Sanat uğraşının ruh bilimi açısından iki işlevi vardır. Bunlardan birincisi kişinin yaptığı resim o kişinin iç dünyasını, bilinç altını yansıtan ipuçlarını verir, ikincisi ise resim yoluyla duygu ve düşüncelerini dışa vuran kişi, kendini anlatmanın, dış dünyayla iletişim kurmanın ruhsal rahatsızlığını yaşar. Birinci işlev daha çok çocukların ve ruhsal sorunları olan yetişkinlerin iç dünyalarını tanımada kullanılır.İkinci işlev ise yaşamın her döneminde herkesin işine yarar, herkesin ruh sağlığın korumaya gereksinimi vardır. Bu noktada psikolojik terapi yöntemlerine kısaca değinmek gerekir.
Cüceloğlu, temel psikolojik yaklaşımları, psikoanalitik yaklaşım, varoluşçu-insancıl yaklaşım ve davranışcı yaklaşım olarak gruplar:
Psikoanalitik yaklaşım; bilinçaltındaki özellikle saldırganlık ve cinsellik dürtüleri ortaya çıkartmayı amaçlar. Terapiden geçen kişinin, bilinçaltında kümelenen ve birbiriyle sürtüşme içinde olan duygu ve dürtüleri bilinç düzeyine çıkartmak ve çözüme ulaştırmak yoluyla bireyin daha sağlıklı bir bireysel ve toplumsal yaşama ulaştığı kabul edilir.
Varoluşçu-insancıl yaklaşım; her insanın doğuştan kendini gerçekleştirme eğilimiyle dünyaya geldiğini ve yetişme anında bu eğilimin engellendiğini kabul eder. Terapistin göstereceği koşulsuz olumlu kabullenme bireyin gelişmesine ve kendine güven duymasına yol açar. Olumlu ortamda birey olumlu bir benlik kavramı kurar ve kendisiyle uyum içinde olmasını sağlar.
Davranışçı terapi yaklaşımı; bireyin belirli bir davranış sorununa yöneliktir. Birbirinden farklı teknikleri kapsar. Ancak bu tekniklerin dayandığı temel anlayış, öğrenme ilke ve süreçlerinin davranış bozukluğunu ortadan kaldırmaya yeteceğidir.
Bu yaklaşımlardan konumuz acısından önemli kavramlar; bilinç altı sorun ve dürtülerin bilinç düzeyine çıkarılması, insanın kendini gerçekleştirme eğilimi, bireyin gerçek duygu ve düşüncesinin farkına varmaması, öğrenme yoluyla davranış bozuklunun giderilmesi olarak belirlenebilir. Bu kavramdaki çözümlere sanat uygulamalarının da yardımcı olacağı açıktır. Bunların dışında psikolojik ve sanat eğitimi ile ilgili aşağıdaki alıntılar da bunu desteklemektedir.
“Çocuğun ve gencin eğitiminde ve daha ilk yıllarda ona bütün düşlem yetisin, imgeleme ve tasarım gücünü boğacak biçimde davranırlar. Bu tip eğitimle ruhsal yaşamın bilinçli düzeyi ile bilinç dışı ve kendiliğindenci aşması arasına set çekilmektedir. Oysa, eğitim ve öğretim imleminin canlı tutulup yaratıcılığı çevrilebileceği biçimde tasarlanmalıdır.”
“Kişinin iç dünyası ile dış dünya arasındaki uyum sorununda anlatım araçları önemli rol oynar. Bir anlamda kişinin bilinçaltı süreçlerinin gizli, içsel yapısında yer alan ilişkilerin, çatışmaların, uyumsuzluğun ya da uyumun görünür hale gelmesi, anlaşılması ve yorumu anlatım yolu ile olur. Böylece çocuk resimleri ruh sağaltımının hizmetine girer.”
“Eğer çocukların duygusal bakımdan sağlıklı olmaları isteniyorsa ana baba ve öğretmenlerin, onlara duygularını açıklama ve irdeleme olanağı tanımaları gerekir.”
Bu bağlamda çocuk genç ve yetişkinlerin ruhsal sorunlarının sağaltımında tüm sanatlar işlevseldir. Ancak resim sanatı; başkalarına bağlılığı olmadan dolaysız yapılabilir oluşu ve rahat bilimsel çözümleme olanağı oluşu gibi özellikleri nedeniyle psikoloji terapistinin önemli bir aracı olabilmektedir.
BİLİNÇLİLİK:
Gerçeklere uyumu önde tutan mantıksal düşüncenin egemen olduğu bölmedir. Daha doğrusu bilinçli zihinsel süreçler bu niteliği taşırlar. Bilinçlilikte düşünce, duygu ve anılardaki neden-sonuç, zaman yer bağlantıları gerçeğe uygun olarak kurulur ve bunlara dayana eylem uyumsaldır. Gerçeği değerlendirme yetisi ile dış gerçekte olanla zihinde olan birbirinden ayırt edilir. Çocukluğun il yıllarında düşünce biçimci böyle mantıksal ve dış gerçeğe uyumsal nitelikte değildir. Çocukluğun ilk dönemlerindeki ilkel ve gerçeği tanımayan düşünce biçiminden, zamanla olgunlaşma ve öğrenme ile ayrışarak gelişen bilinçli mantıksal düşünceye “ikincil süreç” adı verilir. İşte bilinçlilikte egemen olan düşünce biçimi ikincil süreç niteliği taşır.
BİLİNÇ DIŞI:
Kişinin özel bir çabası ile bilince çağrılamayan, farkına varılamayan yaşantıların saklı olduğu ruhsal bölmedir; daha doğru bir deyimle bu nitelikte olan ruhsal süreçlerdir. Bu yaşantılar ancak özel yöntemlerle; uyutum, serbest çağrışım, düşlerin, anormal ruhsal belirtilerin incelenmesi ile açığa çıkarılabilir. Zihinsel işlemlerin tümü birden kavramsal olarak bölmelere ayrılmış ve bunlara bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı adları verilmişti. Bilinçdışını yargılama, algılama, istenç gibi birer yeti olarak görmek yanlış olur. Aslında bunlar arasında kesin sınırlar olduğu da düşünülemez . Bu kavramlar, bilinçli olarak ayırt edebildiğimiz ve hiç ayırt edemediğimiz psikolojik işlemlerin niteliğini belirten kavramlardı. Hiç kuşkusuz bilinç, bilinç öncesi ve bilimdışı arasında bir süreklilik ve bağlantı vardır ve aralarında dinamik bir etkileşim söz konusudur. Önemli olan, bilinç dışında bulunan istek ve anıların zaman ve yer tanımaksızın eski güçlerini, eski enerjilerini sürdürebilmeleri ve çeşitli biçimlerde davranış üzerinde etkili olabilmeleridir. Örneğin bilinçdışı bir korku, bir saplantı kişiyi yetişkin yaşamında etkileyebilir ve kişi bu etkileyici gücü hiç ayırt edemeyebilir. Öyleki insan davranışları tümden mantıksal düşüncenin ve istencin ürünü değildir. Uzun yıllar evlenmeyen ve annesini bırakamayan bir erkek, evliliğe karşı birçok akılcı gibi görünen bilinçli düşünceler ileri sürebilir. Fakat bunların altında, bilinç dışında bir saplantı evlenmeyişinin gerçek dinamik kaynağı olabilir.