Bir çok alanda olduğu gibi, ülkemizde sanat alanında da önemli bir eksiklik kendini göstermektedir. Her ne kadar Üniversitelerimizin Güzel Sanatlar alanında açtığı fakülteler veya bölümler artış gösterse de, Orta öğretimde Güzel Sanatlar eğitimi veren Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinin sayısı bu gün 55’i bulsa da bu alandaki “fakirlik” devam ediyor.
Güzel Sanatlar Eğitimi veren kurumların sayısının artışı ile nüfusumuzun artışını karşılaştırdığımızda, bu sayının yeterli olmadığı her halükarda ortaya çıkıyor. Bunda en önemli nedenlerin başında toplum olarak sanata ve kültüre karşı yeterince önem vermediğimiz gelmektedir. Bir çok ailede çocuğunun okul hayatı biter bitmez, verilen emeklerin anında paraya çevrilmesi düşüncesi ağır basmaktadır.
Ailelerin bu türden düşüncelerine zemin hazırlayan anlayışın en başında, ilköğretim çağında idarecilerimizin ve öğretmenlerimizin sanata soğuk bakması veya önemsememesinin geldiği bilinen bir gerçek. Ne var ki, Osmanlıdan, cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında okullardaki çok ciddi anlamda sanat eğitiminin giderek yok olduğu, göstermelik derslerin bile bunda tamamen yetersiz kaldığı ortadadır. Halbuki, çağımızın ileriyi gören en büyük liderlerinden birisi olan Atatürk’ün sanata verdiği değer ve her fırsatta söylediği sözler bize aslında kılavuzluk etmelidir. Atatürk “Cumhuriyetin temeli kültürdür” derken, içinde güzel sanatların olmadığı bir kültürü kastetmiş olması mümkün müdür?.. Elbette değildir, “Güzel Sanatlarda başarı, tüm alanlardaki başarının işaretidir” diyen Atatürk, tarihten günümüze Uygarlığın ve medeniyetin en önemli göstergesinin sanat olduğunu açıkça ifade ediyor.
SANAT VE KİŞİLİK GELİŞİMİ
Okullarımızda Resim, Müzik ve Beden Eğitimi dersleri, çocuğun kişiliğini en güzel şekilde, özgürce ortaya koyduğu, ya da koyması gereken dersler ve etkinliklerdir. Bunlara Edebiyat dersini de eklemeyi unutmamak lazım. Güzel Sanatlar alanında eğitim verilen derslerle, çocuk kendini ve kişiliğini ortaya koymakla kalmıyor, çevresine karşı duyarlılığını da geliştiriyor.
Resimde ve diğer Güzel Sanatlar Eğitiminde bireyler ilişkilendirme, uyum, denge gibi unsurları kavrarken, estetik kaygılarını da geliştiriyor. Estetik kaygıları gelişen bir insan, en basitinden giydiği kıyafetler arasındaki uyumu dengeyi kavrar, uygular. Resim yaparken kağıt üzerinde renklerin düzenini, yürüdüğü sokaktaki kaldırım taşlarının döşenmesindeki düzeni, sokakların ve caddelerin estetiğini sorgulamaya başlıyor. Estetik kaygı ve sorgulama, bir başka deyişle “güzellik” anlamında da yapılaşmayı beraberinde getiriyor.
Resim yaparken kağıt üzerinde renkleri, çizgileri düzenleyen, bunlar arasında bağlantılar kuran çocuk, haliyle hayata bakışında da aynı düzenlemeyi ve sorgulamayı yapacaktır. Resim, müzik ve edebiyat gibi dersler, insanın beyin gücünü geliştiren, duygularını ifade ve kişilik gelişiminde en önemli etkenlerdir.
Sanat eğitimi alan insanların felsefeden uzak durması, bilimi görmezden gelmesi, toplumdaki olumsuzluklara karşı duyarsız olması beklenemez. Zaman içinde uyum, düzen ve ilişkilendirme bu nedenle sosyal hayattaki uyumsuzlukları gören sanatçı, bu endişelerini ve görüşlerini eserleriyle de anlatmaya başlar.
Amerikalıların zencilere kasıtlı olarak resim dersi vermediği ve özelikle kısıtladığı söylenir. Neden olarak da; estetik kaygıları oluşan bir milletin, giderek kendilerine karşı yapılan olumsuz tutumları farkedebilmesi, yönetimleri ve düzenin çarpıklıklarını fark edebilmesi gibi endişelerle bu ikinci sınıf olarak görülen ırkın, toplumsal bilince sahip olmalarını sınırladıkları gösterilir.
Bir milleti etkisiz hale getirmek isteyen güçlü rakipler; o toplumun kültür ve sanat hayatını en basit düzeye indirip yok etme çabalarıyla başlarlar işe. Fakültede hocamız bize bu konuyla ilgili örnek verirken, az gelişmiş toplumlarla, gelişmiş, dünyada Medeni olarak anılan toplumların kültür hayatını araştırın demişti. Araştırmalardan ortaya çıkan sonuçlar ilginçti; insanlığın tarihinden günümüze kadar isimleri gelebilen uygarlıkların en önemli göstergesi kütlüleri ve sanata verdiği değer karşımızda delil olarak duruyordu. Büyük bir kültür zenginliğinin mirasçısı olan Anadolu’dan çıkan arkeolojik kazı sonuçları müzelerimizde sergilenmektedir. Onları incelediğimizde bunu çok net olarak görmemiz mümkündür. Ancak geri kalmış devletlerin ve ulusların sanat hayatında estetik değerlerin yok olduğu, yerini düzensiz, özensiz, kalıcı olmayan neredeyse ucube denilecek bir yapılaşmanın olduğu bu gün iletişim araçları sayesinde herkesin gözü önünde kendini gösteriyor.
DUYGULARIN HAZ İLE BESLENMESİ
Gelişmiş ülkelerde insanların değeri, sahip oldukları sanat eserleriyle ölçülür… Zaten sanat insanı insan yapan en önemli unsurlar arasında yer alır. Hiçbir söz; görsel algıya dayalı eserlerin verdiğini vermeye yeterli gelmez. Sanat insanın duygularını haz ile besler.
Ancak, kültürümüzün gelişmesi için günümüzün en etkili araçlarından olan basın yayın organlarının bu konudaki tahribatı da maalesef küçümsenemeyecek ölçüde büyüktür. Her akşam evlerimizde milyonlarca kişinin izlediği TV programlarında Kültür_Sanat yerine, Sanat adı altında, uç-aykırı sayılacak kişilerin çarpık ilişkileri, özel hayatlarını anlatan dedikodu programları adeta beyinlere zorla enjekte edilmektedir. Bu, insanlarımıza yapılan benim fikrime göre bir kıyımdır. Bu kıyım karşısında nasıl bir önlem alınması gerektiği kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin de içinde yer alacağı planlı çalışmalarla çözüme kavuşacaktır.
Çin atasözlerinde söylenen “Küçük nesnelerin gölgesi, büyük görünüyorsa, güneşin batacağının işaretidir” sözü; sanatla uzaktan ilgisi olmayan eğlence dünyasının balon şöhretlerinden gerçek sanatçıların kendini gösterememesine, gerçek sanatın yerini, yoz kültüre bırakacağını işaret ediyor.
Türkiye’nin Anadolu toprakları üzerinde 43 medeniyetin mirası üzerine kurulmuş, tüm dünyanın gözünü üzerimizden ayırmadığı zengin bir ülke olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ne var ki; halkımızı aydınlatmada önemli bir misyon üstlenen Kültür Bakanlığımızın bütçesi, Batıda 3-4 eserin satışından elde edilen gelire neredeyse denk gelmektedir. Türkiye de kaç tane resim-heykel müzesi vardır diye aklımıza bir soru geldiğinde, cevap olarak İstanbul da biri devlete ait olmak üzere toplam 2 müzemiz var. İkinci müzemiz de daha yakın zamanda açılan İstanbul Modern Sanatlar Müzesi’dir. Ankara da, Türkiye ‘nin başkentinde aktif olmayan bir müze var. Bunların dışında sanat eserlerimizin korunacağı, sergileneceği, gelecek kuşaklara aktarılacağı bir müzemizin olmaması üzücü. Batı ile kıyaslandığında ise durum daha da hem üzücü hem düşündürücü hal alıyor. Mesela, sadece Frankfurt’ta 80 müze ve bunların dışında 6 tane çağdaş sanatlar müzesi vardır.
Bir çok aydın “bir toplum eğitimsiz ise cahildir, ancak kültüründen ve sanatından uzak ise barbardır” fikrini savunurken, eşsiz bir kültür birikimine sahip olan Türk halkının, son 20-30 yılda hızla sanattan uzaklaşması kaygı vermekle beraber, yeni gelişmeler, gençlerimizin kişisel çabalarını da yeşeren bir umut olarak görmekteyiz. Selçuklu Sanatına bu gün bile tüm dünya sanat çevreleri gıpta ile bakarken, Osmanlıdan günümüz Türkiye ‘sine uzanan zenginliklerimizin farkına varma zamanı çoktan geldi ve geçiyor bile. Yine başa dönersek; ülkemizdeki Sanat Eğitiminin istenilen düzeye ulaşabilmesi için başta biz eğitimciler olmak üzere her kesime görev düşüyor. Ailelerin “Sanat karın doyurmuyor” fikrinden sıyrılması, birbirinden yetenekli çocuklarımızın yetenek, ilgi ve istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi gerekiyor.
Eğitim fakültelerinin resim öğretmenlikleri yanında, güzel sanatlar fakültelerimizin iç mimarlık, grafik, endüstriyel tasarım, tekstil tasarım, moda tasarımı, resim, heykel, çini ve cam işleri, geleneksel el sanatlarında: tezhip, halı ve kilim, çizgi film-animasyon gibi alanlarda meslek edinmelerinin dışında toplumsal bilinçlenmeye doğru gittiğini unutmamak lazım. Hayatın sadece belli alanlarında insanlar meslek edinecek diye bir kural veya uygulama olamaz. Güzel Sanatların dallarında da insanlar geçimini sağlıyorlar, üstelik standartların üstünde gelir de elde edebiliyorlar.
Sanatın; karşılıksız algıya alıştırarak birlik beraberliği de aynı duygu ve düşünceyi paylaşan toplumlar yaratma amacına yönelik hizmet yaptığı unutulmamalıdır. Sanat; karşılıksız algıya alıştırarak insanı bencillik çemberinden kurtarır ve ona yaşama sevinci verir
Demek ki sanat sadece meslek olarak karın doyurmakla kalmıyor, insanların duygularını HAZ ile besliyor, ruhumuzu doyuruyor. Ruhun doyması sağlıklı bir toplumun oluşması için en başta gelen etkenlerden birisi değil mi?