Gönderen Konu: BİLİM, SANAT VE EĞİTİM ÜZERİNE  (Okunma sayısı 3475 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı •« Mа√i »•

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 3.646
  • Karizma Puanı: 1013
  • Güzel Bakan Güzel Görür.
BİLİM, SANAT VE EĞİTİM ÜZERİNE
« : 12 Aralık 2009, 13:39:19 »






BİLİM, SANAT VE EĞİTİM ÜZERİNE    


Akademisyen, araştırmacı olmasının yanında hatta önceliğinde eğitim ve öğrenci sorumluluğunu taşır. Bilime, sanat alanına katkısı kadar, eğitim yoluyla yaşamın tümüne katkısı olacağına göre, görevinin eğitim - öğretim çerçevesinde yoğunlaştığının da ayırımında olması gerekir. Hem eğitimci tarafı hem de alanında yaptığı araştırmalarla bu anlamda iç içelik söz konudur Bir sanatçı ve bilim insanı yapısı gereği, yetiştirilme tarzı ve işlevi bağlamında akademisyenden ayrılır. Sanatçıların, bilim insanlarının eğitime katkıları konferans, söyleşi, seminer, panel, gösteri, atölye çalışması gibi sürekliliği söz konusu olmayan destekleyici bağlamda olabilir, gereklidir de. Diğer türlü bilimsel ve sanatsal faaliyetlerinden dolayı akademik raporu çok uzun ama eğitimciliği yeterli olmayabilir. Süreklilik çerçevesinde de öğrenci, öğretim elamanını, danışmanını aradığında bulamayacak ve yeteri kadar yararlanamayacaktır. Bu nedenle eğitimde aksaklıklar söz konusu olabilecektir. Bu bir tercih meselesidir. Sanatçı ve bilim insanı olmak istemi ya da akademisyen olma misyonu. Tabii bunu her zaman bu şekilde kesin kes ayırmak söz konusu olamaz. İdeal olan sanatçı-akademisyen, bilim insanı-akademisyendir. Bu hem öğrenciye örnek olmayı beraberinde getirir hem de sağlıklı ilerlemeyi. Yoksa bunun dışında eğitim kurumlarından düzenli maaş almak ve onu her anlamda salt şahsi çıkarlara kullanmaktan ileri gidemez. Şurası da bir gerçek ki yarı zamanlı bir öğretim elemanının alacağı ücret salt yol parasına yeter. Ya kitap parası! Ancak tüm bunlara karşın bir öncelik söz konusudur.

Eğer sanatçı ve bilim insanı olmanın ötesinde akademisyen de olmak istenirse bunun dengesi çok önemlidir ve genç beyinler geleceğimiz olduğuna göre, önceliği akademisyenlik almalıdır. Ama araştıran akademisyen. Pedagojik formasyonu olan akademisyen. Ayrıca bilgi aktarımında, danışmanlık yapma görevinde arandığında bulunan eğitimci-akademisyen. Tabii tüm bunların nasıl yapılması, neden yapıldığı önemlidir. Çünkü iyi bir sanatçı ya da bilim insanı olmanız iyi bir akademisyen-eğitimci olmanız demek değildir. Burada pedagojik formasyon ön plana çıkar, çıkmak zorundadır da. Yoksa sanat alanında kullandığınız-tercih ettiğiniz malzemeye şekil vermeye benzemez eğitimin başı olan öğrenciye.

Eğitimde iletişim ve organizasyonun sağlıklı olması ve ondan da önce motivasyon çok önemlidir. Paylaşmaya, dayanışmaya, saygıya en önemlisi de sevgiye bağlanmalıdır eğitim yaşamı ve yaşatılanlar. Organizasyonda ise, iş paylaşımları, buraları şahsi çıkarları adına kullanmayanlar çerçevesinde gerçekleştirilmelidir. Yararlı olanla, bu işi çok ta sağlıklı götüremeyen ayrılmalıdır. Denetim sert bir otorite aracı değil, eğitim-öğretimin devamlılığı ve sağlıklı olması adına, insancıl tavırlarla ve saygı bağlamında olmalıdır. Herkes kendi kendini yönetebilmeli. Yetişkinlik budur. Başkalarının yönetimine gereksinme duyanın öğrenciye de bir yararı dokunmayacak, üniversitenin önünü açamayacak ve geliştiremeyecektir. Öğretmenlik ve akademisyenlik tüm bunların içinde bir onurdur, ayrıcalıktır.

Bir alanda başarılı olmak, her alanda da başarılı olunacağını göstermez. Ama birkaç alanda da başarılı olunabilir. Ancak bunu çok iyi ayırt etmek gerekir. Bireysel ayrıcalıklara baktığınızda bunlar söz konusu oluyor. Bu nedenle bir alandaki başarının arkasına saklanmadan diğer alanda daha nasıl başarılı olunur, ileriye gidilir diye düşünülmeli, araştırılmalıdır. Aksaklıklar nelerdir? Bunların üzerine gidilmelidir. Varılacak hedeflerin kısa ve uzun vadede daha olumlu, saptırılmalara meydan vermeden, ulaşılması amaçlanmalıdır.

Üniversite, Fakülte dışarıya açılmalı, sınırlar zorlanmalı. Sanat ve bilim eğitimi hayatın içine taşınmalıdır. İşbirliği salt fakülte içi değil, fakülteler arası da olmalıdır. Farklı disiplinler bir araya gelmeli, sorgulama yapılmalı ve bu disiplinlerarası çalışmanın gerçekleşmesindeki aksaklıklar ciddi boyutta tartışılmalıdır. Tüm bunlar takım ruhuyla paylaşarak gerçekleştirilebilir ancak. Bu anlamda var olmak, diğerini yok etmekten değil üretmekten geçmelidir. Salt kendimiz gibi düşünenlerle değil, farklı düşünenlerle bir araya gelerek, hem demokrasi adına, hem çeşitlilik adına, hem de ilerleme adına çalışılmalı. Herkes, bireysel ayrıcalıklar çerçevesinde yapacağı çok şeye sahiptir. Sanatçının ve bilim adamının yeri ve ne boyutta olması gereğine okul da, kendisi de doğru karar vermelidir. Üniversitede olan herkes araştırmacılığının yanında ve öncelikle öğretim elemanı formasyonu taşır, taşımalıdır. Bu okulda yerini sürekli almalıyı da beraberinde getirir. Çünkü akademisyenlik bütünlüktür.

Yöneticilik de akademisyenlik gibi özellik ister. Herkes lider olamaz. Organizasyonlar çok boyutlu olur. Bazen büyük, bazen küçük birimler içinde buluşmak, uzlaşmak, sorunları tartışmak gerekir. Her zaman öğretim programları çağa, topluma ve bireye uygunluğu açısından gözden geçirilmelidir. Bu toplantılara öğrenciyi almak, öğrencinin de değerlendirmesine, görüş sunmasına olanak tanımak gerekir. Bu öğrencinin merkez olması demektir. İşte burada pedagojik formasyon ön plana çıkar. Tabii bir o kadar da deneyim gerekli ve önemlidir. Böylece bireyler ve kurum yıpranmaz. Ayrıca eğitimi etkileyen önemli faktörlerden biri de mekandır. Eğitim, alanın özeline uygun mekanlar da gerçekleştirilmelidir. Güzel Sanatlar Liseleri açıldı. Ama konser, konferans verilecek, sergi açılacak çok amaçlı salonları yok. O zaman o okulların anlamı, ne kadar yaşama geçebilir?

Ülkeler arası iletişim de çok önemlidir. Ancak şunu da göz ardı etmeden; dış ülkelerdeki hakemli dergilerde yayın yapmak Türkiye’ye, Türk insanına ne kadar katkısı olacak? Dünya insanına katkı kadar ülke sorunlarına çözüm ve insanına fayda payı eşitlenerek her anlamda yani hem ulusal hem uluslararası boyutta yazmak, üretmek gerekir. Yaşama çevrilemeyen ve salt dış ülkelerdeki dergi sınırlamasında kalan bilimsel araştırı yazıları ülkemize katkısı yoksa çok da anlamlı olmayacaktır, yükseltmelerin, unvanların dışında. Ülke özelindeki sorunları ve çözümleri hep birlikte duymak, sorgulamak ve yaşama geçirme tavrı çok önemsenmelidir, dış ülkelerdeki hakemli dergilerde çıkan, çıkacak olan yazılar kadar.

Sanat modeli teknolojiyle birleştirilip yeni bir yapılanma, kendi içine kapanan değil dünyaya açılan ve sürekli tartışılan, sorgulanan bir tarzda ele alınmalı. Aynı şekilde bilim eğitiminde üretilen bilginin sanayi işbirliğinde yaşama geçirilmesi üniversiteyi olması gereken yerine oturtacaktır. Yaşamdan kopuk değil, yaşama katkısı olan yere. Seminerler, sempozyumlar düzenlenmeli. Bölümler arası projeler üretilmeli, ulusal ve uluslararası sergileme ve yayın yapılmalı. Bu arada eğitimde sergileme çok önemlidir. Çünkü konserler ve sergiler sanat eğitiminin önemli bir parçasıdır. Burada, “sanatçı” bağlamında düşünülüp hemen sergi açılmaz mantalitesi ile değil, eğitim mantığıyla hareket etmek gerekir. Ve yapılanların duyurumu da bir o kadar önemlidir. Basınla işbirliğinde çalışılmalıdır. Böylece basının eğitime, eğitimin basına katkısı olacaktır.

Yönetim, eğitimcilerce-akademisyenlerce düzenlenen ders içeriklerini sağlıklı yürütme olanakları sunmalı. Eğitimde ise dışarıdan alınan modellerin öncelikle Türkiye’de uygulanması şablonuyla hareket etmek yerine, öğrencinin alttan gelen yapısı ve bunu alma olasılığının doğru yöntemlerle gerçekleştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Yoksa olduğu gibi aktarım yarardan çok zarar getirecektir. Disiplinlerarası çalışma dışardan alınabilir, sentezlenebilir. Ancak bu, bizim eğitim sisteminden gelen öğrenciye olduğu gibi, doğrudan giydirilmek yerine, alt yapısı gözetilerek farklılaştırmakla olmalıdır. Aksi takdirde göstermelik bir uygulama olmaktan ileri gidemez. Öze dayalı bir yöntem de olamaz. Nitekim yaratıcılığın geri plana itildiği durumlarda, öğrencinin tercih ettiği malzemenin küçümsendiği bir ortamda başarı yeteri kadar sağlanamıyor demektir. Tabii gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, bireysel farklılıklara göre hareket edilmesidir. Bu durumda öğrencinin yok edilmesi, salt öğretmenin-akademisyenin var edilmesi söz konusudur ki, çağdaş eğitim bu olamaz. Ayrıca uygulamada disiplinlerarası diyerek ortak bir şekilde gerçekleştirilen çalışmaların, disiplin içi ilişkilendirmeleri de yapılmalıdır.

Araştıran eğitimci-akademisyen, iyi araştıran öğrenci yetiştirecektir. Çünkü her akademiysen unvanı alan araştıran olamıyor ne yazık ki. Eğitimde öncelikle sorunların doğru saptanması ve çözüm önerilerinin üretilmesiyle, doğru bulunacaktır. Ama o sorun sizin mi, öğrencinin mi? Bu önemlidir. Bunun için merkezin yerini doğru saptamak, diyalog ve beraberinde motivasyon şarttır. Tüm bunlar için katılımcı olmayı sağlamak gerekir. Bu da öğrenciyi eğitimin merkezine almakla olur. Akademisyen-eğitimci merkez olarak kaldığı sürece katılımcılık sağlanamaz. Böylece öğrenci, öğreticinin tekrarından öteye gidemez. Ayrıca yönetimdekiler herkesin ilkeli davranmasını bekliyorsa öncelikle kendisi ilkeli olmalı, örnek teşkil etmelidir. Bu bağlamda tercihlerin doğru yapılması lazımdır. Ayrıca kurumlarda disiplin ve özgürlük boyutu çok önemlidir.

Akademik yükseltmelerde akademik rapor önemlidir. Ama bir o kadar önemli olan pedagojik formasyona dayanan eğitim, öğretimdir. Sorun gelip sisteme dayanıyor. Bu nedenle sistemin açığından yararlanarak gelenlerin, alt yapısı göz önüne alınarak kurumun özelliğine göre yeniden yapılandırılmaları gerekir. Bu çok boyutlu bakışla olabilir ancak. Akademisyenler için bunlar geçerliyken, öğrenciler için de aynıdır. Seçilen fakülte doğru, kişiliğe uygun olmalıdır. Böylece daha sonra yaşanacak olan sorunlar baştan çözülmüş olacaktır. Atamalar doğru olunca baştan sona yapılanmalar da doğru olacaktır. Yani sonuçları değiştirmeye değil, nedenleri değiştirmeye bakmalıyız. Kişilerle mücadele değil, oluşturulan sistemin değiştirilmesine katkıda bulunmak gerekir. Yoksa biri gider, diğeri gelir.

Uygulamada söylemlerin yaşam bulması gerekir. Yönetmelikler, programlar ideal olarak hazırlanır. Aynı şeklide söylemler de idealdir. Eyleme geçiş boyutunda ne kadarının yaşam bulması yanında, tam tersi de söz konusu olabiliyor çoğu kez. Bu anlamda çağa uygunluğu açısından programlara bir kere daha bakarken, insanların kendilerine de bakmaları gerekir.

Yöntemler değişmeli. Merkezin yeri değişmeli. Bakış değişmeli. Duruş değişmeli. Anlayış değişmeli. Öğretme değişmeli. Öğrenme olmalı. Paylaşma olmalı. Sevgi, saygı olmalı. Güzellik olmalı…

23-06-2004 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK
"Cehalet insanı çirkinleştirir. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek cevabım vardır. Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye." Mevlana