyaset ve ekonomi alanlarındaki yeni yapılanma, insanların yüzünü geçmişten geleceğe döndürmelerini, gerideki üzüntülerden ve kayıplardan uzaklaşıp, ölüleri rahat bırakıp, yaşayanlar ve yaşanacaklara, yeni kazanımlara yönelmelerini getirdi; felsefenin kardeşi sanatın bu yeni görevde İdealizm ışığı saçarak yer alması çok doğaldı.

Savaş (2. DS) sırasında Avrupa’dan Amerika’ya sadece bilim adamları değil  sanatçılar da, Yahudi sanayici-ticaret erbâbı da, sanat satıcıları da göçtü. Dünya sanat merkezi Paris’ten New York’a kaydı. Ölüm kaygısı içinde olmayanlar uzaktan tepkisel ve arayış hamleleri yapmaya başladılar. Figüratif resim soyuta kaydı, özgürlük, kurtuluş, huzur arayışı içinde Amerikalı sanatçıları takip eden Avrupalılar da yeni arayışlar, akımlar içine girdiler. Spontan (anlık-o anda) sanat yapma hareketleri, Action Painting, yani basit örneklemeyle, sanatçının sergide zemine çarşaf serdikten sonra üzerine boya atıp modellerini (erkek-kadın) boyalı zeminde çıplak halde devinime sokması benzeri dramatik çalışmalar yerini lirik-şiirsel, , sükûnet-olumlu düşünmeye yöneltici, ışık ve renk yoğun soyut çalışmalara terk etti. Sadelik, saflık, duygusallık arayışı, karmaşık, gözü ve zihni yoran kompozisyonlardan, renk cümbüşünden resimde tek rengin hâkimiyeti’ne (monokrom) geçildi. Yalın rengin güzelliği, anlamı, tablo yüzeyindeki egemen renk, tek tonlu veya ton nüanslarıyla kullanıldığında ışık, gölge (clair-obscur) ve enerjiyi alıp-vermeye başlayacak aynen yaşamın içindeki ışık ve enerjinin insan-toplum üzerinde yapacağı olumlu etkiyi, Yves Klein’in deyişi ile “maddenin duyarlığı artırışını”  öne çıkaracaktı. Bu renk, Yves Klein’ın yaptığı gibi Mavi, Pembe, Altın sarısı da, hatta renk olarak kabul edilmeyen siyah, beyaz da olabilecektir. Bu akımın merkezi Almanya’nın Düsseldorf şehrinde filizlenen “Sıfır Grubu” üyeleri olan Piene, Mack, Uecker olacak, Fransız Klein’in ve İtalyan Fontana’nın desteğini alacaklardır.

 

Resmimize dönersek, şimdi biliyoruz ki resmimizin renginin de, tonunu da, üzerindeki izlerin, şekillerin, nesnelerin de amaca hizmeti var ve bu kompozisyon sanatçının beyninde uzun süreli bir düşüncenin eyleme dönüşümü.
Kimine göre gördüğümüz yarım kalmış, üzerinde daha çalışılacak bir yapıt, bir görüntü kompozisyonunun, bir umudun, bir projenin başlangıcı,  kimine göre ise “bitmiş”, üstündekileri içine çekmiş, her şey kaybolmuş, bu bir çöl, bu bir “son”.
Resim parlak değil sanki ışığı içmiş, elimizi sürdüğümüzde sanki yumuşak ve rahatlatıcı bir boyuta atlayacağız. Gök olabilir, deniz dibi olabilir ama ne gökle özdeşleştirdiğimiz güneş, bulut, kuş, rüzgâr ne de denizle özdeşleştirdiğimiz köpük, dalga, kayık, martı, balık var. Sanatçı ne göğü ne denizi boyamış sadece onlarla özdeşleşebilecek ögelerden biri olan rengi almış.


“Klein renk cimrisi miymiş, başka renkleri neden resminde kullanmamış” ?

Doğru,

her ne kadar kırmızı, pembe, yeşil, altın sarısı gibi renkleri kullanmış olsa da maviye karşı bir tutkusu var, ona göre mavi en önemli ve göğü, denizi, sınırsız evreni betimlemek için ideal bir renk. Sonsuzlukla, kaçmakla, yolculukla çok ilgili. Sanatçının doğum yeri Nice, deniz kıyısı dolayısıyla Akdeniz’in o özel mavi tonunu sevmesi kadar doğal bir dürtü olamaz.
Bir tuvalde ne kadar çok renk olursa o kadar da karmaşa olacaktır, aralarında kavga edeceklerdir, rekabete gireceklerdir, her biri izleyenin en çok kendisine bakmasını, kendisini beğenmesini isteyecektir, nasıl herkes bir ağızdan konuştuğunda anlamak güçleşir, bencillik ve önce ben kavgası olan bir yüzey de izleyiciyi yoracaktır. Klein,  figürlü, figürsüz, kavramsal, enstalasyon yüzlerce yapıttan sonra sonuçta Monokrom denen tek renk ile çalışmayı tercih edecektir. Kırmızı monokrom güneşin yakıcılığını, ateşini, yeşil monokrom ağacı, ormanı, çiçeği, çimeni çağrıştıracaktır ama mavi boşluğun, elle tutulamayanın rengi, yakalanamayan rüyanın rengidir. Orijinalinin önüne geçtiğinizde ve sabit baktığınızda bir süre sonra o mavi, sessiz, derin, dinlendirici kosmosun, “aura’nın” içine dalacaksınız ve bir an veya süre çevrenizden soyutlanacaksınız. Klein aradığını bulduğunu düşündüğünden mavili resimlerinin düzünü, röliyeflisini, dokulusunu, kum halinde olanını, her formunu yapmış. Bu mavi ki kimimizin ne var bunda bu bildiğimiz çocukluğumuzun çiviti dediği mavi Dünya’da  International Klein Blue IKB olarak adlandırılmaktadır. Paris Montparnasse’da sanatçılara malzeme veren bir aktar, Edourd Adam, Klein için özel olarak denizaşırı mavisi tozunu sentetik bir reçine yardımıyla ve rengin tonunu kaybettirmeden sabitlemiştir. IKB adıyla markalanan bu ürün sanatçının tablolarının etiketlerinde yer alır ve bir referans oluşturur.


Resim yapmakla Ressam olmak-Sanatçı olmak aynı anlama gelmez. Bir veya yüz resim yapmış olmakla da Ressam-Sanatçı olunmaz, Sanatçı olmak bir varoluş şeklidir, farklı şeyleri diğerlerinden önce algılamış ve simge-mesaj haline getirebilmiş olmaktır, bu sebeble Atatürk “Efendiler hayatta her şey olabilirsiniz ama Sanatçı olamayabilirsiniz” demiştir, sözünün anlamı bu denli derindir.
çok çalışmak zamanı