SANAT FELSEFE VE ESTETİKTE İKİ KAVRAM :
GÜZEL VE YARATICILIK
Sanatın ve felsefenin günümüzde birbirlerine daha da yakınlaştıklarını söyleyebiliriz.Post-Modern Sanat ve Post Modern önermeler izleğinde , daha önce hiçbir dönemde yaşanmamış bir olgunun yaşandığını ileri sürebiliriz. Kitle iletişim araçları ve sanat ilişkisinin geldiği yer de bu ilginin içinde değerlendirilirse , sanatın eleştiriyle, haberle, bilimsel çözümlemelerle , felsefeyle içli dışlı olduğu izlenebilir. Dahası sanat, sözün yanında ve onunla birlikte var olmak zorundadır.Kavramların anlamları hızla değişiyor. Yeni kavramlar katılıyor bilgi dağarcığımıza. Konumuza bu pencereden yaklaşırsak , bizim için iki kavram bu alanlar arasındaki ilgiyi ve ilişkiyi irdelemekte anahtar olacaktır : Güzel ve Yaratıcılık.
İnsanın doğayla ve kendisiyle ilişkisinde geldiği noktada ,yaratıcı etkinliklerin , etkinlik alanlarının ilişkileri ve konumları değerlendirmeyi güncelleştiriyor.
Felsefe, ilk filozoflardan beri sorular üreterek, insanın kendisini ve çevresini tanımasında yeni açılımlar oluşturur.İlk çizginin çizilmesinden beri sanatçı da aynı çabayı gösteriyor.Bu çabaların aynı insan tözünden kaynaklandığını söyleyebiliriz.Bu töz, Yaratma İçtepisidir.İçtepi kavramı, bastırılamaz bir yönelişi anlatır.İçgüdüden farklı olarak,insana ait bir niteliktir içtepi.İnsanın yaratıcı etkinliğinde iki değişik alanı temsil eder felsefe ve sanat.İkisi arasında , malzeme ve yöntem açısından farklılıklar vardır.Dış ve içle kurulan ilişkide iki farklı yöntem.Felsefe sözle, sorular sorarak kurar bu ilişkiyi. Yanıtlar için kavramlar üretir. Kavramlarla düşündürür insanları.Her yaratım, evrenin ve insanın anlaşılmasında yeni olanaklar sunar. Sanat ve felsefe ilişkisinde , sanat, felsefenin ilgi alanında yer alır.Platon’un mimesis kuramı’ndan beri felsefe sanatla ilgileniyor.
Platon felsefesinde sanat taklittir. Asıl güzel ideadadır.Doğa ikinci dereceden güzeldir.Bu nedenle sanatta güzelden söz etmek anlamsızdır.Bu başlangıçtan sonra sanat felsefenin konusu olmayı sürdürür. Güzel kavramı hem sanatın hem de felsefenin konusu olur.
Aristotales de Platon’a benzer bir takınmakla birlikte doğada çirkin bulduğumuz şeylerin resimdeki imgelerini güzel bulabiliriz(hoşlanabiliriz) * Poetika’da vurgulanan doğa ve sanattaki güzelin ayrılmasına ilişkin bu öneri daha sonra Kant’ta ve Hegel’de belirginleşse de, üzerinde çok durulmamış, sanatın nesnesi doğayla sınırlı sayılmıştır. Haz veren, bilinen imgelerin sanatta karşımıza çıkmasıyla hoşlanma duygusunun yaşandığından söz edilmiştir.
Kant’ın doğa ve sanattaki güzeli birbirinden ayırma girişimine dek sanattaki güzel doğaya sıkıca bağlı kalır. Sanattaki güzel , hoş iyi, yararlı gibi kavramlardan ayrı olarak , içinde çıkar olmayan algılarımızın konusu olan şeydir Kant’a göre. Hegel güzeli öznede görür. Doğadaki güzel , bizim ölçü koyabileceğimiz nitelikler taşımaz. Oysa sanattaki güzel, sınırları belirlenebilen, ölçüleri belirlenebilen bize ait bir şeydir. Doğa ancak sanattaki güzelle anlam kazanır.Bu nedenle sanattaki güzel doğadaki güzelden üstündür.Bu nedenle sanattaki güzelin ölçüsü doğa değildir. İzlenimcilerle birlikte doğanın ifadesinde ölçüler, doğanın kendisi olmaktan bağımsızlaşırlar.
Pytahagoras’tan nitelikleri sayılara yükleme eğilimi , sanatta güzeli açıklamanın da anahtarı sayılmıştır bir bakıma.** Bu nedenle sanattaki güzel çok uzun süre, kaynağı nerede olursa olsun, yetkin bir sistemleşmede, sayısal dizgeler de aranmıştır. Bu nedenle sanat yapıtında güzel, biçimler arasındaki dizgede izlenmelidir. Öyleyse güzel, biçimsel öğelerle ifade edilen, biçimlere sinen bir nitelik olmalıdır. Bu güzellik doğadaki güzellikten oldukça farklı, kavramsal nitelikte ve ifadede dışlaşan, izleyicide haz duygusu uyandıran bir görünümdür.
Bütün bunlar doğruysa, güzel kavramı , üzerinde anlaştığımız bir anlam taşıyorsa, 20.yy.’da yaratılan yapıtları güzel olarak tanımlamak olası mı? Güzel kavramı belirttiğimiz anlamını günümüzde de koruyor mu? Buna evet demek oldukça zor.
Rönesans’la doğaya yönelen insan, Fransız İhtilali ile sarsılır. Romantizm sanatta yeni bir öneri olarak çıkar karşımıza. Güzel doğada değil duygudadır. Duygunun önem kazanması öznelliğin önem kazanmasıdır.
Kant Hegel estetiği ile Romantizm arasındaki tarihsel ilişki , toplumsal değişimdeki kültürün yerini belirleyen örneklerden biridir. Toplumsal değişimler, yargıları da değiştiriyor. İnsan değişime açıktır , yeni kuşaklar miras aldıkları değerlere karşı ve onların içinde kendi değer yargılarını üretirler.
Romantizmle başlayan modernist hareket, aynı zamanda bireyin özgürleşme sürecinde bir dönüm noktasıdır. Bireysel özgürleşme, gittikçe hızlanan teknolojik gelişme ve endüstriyel üretimle birlikte , insanın doğayla girdiği kavgada giderek kendisine ve doğaya yabancılaşmasının da başlangıcı olur. Yükselen yeni toplumsal değerler karşısında sanatçı , kendisini sıkıştırılmış ve yalnızlaştırılmış bulur. İnsan modernizmle doğayı kesin bir yenilgiye uğratır. Bu kendi varlık gerekçesini de sarsar. Sanatçının ısrarla sahiplendiği öznelliğe karşın, seri üretimle kimliksizlik yaygınlaşır. Meta olmaya zorlanan sanat, bütün ilkeleriyle sarsıntı geçirerek yeni yollar arayışına girer.
Sanat bu yıkımdan kurtulmanın yolunu daha önce gizlice Goya’ da Blacke’ de ve Manet’ de denemiştir. Van Gogh’ da Gougin’ de Cezanne’ da da bu başkaldırıyı görürüz. Belki Cezanne bir dönüm noktasıdır burada. Kübistler dış dünya ilgilerini değiştirirler.
Yirminci Yüzyıl sanatın kavramsal bir nitelik kazanmasına tanık olur. Gerçekte daha önceki dönemlerde de sanat bize yeni ilgiler sunmuştu. Yeni sanat Duchamp ve pisuarla dönüşümü belirginleştirir. Bu çıkış, okunamaz göstergelerin oluşumu nedeniyle sözün önem kazanmasına neden olur. Her yeni oluşumda bildiriler yayınlanır. Bunu yayın teknolojisinin gelişimi de destekler. Felsefe ve Eleştiri sanatın ne olduğu, neyi anlattığı konularında yoğunlaşır. Kavramsal sanat kendisini açıklayacak çabalara gereksinim duyar. Burada ilginç olan sanatın felsefi bir tavır alması değil, felsefenin de kendisini sanatla ifade etmeye çalışmasıdır. Bu noktada sanatla felsefe birbirlerine yakınlaşırlar. Günümüzde doğa ve kendisiyle barışacak insanın değerlerini yeniden oluşturma girişimidir bunu hazırlayan. Dış dünya imgelerini kullanan sanat da gerçekte felsefe gibi soyutlayıcı düşünmenin ürünüdür. Yeni sanatı güzelle açıklamak belki zordur ama, sanatın kavramsal niteliğini ile yeni bir güzelliğin yaratıldığını ileri sürebiliriz.
Platon Şölen’ de “ Bütün insanlarda tene ve cana göre üretme vardır. Bir yaşa geldik mi tabiatımız doğurmak ister. Bu doğurma, çirkinlik içinde olmaz, güzellik içinde olur. Erkekle kadının birleşmesi bir doğurma işidir ve bu da bir tanrı işidir, çünkü üretme, çoğaltma ölümlü bir varlığın ölümsüzlüğünü sağlamaktır. Böyle bir iş, bozuk düzen içinde olamaz; çirkin, tanrı düzenine uymaz, güzelse uyar. Demek ki güzellik, her doğuranın beşiği, kundağı, Moira’ sı Eileithua’ sıdır. İşte onun için yaratma gücüyle yüklü bir varlık, güzele yanaştı mı ferahlar, genişler, sevinçten taşar, doğurur ve çoğalır. Çirkine de rastladı mı, tersine kasvet basar içine, tıkanır, duraklar, büzülür, doğuracak yerde, içinde kalan yükü taşıma derdine düşer. İşte öz ve bereketle şişkin bir varlığın, içindeki doğum sancısından kurtulmak için güzel olan her şeye var gücüyle atılması bundandır. Demek, Sokrates, sevgi senin sandığın gibi güzelin sevgisi değilmiş.” demektedir.
Öyleyse güzel olan yaratmaktır. Güzel olan yaratıcı etkinliktir.
Yaratıcılığı eldeki güzel olarak benimsersek, kurallaşmış güzelin günümüzün koşullarıyla uyum göstermesi söz konusu olamaz. Yeni güzel nesneden kurtularak, davranışa dönüşen bir nitelik taşımaya başlar. Bu davranışlar gelişmenin hızına ayak uyduracak özsel değişimi de göstermek ve yeni biçimler kazanmak zorundadır. Picabia’ nın değişiyle “ temiz kalmak düşüncelerin sıkça değişmesine bağlıdır.” Kitaplardan gelen felsefeyle hayatın içinden gelen sanat bütünleşmek zorundadır yeni oluşumda. Felsefe sanatla dile gelmelidir. Sanat kavramlarla gelişmeli, kavramlar üretmelidir. Ancak bu hızlı değişim içinde, her sanatsal yaratım özü kavranmadan biçimsel düzeyde yinelenmek tehlikesiyle de karşı karşıyadır. “ Kadının yanağını bir güle benzeten ilk kişi bir şairdir. Bunu tekrarlayan ilk kişi ise büyük bir olasılıkla aptalın tekiydi. ” diyor Salvador Dali (İntroduction, Cabanne, s.13) Yeni sanatta sunulanların bu hızlı değişiminin, estetik kavrayışı da değiştirdiğini söyleyebiliriz. Duchamp’ ın deyişiyle “ Resim görsel olmamalı, retinaya yönelmemeli, beynin gri hücrelerinin ve entelektüel ilginin de dikkatini çekmelidir.”
Bu yapısıyla sanat, dengeleri altüst olmuş bir dünyada, teknolojinin içimize sindirilmesi, doğayla yani ben’le (içle) dengeler kurmanın araçlarından biridir. Bu etkinlikte sanatçı “ Neden yaratıyorum?” sorusunu kendisine sıkça sormalı. Eğer gerçekten yaratıyorsa. Bilinen biçimleri sıradan bir beğeni içinde tekrarlamıyorsa.
Burada felsefe bir yöntem sanat bir biçem (üslup) olarak anlaşılmalıdır. Sanattaki yeni güzel yaratıcı etkinliğin kendisidir.
alıntıdır.Bedri KARAYAĞMURLAR