Sözde sanatçıların sanatla ilgili sohbetlerin sonu maalesef genellikle ''bu ülkede (Türkiye'de) sanat mı yapılır canım?'' diye biter. Benim bu cümleyi söyleyenlerden duyduğum açıklama ve çıkardığım sonuç şudur: "Ben bir sanatçıyım, çok iyi işler yapıyorum ama ne "devlet" ne de halk benim yaptıklarımı fark ve takdir etmiyor. Bundan dolayı bu ülkede sanat yapmaya değmez.”
Bu serzenişte belirtilen suçlular vardır;
1. SUÇLU DEVLET'tir. (Maalesef bu grup, devlet ve hükümet arasındaki farkı bile bilmemektedirler.) Onlara göre bütün hükümetler sanata karşıdır ve özellikle kendisiyle uğraşmaktadır.
2. SUÇLU HALK'tır. Halk bir türlü o sanatçıyı anlamamakta ve ona gerektiği değeri vermemektedir. O halk ki çoğu zaman kendisini anlayamayacak, ama yine de alkışlara boğacak bir yığındır onların gözünde.
Diğer suçlular duruma göre değişmektedir. Eğer damarına basarsanız veya suçun çoğunun kendisinde olduğunu kanıtlarsanız suçlulardan biri birden siz olursunuz.
Cümlede sadece suçlama vardır, umut ve gayrete dair en ufak bir zerrecik yoktur. Oysa en umutsuz sanat eserlerinin özünde bile hayatı daha yaşanılır kılma isteği yatar.
Sanırım bu kanıksanmış cümleyi ortadan kaldırmakla işe başlamak lazım.
Sonra; sanat(sanatçı) nedir? Niçin ve nasıl yapılır?'ın cevaplarını samimice bulmalı ve bu cevaplarımıza ulaşmaya çalışmalıyız bence. Bazı o her şeyi bilen büyüklerimizin "Biz çoktan bu soruları sorduk ve cevapladık!" cümlesini duyar gibiyim. Ben de diyorum ki: Evet sormuşsunuz fakat ya cevaplarınız samimi değil ya da uyguladıklarınız cevaplarınıza karşılık değilmiş. Zaten sizde hiç suç olmasaydı halk sanattan bihaber dolaşıp, sanatçı deyince akıllarına ilk magazin popçularını getirmezlerdi.
Gelelim tanımlara: (Tanımları mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım.)
Sanatçı kimdir?
ULU ÖNDERİMİZ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ün sanatçı tanımını okuyalım öncelikle: (Şimdi bazı kendini çoğunluk sayanların tabiriyle Gazi Mustafa Kemal yazmıyorum. Çünkü o sözde çoğunluk ULU ÖNDERİMİZİ sadece bir asker olarak kabul ettirmeye çalışmaktalar ki bazı yıkanmış beyinlere ''Humeyni'yi seviyorum fakat ATATÜRK'ü sevmiyorum'' dedirtsinler ve Kurtuluş Savaşı'nın bir düşman askerinin bir baş örtüsüne ((onlara göre türban?)) uzanmakla başladığını savundurabilsinler.)
"Sanatçı, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alında ışığı ilk hisseden insandır." Bu tanımın üzerine bir şey ilave etmek istemiyorum.
Sanat niçin yapılır?
Yıllardır çözülemeyen bir sorudur; sanat, sanat için mi, yoksa toplum için mi yapılır? Benim cevabım her ikisi de. Çünkü bu iki olgu, sanatın iki olmazsa olmazıdır. Sanatta 'ne yapacaksın ve nasıl (kime göre) yapacaksın'ın aşamalarıdır bunlar.
Her sanat dalının kendine has kuralları ve biçimleri vardır. Bu biçimler, sanat eserlerini birbirinden ayırmaya, sanatın içeriğini doldurmaya, tartışılıp geliştirilmesine yararlar. Bu içeriklerin olmaması, yapılan işlerin karmaşaya gitmesine yol açar. Sanatın olabilmesi için öncelikle bir eserin sanat tanımına sahip olması gerekir. Bu; ‘sanat, sanat için yapılır’ın cevabıdır.
Peki, üretilen sanat eserleri kiminle paylaşılacaktır? Cevap: Tabi ki toplumla. Toplum (halk) hayata ve kendine dair olay ve olguları sanatta görebiliyorsa ki bu eserler onu estetik bakımından da tatmin ediyorsa bu eserlere yaklaşır. Kısacası bu eserlerin öznesinin "insan" (kendisi) olmasını ister. Çünkü öznesi insan olmayanın yaşama şansı da yoktur. Sanat, sadece kendini ve kısır çevresini tatmin için yapılırsa tabiri caizse ''mastürbasyon'' dan pek farkı kalmaz. Bu da ‘sanat toplum için yapılır’ın cevabıdır bence.
Sanat nasıl yapılır?
Bu sorunun bir kısmının cevabı yukarıda belirtilmiştir. Yani, sanatın kendine has kurallarının ve biçimlerinin olması. Bu biçim ve kurallar nelerdir? Her sanat eserinin bugüne kadar oluşmuş bazı sunum şekilleri vardır. Tiyatrodan örnek verirsek; bir oyun metnini yazarken oynarken bazı biçimler kullanırız. Bunlar, zamanın çeşitli evrelerinde büyük farklılıklar göstermiş ve çeşitlenmiş sanatsal kuramlardır. Bu kuramlar, o devrin 'sanat nasıl yapılır' sorusunun cevaplarıdır.
Günümüze gelirsek, elimizde yazılmış birçok oyun metni var. Hepsi faklı biçimlerde yazılmış. Ya da bir oyun metni yazacağız, konumuz ne olacak? Oyunu nasıl yazacağız, oynayacağız ve sahneleyeceğiz? Yani sanatın paylaşım aşamasını nasıl gerçekleştireceğiz? Gibi sorularla karşılaşırız. Benim cevabım; günümüz insanına ve yaşadığımız hayata uygun oyun metinleri yazalım ve onları günümüz insanının estetik ve anlayış biçimlerini göz önünde tutarak sahneleyelim. Önceden bulunmuş biçimleri de kullanabiliriz fakat yaratmak istediğimiz etki ve yapmak istediğimiz sanat için yeterli olacak mıdır? Bunu bilebilmek için konumuza son derece hakim ve empati yeteneğine sahip olmalıyız. Ayrıca unutmamamız gereken bir şey var; hayat ve sanat devingendir, sürekli bir değişime ve gelişime ihtiyaç duyar. Zaten bu devingenliğe ayak uyduramamanın cezası, yukarıdaki umutsuz cümleyi haykırarak örtmeye çalışmaktır. Tabi ki sanatın bazı sabit değerleri vardır fakat nasıl yapılacağına dair yeni değerler geliştirmekten de geri kalmamalıyız.
Gelelim günümüzde sözde sanatın nasıl yapıldığına:
Hükümet' ten veya komisyondan birileri ayarlanır, sanata katkı adı altında sadaka alınır, yaşanılan hayatın kıyısında köşesinde kalmış bir sözde sanat eseri yapılır, mutlu olunur (neyi, niçin ve nasıl yaptığının hiç önemi yoktur!). Ya da sadaka bir şekilde alınamaz o zaman da birahane köşelerinde alkolün tesiriyle devlete, halka küfredilir, küçümsenir. Böylece rahatlanır…
Yazımın bu kısmına kadar iyimser bir tablo çizmediğimin ve her sanatla uğraşanın yukarıda anlattığım gibi olmadığının farkındayım. Sanat adına çok başarılı çalışmalar yapanların sayısı az değil. Farkındaysanız o insanlar bireysel olarak ve başkalarını yıkmaya çalışarak gündemde değildirler, yaptıklarıyla gündemdeler. İnandıkları ve doğru bildiklerini yapmaktalar. Umuyorum yılmadan yapmaya da devam edecekler.
Aslında yukarıda anlattığım çoğu şeyin özeti şudur ki; Sanatçı olmanın yolu önce ''insan olmak''tan geçiyor. Toplum içinde olabilmek, onlardan biri ve bazen yol göstericisi olabilmekten...
Diğerleri teferruattır.
Sanat adına zor bir süreçten geçiyoruz. Hepimize büyük görevler düşüyor. Öncelikle kangren olmuş organlardan kurtulmalı, sonra kendimizi tekrar var etmeli ve hayata dair geliştiren bir yön çizmeli-göstermeliyiz.
En basiti; öğretmensek öğrencilerimize, avukatsak müvekkillerimize, doktorsak hastalarımıza, esnafsak müşterilerimize ve her ne meslek gurubundaysak kendi çevremize sanata dair, kendimizdekini kendimizi yüceltmeden sade bir paylaşım için verebiliyorsak bu ülkede sanat da yapılır bir şeyler de değişir. Öyle uyumakla, yiyip içip söylenmekle ne sanat yapılır ne de bir şeyler değişir.
Resim mi yapıyoruz? Yazı mı yazıyoruz? Tiyatrocu muyuz? Ya da sanatın her hangi bir koluyla mı ilgileniyoruz? Çevremizdeki çocuklara ve gençlere herhangidir karşılık beklemeden bizdekini aktarabiliyorsak üzülmeyelim azalmayız büyürüz. O zaman sözde değil özde çoğunluk oluruz.
Alın terimizin ışığa dönüşmesi dileklerimle...
Mert URDAL
[email protected]galeriinter.net