Gönderen Konu: Tepme Keçelerin Tarihi Gelişimi, Renk, Desen, Teknik ve Kullanım Özellikleri  (Okunma sayısı 8216 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742

Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Tepme keçeciliğin tarihi gelişimine ilişkin literatür incelendiğinde, bu alana yönelik bilgilerin yeterli düzeyde olmadığı görülür. Orta Asya'dan (Hun, Göktürk ve Uygur), Anadolu'da Selçuklu ve Osmanlı Dönemi ile Cumhuriyetten sonra tepme keçecilik sanatı; Türk kültür ve sanat gelişimi içerisinde incelenmeye çalışılmıştır.

Hunlar Döneminde Tepme Keçecilik
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Hunlar Döneminde Tepme Keçecilik

Büyük Hun devletinin, Orta Asya kavimlerini ilk defa bir bayrak altında toplaması bakımından Türk kültür tarihi içerisinde büyük bir yeri ve önemi vardır. Aslında M.Ö. Birinci Bin'de Kuzey Çin'de görülen ve Çin kaynaklarında Hiyon-nu adı ile tanınan Asya Hunları; atlı bozkır kültürü içerisinde, belirli bir anlayış, örf ve adetleri ile yaşayan, geniş orta bölgelerde Türkçe konuşan en eski Türk topluluklarındandır.

Konar-göçer yaşayış içinde bulunan bu toplulukların en önemli ihtiyaçları, barınaklar olmuştur. Keregü, kerekü ve yurd adı verilen ve bir ahşap konstürksiyondan meydana getirilen yuvarlak planlı karkasın üzerine kalın keçe örtülülerle kaplanan bu çadırlar, eski çağlardan beri Türklerin en kutsal barınağı olmuşlardır.

Türk boyları çadırlarının dışında kullandıkları keçeleri aynı zamanda çadırlarının içini döşemede de kullanmışlardır. Çok renkli bezemelerle elde edilen keçeler ve özenle dokunmuş halı ve kilimlerle döşenen çadırın orta kısmı ocak için açık bırakılmıştır. Normal büyüklükte bir yurdu kaplayan keçe örtüler, yaklaşık 300 kg. yün ile elde edilmiştir. Yurdun bir köşesinde, sıcak durması ve fermantasyonu kolaylaştırması için keçe ile sarılmış bir kımız tulumu bulundurulmuştur.

Eski dönemlerde "keregü"; Osmanlıların ilk dönemlerinde de "bargah" adı verilen bu yapılara bugün Kazakistan ve Kırgızistan'da rastlanmaktadır. Kara keçe ile örtülü yurda kara-üy, beyaz keçe ile örtülü yurda ise ak-üy denilmektedir. Son yıllarda ak-üyler prensip itibariyle yeni evlilere çeyiz olarak verilmektedir. Düğün töreni yapılan yurtlara ise "otay" veya otav-üy (genç ev) denilir. Günümüzde Özbekler ve Türkmenler tarafından yaylalarda kara-üy yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Beyaz keçeden yapılmış (ak-üy) çadır örtüsünün ise çabuk kirlenmesinden dolayı iki yılda bir değiştirilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan ekonomik olmayan ak-üy genellikle zenginler tarafından kullanılmaktadır.

Diğer yandan Orta Asya Türklerinde göçebe yaşayanlar arasında özellikle Büyük Hun İmparatorluğundan itibaren "ev-araba" düzeni görülmeye başlamıştır. Keçe bir çadırın araba üzerine yerleştirilmesiyle elde edilen bu araç sayesinde insanlar, evleri ile birlikte bir yerden başka bir yere kolayca göç etme olanağına sahip olmuşlardır.

Çin kaynaklarında, Hunların ve Göktürklerin kullandıkları keçe çadırlı arabaları; "çadırlarını keçeden yaparlar, göçer - evli bir hayat yaşarlar. Yazın serin, kışın sıcak yerlere çekilirler" cümlesiyle ifade edilmiştir.

Göçebe Türk toplulukları gerek ihtiyaç duydukları çadırlarda, gerekse diğer eşyalarında kullandıkları süsleyici unsurlarda doğal olarak yetiştirdikleri hayvanların yünlerinden yararlanılmışlardır. Çadırların dışını örten ve içini kaplayan keçelerde, dokumalarda ve diğer giyim eşyalarında besledikleri hayvanların yünlerini değerlendirmişlerdir. Onların sürekli halı, kilim ve keçe gibi yaygıları üretmelerinde; ihtiyaçlarını karşılama endişesi yanında çeyiz hazırlama geleneğine bağlılıklarının etkisi olmuştur. Genç kızlar çeyiz malzemesi olan halı, kilim, keçe vb. ürünlerin yapımını kendi geleneksel yöntemleriyle gerçekleştirmişlerdir. Bugün Anadolu'nun bir çok yöresinde görülen "çeyiz hazırlığı anlayışı" nın Hunlar dönemine kadar inen bir Türk geleneğinin devamı olduğu anlaşılmaktadır.

Hunların yaşamı, bozkır yaşamı ile bütünleşmiştir. Bezemelerde kullandıkları hayvanları çok iyi tanıdıkları günümüze ulaşan örneklerden anlaşılmaktadır. Keçelerde olduğu kadar dokumalarda, at koşumlarında, eyerlerde, kılıçların saplarında ve gövdelerinde, diğer birçok ürünlerde kullanılan hayvan figürlerinin gerçekçi bir şekilde yansıtılması bu birlikteliğin ne denli güçlü olduğunu vurgulamaktadır.

1865 yılında, İç Asya'nın Berel ve Katanda bölgelerinde, bilim adamı Radloff ve daha sonra da (1925 yılında) Kozloff'un başlattığı arkeolojik kazılarla, Noin-Ula'da; 1947 - 1948 yıllarında Rudenko tarafından Altay Dağları eteklerinde Pazırık'ta açılan, M.Ö. 4 ve 3. yüzyıllara ait olduğu belirlenen kurganlarda Hunlara ait bir çok eşya ile insan ve hayvan iskeletleri bulunmuştur. Ayrıca hayvan ve insan figürleri ile bezenmiş halı, kumaş ve örtülerde bu kurganlardan çıkarılan ürünler arasındadır.

Tepme keçe ürünlerin tamamında bezemelerin aplike tekniği ile yapılmış olması dikkat çekicidir. Günümüzde ise ülkemizin bazı yörelerinde yoğun bir şekilde yapılan keçe ürünlerinin bezemeleri üretim aşamasında yapılmaktadır. Hunlar'dan günümüze ulaşan tepme keçe örneklerinde bu teknikle oluşturulan bezemelerle karşılaşmamış olması; Türk tepme keçecilik sanatında uygulanan ve üretim aşamasında gerçekleştirilen bezem tekniğinin daha sonraki dönemlerde kullanıldığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Pazırık kurganlarında at iskeletleri ile birlikte bir çok tepme keçe eyer örtüsü bulunmuştur. Genellikle dağ keçisi, geyik, aslan gibi hayvanların mücadelelerini konu alan kompozisyonlara veya bitkisel bezemelere yer verilen bu eyer örtülerinin kenarları sarkan kordonlarla veya püsküllerle zenginleştirilmiştir. Ayrıca bu ürünlerin gerek zemininde gerekse bezemelerinde yün elyafının doğal rengi kullanıldığı gibi tepme keçe üretiminden önce (elyaf halindeyken) veya üretiminden sonra (yüzey halinde) renklendirilmiştir. Elde edilen renkli tepme keçe yüzeyler daha sonra kompozisyona uygun şekilde kesilmiş keçe veya deri üzerine yerleştirilmiş ve aplike tekniği uygulanarak bezenmiştir. Bu ürünlerde kullanılan aplikasyonlar dikilmek veya yapıştırılmak suretiyle oluşturulmuştur.

Birinci pazırık kurganından çıkarılan ve tepme keçeden yapılmış bir eyer örtüsü yukarıda sıralanan özellikleri taşıyan bir örnektir. Kartal griffon'un bir dağ keçisine saldırışı konu edilmiştir.

Kırmızı renkteki keçe zemin üzerine yeşil, beyaz ve krem renklerinde keçe parçaları kompozisyonu oluşturacak şekilde yerleştirilmiş ve aplike tekniği uygulanmıştır. Leningrad Hermitaj müzesinde bulunan bu eyer örtüsünün iki kenarında, koyun başı biçiminde bezenmiş, sarkıntılı süsleme öğeleri vardır.

Diğer bir eyer örtüsü Noin-Ula'da bulunmuştur. Büyük bir keçe yüzey üzerine, ince ve renkli derilerden kesilen parçalar yerleştirilmiş ve aplike tekniği kullanılmıştır. Pazırık kurganlarında da benzerleri görülen eyer örtüsünde yine hayvan mücadelesine yer verilmiştir. Bu kompozisyonda kanatlı bir griffonun, arkadan geyiğe saldırıda bulunduğu görülmektedir. hayvan figürleri realist bir yaklaşımla ifade edilmiş ve bu mücadele yoğun hareketlilik içinde işlenmiştir.

Mezar odasını ya da bir çadırı kaplamak üzere hazırlandığı tahmin edilen, 4,5 * 6 m boyutlarında geniş bir yüzeye sahip olan bir başka tepme keçe örtü Beşinci Pazırık kurganında bulunulmuştur. Örtünün zemini ince sular kullanılarak dikdörtgenlere bölünmüştür. Dikdörtgenleri çevreleyen bu ince sular; Pazırık halısının zemin karelerinde görülen çapraz biçimli çiçeklerle bezenmiştir. Dikdörtgenlerin içlerinde, renkli keçeden aplike tekniği ile oluşturulan kompozisyon tekrarlanmıştır.

Bir başka eyer örtüsü de Altay Başadar Kurganından çıkarılmıştır. Yabani koyun başlarının simetrik bir şekilde yetiştirilmesinden oluşan bezemede başlar, gerçekçi bir yaklaşımla işlenmiştir. Bu işleyişte boynuz ve baş formunun bütünleştiği ve artistik bir uygulayışa ulaşıldığı görülmektedir. Ayrıca açık koyu dengesinin iyi kullanılmasından dolayı biçimlere daha belirgin bir görüntü sağlanmıştır.

Diğer yandan yazılı kaynaklarda Pazırık devrinden beri Altay'da varlığı bilinen, bugünkü İç Asya Türk göçebelerinin "tös" eski Türkçe "töz" yani insan şeklindeki büyük kuklalar kullandıkları belirtilmektedir. Taşlık mezarlarında oldukça natüralist şekilde, keçeden veya Çin ipeğinden yapılmış insan boyunda kuklalar, vücudu yakılmış olan cesetlerin üzerine yatırılmış ve yüzlerine topraktan oluşturulan maskeler takılmıştır. Bu töslere Göktürkler döneminde "tuli" denilmiştir.

Hayvan maskeleri bulunan tösler ise ongun olarak savaşlarda taşınmıştır. Totem niteliği bulunan, taşınabilir, dinsel özellikli figür veya heykelcikler şeklinde olan ongunlar; Orta Asya Türkleri tarafından yaygın olarak kullanılmıştır.

Hunlar döneminde ongunların elde edilmesinde keçeden yararlanılmıştır. Torba şeklinde vücudu bulunan bu keçe figürler, bir direğe asılmak suretiyle kullanılmıştır. Rüzgarın etkisiyle şişen ongun, hareket halinde gibi görünmüş ve torbanın içinden rüzgarın iniltileri duyulduğunda da, canlı bir varlığın hissini uyandırmıştır. Hunların yaşadığı Orkun vadisindeki Noin-Ula mezarlarından çıkarılan renkli keçe parçalarından yapılmış hayvan şeklindeki torba, ongun olarak kullanılmış ve günümüze ulaşmış örnekler arasındadır.

Yine Beşinci Pazırık kurganından çıkarılan ve tepme keçeden yapılan, bir çadırı koruyan "töz" olarak kullanıldığı tahmin edilen bir çift kuğu ilgi çekicidir. 29 cm yüksekliğinde olan bu beyaz keçe kuğuların kanat uçlarında ve gagalarında siyah, ayak ve kuyruk kısımlarında kırmızı ve sarı renkte keçeler kullanılmıştır." Aplike tekniği uygulanan bu kuğularda ayrıca kuru bitkilere de yer verilmiştir".

Birinci Pazırık kurganından çıkarılan bir diğer hayvan koşum takımında ise eyerle birlikte kayış ve göğüslük dikkati çekmektedir. Keçe, deri ve ahşaptan oluşturulan bu ürünün yüzeyinde kaplan ile yaban koyununun mücadelesi, aplike tekniği ile işlenmiştir. Örtünün sarkan uçlarına yine aplike tekniğe uygulanmış ve yün demetleriyle bezenmiştir.

Beşinci Pazırık kurganında bulunan dikdörtgen şeklindeki keçe eyer örtüsü diğer eyer örtülerinde kullanılan bezeme türlerinden farklı bir görüntü sergilemektedir. Motiflerinin beyaz zemin üzerine belli bir düzene göre sıralanmasına çalışılmıştır. Örtünün bordürü yeşil renkli kontürle ayrılmış ve bezemelerle dolgulanmıştır.

Yine Altay Beşinci Pazırık kurganında bulunan keçe eyer örtüsü 218*68 cm boyutlarındadır. "Kaplumbağa kabuğu" adı verilen desenle bezenmiş olan bu örtüde de aplike tekniği uygulanmıştır. Kenarı ince bir bordürle çevrelenmiş ve zeminde oluşturulan bezemeden esinlenilerek elde edilen motif bordürde kullanılmıştır. Ayrıca gerek motifi oluşturan kontürlerde, gerekse motiflerin dolgulanmasında dilimli ince şeritlere yer verilmiştir. Bu tür bezeme diğer örneklerden farklı bir görüntü sergilenmektedir.

Hayvan figürleriyle bezenen bir başka tepme keçe örtü, Altay Birinci Pazırık Kurganında bulunmuştur. Duvar örtüsü olduğu tahmin edilen bu ürünün bordüründe, Hun Sanatında sıklıkla kullanıldığı bilinen aslan başlarına yer verilmiştir. Doğal beyaz zemin üzerine kırmızı ve yeşil renklerde kesilen ve yan yana sıralanan aslan başlarına aplike tekniği uygulanmıştır.

Kurganlardan çıkarılan ürünler arasında bulunan bir kadın başlığı; gerek kullanım yeri bakımından, gerekse kullanılan materyal çeşitliliği yönünden farklı bir görüntü sergilemektedir. Altay Beşinci kurganından çıkarılan bu kadın baş giysisinde ahşap, deri ve keçe ile birlikte at kılı veya saç kullanılmıştır.

Orta Asya Hun kültürü içerisinde tepme keçeciliğin, yerinin ve öneminin örneklerle anlatılmasına çalışılan bu bölüm; konuyla yakından ilişkisi olmamakla beraber bir Hun hükümdarı ile evlenen Çin prensesinin mutsuzluğunu ifade eden, ancak Hunların yaşantılarını dile getiren şu dizelerle tamamlanıp, Göktürkler Dönemine geçilmiştir.

Yurdumdan ayrıldım, kara bağlarım
Şimdi de Hunların Çadırı yerim
Ocağım kül oldu, ona ağlarım,
Dünyaya gelmemiş olmak isterim
Yapağı eğirir, keçe giyerler
Gözüme bet gelir, gönlüme kötü,
Koyunun o kokmuş etini yerler,
İçemem bakırla sunulan sütü
Davulu her gece durmaz döverler,
Dönerler ta güneş doğana kadar.
Fırtına bozkırda gök gibi gürler,
Yolları toz duman boğana kadar
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Göktürkler Döneminde Tepme Keçecilik
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Göktürkler Döneminde Tepme Keçecilik

Göktürkler; sanat yönünden zengin ve ileri düzeyde eserler vermiş olmalarına rağmen birçok soygun ve tahripler yüzünden zamanımıza çok az eser ulaşabilmiştir.

Tarihte ilk kez Türk adını kullanan Göktürkler'de; "Gök" adı o zamanki inanışlarına göre taptıkları "Gök Tanrı"dan gelir.

Nitekim Ögel'in belirttiği gibi "Göktürkler; mavi yani "gök rengi"ni bütün güzel duyguların, her türlü kutsallığın toplandığı renk olarak kabul etmişler, bu rengi çok sevmelerine rağmen ondan korkmuşlardır. Ancak bu korkuları saygı ile karışık olmuştur". Göktürklerin yukarıda sıralanan duygulara sahip olmaları; şüphesiz Gök Tanrı'ya inançlarından kaynaklanmıştır.

Diğer yandan Çin ve Bizans kaynaklarına göre; Göktürklerde mavi renk, semavi bir anlam taşıdığından dolayı Göktürklerin kubbeli otağları gök renginde keçelerle örtülmüştür.

Burada özellikle tepme keçe tekniği ile yapılan gök rengindeki örtüleri kutsallık sembolü olarak kullanılması; Göktürklerin keçe sanatına gösterdikleri önemi yansıtmaktadır.

Göktürklerde tepme keçe yaygılar(örtüler), kağanların tahta çıkış törenlerinde de kullanılmıştır. Kağanın kendisine tabi beyler tarafından bir keçe üzerinde havaya kaldırılması ve daha sonra güneşin döndüğü yönde, dokuz kez, otağın etrafında döndürülmesi geleneği vardı. Bu gelenek, Orhon Yazıtlarında şu şeklide ifade edilmiştir;

..............." Yukarıda Türklerin Kutsal Toprağı
ve Suyu şunu söylediler: Onlar dediler ki,
Türk halkı yok olmasın, bir halk olsun! Göğün
Yükseklerinden babam El Teriş Kağan'ın ve
annem El Bilgi Hatun'u tutarak onları havaya

kaldırdı.

Bu düşünce hükümdarların, tahta çıkışları sırasında keçe üzerinde havaya kaldırılmaları töreniyle ilgili olmalıdır.

Tüm bu bilgiler tepme keçeden yapılmış yaygınların, ev eşyası olarak kullanılmaları yanında bir hukuk ve devlet sembolü olduğunu da vurgulamaktadır.

Göktürkler döneminde keçenin kullanıldığı bir diğer alan kuklalar olmuştur. Bu döneme ait hükümdar ve diğer kişilerin mezarlarında ölen kişinin tasviri olarak, keçeden ve kumaştan yapılmış "tuli" adı verilen büyük kuklalara rastlanmıştır. Hunlar döneminde de "tös" ve "töz" adı ile kullanılmış olan bu kuklaların; Göktürkler dönemi kuklalarıyla benzerlik göstermesi, kültür birliğinin devamını yansıtır.

Göktürkler dönemine ait mezarlardan çıkan kuklalar dışında, Çin kaynaklarında; Göktürkler'in tanrıların keçe ve deriden tasvirlerini yaptıkları ve bunları direklerde (alem gibi) taşıdıkları belirtilmiştir. Bu şekilde ongunlara bugünkü İç Asya Türkleri "ruh" anlamında eski Türkçede "töz" kelimesine benzer şekilde "tös" demektedirler. Milattan önce son bin yıldan beri bayrak yerine kullanılan "tös" ler, Göktürk ve Uygurlar'da "Böri" (kurt) şeklinde devam etmiştir. Atalarının hatırası olan, tepesinde altından bir "bori" kurt başı bulunan bayrak, hükümdar otağının önüne dikilmiştir. "Böri" bayrağı, madeni bir kurt başı ile, ejder gövdesi şeklinde bir keçe veya deri torbanın direğe geçirilmesinden elde edilmiştir. Noynula'da bulunan ahşap kurt başına göre Göktürk devrindeki "böri" başı daha gerçekçi şekilde tasvir edilmiş, ejder gövdesi de gittikçe kumaştan bayrak haline gelmiştir.

Diğer yandan yine Çin kaynaklarında; Göktürklerin göçebe bir hayat sürdükleri, keçeden yapılmış olan çadırlarını arabalar üzerinde de kullandıkları belirtilmiştir. Bu bilgiler, göçebe Türk toplumunun devamı kabul edilen Göktürkler döneminde; tepme keçecilik sanatının yerini ve önemini koruması bakımından da değerlidir.

Göktürkler döneminden, günümüze ulaşan bazı kalıntılar üzerinde incelemeler yapılmış ve o döneme ait bazı bilgiler açıklık kazanmıştır. Nitekim Göktürkler'in yaşadığı Orhon Bölgesinde incelemeler yapan Borovka(1927)'nın keçelerde kullanılan bezemelerin bu döneme ait mezar taşları üzerine işlendiğini tespit etmesi Türk keçecilik sanatı açısından önemli bir değerlendirme olarak kabul edilir.

Yine Göktürklere ait resimler üzerinde incelemelerde bulunan Okladinokov ve Zaporojskaya (1959) Göktürklerin keçe çizme, çarık ve börk (bay giysisi) giydiklerini belirtmişlerdir. Bu bilgilerden Göktürklerin çadırlar dışında giyim ve kuşamda da keçeyi ağırlıklı bir şekilde kullandıkları, diğer bir ifadeyle yaşantılarının her alanında keçeye yer verdikleri anlaşılmaktadır.

Göktürk kitabelerinde, Baykal Gölü'nün batısında oturan ve göçebe bir kavim olan Kurıkan'lardan sık sık söz edilmiştir. Çin kaynaklarında da adı geçen Kurıkan'ların kızaklarının keçe örtülü olduğu anlatılmıştır. Yine bu kaynaklarda Güney Sibirya'da, aşağı Yenisey kıyılarında oturan Kırgız Reislerinin ve halkın keçe şapka giydiklerinden; keçeleri birleştirerek çok büyük çadır veya otağ kurduklarından söz edilmiş olması göçebe Türk toplulukları arasındaki birliğinin varlığını yansıtmaktadır.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Uygurlar Döneminde Tepme Keçecilik
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Uygurlar Döneminde Tepme Keçecilik

Çin kaynaklarında Uygurların M.Ö. Dink - ling, M.S. 4. Yüzyıldan sonra ise T'ie-le adı verdikleri boylardan geldikleri belirtilmektedir. Bugünkü Moğolistan'da Selanga nehrinin doğu kıyısında, Göktürklere bağlı olarak yaşamış olan Uygurlar; 745'de Göktürklerin yerine Uygur Devleti'ni kurmuşlardır.

Türk boyları, Çince kao-ch'e denilen, dört tekerlekli kağnıları ile, sürülerini otlattıkları yaylalar ve surlar içindeki kışlıklar arasında göç etmişlerdir. Kubbeli veya kümbetli otağlar kışın surlar içine kurulmuştur. Surlar içine, ayrıca otağa benzer, ağaçtan köşklerde yapılmıştır. Yaz geldiğinde kerekü denilen ve katlanabilen otağ, kağnıya yüklenmiş halde veya kurulmuş durumda yaylalara göç edilmiştir. Bu göçlerde kağnı ile taşınabilen otağlar yanında; çok renkli keçeden, kilimden veya işlemeli kumaşlardan yapılmış örtüler; göçebe hayata uygun kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börkler, kemerler, süs eşyaları, at koşumları kağnılı boyların beraberinde bulunan önemli eşyaları arasında yer almıştır.

5. yüzyıldan itibaren, atlı göçebe yaşam tarzından, yerleşik düzene geçen Uygurlar; yeni bir kültür yapısının en güzel örneklerini oluşturmuşlardır. Uygurların bu gelişmesinde; Çin ve Hint uygarlıklarının etkileri olmakla birlikte Hun ve Göktürklerin kültürünü kendilerine özgü bir şekilde sentez yapmış ve yaşatmışlardır. Böylece Uygurlarda, bozkır ve atlı göçebe yaşamı, şehir kültürü içerisinde yeniden biçimlenmiştir.

Uygur kent kalıntılarında, Buddha ve Mani tapınaklarında görülen dinsel konulu freskler ve minyatürler Türk resim sanatının en erken örnekleridir. 7 ve 9. yüzyıllara tarihlendirilen, Hoço, Bezeklik, Sorçuk ve Turfan'da bulunan bu örneklerden ve Uygurca yazılmış metinlerden Uygurların tarihi ve kültürü hakkında bilgiler elde edilmiştir. Koyu mavi ve kırmızı renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı bu eserlerde rahip, vakıfçı prens, prenses ve soylular, atlılar ve savaşçılar seçilen konular arasındadır.

Grünwedel ve Le Cog tarafından Turfan'da yapılan kazılarda; Maniheist sanata ait freskler, ipek üzerine boyanmış resimler gibi bir çok örnek ortaya çıkarılmıştır. Bu resimlerin hemen hemen tamamında kişiler; beyaz veya kırmızı urbaları ve maniheist külahları ile tanınırlar. Türk kavimlerince yaygın bir şekilde kullanılan keçe şapka ve külahlara Uygurlar döneminde tepecikler ilave edildiği bu fresklerden anlaşılmaktadır.

Sorçuk'ta bulunan diğer bir freskte bayan vakıfçılara yer verilmiştir. Vakıfçılar, yine keçe yaygı üzerinde tasvir edilmişlerdir. Beyaz renkli bu keçe yaygının kenar suyunda ve zemininde, kırmızı renkle oluşturulan bezemeler kullanılmıştır.

Uygurlar döneminde özellikle vakıfçılara ilişkin örneklerde bezemeli yaygıların yer alması, bu dönemde tepme keçe tekniği ile elde edilen yaygı geleneğinin devam ettiğini belgelemesi bakımından önemlidir.

Uygulara ait olan ve Hoço'da bulunan bir minyatürde Mani Türklerinin keçe şapka giydiklerini ortaya koymaktadır.

Tepme keçe tekniği ile elde edilen, beyaz renkli bu keçe şapkaların formları vakıfçıların giydikleri şapkalardan farklı görüntü sergilemektedir. Her iki örnekte mani rahiplerinin kendilerine özgü biçimde beyaz keçe şapkalarla tasvir edilmesinden; bu dönemde keçe şapkaların kullanımına devam edildiği ve bireylerin sahip olduğu pozisyona göre keçe şapkaların formlarının da değişiklik gösterdiği anlaşılmaktadır.

Nitekim Hoço'da bulunan bir başka örnek bu durumu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu örnekte, başında siyah renkte ve keçeden yapılmış olduğu tahmin edilen bir külah bulunan figüre yer verilmiştir. Gabain (1973), bu figürün giyindiği şapka türünün genç beyler tarafından kullanıldığı belirtmesi, Uygurlar döneminde giyilen şapkaların bireylerin kimliğini ortaya koymasında etkili olduğunu vurgulamaktadır.

Orta çağda, özellikle Moğol İmparatorluğu'nun yayılmasından sonra, Babür'ün Hatıratı'nda da bahsettiği gibi keçe üstünde kaldırma geleneği geç dönemlere kadar devam etmiştir.

Yine Harezm'de Acem Büyük Elçisi Rıza Kuli Han, Hive'de bir kağan seçimini anlatırken, "onları beyaz bir keçe üzerine oturttular ve onları kaldırdılar" cümlesine yer vermesi yukarıdaki bilgileri tamamlamaktadır.

Diğer yandan 1220 yılında Cengiz Han'ın daveti üzerine karargahına giden Çinli filozof Çang - Çun raporunda Cengiz Han'ın kardeşinin keçeden yapılmış karargahında söz edilmiştir.

1245 yılında Papa 4. İnnocentius tarafından elçi olarak Moğolların ülkesine gönderilen Johennes Plano de Calpini ve arkadaşı Stephanus Bohenus; elçilerin ve büyük hanın hanımlarının her birine ait beyaz keçeden yapılmış çadırlarının olduğunu anlatmıştır. Bütün bu elçilerin verdikleri bilgiler, Moğollarda keçe çadır geleneğinin devam ettiğini kanıtlamaktadır.

1253 yılında Fransa Kralı 9. Ludwing tarafından Moğolistan'a Mengü Han'a elçi olarak gönderilen Rahip Rubruk'un verdiği bilgiler bu dönemde keçenin çadırlar dışında farklı şekillerde kullanıldığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Rubruk; İç Asya'da, Tatarlar arasında gördüğü bazı keçe çadırlarının üzerine yine renkli keçeden yapılmış kuş ve hayvan figürlerinin bulunduğundan söz etmiştir. Çadırın iç döşemesine ilişkin bilgi verirken;

"Çadırın beyinin devamlı oturduğu yerin üzerinde keçeden yapılmış olan bir bebeği veya küçük bir heykelciği anımsatan bir İdol'ün asılı durduğunu ve bu heykele beyin "erkek kardeşi" adının verildiğini ifade etmiştir. Evin hanımının başının üzerinde de yine çadıra asılmış ve diğerine benzer küçük heykelciğe ise "hanımın erkek kardeşi" gözü ile bakıldığını bildirmiştir. Aynı satırların devamında "beyin ve hanımın erkek kardeşleri" olarak nitelendirilen idollerin arasında bulunan İdolin ise yurdun koruyucusu olduğunu belirtmiştir.

Rubruk'un yukarıda verilen sözlerinde; Hunlar ve Göktürkler döneminde "töz" olarak kullanılan kurt, geyik, ejder vb. figürlerin daha geç dönemlerde yerine insan biçimindeki idollere bıraktığı, ve yine bu idollerde keçenin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Anadolu Selçukluları Döneminde Tepme Keçecilik
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Anadolu Selçukluları Döneminde Tepme Keçecilik

11. yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu'ya geçmeye başlayan Türk boyları, 1071'de Alparslan'ın Malazgirt'te Bizans ordularını yenmesinden sonra, kısa sürede Anadolu'ya egemen olmuşlardır.

Anadolu Selçuklu kültür ve sanatı Şamanizm, Maniheizm ve Budizm gibi inanç sistemlerinden İslam dinine geçişi gösteren ve maddi niteliklerden manevi niteliklere doğru değişen özelliklere sahip olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.

Yazılı kaynaklarda Türk boylarının; Anadolu'ya geçişlerinde, o zamana kadar geliştirdikleri halı, kilim, keçe vb. el sanatlarını da birlikte getirdikleri belirtilmektedir. Ancak Boğazköy (Hattuşaş) yakınında ki Yazılıkaya'da bulunan kabartmaların başlarında görülen sivri külahların mühür ve diğer tasvirlerde karşılaşılan başlıkların keçeden yapıldığı tahmin edilmektedir. Bunun yanı sıra M.Ö. 9. Yüzyılda yazılmış olan Homeros'un ünlü İliada destanında keçe sözcüğünün geçmesi, Anadolu da keçenin erken dönemlerinde bilindiği olasılığını kuvvetlendirilmektedir. Anadolu da Tepme keçecilik sanatının tarihsel gelişimi konusunda yapılacak bilimsel araştırmalar; gelecekte bu olasılıkları şüphesiz daha açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bu nedenle konu gereği burada Anadolu Selçuklu Dönemi tepme keçe sanatının ele alındığını, Anadolu'da yaşamış olan diğer medeniyetlerde bu sanatın gelişimi, ileride yapılacak bilimsel çalışmalarla incelenebileceğini belirtmekte yarar vardır.

Selçuklular döneminde Anadolu da yerleşik ve göçebe yaşama devam edilmiştir. Bu nedenle çadırlar; gerek göçebe yaşamını sürdüren Selçuklu Türklerinin, gerekse ordunun ihtiyaç duyduğu barınma ihtiyacını karşılamaya devam etmiş böylece Türk kültürü içerisindeki yerini ve önemini korunmuştur.

Buna rağmen Selçuklular dönemine ilişkin yazılı kaynaklar incelendiğinde; keçe çadırlara ait fazla bilginin bulunmadığı anlaşılmıştır. Ancak çadır sözcüğüne değinene Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lugat-it Türk isimli eserinde, ev edinmenin güç olduğu kadar çadır edinmenin de çok kolay olmadığını belirtmiş, çadır ve göç örtülerinin keçeden yapıldığını ve örtülerin sırındığını yani sık dikişle dikildiğini açıklamıştır. Kaşgarlı Mahmud söz konusu eserinde ayrıca bu keçe örtülerin güveden korunmaları için silkelendiklerinden de söz etmiştir.

Selçuklular, kullandıkları çadırları süslemeyi de ihmal etmemişlerdir. 13. Yüzyıl Minyatürlerinden, Varka ve Gülşah'ta, bu süslü çadıra yer verilmiştir.

Yine Varka ve Gülşah minyatürleri arasında bulunan bir at figürü, Hun Sanatını anımsatan örneklerden birisidir. Diz çökmüş ve başına yem torbası takılmış olan bu atın üzerindeki eyer örtüsü (çul veya terlik), hayvan figürleri ve rumilerle bezenmiştir. Hunlar döneminde de, at sırtında kullanılmak üzere, keçeden veya kalın dokumalardan yapılan bu eyer örtüleri, Selçuklular döneminde de önemini yitirmemiştir.

Selçuklular: keçeden yapılmış çadır ve eyer örtüsü geleneği sürdükleri gibi, giyim ve kuşamlarında da tepme keçe tekniği ile elde ettikleri ürünleri kullanmayı ihmal etmemişlerdir. Selçuklu Türklerinde görülen giyim eşyalarının İslam öncesi Türk giyim kuşamının hemen hemen devamı olduğu söylenebilir. Bu döneme ait giyim kuşam tarzı, günümüzde çok az farkla Türkmen kadınlarınca sürdürülmektedir.

Selçuklular, kumaş üretiminde, öncelikle ipek; daha sonra pamuk ve deve yünü kullanmışlardır. Bu dönemde üretilen kumaşlardan koyun yünü çok az kullanılmıştır. Çünkü, yünden elde edilen elbiseler genellikle köleler tarafından giyilmiştir. Kölenin, yün elbise sahibi olmasının önemli bir olay olduğu, Kaşgarlı Mahmud'un eserinde özel olarak belirtilmiştir.

Yünün; giysilik kumaş üretiminde çok az kullanılmasının bir başka nedeni bu materyalin öncelikle tepme keçe yapımında değerlendirilmesinden kaynaklanmıştır. Çünkü elde edilen keçe; çadırdan çizmeye, kuşağa, börke kadar bir çok çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Keçe dışında yün; derisiyle birlikte kürk yapımında da değerlendirilmiştir.

Orta Asya Türk boylarınca kullanılan ve bir çeşit baş giysisi olan "börk" Selçuklu Türklerinin giyim eşyaları arasında önemini korunmuştur. Kaşgarlı Mahmud; Divan-ı Lugat-it Türk isimli eserinde; börk konusunda oldukça geniş bilgilere yer vermiştir. Kaşgarlı, bu eserinde börk üretimi için gerekli olan kalıbın kağıttan veya çamurdan yapıldığını; kalıba göre kesilen keçe ve ipek örtülerden börk elde edildiğini; imece usulü ile yapılan börk dikişinin bir ihtisas alanı olduğunu anlatmıştır.

Yine bu dönemde börk ve börkçülük giyim eşyalarının bir parçasını oluştururken atasözlerine de girmiştir. Türk atasözleri arasında "Kelin geleceği yer börkçü dükkanıdır" ve "Acemsiz Türk börksüz baş olmaz" gibi sözlere yer verilmesi bu konunun önemini vurgulamaktadır.

Selçuklu Türklerinde; başa giyilen "börk"e verilen önem, çizmelerde de eski yerini korumuştur. Hunların kullanıldığı keçe çorap ve çizmeler, Göktürkler ve Uygurlar döneminde devam etmiş ve Selçuklu döneminde başta hükümdar olmak üzere halkında geleneksel giyim eşyaları arasında yer almıştır. Köymen (1983)'in "Alparslan ve Zamanı" isimli eserinde belirttiği "Tuğrul Bey, 1038 yılında Nişapur'a girdiği zaman, sırtındaki ipek kaftanı ile ayağındaki keçe çizmeler dikkati çekmişti" cümlesi yukarıdaki bilgileri tamamlamaktadır.

Diğer yandan bu dönemde en iyi keçe çizmenin Türkmen keçesinden elde edildiğine değinen Kaşgarlı Mahmud aynı zamanda "O bana çizme yapılan Türkmen keçesi tepmekte yardım etti" cümlesi yer vermiş ve böylece keçe çizmenin birkaç kişi tarafından yapıldığına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur.

Kaşgarlı'nın Divanında söz ettiği bu cümleler dışında, Selçuklar döneminde keçe çizme giyme geleneğinin devam ettiğini kanıtlayan örnekler de bulunmaktadır. 13. yüzyıl minyatürlerinden olan ve Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan Varka ve Gülşah minyatürleri arasında Varka'nın ayağında keçe çizme ile at üzerinde savaştığı ve Varka'nın Gülşah'a veda ettiği örneklerde aynı çizimlerle tasvirlerine rastlanması bu bilgileri tamamlamaktadır.

Selçuklu Türkleri, tepme keçeden yapılmış olan ve genellikle çobanlar tarafından giyilen kepenekleri kullanmışlardır. Gerektiğinde, başı yağmurdan ve tipiden korumak üzere, kepeneklerin arkasına külah (kapşon) şeklinde yine keçeden yapılmış bir çeşit başlık ilave etmişlerdir. Kepenekler, özellikle çobanları simgeleyen bir giysi özelliği taşımış ve "kepeneği olan kimse ıslanmaz, gemli at hoşarılanmaz" cümlesi ile Selçuklu döneminin atasözlerine arasına da girmiştir.

Anadolu Selçukluları döneminde önemli keçe merkezlerinden birisi Konya olmuştur. Nitekim Konya'da, Selçuklulara ait olan ve 1283 yılında tamamlanan, Sahipata Külliyesi'nde "keçecilik" adı verilen, keçelerin pişirilmesinde kullanılan özel bir bölümün bulunması bu sanatın, Konya'da yoğun şekilde yapıldığını belgelemektedir.

Diğer yandan Mevlana'nın Horasan'ın Belh şehrinden ailesiyle birlikte Anadolu'ya göçmesi ve Konya'da yerleşmesi Anadolu Selçuklu Devletinin en parlak yılları olan 13. Yüzyıla (1228) rastlar.

Bu dönemde Mevlana'nın kurduğu Mevlevi teşkilatına üye kişiler, başlarına "sikke" adı verilen ve tepme keçeden özel olarak yapılmış keçe külahlar giymişlerdir. 16. yüzyıl sonlarına ait bir minyatürde mevleviler; örgütün simgesi durumunda olan bu keçe külahları ile tasvir edilmiştir.

Yine 17. yüzyıla ait halk resimleri arasında yer alan ve British Museum'da bulunan albümde; ayaklarını mühürlemiş, sema eden bir mevlevi, başına giydiği tepme keçe sikke ile tasvir edilmiştir.

Mevlevilerin giydikleri bu sikkeler; önce yalın kat keçeden yapılmış, daha sonra da iç içe iki kattan elde edilmişlerdir. Koyu veya açık kahverengi, deve yünü veya doğal beyaz renkte tiftik kullanılan bu tepme keçe sikkeler o dönemde külahçı dükkanlarında satılmıştır. Üretim yerleri ise genellikle Konya olmuştur.

Mevleviliğin bir sembolü olarak kabul edilen tepme keçe sikkelerin önemini, Konya Müzesi'nde bulunan bir sülüs yazısında bulunan şu beyit açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bu Cihanda eğer altın ola namın

Gir sikkesi altına Hazreti Mevlananın

Tepme keçe sanatı mevlevilerin sikkeleri dışında "Elifi Nemed" adı verilen kemerlerinde de (kuşaklarında) kullanılmıştır. 8-10 cm genişliğinde, 150 cm uzunluğunda, tepme keçeden oluşturulan bu kuşakların üzeri parlak bir kumaşla kaplanmıştır.

Diğer yandan, "13. Yüzyılın başlarında (yaklaşık 1206 yılında) Anadolu'ya gelen Ahi Evran; "Ahilik" adı verilen teşkilatı kurmuştur". "Anadolu'da esnaf ve sanatkarları bir araya getiren bu kuruluş içinde keçecilik sanatına da yer verilmiştir. Ahilerin, beyaz yünden elde edilmiş keçe külah giyinmeleri" ise bu sanata verdikleri önemin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Tepme Keçecilik
Orta Asya'dan Günümüze Tepme Keçeler

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Tepme Keçecilik

13. yüzyıl sonlarında Eskişehir yöresinde küçük bir beylik olarak ortaya çıkan ve Asya, Avrupa, Afrika kıtalarında yayılarak bir dünya imparatorluğu durumuna gelen Osmanlı döneminde; "farklı kültürlerin sentezinden oluşan, üstün bir sanat anlayışına ulaşılmıştır. Böylece Türk Sanatında Klasik Dönem olarak bilinen dönem başlamıştır.

Selçuklular döneminde kurulan Ahilik teşkilatının; esnaf ve sanatkarlara yönelik olumlu çalışmaları; Osmanlı döneminde yerini Loncalara bırakmıştır. Loncalar, toplumsal yaşantıdaki sosyal ve ekonomik sorunların çözümlenmesinde rol oynamış ve çeşitli iş kollarında kendi gelenek ve görenekleri doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan debbağlar, kunduracılar, saraçlar, keçeciler gibi bir çok alanlarda uğraşı gösterenler loncalar arasında özel bir yere sahip olmuşlardır.

Nitekim bu dönemde Türk teknolojisini, toplumsal yapısını, siyasi ve ekonomik etkinliklerini ve sanatsal çalışmalarını ortaya koyması bakımından önemli bir yeri olan "Osmanlı Şenlikleri"nde çeşitli esnaf loncaları arasında keçecilere de yer verilmesi bu bilgileri tamamlamaktadır.

16. yüzyıl minyatür sanatının en güzel örneklerinden olan ve Osmanlı Şenliklerini yansıtan "Sürname" de, padişahın önünden geçen esnaf olayları arasında "Keçeci Esnafı" nın sunduğu iki maskeli oyuncu tasvir edilmiştir. Aynı şenlikleri konu eden Haunolth esnaf alayı arasında keçeci esnafın geçişinden bahsederken, yeşil bayrak taşıdıkları belirtilmiştir.

Diğer yandan Evliya Çelebi; IV. Murat'ın 1637 yılında Bağdat seferine çıkarken, düzenlenen şenliklerden söz etmiş ve çeşitli esnaf loncaları arasında keçe külah giyen medreseli öğrencilere değinmiştir. Yine 1720 şenliğini konu eden Levni; "Surname-i Vehbi 1" minyatürleri arasında "Keçecilerin Geçişi" ne yer vermiştir.

16. yüzyılın büyük şairi Zati (1471-1545) şiir, düşünce ve nükteleriyle yaşadığı dönemin dikkatini çekmiştir. Zati "Leta if" isimli eserinde; bir çok meslek ve sanat sahibi kişileri bir cümle ile tanıtmıştır. Keçe ile uğraşan sanatkarlar için de "keçeciler keçelerini sudan çıkarsınlar" sözleri ile bu dalda çalışanları, mizah konuları içerisine almayı ihmal etmemiştir.

Osmanlı döneminde, düzenlenen şenliklere ve şairlerin ifadelerine konu olan keçecilik; aynı zamanda "kavuk" veya "serpuş" denilen baş giysilerinde de kullanılmıştır. Kavuklar; biçimlerine göre külah, kılansuva, üsküf, börk, kallavi, mücevveze, takke, kalpak, fes gibi isimlerle çeşitlilik göstermiştir.

Kavuk; genellikle genişliği yüksekliğinden fazla olan, keçeden yapılan külahın üzerine birkaç santimetre eninde bez sarılmak suretiyle elde edilen bir çeşit baş giysisidir. Bu baş giysisi Osmanlı döneminde yüksek rütbeli kişiler tarafından kullanılmıştır. Halk kesimi ise, keçe külahlarını abani veya yemeni adı verilen kumaşlarla sarmışlardır.

Osmanlı döneminde yüksek rütbeli kişilerin ve halk kesiminin kullandığı bu başlıklar dışında dini grupların giydikleri başlıklarda ayrı özellik taşımıştır. Çevrelerinde genellikle yeşil renge yer verilen ve çeşitli formlarda yapılan bu özel başlıkların bazı türlerinde tepme keçe tekniği uygulanmıştır.

Osmanlı döneminin yeniçeri askerleri, beyaz keçeden yapılmış "üsküf" veya "börk" adı verilen baş giysileri kullanmışlardır. Yaklaşık 45 cm yüksekliğindeki börk; arkaya doğru sarkan uzantısıyla yeniçerileri simgeleyen önemli bir baş giysisi olmuştur.

Arseven (1947), bu baş giysisinin öyküsünü şu şekilde açıklamıştır:

"Sultan Orhan, muntazam bir ordu teşkili için yeni bir askeri nizam ettiği vakit, Hacı Bektaş'ı Veli'ye askerin teberrüken ismini koymasını ve dua etmesini istemiş. O da askerlerden birisini omuzuna kolunu koyarak dua edip "Bu askerlerin ismi yeniçeri olsun demiş. Bu esnada askerin omuzuna koyduğu cüppenin kolu arkaya doğru sarkmış. İşte bu kolu temsil etmek üzere ucu omuzlara doğru sarkan bir keçe ilave edilerek, buna börk ismi verilmiştir."

Yatırma denilen ve omuzlara doğru sarkan bu keçe parça: yeniçerinin ensesini soğuğa ve rüzgara karşı koruma görevi yaptığı gibi arkadan gelecek kılıç darbelerinden sakınmasına yardımcı olmuştur. Yatırmanın başladığı yere, demir bir çember yerleştirilmiş; başa geçen kısmına ise gümüş veya altından zırh geçirilmiştir. Börkün ön tarafında ayrıca tüylük veya yünlük denilen ve rütbelere göre değişik biçimleri bulunan sorguçları takmaya elverişli bir kısım konulmuştur. Yeniçeriler; fakir veya zengin oluşlarına göre börkün bu kısmını, değerli veya değersiz taşlarla süslemişlerdir.

Yeniçerilerin giydikleri bu ilginç başlıklar Osmanlı döneminin minyatürlerinde yer almıştır. 1578 yılında Türk ordusunun Kafkasya seferini konu eden Nusratname'ye ilişkin bir minyatürde yeniçeriler tepme keçeden yapılan bu başlıklarla tasvir edilmiştir.

Yeniçeriler tarafından kullanılan keçe başlıklar aynı zamanda kendi içlerinde de değişiklik göstermiştir. Yünlüklü ve yünlüksüz keçe, üsküf ve kuka yeniçerilerin başlık türleri arasında yer almıştır.

Yeniçerilerin giyindikleri bu özel başlıklar dışında yine keçeden üretilen ve Osmanlı döneminin sembolü haline gelen diğer bir başlık türünü fesler oluşmuştur.

"İngiliz yazar Julio Pardoe 1836 yılında İstanbul'a gelen hiçbir gezgin, Sultan'ın orduları için başlık üreten Eyüp'teki Fes Fabrikası'nı ziyaret etmeden kentten ayrılmamalıdır" cümlesine yer vermemesi bu dönemin sembolü haline gelen fes türünde baş giysilerinin önemini vurgulamaktadır.

Öte yandan Anadolu'da yerleşik hayata uyum sağlamaya çalışan Türklerin yaşamında çadırlar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de önem ve fonksiyonunu devam ettirmiş ve çok yönlü kullanılmıştır.

Bu dönemin en gelişmiş çadır türü, Otağ-ı Hümayun adı verilen sultan çadırları olmuştur. İçi bölmelerle ayrılmış olan bu sultan çadırlarının, toprak zemini hasır ve keçeler ile kaplanmış ve üstlerine halı serilmiştir.

Ayrıca araştırma konusu ile ilgili olarak incelenen müzelerde 19. Yüzyıla ait tepme keçe seccadelerden bulunduğu tespit edilmiştir. Yine tepme keçeden yapılmış çizme, arakiye, sikke ve fes çeşidinde ürünler genellikle müzelerde bulunan geç dönemin keçe örnekleri arasındadır.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Keçenin Tanımı ve Keçeleşmenin Oluşumu
Keçenin Tanımı ve Keçeleşmenin Oluşumu

Tepme keçelerin temel hammaddesi deri ürünü hayvansal lif grubunda yer alan yün lifidir.

"Lifin incelik, uzunluk, dayanıklılık gibi fiziksel niteliklerden biri olan keçeleşme; merinos, kaba karışık yapağı, tiftik, deve yünü vb. deri ürünü hayvansal yani keratin yapılı liflerde görülür. Bu özellik ipekte, bitkisel, madensel ve yapma liflerde yoktur.

Keçeleşme; deri ürünü hayvansal liflerin örtü hücrelerinin birbirine çözümleyecek şekilde kenetlenmesiyle meydana gelir.

Diğer bir ifadeyle "deri ürünü hayvansal liflerin yüzey yapısından doğan ve bazı lif nitelikleriyle ilgili olarak değişik değer gösteren keçeleşme; PH, nem, ısı, basınç, hareket ve işlem süresi gibi bazı dış faktörlerden etkisi altında bulunur".

İlk keçeleşmenin nasıl oluştuğu konusunda çeşitli varsayımlara dayalı açıklamalar yapılmaktadır. Hyde (1988) "Fabric of History Wool" isimli makalesinde şapkacılar azizi olan St. Clement'ın uzun bir yolculuk sırasında sandaletlerin içine gevşek bir yün koyduğunu; nem, hareket ve sıcaklığın etkisi ile tesadüfen bulunduğunu belirtmektedir.

Ülkemizde ise farklı kişiler keçenin mucidi olarak gösterilmektedir. Ebu Said Libabid, Abdülmüttalip, Veysel Garani, Saidi Rubbani keçeciliğin piri olarak geçen isimlerdendir. Yine yazılı kaynaklarda bu kişilerin tepme keçe için gerekli olan işlemleri yerine getirmelerine rağmen, yün liflerinin birbirine kaynaşmasını (keçeleşmesini) başaramadıkları ve bundan dolayı ağladıkları, göz yaşlarının düştüğü yerlerde yün liflerinin kaynaştığını görmeleri sonucu tepme işlemi sırasında su vermeyi öğrendikleri ve böylece ilk keçeleşmeyi buldukları belirtilmektedir.

Tüm bu rivayetlere dayalı bilgiler yanında, keçeleşmenin oluşumu günümüze kadar çeşitli araştırmacılar tarafından değişik kuramlara göre açıklamaya çalışılmış ve tüm araştırmacılar yün lifinin üzerindeki örtü hücrelerinin birinci derecede rol oynadığı konusunda fikir birliğine varmışlardır.

Yün lifinde korteksi dış etkilerden koruyan epidermis tabakası; lifin üzerini örten boynuzlaşmış, yassılaşmış bir sıra epidel hücrelerden meydana gelmiştir: bu epidel hücrelere örtü hücreleri tabakası, pullu tabaka veya kutikula adı verilir.

"Genel olarak balık pullarını andıran ve yünlerin hem birbirlerinden ve hem de diğer liflerden ayırt edilmelerini kolaylaştıran örtü hücrelerinin şekilleri, dizilişleri, lif üzerindeki durumları birim yüzeydeki sayıları ve uzunlukları bazı farklılıklar gösterir.

Değişik şekilde, dizilişte ve büyüklükte olan örtü hücreleri lif üzerinde kökten uca doğru dizilirler. Bu hücrelerin lif ucu yönündeki kısımları lif ekseniyle bir açı yapacak biçimde kalkık ve serbest şekilde, diğer kısmı ise bir alttaki hücrenin içerisine sokulmuş durumda bulunur. Bu diziliş nedeniyle liflerin mekanik hareketi tek yönlüdür ve lifler uçları yönünde değil kökleri yönünde hareket ederler. Yani pul tabakası lifi tek yönde hareket ettirir.

Kök ve uçları değişik yönde bulunan lifler keçeleşir. Eğer lifler kökleri bir yönde olmak üzere birbirine paralel olarak yerleştirilirse, diğer keçeleşme koşulları sağlanmış olsa dahi keçeleşemezler. Hayvan üzerinde tulup halinde bulunan liflerin ıslanmaları ve diğer keçeleşme etkenleri altında kalmalarına rağmen keçeleşmesinin nedeni liflerin köklerinin aynı yönde bulunmalarından ileri gelir. Keçeleşmenin meydana gelmesi lifin kök ve uçlarının karışık yönde olmasıyla ortaya çıkar.

Kök ve uçları karışık yönde bulunan keratin liflerin yüzey sürtünme özellikleri farklıdır. Bu yerleşim sonucunda da yün lifleri, kökten uca, uçtan köke doğru pullar kalkacağından yüksek sürtünme direnci göstermektedirler. Sonuç olarak dışarıdan bir kuvvet etkisi altında lif, kökü yönünden hareket etmeye eğilimlidir. Keçeleşmeye etkili olan bu özelliğe "Yönlendirilmiş Sürtünme Etkisi" denilmektedir.

1790 yılında Mong tarafından bu ilişki ilk defa ileri sürülmüş ve farklı sürtünme katsayıları tespit edilerek yünün keçeleşme özelliğinin açıklanmasına çalışılmıştır.

Keçeleşmenin oluşmasına ilişkin teorilerden biriside Witt tarafından ortaya atılmıştır. Bu teoride yan yana getirilerek mekaniksel bir harekete tabi tutulan yün lifi örtü hücrelerinin birbiriyle kenetlenmesi şeklinde olmuştur. Bu teoride kaba yün liflerinin üstleri diğer yün lifleri gibi örtü hücreleri ile kaplı olmalarına rağmen bu liflerin neden iyi keçeleşmedikleri tam olarak açıklanamamıştır.

Gralen ve Olofsson ise, bir lifi durağan bir life karşı sürten bir aparat geliştirmişlerdir ve pul yönlerini dört değişik pozisyonda tutarak, liflerden biri sabit diğeri hareketli durumda testler yapmışlardır. Elde edilen değerlerden statik sürtünme katsayıları hesaplanmıştır.

Speakman ve Stott ise, yönlendirilmiş sürtünme etkisini, farklı bir yöntemle açıklamışlardır. "Wiolon Bow" denilen "Keman Yayı Metodu" nda; keman yayına benzer bir aletle 50 adet elyaf kök-uç yönünde sıralanarak gezdirilmiş ve alet ayarlanabilen bir eğik düzlem üzerine yerleştirilmiştir. Elyafların yerleştiği keman yayı kaydırılarak hareket ettirilmiş, pul istikametine karşı ve pul istikameti yönünde ölçümler yapılarak iki ölçüm değerinden elde edilen farkla yönlendirilmiş Sürtünme Etkisi hesaplanmıştır.

Farklı araştırmacılar tarafından değişik metotlar uygulanarak tanımlanan, "Yönlendirilmiş Sürtünme Etkisi" aşağıdaki şekilde formüle edilmiştir.

Y.S.E: = M2 - M1 ; Speakman'a göre

M1

Y.S.E. = M2 - M1 ; Mercer'e göre

M2 - M1

Y.S.E. = M2 - M1 ; Bohm'a göre

Y.S.E. = (1/M1 - 1/M2) ; Lindberg'e göre

Diğer yandan liflerin sıcak su veya buhar etkisinde yumuşama, yumuşamayıp gevşeyince her yöne uzama ve etkenlerin ortadan kalkması durumunda eski uzunluğuna dönme niteliğine sahip bulunmaları da keçeleşmenin oluşmasında etkili olmaktadır. Lif eski uzunluğuna dönerken, uzadığı miktardan daha çok kısılması nedeniyle de yünlü ürünlerde büzülüp küçülme ve kalınlaşma ortaya çıkmaktadır.

Martin'e göre, bu özelliklerin tümü dikkate alındığında bir elyaf kütlesine dışarıdan bir kuvvet etki ettirildiğinde, işlemci liflerin, liflerin yoğun olduğu bölgelere çarparak sıkıştığı ve büzüştüğü, bunu izleyen anda sıkışmış durumdaki işlemci liflerin bu durumdan kurtulmak için kökleri yönünde hareket ettikleri, bu hareket sonucu, işlemci liflerin çarptıkları bölgelerdeki liflerle karışarak düğümledikleri, dışarıdan etki eden kuvvet devam ettikçe düğümlenme artacağından keçeleşmenin de artacağı ileri sürülmüştür.

Shorter tarafından gerçekleştirilen bir diğer keçeleşme teorisinde ise; mamul içindeki liflerin daha fazla karışık bulunduğu bölgeler ile daha az karışık bulunduğu bölgelerin varlığından söz edilmekte, dışarıdan kütleye bir kuvvet etki ettirildiğinde, karışık ve sıkı bölgeler arasında bulunan liflerin, pul tabakalarının yünlerine göre bu bölgelerin birbirine ya daha çok yanaştıkları yada liflerin esneme özelliğine bağlı olarak uzaklaştıkları ileri sürülmektedir.

Buraya kadar açıklamaya çalışılan sürtünme ve keçeleşme teorilerinden bu konunun tümüyle bir fiziksel olay olduğu anlaşılmaktadır. Harmancıoğlu (1974), bu konuyu üç madde de özetlemiştir;

a) Yan yana getirilen lifler (Deri ürünü hayvansal lifler) mekanik hareketinin etkisiyle keçeleşirler. Hareket sırasında asit veya alkali ortam, olayı hızlandırır ve çabuklaştırır.

b) Keçeleşme lifin esneme ve uzama yeteneğinden yararlanılır. Bunun için lifler uzatılarak birbirlerine sarılmaları sağlandıktan sonra bırakılsa kendi boylarına dönerken keçeleşirler.

c) Islatılan lifin kışır (korteks) tabakası kutikula tabakasından fazla kısalır. Korteksin kısılması nedeniyle kutikaladaki örtü hücrelerinin uçlarının kalkıklığı artar ve kenetleme sağlanır.

G.Jerny ve Fohlich'e göre ise keçeleşmenin kullanılan materyal ve keçeleşme derecesine bağlı olarak hesaplanabileceği ileri sürülmüş, bu hesaplamada kullanılan makinanında önemli olduğu vurgulanmıştır.

Keçeleşme derecesi Y= Kx - n şeklinde bir formülle açıklanmaya çalışılmıştır. Burada "K" kullanılan makinaya bağlı bir katsayıdır. Ayrıca bu araştırmaya göre keçeleşme derecesinin keçeleşme zamanına bağlı olarak da değiştiği ileri sürülmüştür.

Diğer yandan Aras (1971) elastikiyetin artmasıyla keçeleşme yeteneğinin de orantılı olarak arttığını; kaba liflerin bükülmeye karşı incelerden daha çok dayanım gösterdiğini ve bu nedenle de keçe yapımında kaba liflerin keçe ürünün üzerine çıktığını; 2,5 - 5.0 cm uzunluğundaki liflerin 2,5 cm'den kısa ve 5 cm'den uzun liflerden daha çabuk keçeleştiğini; kıvrım arttıkça keçeleşmenin azaldığını, kıvrım azaldıkça arttığını; yağ miktarının da keçeleşmeyi artırdığını ve keçelendirilecek yünde yağ miktarının %0,5'den az olması gerektiğinin saptanmış olduğunu belirtir.

Keçeleştirme genellikle nötr veya nötre yakın alkali veya asit ortamında yapılır. Hiçbir zaman kuvvetli alkalide, 10 - 11 PH derecelerinin üzerinde çalışılmaz. Tepme keçecilikte, alkali ortamda çalışılır ve alkali ortam sabunla sağlanır. Fabrikasyon keçeciliğinde genellikle alkali ortamın temininde sabun, asit ortamının temininde de H2SO4 ve PH sınırı azami 2'dir.

Keçeleşme için uygun olan normal nem, kuru ağırlığa göre aşağı yukarı %30 - 40' dır. Bu nem hem tepme keçecilikte ve hem de fabrikasyon keçeciliğinde su veya buharla sağlanır.

Keçeleştirmenin oluşabilmesi için normal ısı 50-60 C'dir. Bu ısı tepme keçecilikte hamamda keçeleştirmede 50-60 C'lik, atölyelerdeki keçeleştirmede ise yaklaşık 80 C'lik suyun kullanılmasıyla sağlamaya çalışılmaktadır. Keçeleştirme, ısının artmasıyla yükselir. Ancak yüksek alkalilik ısıyla bağları da yündeki molekül zincirlerini ve örtü hücrelerini parçalar, yünü plastikleştirir, elastikiyeti azaltır.

Keçeleştirme üzerine basınç etkili olup basıncın artmasıyla keçe yoğunluğu artar. Keçeleşmenin olabilmesi için gerekli olan en önemli diğer bir faktör, lif hareketidir. Hareket, 3 yönde sallanmayla yani sarsmayla temin edilir.

Günümüzde keçeleştirme el sanatları çerçevesinde (tepme keçe) ve sanayide olmak üzere iki şekilde üretilmektedir.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Müzelerde Bulunan Desenli Tepme Keçe Örnekleri ile Atölyelerde Üretilen Tepme Keçelerin Çeşitleri, Formları, Renk ve Bezeme Özellikleri
Müzelerde Bulunan Desenli Tepme Keçe Örnekleri ile Atölyelerde Üretilen Tepme Keçelerin Çeşitleri, Formları, Renk ve Bezeme Özellikleri

Desenli Tepme Keçe Çeşitleri ve Formları

Araştırma kapsamına alınan müzelerde bulunan ve atölyelerde üretilip pazarlanan tepme keçe ürünleri üzerinde yapılan inceleme ve gözlemlerden çok farklı kullanım alanlarına yönelik ürün çeşitlerinin olduğu tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalardan müzelerde bulunan tepme keçe ürünlerinin % 11.26'sını seccade, % 4.38'ini kundak, % 3.75'ini yaygının oluşturduğu görülmektedir. Bunları gittikçe azalan değerde kepenek (% 2.5), hayvan keçesi (%1.88), çizme ve patik (%1.88), fes (%1.26), panı (%1.26), sikke (%0.62), arakiye (%0.62), kapı perdesi (%0.62) ve deve ağızlığı (%0.62) izlemektedir.

Tepme keçe atölyelerinde yapılan ve pazarlanan ürün çeşitlerine ilişkin değerlerin incelenmesinden ise; yoğunluğu yaygı çeşidinde ürünlerin oluşturduğu (% 31.26), bunu azalan değerlerle ve sırasıyla paspas, hayvan keçesi, kepenek, seccade, çizme ve patik, sikke, sedir keçesi, yelek, yolluk, heybe çeşidinde ürünlerin izlediği görülür.

Müzelerde yaygı, seccade, paspas, hayvan keçesi, çizme ve patik, sikke çeşidinde tepme keçe ürünlerinin günümüz keçe ustaları tarafından halen üretilmekte olduğunu; kundak, fes, pano, kapı perdesi, deve ağızlığı çeşidinde ürünlerin genellikle müzelerde yer aldığını; müzelerde rastlanmayan sedir keçesi, yelek, yolluk, heybe çeşidinde ürünlerin ise tepme keçe atölyelerinde yapılmakta olduğunu ortaya koymaktadır.

Yaygı, seccade, kepenek, hayvan keçesi çeşidinde ürünlerin gerek müzelerde sergilenen gerekse incelenen tepme keçe atölyelerinde halen yapılan ürün çeşitleri arasında bulunması, günümüzde tepme keçe ürünlerinin geleneksel kullanım alanlarının devam etmekte olduğunu; paspas, yelek, heybe gibi ürün çeşitlerinin ise tepme keçe tekniğinin turistik amaçlı ve değişen ihtiyaçlar doğrultusunda farklı alanlara uygulandığını göstermektedir.

 
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ..Ceylinin Annesi..

  • ...@yfer...
  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.291
  • Karizma Puanı: 1921
teşekkürler canım bilg için 560a

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
bende teşekkür ederim canım ilgin için 360a
çok çalışmak zamanı