Gönderen Konu: AVNİ ARBAŞ VE “KENDİ OLMAK”  (Okunma sayısı 2840 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ilker

  • İlker ÖZTÜRK
  • Administrator
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 8.589
  • Karizma Puanı: 1882
    • GorselSanatlar.NET
AVNİ ARBAŞ VE “KENDİ OLMAK”
« : 06 Mart 2008, 18:18:09 »

AVNİ ARBAŞ VE “KENDİ OLMAK”



Avni Arbaş’ın en sevdiği ve sık sık tekrarladığı sanat tanımlamalarından biri, sanatın insanın kendine doğru yaptığı bir yolculuk olmasıdır. Fakat ilginç olan, sanatçının akademi yıllarından kalan ve sonrasında, ölümüne dek uzanan süre içinde yaptığı tüm resimlerde anlayış ve çizgisini çok büyük ölçüde koruduğunu, gözlemlemektir. Onun yolculuğu yeni yerler görmek arzusu ile yapılmış bir yolculuk değildir.

Kendisinin de ifade ettiği ve Arbaş’ı yakın olarak takip eden tüm sanat adamlarının da değindiği gibi Leopold Levy, Akademide Arbaş’a yol gösterici olmuştur. Şüphesiz Leopold Levy’den çok şey öğrenmiştir. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Arbaş, zaten hissettiği, bildiği, ve uygulamaya çalıştığı sanatsal anlayışın, diğer hocalardakininin tersine, Levy’de bir tür doğrulamasını gözlemiştir ve bunun için ona bağlanmıştır (bir hoca ve yol gösterici olarak!).

Arbaş’ın, sık sık tekrarladığı ve resimleme sürecinde üzerinde en çok durduğu şey, “hissetmek” ve “anlamaya çalışmak” tı. Herhangi bir şeyi hatta cansız bir objeyi dahi anlamaya çalışmak, varlığını, işlevini çözümlemeye gayret göstermenin gerekliliğini vurgulardı. Levy, bir gün akademide, modelden çalışırken desenindeki omuz bölgesinden çok hoşnut kalmamış olsa gerek, kalkıp modelin omuzunu bizzat elleriyle dokunarak hissetmeye çalışmış, sonra dönüp desenini tamamlamış. Arbaş, bu küçük hatırayı, hissetmenin, anlamanın veya anlamaya çalışmanın önemini vurgulamak açısından önemli bir örnek olarak gösterirdi.

Akademi sonrasında, kesintisiz olarak 30 yıl boyunca sürecek Paris yılları başlar. 1940 ların İstanbul’undan, sanatın başşehrine gider. Bu kadar canlı bir sanat ortamında, öncü sanat ile geleneğin başdöndürücü devinimi içinde, Arbaş ne yapacaktır ? Onunla benzer dönemde Paris’e giden pek çok Türk ressamı Andre Lhote atölyesinde çalışmaya başlarlar. Lhote kendince, resim yapma kuralları oluşturmuş ve atölyesinde pek çok öğrencisi olan, tanınmış bir ressam ve hocadır. Arbaş, sadece birkaç kez ziyaretçi olarak, bu atölyeye gitmiş, Lhote’un derslerine katılmış, ancak kendisine yararlı olabilecek bir şey bulamamıştır. Bu kısa süreli katılımların birinde, Lhote, Arbaş’ın atölyede yapılan desenlerinden biri için, ona kendi öğrettikleri ve kuralları dışında, desenin bu şekilde de yapılabileceğini söylemiştir. Arbaş için Lhote deneyimi burada biter ve artık kendi kendine resim serüvenine devam eder. Burada ilginç bir husus, Lhote ile çalışmaya devam eden bir çok Türk ressamı, Türkiye’ye birer Lhote benzeri olarak dönmüşlerdir; Ne yazık ki!

Arbaş için Paris’te zor yıllar başlamaktadır. Müthiş hareketli Paris ortamı onun için büyük bir motivasyondur şüphesiz. Sürekli resim yapar. Zaten hayatı boyunca kısa bir süre bile olsa bildiğim kadarıyla başka hiçbir şey yapmadı (yapabilecek olduğunu da zannetmiyorum!). Bu yıllar, Arbaş için en kritik yıllardır. Bütün çevresi yeni akımlarla sarmalanmışken, tüm arkadaşları bu akımlardan beslenip etkilenirken, hatta bizzat bu yepyeni oluşumlara dahil olurken, o kendi, bildiğimiz resmini yapmaya devam eder. Bu yeni ortamın içinde, çevresi itibarıyla, işlediği konularda kısmi yenilikler olur ancak bunları hep kendine özgü üslubuyla resmeder. Burada bir saptama yapmak gerekir; Arbaş’ın kendini koruma kaygısı asla muhafazakar bir tutumun sonucu değildir. Arbaş yapabildiğiyle mutludur, kendi resmini sever, başkalarının yorumu, kendine olan büyük inancı içinde önemli bir etki göstermez. Büyük maddi güçlükler içindeyken bile bazı galericilerin önemli iş tekliflerini reddeder (kendi isteğinin dışında hiçbir güdümü kabul etmez!)

Arbaş kendi resmini yapmayı sürdürürken, tüm yeni akımlara, bir beğeni olarak sırtını döndüğü veya reddettiğini söylemek de mümkün değildir. Kişisel bir kanaatim olarak Arbaş’ın, soyut resmin olanaklarını kısmen kendi resmi içinde değerlendirmeye çalıştığını düşünüyorum. Tabii ki, kendinden, bakışından ve pentür kaygısından taviz vermeden. Bunu, özellikle yaptığı bazı çiçeklerde görüyoruz ve onun bu çiçeklere olan düşkünlüğünü de biliyoruz. Bu çiçeklerde Arbaş, belki hiç ummadığı şekilde kendini rahat hissetmiş ve bunlar zaman zaman yapılan küçük kaçamaklar olmuştur.

Arbaş, zamanla Paris’te bir yer edinir, ilk eşi Zerrin hanımın kaybının acısı hafiflemeye başlar ve yaşamı belli bir düzene girer. Tam bir Paris’li olan yeni eşi Henriette ile mütevazi ve mutlu bir hayatın içinde uzun yıllar resmini yapmaya devam eder. Aralarında Picasso’nun da bulunduğu pek çok sanatçı ve aydınla dostluklar geliştirir ve beğenilerini kazanır.

Ancak bu görünürdeki mutluluğun altında zamanla ağırlaşan bir vatan özlemi oluşur. Tamamen haklı olduğu bir askerlik sorunu yüzünden vatandaşlıktan çıkarılmıştır ve Türkiye’ye gelememektedir. Uzun uğraşlar sonucunda vatandaşlık hakkını tekrar elde eder ve 1976 yılında kalıcı olarak Türkiye’ye döner. Ve onun için yeni bir hayat başlar. Türkiye’de ünlü bir ressamdır. Hiçbir maddi sorun çekmez, sanat çevrelerinin ve aydınların kucak açtığı ve sahiplendiği bir kişiliktir. Arbaş, önemli bir değişiklik göstermeden kendi resmini yapmaya devam eder. Yıllar onu gitgide daha ünlü ve varlıklı bir hale getirir. Şimdi burada önemli bir saptama yapmak gereğini hissediyorum. Arbaş’ın konumunda olan pek çok ressam, gereksiz maddi kaygılar ve yol açtığı yapay bir güdü ile gereğinden fazla ve niteliksiz resim üretmişler ve satmışlardır. Bunun karşılığında da varlıklarını arttırmışlardır. Arbaş, böyle bir hataya hiç düşmez. Çünkü para ile olan ilişkisi minimum seviyededir. Banka hesapları bile birkaç yakın dostunun kontrolü altındadır. Sürdürdüğü hayatın önemli bir maddi gideri yoktur. Hiçbir zaman mal mülk sevdalısı da olmamıştır.

Ölümünden kısa bir süre öncesine kadar resmini yapmayı sürdürür. Kendine olan inancı, sanatının ve yeteneğinin seviyesine duyduğu saygı, yapabildiği ile mutlu olup, kendine karşı ve kendi olabilme fikrine karşı, oluşturduğu büyük bir iç sevinçle aramızdan ayrılır.

Avni Arbaş, sanatında, kendine yaptığı yolculukta, kendine olan inancını ve sadakatini koruyabilmiş nadir sanatçılardan biridir.
Melih Püskülcü
Selçuk Üniversitesi - Seramik - 1998
Abant İzzet Baysal Üniversitesi - Resim İş - 2004
Düzce Yunus Emre Ortaokulu


Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.