Gönderen Konu: GÖRMEK,BELLEK VE CONTEXT  (Okunma sayısı 3282 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı **aslı**

  • KENDİSİ
  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 4.373
  • Karizma Puanı: 1342
  • ...SENLE BEN, BATI-DOĞU; AMA DÜNYA YUVARLAK...
GÖRMEK,BELLEK VE CONTEXT
« : 02 Eylül 2007, 11:03:05 »

Görmek, Bellek ve Context (1)
"Görmek kelimelerden önce gelir. Çocuk konuşamadan önce bakar ve tanır.

.......................

Ancak görmenin kelimelerden önce geldiği bir başka durum daha vardır. Bizi çevreleyen dünyadaki konumumuzu belirleyen görmektir; ve o dünyayı kelimelerle açıklarız; ancak kelimeler çevrelenmişliğimiz gerçeğini hiç bir zaman ortadan kaldıramazlar. Gördüğümüz ve bildiğimiz arasındaki ilişki hiç bir zaman çözümlenemez. Her akşam güneşin battığını "görürüz". Dünyanın güneşten uzaklaştığını "biliriz". Ne var ki, bilgi, açıklama hiç bir zaman görünüme tam uymaz. Sürrealist ressam Magritte kelimeler ile görmek arasındaki kopukluğu "Rüyaların Anahtarı" resmi ile yorumlar.
Nesneleri görme biçimimiz bildiklerimiz veya inandıklarımız tarafından etkilenir....

.......................

Bir imge yeniden yaratılan veya üretilen bir görünümdür. O bir görünüş veya bir görünüşler takımıdır ki, ilk ortaya çıktığı yer ve zamandan koparılmış ve saklanmıştır- bir kaç an veya bir kaç "yüzyıl için". İmgeler ilk önce olmayan şeylerin görünüşlerini büyü yoluyla çağırmak için yapılmışlardı. Zamanla bir imgenin temsil ettiğinden daha uzun ömürlü olduğu ortaya çıktı; o zaman bu bir şeyin veya bir kimsenin bir zamanlar nasıl göründüğünü gösteriyordu - ve dolayısıyla ima yoluyla öznenin başka kimselerce nasıl görüldüğünü de...

Geçmişin başka hiç bir kalıntısı veya metni, başka zamanlarin başka insanlarını saran dünya hakkında bu denli dolaysız bir şahitlik sunamazlar. Bu bakımdan imgeler edebiyattan daha keskin ve zengindirler. Bunu söylemek sanatin anlatımsal ve düşsel niteliğini yadsıyıp onu yalnızca belgesel kanıt olarak değerlendirmek demek değildir; yapıtı ne denli hayal gücünden yararlanırsa, bu bize sanatçısının
görselliğe ilişkin deneyimini daha derinlemesine paylaşabilmemizi sağlar.
Ne var ki, bir imge bir sanat eseri olarak sunulduğu zaman, insanların ona bakma biçimleri sanata ilişkin öğrenilmiş varsayımlardan etkilenirler.


John Berger'in - 1970'lerde İngiliz halkının görsel eğitimine katkı amacıyla BBC'ye yaptığı TV dizisine temellendirilen kitabı'nın ilk sayfalarından yaptığım yukarıdaki alıntılar insanın algılama / sezme sürecine ilişkin görüşleri içermektedirler. İnsanın yaşadıkları, gördükleri ve belleğindeki bilgiler arasındaki ilişkiler üzerindeki düşünceleri bütünleyici olduğuna inandığım aşağıdaki metnin yukarıdaki girişi tamamladığı kanısındayım. Her iki metinde de ünlü Belçikalı ressam Magritte'in tablolarına atıfta bulunulması ise, hem bu iki metni ilginç bir açıdan birbirine kitlemekte, hem de bu önemli gerçeküstücü ressamın "algılama süreci" ile oynamaktaki başarısını vurgulamaktadır.

     
"Harvard'lı psikolog Daniel Schacter'in 1996'da yayımlanan "BELLEĞİ ARAMAK" adlı yapıtında gözlemlediği gibi, bir arkadaşla öğle yemeği için buluşmak gibi basit bir eylem bile kapsamlı bir bellek depolanmasını gerektirmektedir; kelimelerin seslerin ve dilbilgisi kurallarının bir toplamını, söz konusu arkadaşın görünümünü ve tavrını, lokantaların bir dökümünü, birisine gidebilmek için zihinsel bir haritayı ve daha bir çok şeyi... Bu kadar çok bilgi ile nasıl başa çıkabiliyoruz? İnsan beyni bilgisayarlardan farklıdır, ancak benzeştirmek yararlı olabilir. Masanızdaki PC gibi, zihniniz iki temel yaklaşım ile donanımlıdır: Yaşanan an için bilgi hokkabazlığı yapan "ÇALIŞMA BELLEĞİ" ve bu bilgiyi uzatmalı dönemler için depolayacak olan "UZUN VADELI BELLEK". Halk arasındaki yaygin inanışın aksine beyinlerimiz bize lazim olan herşeyi kaydedip, bir hipnotizmaci veya psikoterapist onlari derinliklerinden çikarana dek belleğin dehlizlerine gömmezler. Algıladığımızın çoğu bölümü "çalışma belleği"nde kısa bir süre gezinir - bilgisayarin RAM'ine ( random - access memory / rasgele ulaşım belleği) benzeyen zihinsel oyun alanında sonra da bu algilama buharlaşır. Çalişma belleği kafanızda basit hesaplamalari yapmanızı ve çevirene kadar telefon numaralarını hatirlamanizi sağlar. Ve RAM'in aksine, kalıcı bir kayıt yaratmadan olguları analiz etmenizi ve yaratmanızı sağlar. Uzun -vadeli bellek ise, daha çok "hard drive" gibi davranir; beynin "cerebral cortex"diye bilinen bölgesinde geçmiş deneyimleri kaydeder. "Cortex" veya beynin dış katmanı 10 milyar adet sarmaşıkımsı sinir hücrelerinin örgüsünü barındırır ki, bunlar kimyasal ve elektriksel tepkiler yollayarak iletişim sağlarlar. Bir görüntüyü, bir sesi, bir düşünceyi kavradığımızda, bu nöronlarin ünik bir alt takımı (subset) hareketlenir; ve her zaman da ilk baştaki durumlarına dönmezler; onun yerine birbirleriyle olan bağlantılarını kuvvetlendirirler; daha yoğun olarak birbirlerine geçerler. Bu bir kez olursa, bu şebekeyi (net work) hareket ettiren herhangi bir şey ilk algılamayı bir anı olarak geri getirecektir. John Hopkins Tip Okulunun Bellek - Düzensizlikleri Kliniği'nin yöneticisi olan Dr. Barry Gordon'a göre; "Anılar olarak düşündüğümüz şeyler neticede sinir hücreleri arasindaki bağlanti düzenleridir (patterns)." Yeni şifrelenmiş (encoded) bir anı, tüm korteksi (cortex) kapsayan binlerce nöronu gerektirebilir, ve eğer kullanılmazsa çabucak yokolabilir, ama biz onu tekrar tekrar devreye sokarsak bağlantılar düzeni (the pattern of connections) dokularımızda giderek daha derinlere yerleşir. Istediğimiz şeyleri tekrarlayarak uzun vadeli belleğimizde yer edinmelerini sağlayabiliriz, ancak bir bilgi parçasının depolanması veya atılmasi kararı nadiren bilinçli bir düşünce ile olur. Bu genellikle otomatik olarak "hippocampus" (beynin merkezinde, derinliklerinde yer alan, küçük iki kanatlı bir organ) tarafindan gerçekleştirilir. Bilgisayarınızın klavyesi gibi, "hippocampus" bir açıp kapama istasyonu olarak görev yapar. Korteks'teki nöronlar duygusal bilgi aldıklarinda bunu "hippocampus"a iletirler, o tepki verirse, duyu nöronlari kalıcı bir şebeke oluşturmaya başlarlar, ancak böyle bir onay eylemi olmaksızın söz konusu deneyim sonsuza dek yokolur.


"Hippocampus"sel yargının iki soru üzerinde eklemlendiği sanılmaktadır:
Birincisi söz konusu bilginin "duygusal bir önemi var mıdır? Potansiyel bir sevgilinin adının hippocampus'u Tarım Bakanının sekreterinin adından daha fazla etkileme olasılığı vardır. Beyin dünyayı kendi sınırlı görüşlü çıkarlarına göre yapılandırır; ve olağandan çok sansasyonele yatkındır.

"Hippocampus"un sorduğu ikinci soru, beyne giren yeni bilginin daha önceden bildiklerimizle bir ilişkisinin olup olmadığıdır. İlgili bilgileri ayrı ayrı depolayan bilgisayardan farklı olarak, beyin her zaman bağlantılar kurmaya çalışır...
Kısaca söylemek gerekirse geçmiş deneyimlerin ördüğü ağları kullanarak yeni bilgileri yakalarız. Ve geçmişimizdeki görgü, çevre ve eğitimimiz değiştiği için benzer deneyimlerin farklı yanlarını belleğimizde alıkoyarız. Bir Fransız sanatçı olan Sophie Calle, Magritte'in New York Modern Sanatlar Müzesi'ndeki "Tehdit Edilen Süikastçı" adlı yapıtını her zamanki yerinden kaldırtıp, müze görevlilerinden resmi tarif etmelerini isteyerek bu noktayı çok güzel örneklemiştir:

Birisi (kapıcı?) yalnızca, 'koyu elbiseli adamları ve bazı 'kan damlalarını' anımsarken, bir başkası (restoratör ?) resmin stili ve içeriği hakkında çok az şey söylemesine karşın tualin boyutlarını, boyanın kondisyonunu ve çerçevenin niteliğini rahatlıkla tarif edebiliyordu. Bir başkası ise (küratör ?), resmin kara film (film noir) atmosferinin üzerinde durup, ürkütücü tablodaki her figürün gizem duygusunu aktarmaya nasıl katkısı olduğunun uzun uzun üzerinde durmaktaydı.

Kullanma alışkanlığımızın en fazla olduğu bilgileri depolayarak, beyinlerimiz dünyayı yönetebilir kılmaktadırlar. Columbia Üniversitesinden nörolog Eric Kandel'in dile getirdiği gibi:

'Günlük yaşamın çöpünü ayak altindan kaldırıp gerçekten kayda değer olana yoğunlaşmak istemekteyiz.' Kusursuz zihinde tutma, tanrı vergisi bir yetenek olarak görülebilir; ancak 'hippocampus' aşırı ölçüde izin verici olursa sonuçları tahrip edici olabilir. Nörologlar bazen insanüstü belleklere sahip insanlara raslamaktadırlar. Bu bilgeler (savants), muazzam bilgi, kelime ve sayı dizilerini ezberden okuyabilmektedirler. Ancak büyük çoğunluğu soyut düşünce yeteneğine sahip değillerdir. Deneyimlerini süzmek olanakları olmadığı için onu anlamlandırmakta güçsüz kalmaktadırlar. (3)

* * *

Her iki yazı metnini birlikte değerlendirilip sanat yapıtlarının algılanma süreci açısından değerlendirdiğimizde "herhangi bir şeyin oluştuğu toplumsal ve tarihsel durum" olarak da tanımlanabilecek "context"in önemi ortaya çıkmaktadır.

"Tüm sanatçılar uyum gösterdikleri bir değerler ve görenekler dünyasında yaşarlar. Örneğin etnik kökenli bazı sanatçılar yıllar boyu saygı duyulan geleneklere bağlıdırlar. Yeniliklere ve kişisel anlatıma ilgi duymazlar, onların amacı toplumlarının gereksinme duyduğunu ve istediğini yapmaktır. Öte yandan "çağdaş bir sanatçı " ise bireyselliği, sorgulamayı ve değişimi kutlayıp büyük toplumdan bir anlamda ayrı olarak çalışabilir... "Context" (kapsam) hakkında düşünmek sanat için üç açıdan önemlidir. Birincisi sanat onu gerçekleştiren kişi ve kültür hakkında bilgilenmemizi sağlar... İkincisi, kabul etmeliyiz ki, gördüklerimiz ve öğrendiklerimiz kendi yaşadığımız zamanın, deneyimlerimizin ve inançlarımızın önyargıları ile çarpıtılır... Üçüncüsü ise... algılama anındaki (immediate) "context" de bir sanat yapıtı hakkında ne düşündüğümüzü büyük ölçüde belirler... Bir ortaçağ resmi; şövalyeler ve savaşa ilişkin bir kitapta, onun için gerçekleştirildiği Avrupa'daki bir kilisede veya yaşadığımız kentteki bir müzede görüldüğünden farklı ve ek bir "context" (kapsam) edinebilir." (4)

* * *

Bu yazımızda bir sanat yapıtını değerlendirirken unutulmaması gereken bazı temel olgulara üç metinden alıntılar ile kısaca değinerek, daha önceki yazılarımda üzerine gittiğim "SANAT YAPITINI ALGILAMAK / ÇÖZÜMLEMEK" ve bunun tüm sanatseverlerce paylaşılabilmesinin ön koşulu olarak düşündüğüm "MÜZELERİN EĞİTİM BÖLÜMLERİ" konusunu gündemde tutmak amaçlanmıştır. Sanat üzerine yazan kimliklerimizin yazılarını -özellikle "TEK YAPIT ÜZERİNE İNCELEMELERİ"ni, "TÜRK RESMİNİN BAŞYAPITLARI" üzerine incelemelerini/çözümlemelerini; bu metinlerin ileride ergeç kurulacak modern ve çağdaş sanat müzelerinin eğitim bölümlerinde yararlanılabileceği düşüncesi ile kaleme alarak heyecanlanmalarının ve toplumlarını da heyecanlandırmalarının zamanının artık geldiğini düşünüyorum.
Önemli olan "GÖREBİLMEK", "DOĞRU DEĞERLENDİRMELER YAPABİLMEK ve toplumun "GÖRSEL BELLEĞİ "nin niteliklerinin yukarıya çekilebilmesi ve "GÖRSEL ARŞİVİNİN TUTULABİLMESI" sorunudur; bu olguların kabukları veya fiziki mekanları olan müzeler ikincil önemdedirler ve ergeç gerçekleşeceklerdir...

Haşim Nur Gürel

(1) "Siyak ve sıbak- Redhouse S. 204 Bir şeyin kendinden öncekine ve sonrakine uygunluğu - "Siyak; Sözün gelişi / siyak-u sibak (sözdeki) ön ve art tutarlılığı,- TDK Sözlüğü S. 652" - Sibak; Bir şeyin geçmişi - TDK Sözlüğü, S. 647"

(2) "Ways of Seeing", John Berger, Sven Blomberg, Chris Fox, Micheal Dibb, Richard Hollis- BBC ve Penguin Books 1972, s. 7-11

(3) 15 Haziran 1998 tarihli Newsweek'ten "Memory" (Bellek) başlikli, Geoffrey Cowley ve Anne Underwood'un yazisindan bir bölüm, 40, 41 sayfalar.

(4) "Key Art Terms for Beginners"; Philip Yenawine-S, 8. Harry N. Abrams, Inc., Publishers.