Gönderen Konu: Aslında Sanat:  (Okunma sayısı 4211 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.589
  • Karizma Puanı: 1882
    • GorselSanatlar.NET
Aslında Sanat:
« : 14 Eylül 2009, 21:23:59 »

Aslında Sanat:

 

 

Sanatçının konumu alçak gönüllülüktür. O gerçekte/sadece bir kanaldır.

                                                          Piet Mondrian

Resim yapmak günlük tutmanın başka bir yoludur.

                                                         Pablo Picasso

Dünyanın gerçek gizemi görünendedir, görünmeyende değil.

                                                         Oscar Wilde

Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun büyüdüğünde bir zamanlardan geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır. 

                                                          Pablo Picasso

 

 

   Hepimiz bu dünyaya sanatçı olarak doğarız. Çocukluk yıllarımızda içten geleni rahatça dışarıya döker, içgüdülerimizle oynarız. Yaratıcı akıl sevdiğimiz nesnelerle oynayarak oluşur. Çocukluğumuz oyun dünyası elimize aldığımız her nesnenin hayalimizde yarattığımız sahnede yer alan oyunculara dönüşüverirler. Elimize geçirdiğimiz her nesne hayal dünyamızın sembolü olarak biçimlenir. Bu bir dal parçası olabilir, kuma resim yapmak için kullanılabilir. Kaygısızca çizeriz yere, o sırada yarattığımız dünyanın kalıcılığı bizi hiç ilgilendirmez. Elimize geçirdiğimiz her kalemle, boyayla dilediğimiz yeri boyar oraya hayalimizi çizeriz. Bazen bu bir dolap kapağı, evimizin yeni boyanmış duvarları olabilir.  Görenlerin ne söyleyeceği bizi hiç ilgilendirmez. Sadece yaparken neşeli bir heyecan duyarız. Çocuk resimlerinin tarihçesini araştırmayız. Çocuk resimlerinin ekolleriyle ilgilenmeyiz, çevremizdekiler de ilgilenmezler. Hangi çocuğun dolap kapağına boyadığı resim müzayedelerde açık artırmaya konur?  Eve taşınan irili ufaklı taşlar, dal parçaları, kurumuş yapraklar ortalığı kirletiyor diye genellikle atılır. Büyümek ve ciddi işler yapmak zorundayızdır. O nedenle çevremizdeki nesnelerle içgüdülerimizden gelen yaratıcılıkla oynamaktan vaz geçmek zorunda kalırız. Oysa önümüzde her anı tasarlamamız gereken bir yaşam vardır. İçten geleni zihne taşımaya başlarız. Zaman basıncı altında bir yerlere doğru koşar- dururuz.

   Aslında sanat içimizden gelen güdüsel bir yaratı dürtüsüdür. Çevremizdeki nesneleri zihnimize gelenlerle bütünleştirmek ve orada hemen oluşturmaktır. Sanat satın alınır bir nesne haline dönüştüğünde sanatçı meslek gruplarının dışında kalan bir mesleğin işçisi oldu. Rekabet ortamından kaynaklanan şöhret olma zorunluluğu sanatçıyı toplumdan uzak bir kimlik oluşturmaya yönlendirdi. Sanatçının yapıtlarına fiyat biçilebilmesi için sanatçıyı sunan/tanıtan organlar gelişti. Bu organlar öncelikle sanatçı toplumdan uzak ve özgür kimliği yüklense de sanatçı bu organlara bağımlı kalmak zorunluluğunda yaşar. Egosu yükseltilen sanatçı şöhretinin doruklarında kalmak için çabalar. Öldüğünde sanatçının ardında bıraktıklarından kar eden piyasalar daha çok kazanç sağlar. Yapıtların kalıcılığının ilk başlardaki nedenlerinden biri başka nesillere kültür aktarmak iken daha sonra piyasa yükseltmeye dönüşür. Çağdaş sanatlar her nesneyi kullanarak sanatın elit olmadığını kanıtlama yoluna girdi. Bir kavram üzerine oturtulan sanat, bir bakış açısını sözselleştirdikten sonra onu düşünceyi biçimlendirdi. Sanatçı bu noktada iyi niyetlerini korumaya çalışsa da örnekler yatırımcıların sözlerini somutlaştırmak amacıyla oluştu. Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’ nün geliştirdiği “kültürel sermaye” kuramı çağdaş sanatın bir parçası olduğu beğeni ve değer sistemini, siyasi, ekonomik ve sosyal biçimlenmenin genel yapısı içinde anlamak bakımından yararlıdır. Bourdieu sanatla esasen bir hegemonik ideoloji biçimi olarak ilgilenir. Sanatın kuşaktan kuşağa iletilmesi, hâkim sınıfın hâkim konumunun korunmasına ve yeniden üretilmesine hizmet eder. Onun geliştirdiği etkili bir kavram olan kültürel sermaye böylece bir tahakküm aracı olarak işlev görür. Yapıtlar ne kadar çılgınca ve uç noktalarda geliştirilirse sanatçı da o kadar çok destek alacaktır. Bu noktada sanat ve sanatçı kendisi olmanın dışına çıkar ve uç noktanın en ucu nasıl olabilir sorusuna takılıp kalır. Bu noktada da dünyada her yaşayan canlı gibi insanı da en çok etkileyen unsurları kullanmaya başladılar. Bunlardan en önemlisi “ şiddet”, sonra “tiksinme” gelir. İnsan bedeni veya insana yakınlaşmış olan hayvanlarla ilgili “şiddet” ve “tiksinme” unsurları etkileyici olması nedeniyle daha çok sapkın seks, parçalanmış insan ve insana yakınlaşmış hayvan bedenleri, cinselliğin sapkın ve tiksindirici olduğu duygusunu yaratan betimlemeler bunların arasındadır. Sanatçı dünyadaki plastik şiddetin alevini körükleyen medyanın uzantısı olarak oyundaki rolünü oynar. Aslında sanatçı kendi içinden geleni körükleyene yönlendirerek ayakta belki de hayatta kalmaya çalışır. Bunun dışında diğer uçta yaşayan, gerçekten içten geleni sunabilen sanatçılar vardır. Medyada diğerleri kadar başrol alamamaktadırlar.

     İnsanın içindeki yaratma dürtüsü aslında daima güzel olanı arar. Güzellik koşullanmanın veya bazı kökten gelen dürtülerin zayıflığını tatmin etmek için güdümlense de insan gönlünden gelenle bağlantı kurduğunda gerçek güzeli ortaya dökebilir. Başkalarına nasıl görünüyorum veya nasıl görünmeliyim duygusunun temel içgüdüsü aşkı arayışından gelir. Çocukluğumuz şimdilerde ciddiyetimizi korumamızı gerektiren bir anı değil, yaşadığımız deneyimlerken öğrendiğimiz, hayatımıza gelenleri en kolay kabullendiğimiz yanımızdır. Neşe oradadır. Neşe ve sevinç bizi sağlıklı ve sağlam tutandır.

    Aslında sanat, bize zor anımızda ışık tutan yaratıcılığımızdır. Günün her anında değişen ışığın bize sunduğu renklerin bu renkleri yansıtan nesnelerin etkisini algılayabilmektir.  Gece gökyüzüne baktığımızda yıldızların bizden başka yaşamlar olduğunun habercisi, altımıza döşek olan bitkilerin üzerine uzandığımızda bizi taşıyacak kadar güçlü olduklarını fark ettirendir. Bir ağacın bilgeliği önünde eğilmek, sudan gelen varlığımızı keşfetmek, denizden gelen olduğumuzu bilerek suyu içimizde beslemektir. Ateşin değerini bilmek onun gücüyle alevlenmektir. Toprağa bağlı, topraktan kendimizi ayırmadan gökyüzüne kadar ulaşmaktır. Bu dünyadaki her anımıza teşekkür ederek nefesimizin sesini duymak ve yaşadıklarımızı kabullenmektir. Bu dünyayı paylaştığımız diğerleriyle burada olduğumuzun bilincinde olmak evrendeki yerimizi bilmektir. İçimizde gelişen ve dışarıya çıkmak isteyen dürtüyü sevdiğimiz en yakın materyalle biçimlendirip keşfettiğimiz sembolü başkalarıyla paylaşmaktır.

       Aslında sanat içinizden geleni nasıl gözüktüğümüzü umursamadan ortaya çıkarttığımızdır. Gözüken bizim keşfettiğimiz yol göstericiyse sanat olur.

 

         Somnur Kurt


Kaynak: http://kavramsalsanat.blogcu.com
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

Çevrimdışı seldadıgüzel

  • selda
  • Üye
  • *
  • İleti: 84
  • Karizma Puanı: 49
Ynt: Aslında Sanat:
« Yanıtla #1 : 14 Eylül 2009, 21:28:16 »
hassasiyetin dışavurumudur...
kendine yapılmasını istemediğin bişeyi başkasına yapma!

Çevrimdışı ∙»30ĄĞUSŢOЅ«∙

  • Tecrübeli
  • ***
  • İleti: 399
  • Karizma Puanı: 177
  • ATAM İZİNDEYİZ
Ynt: Aslında Sanat:
« Yanıtla #2 : 14 Eylül 2009, 21:40:38 »
Gerçekten içten geleni sunabilen sanatçılarla aynı yerde buluşmak ne güzel.adminim güzel paylaşım +1
Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.ATATÜRK 

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: Aslında Sanat:
« Yanıtla #3 : 05 Haziran 2010, 12:20:25 »
 Aslında sanat içinizden geleni nasıl gözüktüğümüzü umursamadan ortaya çıkarttığımızdır. Gözüken bizim keşfettiğimiz yol göstericiyse sanat olur.

güzel bir yazı. katılıyorum.. paylaşım için çok teşekkürler