Gönderen Konu: Kullanılan Alet ve Malzemeler  (Okunma sayısı 17142 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Kullanılan Alet ve Malzemeler
« : 09 Şubat 2008, 00:54:13 »

Hem musuki aleti(ney) hemde kalem olarak kullanılan kamış, bu kudretiyle İslam ve doğu aleminin esrarlı havasını aksettiren belki yegane alettir. Sıcak ülkelierin nehir ve göl kenarlarındaki sazlıklardan alınan kamış, koparıldığı haliyle kalem olma vasfından uzaktır. Sarımsı beyaz renkli olan bu kamışlar kurumaları için uzvi sıcaklığı daima muhafaza eden gübre içine konulur; burada yavaş yavaş suyunu kaybedip sertlik kazanırlar ve cinsine göre, kırmızımsı, kahve veya açık yahut koyu kahverengine, hatta siyaha dönerler.

Kalem açılıpta kullanılmaya başlandıktan sonra, kağıda temas eden ağız kısmı zamanla bozularak yeniden açılmak icab eder. Ancak mushaf gibi yazılması uzun süren kitaplarda bunun mahzuru vardır. Kalem yeniden açılırken ağzının genişliği kıl kadar farklı olsa, bu, hele nesih gibi ince yazılarda büyük bir estetik kusur teşkil eder. Böyle uzun metinleri ince hat ile yazmak için Cava adasında yetişen bir tropikal ağacın yaprak diplerindeki siyah renkli sert, düzgün ve ince uzantıları işte bu maksadla kullanılır ve Cava Kalemi adıyla bilinir, bunun ağzı kolay aşınmaz.



Yazının kalınlığı arttıkça kalemin ağzına da ona göre açabilmek için, ney kalınlığında kamışlardan (buna kargı kalem denir) veya sert bambu kamışlarından faydalanılır.Kamış kalem, açmak için sol elin içine yatırılarak,orta boşluğu ve cidari badem biçiminde görünene kadar,yukarıdan aşağıya meyilli olarak yontulur.

Dil gibi uzadığı için kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı, kalem ağzının ne kadar genişlikte olması isteniyorsa, ona göre alınır. Kalemin ağız kısmının birkaç santimetre çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına kalem Şakkı denir. Bunun yapılışında kalemin boyuna paralel çatlatılması, eğri olmaması icab eder. Arada hasıl olan ve ince bir hazne vazifesi gören bu çatlağa mürekkep dolarak, yazarken devamlı bir şekilde aşağıya akar. Kalemin kalemtraş yardımıyla şakk edilirken makta (her ikiside ayrıca tanıtılacaktır) üzerindeki yive oturtulması lazım gelir. Kalemin ağzının kesilip düzeltilmesi de makta üzerinde yapılır.Bu kesme işlemine kalemi makta'a vurmak veya üzerinde yapılır.

Bu kesme işlemine kalemi makta'a vurmak veya katt-ı kalem denilir.Kullandıkça ağzı bozulacağı için harfler pürüzlü olarak çıkmaya başlar Bu takdirde yeniden makta'a vurulur. Ta'lik kalemi sülüse nazaran daha az eğri ağızlıdır. Nesih kalemi ondan da az, rık-a kalemi ise düze yakın eğriliktedir.

Kalemi ağzındaki eğrilik kağıda tamamiyle intibak edecek şekilde tutup, yukarıdan aşağı dik olarak hareket ettirmekle ince, sağdan sola yürütmekle kalın harf kısımları yazılmış olur. Harflerin ölçüleri nokta ile tespit edildiği, nokta da kalemin kalemin ağız genişliğine bağlı olduğu için, kalem hat sanatında estetiği sağlayan en önemli unsurdur.

Kalemler bazen divit adıyla anılan yandan hokkalı kalem mahfazalarında, bazen de kalemdan (kalemlik) denilen, silindir yahut sandık biçimi, sade veya sanatlı kutular içinde saklanır. Kalemdanın silindir biçiminde olanlarının adı da kubur'dur

KALEMTIRAŞ



Zamanımızda kurşun kalemin içinde döndürülerek açıldığı kalemtıraşla, eskiden kamış kalem açmak maksadıyla kullanılan kalemtıraşın bir şekil benzerliği yoktur. Kalemtıraş tig denilen kesici kısım, kıymetli malzemeden yapılmış sap, bu ikisini birbirine bağlayan parazvanadan meydana gelir. Boyu 10-20 cm arasındadır

Makta 2-3cm eni,10-20 cm boyu olan, 2-3mm kalındığında kemik veya fil dişi bir plakadır. Bağa ve sedeften yapılan da makbuldür. Kalemin şakk ve katt ameliyesi, cam, mermer yahut maden gibi sert satıhlı yerde yapılırsa kalemtıraşın kesici ağzı zedelenip zamanla kullanılmaz hale gelir. Makta üzerinde, kamış kalemin çapına uygun yive bulunan küçük bir çıkıntı bırakılmıştır. Makta'ın bir ucuna doğru yer alan bu yive , kalemin sap tarafı , sağa sola kaçmaması için tespit edilir;kalemtıraşın keskin ağzı, kalemin boyuna paralel olarak tutulup iç veya dış tarafından kalem şakkolunur, yine yive oturtularak kalemin kattıda tamamlanır. Makta imalini bilhassa Mevlevi dervişler; çakı, mil ve kıl testere yardımıyla ince bir sanat haline getirmişler, eserlerini nakış, çiçek, yazı ve Mevlevi Sikkesiyle süsleyerek, bu aletin pek latif numunelerini ortaya koymuşlardır.

KAĞID

Eskiden kağıdlar bugün olduğu gibi doğrudan doğruya yazı yazabilecek şekilde fabrikadan çıkmazdı. Hariçten (Çin, Hindistan, Buhara, Avrupa...) olsun, yerli imalathanelerden (Kağıdhane, Yalova, Bursa, Beykoz...) olsun ; gelen kağıdlar, pürtüklü ve kalemin yürümesine müsait olmayan bir haldeydiler. Hatta bazıları mürekkebi yayarlardı. Bunları kullanabilmek için terbiye edilmeleri şarttı.

Umumiyetle beyaz renkte olan bu "ham kağıd" lar gözü yorduğundan önce arzu edilen renge boyanır sonra aharlenir (cilalanır), nihayet aharin kağıda tesbiti ve pürüzlerin giderilmesi için mührelenir, yani tazyikle adeta ütülenip parlatılır.

Kağıdı boyamak için, ekseriya nebatlardan istifade edilmiştir. Renk veren nebati madde kaynatılır o rengi alan su bir tekneye boşaltılır; kağıdlar içine batırılır, suyu emerler. Kurutulunca istenen rengi alırlar. Yahut da bu renkli su bir sünger veya pamuk yardımıyla kağıd üzerine sürülür, sonra kurutulur. Bu usulde sürülme yolları leke gibi belli olabilir. Kağıd boyamakta kullanılan maddelere ve verdikleri renklere birkaç misal: çay (krem rengi,) ,cevizin yeşil dış kabuğu veya nar kabuğu (kahve rengi) , cehri tohumu (sarı), albakkam (kırmızı), mor bakkam (mor), şekerciocağı isi (şekerrengi) , soğankabuğu (kırmızımtırak)...En çok krem renginin tercih edildiği boyama işleminden sonra sıra aharlemeye gelir. Eski usulle cilalanmış kağıd bir koruyucu tabaka teşkil eden ahar, is ile hazırlanan mürekkebi kağıdın bünyesine geçirmeden, kendinde tutar.

Bu hususta en çok kullanılan usul, şapla kestirilmiş yumurta akının kağıd üzerine 1-2 kat süngerle sürülmesidir. Aharlenen ham kağıd , eğer bir hafta içinde mührelenmezse, daha geç yapılacak mühreleme işlemi sırasında çatlamaya başlar, kağıdın terbiyesi için verilen emekler boşa gider. Mührelenecek kağıdlardan bir tabaka ,mühre tahtası veya pesterk denilen, damarsız olduğu için ıhlamur ağacından hazırlanması tercih edilen büyükçe bir tahta üzerine konulur. Tahtanın çok düzgün, içe hafif kavisli ve eksiz olması şarttır. Mührenin rahatça kayabilmesini sağlamak maksadıyla kuru sabuna sürülmüş bir çuha parçası, mührelenecek kağıdın üzerinde gezdirilir. Sonra çakmak mührenin tahtadan yapılmış iki kolundan tutularak, çıkıntılı taraftaki çakmak taşı alta gelecek şekilde, kağıda tazyikle sürülmeye başlanır. Kağıd serbest bırakılarak mühre ileri geri muhtelif istikametlerde hareket ettirilir. Kağıt hemen pırıl pırıl parlar ve ütülenmişçesine düzelir. Mührelenen kağıdlar üst üste konularak ağırlık yardımıyla baskıya alınırlar. Bir yıl kadar dinlendirildikten sonra kalemin rahatça yürüyüp yazabileceği bir hale gelirler.

İS MÜREKKEBİ

Tarihimizde ve bilhassa Hat sanatında kullanılan iş mürekkebinin, Çin, (veya Galat: çini) mürekkebiyle karıştırmamalıdır. Bu mürekkebinin yapılışı ve kullanılma yerleri çok ayrıdır. İs mürekkebinin terkibindeki is, yapılınca is veren bezir yağı, balmumu, neft yağı, gaz yağı gibi maddelerden elde edilir. Çıradan veya zeytinyağından çıkan is, çok yağlı olduğu için makbul sayılmaz. İs mürekkebinin terkibine giren ve onu kağıd üzerinde tespit eden arapzamkıdır. İs mürekkebi yapmak için pek çok formüller yazılı olarak devrimize kadar gelmiştir. Bu mürekkebin hazırlanış tarzı zamanla değişmiş ve nihayet en gelişmiş terkibin "İs, zamk eriyiği ve saf su" dan ibaret olduğu görülmüştür. Sanat eserlerini yazmak üzere kullanılan mürekkep, kendi kendine kurumaya terkedilirdi.

Resmi yazıların kurutulması için yazının üzerine rıh (veya rik) denilen bir çeşit ince kum dökülürdü.
Geçmiş yüzyıllarda okuryazar zümrenin hokka içinde daima yanında taşıdığı is mürekkebinin zamanla hiçbir surette solmadığından, Batı usulü mürekkebe karşı çok üstünlüğü vardır.

Bugünkü kalem sisteminde kullanışlı olamaz: Kamış kalem için mükemmeldir. Modern çağda çıkan siyah boyaların hiçbiri onun yerine konamaz. Çünkü bu mürekkep bir is süspansiyonudur. Yani is parçacıkları erimeden zamkın yardımıyla suda asılı kalmışlardır. Aharli kağıda yazıldığı vakit satıhta kalır, silinip kazınmaya, hatta yalanmaya elverişlidir. Bu ise, eski sanat yazılarımız için gerekli olup okumuş yazmış kimseler hakkında kullanılan "fazla mürekkep yalamış" tabiride buradan gelir.



RENKLİ MÜREKKEBLER

Tarihimizde hayli değişik renklerde mürekkep yapılmışsa da, en ziyade kullanılanları sarı (zırnık), kırmızı (lal), beyaz (üstübeç), ve altın (zer) mürekkepleridir.



Zırnık Mürekkebi : "Zırnık" adıyla bilinen tabiattaki sodyum ve arsenik sülfürün zahmetlice ezildikten sonra arap zamkı mahlulu ile karıştırılması, sarı renkli bu mürekkebi verir.

Lal Mürekkebi : Lotur + Şekerci çöğeni + şap + su muayyen nisbetlerde karıştırılıp kaynatıldıktan sonra suyu alınır ve bunun içine "kırmızböceği" nin kurutulmuşu, iyice dövülerek ilave edilir. Tekrar kaynatılmakla elde edilen lal mürekkebinin, pek cazip kırmızı rengi vardır.

Üstübeç Mürekkebi : Zırnık yerine üstübeç kullanılarak, aynı usulle yapılır. Bilhassa mushafların süre başlıklarını, altın zemin üstüne yazmakta kullanılır.

Altın Mürekkebi : Hususi surette dövülerek mikronla ölçülecek kadar inceltilmiş yüksek ayarlı altın varaklarının koyu arap zamkı mahlulu veya bal yardımıyla bir çini tabakta uzun emekle ezilmesi ve suyla yıkanıp süzülerek bir başka tabağın dibinde toplanması, bize bu mürekkebin esası olan altın zerrelerini verir. Kullanılacağı zaman jelatinli su ilavesiyle ve fırçasıyla kamış kalemin ağzına sürülüp yazılır; Zer-endüd (sürme altın) yazıların esası budur.

HOKKA
"Küçük Kutu" manasına gelen Arapça bir kelimedir. Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde, yazı takımlarında veya yazı çekmecelerinde hokka olarak okur-yazar zümrenin üzerinde taşıması için ise divit şeklinde mutlaka bulunan mürekkep hokkası, kültür hayatımızın en mühim unsurlarından biriydi. Madeni hokkalar, müstakil olmaktan ziyade, içine kamış kalemlerin konulduğu kubur denilen, silindir biçimindeki kalemdanların dip yanına çıkıntılı olarak tutturulurdu. Eski hokkalara mürekkep doğrudan doğruya konulma; Lika denilen ham ipekten bir tutam, hokkanın içine yerleştirilip de mürekkep bunun üzerine dökülürse, lika, mürekkebi sünger gibi emer ve kalemin hafifçe likaya bastırılmasıyla, lüzumu kadar mürekkebi kalemin ağzını bular.

MİSTAR

Yazı sanatında yer alan harf veya harfler topluluğunun satır içinde duruşu ve belli bir çizgi hizasında dizilişi, bir takım kaidelerle belirlenmiştir. Latin alfabesinde de bu böyledir. Tarihimizde satır çizgilerini belirtmeye yarayan ve mıstar (satırlık) adıyla tanınan bir basit alet benimsenmiştir.

Yazma eserin tertibinde, yazının kaplayacağı sahadaki satır düzeni bu maksat için kullanılacak kamış kalemin nokta boyutuna göre hesaplanır ve sahife büyüklüğünde bir mukavva üzerine çizgiyle tespit edilir; satırın başı ve sonu iğne ile delinir.

Mıstar'ın kullanılması şöyle olur. Aharlenmiş kağıdların her bir tabakası sahife düzenine göre mıstarın üstüne yerleştirilerek, henüz yıkanıp yağdan arındırılmış parmaklar,ibrişinin kabarıklığıyla hissedilmekte olan satır çizgileri üzerinde dolaştırılırsa, bunların izi kağıda çıkar ve metinler bu çizgi izine göre yazılır.

YAZI ALTLIĞI

Eski hattatlar sandalyede oturup masa üzerinde yazmazlar, sedir veya mindere yerleştikten sonra, sağ dizlerini dikerek onun üstünde yazarlardı. Bakış açısının 90 derece olarak muhafazası ve kağıdın dizde düzgün durabilmesi, eskilerin zır-I meşk (meşk altı) dedikleri takriben 20*25 cm ebadında kaba kağıdların üstüstte tutturulmasıyla hazırlanan bir altlığın diz üstüne konulmasına bağlıdır. Sert bir satıh kullanılmayışı, ele serbest bir hareket imkanı sağlamak içindir.

çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #1 : 04 Mayıs 2008, 16:04:41 »
Kamış Kalem   
 

Yontulmuş kamış, yazının en tabiî âletidir. Romalılar’ın kalamus, Rumlar’ın kalamos, müslümanların kalem dedikleri kamışın (Farsça, hâme, kilk) çok eski zamanlardan beri yazı malzemesi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kamıştan başka, m.s. V. Yüzyılda kaz ve kartal gibi hayvanların tüyleri de yazı âleti olarak kullanılmaya başlanmıştır. Asrımızın en yaygın yazı âleti mâdenî uçlu kalemlerin m.s. XVIII. Yüzyılın ortalarına doğru Fransa’da îcâdedilmiş olduğu ileri sürülse de demir kalemin çok eski zamanlarda patrikhâne ve manastırlarda kullanıldığı zannedilmektedir.

Avrupalılar, Osmanlı yazılar için de demir kalem îmâl etmişler ve 1830 senesinden sonra Osmanlı ülkesinde, günlük hayata kullanımı yaygın hale gelmiştir. Fakat hattatlar mâdenî uçlarda istedikleri kıvraklık ve esnekliği elde edemedikleri için îtibar etmemişler, terbiye edilmiş kamış kalemi yazının (1) hareket ve cereyânına daha uygun ve tabiî bulmuşlardır. Hüsn-i hatta kullanılan kamış, ekseriyâ Îran Hazar Denizi kenarı ve Irak Dicle nehri kenarında kurulmuş Vâsıt şehrinden getirilirdi. Tabiî rengi sarı olan kamışlar sıcaklığını muhâfaza etmekte olan gübre içine yatırılır, bir takım kimyevî değişimlerden sonra koyu kahve rengini alır, sertleşirdi. Kalem ancak bu ıslâh ve terbiye ameliyesinden sonra kullanılırdı. Bu ıslâh sıcak ülkelerde güneş altında yapılırdı.

Vasıfları: Kamış kalem ne çok ince, ne de çok kalın olmalı. Rengi parlak ve siyaha yakın, düzgün ve yuvarlak, boğum araları bir karış olmalıdır. Bu evsâfı hâiz bir kalem, mermer taş veyâ cam üzerine atıldığı zaman tiz bir ses çıkarır. Yazma bir eserde kamış kalemin vasıfları şöyle anlatılmaktadır: “Evvelâ, hüsn-i hat yazanlara kalemin âlâsın ve mürekkebin rânâsın ve kâğıdın zîbâsın görmek gerekir. Kalemin âlâsın oldur ki kızılı pek ola ve aklığı pek az ola ve damarları doğru ola, zîrâ damarları doğru olmazsa, kalemi şak itdikte eğri şak olur doğru şak olmaz. Eğri şak olan kalemden hüsn-i hat gelmez ve kalemin kalınlığı evsat ola ve uzunluğu on parmak ola.” (2)   
   
   
   
 1- Necib Asım, Kitâb, İstanbul 1311, s. 82-89.
2- Seyyid Halil Vehbî, Hat Risâlesi, vr. 1b. 


Cava Kalem   
 
Cava’da yetişen bir cins ağacın yaprak diplerinden çıkan sert ince ve siyah renkli uzantılarıdır. Çok sert olması, uzun süre yazmakla bozulmaması sebebiyle, bilhassa Mushaf ve kitap yazmakta hattatlarımız tarafından tercih edilmiştir. XIX. Asrın birinci yarısından itibaren İstanbul hattatlarının cava kalemini kullandıkları tahmin edilmektedir. Yalnız ince olduğu için bir kamış kalemin içine yerleştirilerek veyâ tutulacak kısmına bir bez parçası sarılarak kullanılır. 

 Menevişli Kalem (Hindî Kalem)   
 

Hindistan’da yetişen içi dar, uzun boğumlu ve menevişli, gayet sert bir kamıştır. Hattatlarımız buna sertliğinden dolayı pek rağbet etmemişlerdir.(1)
 
   
   
   
 1- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 101. 

Kargı Kalem   
 
Kargıdan yapılan bu cins kalem, celî yazıları yazmak için kullanılır. 

Tahta Kalem   
 
Adından da anlaşılacağı üzere tahtadan yapılan bu kalem daha iri yazıları yazmada kullanılır. 

Kalem Açmak ve Tutmak Usûlü   
 
Güzel yazı, yazanın kâbiliyetine bağlı olmakla berâber yazı çeşitlerine göre kalem açma sırrı da bilinmelidir ki kalemden güzel hat çıksın. Reisü’l-hattâtîn Hacı Kâmil Efendi, yazısına istediği tekâmülü verebilmek için uzun zaman katt-ı kalem (kalemi makta’a vurmak) usûllerini araştırdığını, ancak kalem açma sırrını çözdükten sonra yazıda muvaffak olduğunu söylermiş. (1)  Kalem yontma (naht) ve kesme (kat) melekeye muhtaç bir iştir. Yazı meşkine başlıyanlar evvelâ kalem açma usûlünü öğrenmelidir. Bu mevzûda Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Kalemi iyileştirirsen, yazını da iyileştirirsin; kaleme bakmazsan, yazıyı yüzüstü bırakmış olursun, çünkü yazı kaleme tâbîdir.” (2) “Rehber-i Sibyan”ın arka yüzünde, kalem açmakla ilgili şu bilgi verilmektedir: “Kalem ince tarafından evvelâ sol avucun içine yatırılırak, başparmak bükümü mikdârınca aşağı ucuna doğru ince tarafından bâdem biçiminde kesilir. Sonra ortasından bir miktar yarık (şak) yapılır. Kalemin iki yanlarında istenilen kalınlık derecesine göre kesilir. Kalam maktaın yuvasına konur; sol ekin başparmağı ile kalemi ve diğer parmaklarla altından maktaı tutarak ucu aşağı hafifçe tıraş edilir. Eğer sülüs ve nesih kalemi ise eğrice, rik’a, dîvânî kalemi ise biraz doğruca kat edilir. Kalemi sağ elin baş ve şehâdet parmağiyle tutarak orta parmağı onlara yardım ettirmelidir. Fakat kalem hakkının lâyıkı ile icrâ olunması için kalemin kesilmiş olan tarafını satırın üzerine çevirerek hareket ettirmelidir.” (3) Kalem açılışı îtibariyle çakşırlı ve çakşırsız olur. (4)

Kalem ağzını çok kısa ve uzun açmamalı; kısa açılırsa eli kirletir, uzun açılırsa da kalemin sevk ve idâresi güçleşir. Ayrıca kalem üzerindeki parlak kısım mürekkep almıyacağından tebeşirli çuhayı bu kısma sürmelidir. Menâkıb-ı Hünerverân’da, “şakk-ı kalem” hakkında şu mâlûmat verilmektedir: “Şakk-ı kalemin kâtibden cânibe olan şakkına ünsî ve hat yazısından yana olan vahşî ıtlak derler. Nesih, sülüs ve rikâ’da vahşî taraf ünsî cânibinin zı’fı mikdârı ola. Kalem-i dîvânî yâni hatt-ı çepte ve kırmada ve deştîde ünsîsi vahşîsinin zı’fı mikdârı ola nesta’likte ünsîsi vahşîsi berâber ola.”(5)   
   
   
   
 1- Melek Celâl, Reîsü'l-Hattâtîn Kâmil Akdik, İstanbul 1938, s. 13
2- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 103
3- Rehber-i Sıbyân, İstanbul 1297.
4- A. Süheyl Ünver, Dosya, Süleymâniye Kütüphânesi, 84/A., sıra no: 346, demirbaş no: 117.
5- Âlî Menâkıb, s. 10.
 

Kaleme Hürmet   
 
Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerif’lerin ve daha pek çok ilimlerin tesbîtine nice san’at eserlerinin de ibdâına vesîle olan kaleme müslümanlar saygı ve hürmet göstermişlerdir. İlim ve san’at yolunda ömür tüketmiş âlim ve san’atkârlar, açtıkları kalem yongalarını hiç zâyî etmeden biriktirmişler, âhir ömürlerinde yakınlarına, “Cenâze suyumu bu kalem yongaları ile ısıtın” diye vasiyet etmişlerdir. Cemiyetleri aşk ve îmanla mayalayıp kurtaracak, kalemleri ile ölmez fetihler yapacak olan işte bu idrâke ulaşmış kimselerdir. Bu inanışın en güzel misâlini Hz. Ali’nin şu sözlerinde buluruz. Halîfeliği esnâsında kıtâle varan ihtilâfların içinde muztarip iken, Allâh’a şöyle şekvâ eder: “Yâ Rab, koyun sürüsü arasından geçmedim (yâni müslümanlar arasında fitneye sebep olmadım, birliği dağıtmadım), kalem yongası üzerine oturmadım (yâni ilim ve hikmet ehline saygısızlık etmedim), iç donumu ayakta giymedim (yâni sâdece insanlar arasında değil, tenhâda dahî hayâ elbisemi çıkarmadım), bu kaygı cana nereden geldi?” (1) Bu ne ince muhâsebe, bu ne ince hikmettir!... Bu sözüyle Hz. Ali fitneyi, ilme saygısızlık ve ahlâksızlığı bir milletin ölümünü hazırlayan sebepler olarak zikretmiştir.   
   
   
   
 1- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 103
 
Kalemtıraş   
 
Kalemtıraş kıymetli ustaların elinde her biri bir san’at eseri olarak yapılmış, uzunca saplı, nisbeten küçük ve kısa ağızlı, kamış kalem açmaya mahsus bıçaktır. Kalemtıraşların kesici kısmına tığ, fildişi, kemik, abanoz, yeşim, sedef, mercan, akik, ödağacı, ünnab, pelesenk gibi maddelerden yapılan kısmına sap denir. Altından yapılanlar veyâ altın kakmalı olanlar da vardır. Sapla tığı birbirine bağlayan çelik, gümüş, altında yapılan kısma da paravzâne denilir. Her san’atkâr kendi eseri olan kalemtıraşa, tığın parazvâneye yakın kısmına pirinç, altın veyâ gümüşten kendi adı bulunan damga koyardı. Bâzı meşhur kalemtıraşçılar bu kısmı altından yapardı. Üstad Galatalı Recâî, parazvâne ile saparasına altın varak yapıştırılmış bağa ilâve ederdi. Osmanlılar’da kalemtıraşçılık güzel san’atlardan sayılırdı. Kalemtıraşçıların en meşhûru XII/XVIII. Yüzyılda yaşamış Baba, Galata’lı Recâî ile Eyüblü Recâî idi. Fennî ve Tümnî, Recâiler’den sonra adları hürmetle yâdedilen üstatlardır. Sıdkî, Rûhî, Zekî, Eşref ve Muhyî, m.s. XIX. Asrın başlarına Sâfî, Kemâlî, Sıdkî ve Bursalı Hüsnî gibi üstadlar bu san’atın son temsilcileridir. (1) Bunlardan başka, demir üzerine altın kakmalı, sapların içinde saklı “yavru” denilen kalemtıraş da vardır. “Güzâr-ı Savab”da kalemtıraşla alâkalı şu bilgiler verilmektedir: “Ve dahî mâlûm ola ki, kâtibin kalemtıraşı müteaddid olması lâzımdır. Bârî hiç olmazsa iki gerektir. Birini tırâşe-i kalem (kalem açmak) için istîmâl ederler. Birini dahî ancak katt-ı kalem için hıfzederler. Zîra kalemtıraş ki gâyet tiz(keskin) olmaya, katı dahî tiz ve saf olmaz.” Kalemtıraş Nevîler: “Kalemtıraşların birçok nevîleri vardır. Bunlardan ucu dönük olarak yapılanlara kâtîbî kalemtıraş, söğüt yaprağı biçiminde olanlara katı’, tashih için, ufak boyda ve yine küçük söğüt yaprağı biçiminde olanlara tashih kalemtraşı derler. Bundan başka, burunları mukavves olmayıp müselles şekilde büyük yazıları düzeltmek için yapılmış tashih kalemtıraşları da vardır.” (2)   
   
   
   
 1- M. Zeki Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 147; Nûreddin Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 117-118; Necib Asım, Kitâb, s. 90-94.
2- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 102-103 (Kilisli Rifat Bey'in dip notu).
 
Makta'   
 
Kataadan ism-i âlet mikta’, kesecek alet, üzerinde kamış kalemin ucu kesilen kemikten yassıca alet. Türkçe de bu ikinci mana ile kullanılması galattır. Doğrusu kattadan mikattadır. Dilimize galat ayrıca yanlış olarak yerleşmiş de olsa burada meşhur olduğu için makta’ kelimesini kullandık. Makta’ fildişi, bağa, kemik, sedef ve abanozdan yapılmış; üzerinde kalem kat’edilen yazı âletidir, kalemin yastığıdır. “Gümüş ve altından yapılan makta’lar da vardır. Yalnız ucuna doğru küçük bir kemik parçası konulur. Makta’, ekseriyâ 10 cm.Uzunluğunda, 2-3 cm. kadar enindedir. Sırrî, Fahrî, Cevrî, Resmî, Rıza, Reşid ve Fikrî adlı san’atkârların yaptıkları makta’lar meşhurdu.” (1) Baş tarafına bir mevlevî sikkesi işlenmiş olan Mevlevî dedelerinin eseri oymalı, murassa maktalar Topkapı sarayı ve diğer müzelerde teşhir edilmektedir.   
   
   
   
 1- M. Zeki Palın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s. 534; Nûreddin Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, si 162. 
« Son Düzenleme: 04 Mayıs 2008, 16:06:48 Gönderen: mYstİcAl »
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #2 : 04 Mayıs 2008, 16:08:23 »
Kâğıttan Önce Yazı Malzemesi   
 
Mezopotomya, Anadolu ve Mısır medeniyetlerinden günümüze ulaşan en eski yazılar taş, kil tabletler, tahta ve bez üzerine; Roma kânunları bal mumu ile cilâlanmış meşe tahtası üzerine yazılmıştır. Mısır, Roma ve Yunanlılarda kullanılan ağaç levhaların yan yana getirilmesiyle codex denilen kitaplar meydâna getirilmiştir. Uzak Doğuda bambu denilen kamış levhacıklarının da yazı malzemesi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Demir kalem ile oyarak yazmak için taş, tunç, mermer ve kurşun kullanılmış, bunlar üzerine ya hak veyâ resim yoluyla yazılmıştır. Tavsiye edilmiş kemik ve ağaç yaprakları da kâğıttan önce yazı malzemesi olarak kullanılmıştır. Papirus de bilinen en eski yazı malzemelerindendir. Mısır’ın Nil nehri bataklıklarında yetişen papirus,  2-4 m. Boyunda, 5-6 cm. eninde bir cins kamıştır. Eski Mısırlılar’da özünden yiyecek, saplarında çeşitli ev eşyâları ve sandal yapılan papirus birkisinin asıl önemi kendisinden kâğıda benzer bir yazı malzemesinin yapılmasıdır. Bitki sapları, 5-6 cm. en, 20-30 cm. boyunda ince tabakalar hâlinde kesilerek usûlüne uygun yan yana ve uc uca, kendisinden çıkan zamklı maddeyle yapıştırılarak yaprak hâline getirilir. Fil dişinden bir mühre ile mührelenip, zamanla bozulmaması için, üzerine sedir yağı sürüldükten sonra yazı yazmaya hazır hâle getirildi. M.S. II. Yüzyıla kadar Akdeniz havzasında yazı malzemesi olarak kullanılmış, daha sonra yerini yavaş yavaş parşamöne bırakmıştır.   
 Parşömen   
 
Avrupa’da kâğıt îmâlinin yayılmasına kadar kullanılmış yazı malzemesidir. Keçi, oğlak, dana ve başka cins hayvan derisinin husûsî bir şekilde terbiye edilmesiyle elde edilir. Deri, yazı malzemesi olarak çok eski zamanlarda biliniyor ise de yaygın değildi. M.Ö. II. Yüzyılda Bergama Kralı II. Eumenes zamânında Mısırlıların papirus ihrâcını yasaklamaları üzerine Bergama’da parşömen îmâlî artırılmış ve geliştirilmiştir. Bergama (pergamon)’dan dolayı pergamina denilen bu derinin adı sonradan parşömen oldu. Bütün Ortaçağ milletleri arasında yayıldı. Parşömenin beyaz, sarı ve kırmızı üç çeşidi vardı. Nâdiren iki yüzüne yazılır, parçalar birbirine yapıştırılarak tûmar haline getirilirdi.

 
 Kâğıt (Kırtas)   
 
Hamur hâline getirilmiş pamuk, keten, ipek, pirinç samanı gibi bitkilerden çeşitli kimyevî madderlerin de ilâvesiyle yapılan ince ve kuru yaprak, yazı yazma, temizlik ve anbalaj gibi pek çok işte kullanılan en önemli tüketim maddesidir. Kültür ve medeniyetlerin ilerlemesinde büyük rol oynayan kâğıdın, ihtilâflı olmakla berâber, ms. 105 târihinde Çin’de Ts’ay Lun tarafından îcat edildiği ileri sürülmektedir. Hükümdârın saray muhâfız alayı mensuplarından Ts’ay Lun, kâğıt hamuru olarak, bitki kabuklarını bilhassa böğürtlen liflerini, pamuklu elbise paçavralarını hurda balıkçı ağlarını kullandığı bilinmektedir. (1) Türkistan’a önceleri ithal malı olarak giren kâğıt, Talas savaşından sonra 134/751 târihinde ilk defa Çin’den başka Semerkant’da da kağıt imal edilmeye başlanmış, Semerkant dünyâ kâğıt merkezi hâline gelmiştir. Kısa zamanda, Semerkant kâğıtları dünyâ piyasalarına hâkim olmuş, IX. Yüzyıldan îtibâren de papirüs ve parşömenin yerini almıştır. Türkler, medenî dünyânın kurulması ve gelişmesinde büyük payı bulunan kâğıdın, dünyâ milletleri arasında yayılmasına hizmet etmişler, böylece târihî ve önemli bir rol oynamışlardır. Semerkant’tan sonra Bağdad, Şam ve Mısır’da kâğıt imâlathâneleri kurulmuş, daha sonra da kâğıt müslümanlar vâsıtasiyle Avrupa’da yayılmıştır. XII. Yüzyılda İspanya kâğıt sanâyi, XIII. Yüzyılda İtalya kâğıt sanâyi, bunu da diğer Batı ülkeleri tâkip etmiştir. (2)   
 
   
   
   
   
 1- Şinasî Tekin, Eski Türklerde Yazı, Kağıt, Kitap ve Kâğıt Damgaları, İstanbul 1993, s. 25
2- Necib Asım, Kitâb, s. 74-81; Habîb Zeyyat, "Suhufü'l-kitâbeti ve Sanâ'ati'l-varak fi'l-İslâm", el-Meşrik, 1954; Mehmed Ali Kâğıtçı, Kâğıtçılık Târihçesi, İstanbul 1936; CI, Huart, V. G. 1960; Sabîh Alaçam, İnkilâp Türkiye'sinde Kâğıtçıık, İstanbul 1940; "Kâğıt", İA, VI, 70, 71; Süheyl Ünver, XV. asırda Kullandığımız Filigran Kâğıtlar", V. Türk Tarih Kongresi; Şinâsi Tekin, Eski Türklerde Yazı, Kâğıt ve Kâğıt Damgaları, s. 25.
 
Doğu Kaynaklı Kâğıtlar

 
 Eskiden doğu menşeli kâğıtlar daha çok Semerkant ve Hindistan’ın Devletâbâd şehrinde îmâl edilirdi. Ağaç liflerinden yapılan kâğıtlara Haşebî, ipekten yapılan kâğıtlara da Harîrî denilirdi ki yapıldıkları yere göre Harîrî-i hindî, Harîrî-i Semerkandî diye isimlendirilirlerdi.

Şark’ta imâl edilen kâğıtların cinsleri hakkında, “Menâkıb-ı Hünerverân”da şu bilgiler verilmektedir: “Kâğıt cinsinde dahî zinhâr Haşebîye ve Dımışkîye (Şam kâğıdı) îtibar etmeyeler. Kâğıdın Semerkandî’sinden (Buhârâ kâğıdı) aşağı tenezzül etmeyeler. Kâğıdın en aşağısı Dımışkîdir ki kader mâlumdur. İkincisi Devletâbâdî’dir ki herkesce mefhumdur (Hattatlarımızın en çok rağbet ettikleri en makbûl kâğıttır). Üçüncü Hatâî’dir; dördüncü Âdilşâhî’dir (XVII. Asrın başlangıcında kullanıldığı anlaşılan bu kâğıt, son zamanlarda mevcut değildir.) Beşinci, Harîrî-i Semerkandî’dir. (İpek Buhârâ kâğıdı). Altıncı, Sultan Semerkandî’dir. Yedinci, Hindî’dir. Sekizinci, Nizâm-ı Şâhî’dir. Dokuzuncu Kâsım Begî’dir. Onuncu, Harîrî-i Hindî’dir. (hind ipek kâğıdı). On birinci, Gûn-ı Tebrîzî’dir ki şeker renkdir. İşlemesi Tebrizliler’e mahsustur. On ikinci, Muhayyer’dir ki ol dahî şeker renktir.” (1)   
 
 
   
   
   
 1- Âlî Menâkıb, s. 11.


Batı Kaynaklı Kâğıtlar

 
 XV. asırdan îtibâren Avrupa kâğıtlarının yurdumuzda kullanıldığı ve bunların çoğunun İtalya, Orta Avrupa ve Venedik menşeli olduğu İstanbul arşivlerimizde kâğıtların filigranları üzerinde yapılan inceleme netîcesi anlaşılmıştır. (1) İtalya’nın Ligurya şehrinde îmâl edilen kâğıtlara üzerine soğuk damgayla vurulan Fratelli Palazzuoli Ligurya (2) kelimesi zamanla tahrîfe uğradığı için Alikurna kâğıdı denilmiş, böylece şöhret bulmuştur. Şapka ve hilâl filigranları ile tanınır. Alikurna kâğıdının iki boyu vardır: Birine battal, diğerine evsat denilirdi. Bu kağıdın çifte olanlarına, çifte alikurna denirdi. Renkli olanlarına da alikurna boyalısı ismi verilirdi. Kâğıtlar âhar sürülmeden evvel ya kına yâhut çay suyu ile boyanır, kuruduktan sonra âharlanırdı. (3) Anadolu’da Amasya ve Bursa’da, XVI. Asırdan îtibâren de Yalova, Kâğıthâne, Beykoz, İzmit, Hamîdiye kâğıt fabrikalarında kâğıt îmal edildiğini biliyoruz. Gerek ithâl gerek yerli kâğıtların kullanılabilmesi, kalemgîr olması, yazı yazılırken kalemin kâğıda takılmaması, kolaylıkla yürümesi için evvelâ istenilen renge boyanır, sonra pürüzlerini gidermek maksadıyle âhar ve mühre yapılır.   
 
 
   
   
   
 1- Osman Ersoy, a.g.e., s. 19-20.
2- Osman Ersoy, XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Türkiye'de Kâğıt, s. 21.
3- M. Zeki Pekalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 52 


Kâğıdın Boyanması   
 
Hat, tezhip ve minyatür gibi kitap san’atlarında kullanılan kâğıtlar, istenirse evvelâ nebâtî boyalarla al, yeşil, mâvî, siyah, pembe renklere boyanır. Boyanma işi şöyle yapılır: Renk elde edilmek istenilen bitki toplanır, derin ve genişçe bir kaba konularak bir miktar şapla suda kaynatılır. Bir müddet sonra bitkinin rengini alan su başka bir kaba boşaltılır. Kağıtlar renkli suya bir bir batırılarak banyo usûlü ile boyanır; ayrı ayrı kurumaya bırakılır. Bâzı yazma eserlerde kâğıtların orta kısmıyla kenar kısımları ayrı renkte boyanır; bu tarz boyamaya akkâse denilir. Ananevî usulde kâğıt boyamada kullanılan nebatlardan bâzıları şunlardır:

Bâdem Yaprağı: İlkbaharda toplanan bu yapraklar, 3-1 gram şap ile bir miktar su içinde kaynatılarak altın sarısı, güzel bir renk elde edilir.

Nohut: Bu bitkinin unu suda kaynatılır ve adını kendisinden alan “nohudî” renk elde edilir.

Kına: bir miktar su içine konularak kaynatılır hünnab rengi olur.

Soğan: Dış kabukları şapla kaynatılarak kırmızımtrak, gâyet güzel bir renk elde edilir.

Ceviz ve Yaş Nar: Kabukları su içinde kaynatılarak, kahve rengi elde edilir. Menekşe yaprağı ve mürver çiçeği tohumu birlikte dövülür ve güzelce sıkılıp suyu şapla kaynatılır, menekşe rengi elde edilir.

Kurt Kulağı: Safran ve şap ile su içinde kaynatılarak yeşil renk elde edilir. Ayrıca, cehrî boyası su ile kaynatılarak, sarı renk elde edilir. Bugün kâğıt sanayiin de selüloz hamuruna ölçülü miktarda boyar maddeler ve pigmentler katılarak arzu edilen renk ve tonları elde edilmektedir. (1)   
 
 
   
   
   
 1- Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: Mecmua-i âhâr, İstanbul Millet Kütüphânesi, Ali Emîrî, Târih, no: 809; Mahmud Yazır, Kalem Güzeli, c. II, s. 192; Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 107; John H. Aınsworth, Asırlar Boyunca Kağıt, (trc. Prof. Dr. Savni Huş), İstanbul 1962, s. 76. 


Kâğıdın Âhârlanması   
 
Kâğıdın Âhârlanması Türkçe, ak, düzgün bir şekilde perdahlama perdah kolası veya Farsça, kuvvetli yiyecek, kahvaltı, parlatılmış çelik: Arapça sakl aynı kökten saykal, âhar ve cilâ yapan kimse ve mühre anlamlara gelir. Hat, tezhip ve minyatür san’atlarında bir terim olarak kullanılan âhâr, kâğıtların pürüzlü satıhlarını düzgün ve kolay yazılabilir hâle getirmek, dokusunu kuvvetlendirmek maksadıyla kâğıtların üzerine sürülen koruyucu bir tabakadır. (1) Böyle terbiye edilmiş kağıtlar üzerinde kalem ve fırça çok rahat hareket eder, mürekkeb kağıdın dokusuna nüfuz etmediği için hatalı desen ve yazılar hiç iz bırakmadan ıslak süngerle veya yalamakla silinebilir. Osmanlı resmi kayıtlarında silinti ve kazıntıya meydan verilmemesi için sadece aharsız mührelenmiş kağıtlar kullanılmıştır.

Çeşitli âhâr usulleri arasında yumurta ve nişasta âhârı daha yaygındır. Nişasta ve yumurta âharından başka marangozların cilâ işinde kullandıkları gomalak, ispirto içinde eritilerek kağıda sürülür.
Kâğıda ekseriyâ yumurta veya nişasta âhârı tatbik edilmiştir.
Yumurta âharı: Tâze ördek veyâ tavuk yumurtasının akları bir kâseye alınır. Yumruk cesâmetinde bir şap parçasıyle yumurta akı kesilinceye kadar çalkalanır. Birkaç saat bekledikten sonra tülbentten süzülür. Sünger veyâ tülbent sarılmış bir parça pamukla kâğıda sürülürek gölgede kurutulur.

Tuğrakeş İsmâil Hakkı Bey’in bizzat târif ettiği âhâr usûlü şöyledir: “Şekersiz olarak muhallebi tarzında pişirilmiş nişasta gâyet ince süngerle kâğıdın her iki yüzüne sürülür. Sonra kâğıt, ipte kurutulur. Bundan sonra yumurta akı az miktarda şapla çalkalanarak köpürtülür. Bu suretle köpürtülen yumurta akı bir müddet hâliyle bırakılır. Köpükler tamâmen sönüp zeytinyağı şeklini alınca, nişasta sürülmüş ve kurutulmuş kâğıt üzerine ince süngerle bu yumurta akından sürülüp, yine kurumaya bırakılır. Kâğıt lâyıkıyla kurutulduktan sonra evvelâ saplı mühre ile, sonra billûr mühre ile parlatılır.” (2)

Nişasta âharı: Bu tarz âharın yapımında buğday nişastası kullanılır. Önce soğuk suda ezilen nişastaya sonra bir miktar jelatinle kaynar su ilâve edilir. İyice piştikten sonra süzülür ve kâğıt üzerine sürülür. Nişasta âhârı üzerine bir kat da yumurta âhârı çekilirse daha güzel olur.

Âhar, yazının ve kâğıdın cinsine göre yapılır. Mushaf yazmak için hazırlanan kâğıtların her iki tarafına da ince bir âhar çekilir. Çok tashih ve emek isteyen celî yazıların kâğıtlarının yalnız bir tarafı birkaç kat kuvvetlice âhârlanır. Üzerine bir defa âhâr sürülmüş kâğıda tek âhârlı iki defa veya daha fazla âhâr sürülmüş kağıda da çift âhârlı (çiftâlî) kağıt adı verilir. Husûsiyle nesta’lik kıt’alar için hazırlanan kâğıtların âharlanmasına daha da ihtimam gösterilmelidir. Bu sebeple kâğıdın âharlanması hat san’atında ayrı bir hüner ve ustalık ister. Geçtiğimiz asırda kâğıtların sol alt köşelerinde basılı soğuk damgalarından tanıdığımız Kadrî, Seyyid Ahmed, Hasan, Remzi, Memduh meşhur kâğıt âharcılarımızdandır.   
 
 
   
   
   
 1- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savâb, s. 75.
2- Zeki Pakalın, Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 28. 


Kâğıtların Mührelenmesi

 
 Kâğıda âhârı iyice tesbit etmek, yüzündeki pürüzleri gidermek ve ilerde çatlamasını önlemek için cam veyâ çakmaktan yapılmış mühre ile kâğıtlar mührelenir. Âharlanmış mührelenecek kâğıtlar, ıhlamur ağacından yapılmış yekpâre, ortası çukurca mühre tahtası, pesterek üzerine konulur. Mührenin hareketini kolaylaştırmak için kuru sabun sürülmüş bir çuha, kâğıt üzerinde kuvvetle hareket ettirilir. Böylece mührelenen kâğıtlar üst üste sıralanır. Üstüne de bir ağırlık konularak, kullanılmak üzere en az bir yıl bekletilir. Yapıldığı maddeye göre mühre nevîleri şunlardır:

Böcek Mühre: Deniz böceği kabuğundan yapılır.

Billûr Mühre: Kaz yumurtası şeklinde camdan yapılmış mühredir.

Çakmak Mühre: Çakmak taşından yapılan mühredir. Çakmak taşı, saplı bir tahtanın ortasına yerleştirilmiştir.

Zer Mühre: Sert akikten yapılan bir mühre, yaldız ve altın parlatmada kullanılır.


 
 Mıstar

 
 Kâğıda satır çizmeye mahsus bir âlettir. Üzerinde sıra sıra muntazam ibrişim gerili bir mukavvadan ibârettir ki yazılacak yazıya göre kâğıtlar, parmak yardımıyle üzerine bastırılarak, kabartma çizgiler meydana getirilir. Böylece sahifeler arasındaki satır nizâm ve âhengi sağlanmış olur.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #3 : 04 Mayıs 2008, 16:09:40 »
Mürekkep ve Çeşitleri   
 
Mürekkep (midad,hıbr), yazı yazmaya mahsus siyah sıvı bir boyadır. Renkli sıvı boyalara da mürekkep denilmiş, yalnız kırmızı mürekkep, sarı mürekkep, yeşil mürekkep gibi ifâde ettiği renkle berâber kullanmıştır. Mürekkebin icâd edildiği târih kesin olarak tespit edilmemiş ise de m.ö. 2500 yıllarından itibâren yazı malzemesi olarak bilindiği tahmin edilmektedir. Eski medeniyetlerde kullanılan ilk mürekkebin kömür tozu ve tutkalın birleşimi ile yapıldığı zannedilmektedir. Zaman içinde tecrübeyle mürekkep terkibindeki eczâ zenginleşmiş, gelişmiştir.

Hat san’atında kullanılan mürekkebin pek çok formülleri, Gülzâr-ı Savab gibi hat risâlelerinde kaydedilerek zamânımıza kadar ulaşmıştır. En sâde bir şekilde ana maddesi is, zamk-ı Arabî ve saf su olan bu terkiplere mürekkebe farklı husûsiyetler kazandırdığı için çeşitli maddeler ilâve edilmiştir. İs, bezir yağı, çıra, gazyağı, zeytinyağı ve bal mumu gibi maddelerin yakılmasiyle elde edilir. Eskiden mürekkep yapımında kullanılmak üzere is îmâl eden, bu işi meslek edinmiş kimseler ve ishâneler bulunurdu. Süleymâniye Câmii’ndeki is odası, bu gâye ile yapılmıştır. Mîmar Sinan, yaptığı plânla câmide yanan kandillerin islerinin hava ceryânı vâsıtasiyle bu is odasında toplanmasını sağlamıştır.

Gülzâr-ı Savab’da, isin (dûde) elde edilişi şöyle anlatılmaktadır: “Beziryağı toprak çanağa konulur, çanak rüzgâr almayan bir yere toprak seviyesine kadar gömülür. Serçe parmağı kalınlığında bir fitil içine konularak yakılır. Çanağın üzerine başka bir çanak kapatılır. Fitilin yanmasından üst çanakta hâsıl olan is, kuş veyâ tavuk kanadıyle alınarak bir kâğıda nakledilir. Çanak tekrar kapatılır, sonra tekrar açılarak biriken is alınır. Bu sûretle elde edilen is, sünger kâğıdı gibi mesâmâtı çok bir kâğıda alınarak üç kere sarıldıktan sonra hamurun içine konulur ve fırında pişirilir. Bu sûretle sertliği giderilen ve yağı alınan is, zamk-ı arabî ile dövülür.” (1)

Yukarda da belirtildiği gibi is mürekkebi, is, zamk-ı arabî ve saf suyun usûlüne uygun olarak hallolmasiyle elde edilir. En iyi mürekkep ise bezir yağı isinde yapılır. Buna nezir isi mürekkebi adı verilir. Hattatlar ananevî üsülde yapılan mürekkebi kalemin ucundan yavaş yavaş akması, kaleme tâbî olması, âharlı kâğıt üzerinde kolaylıkla silinip kazınmaya, yalanmaya müsâit olması; solmaması sebebiyle Batı sanayî mürekkeplerine dâimâ tercih edilmiştir.

Bir yazma eserde is mürekkebinin yapılışı hakkında şu izâhat verilir: “6,5 dirhem (bir dirhem 3,2 gramdır) dûde (bezir isi), 26 dirhem zamk-ı arabî, 13 dirhem mazı, 6,5 dirhem şap. Evvelâ mazıyı kaynatıp sonra şapı yakıp, mazının suyuna katılır; sonra zamk-ı arabî bu su ile ıslatıp ba’dehû dûdeyi yavaş yavaş alıştırılıp, dövülerek süzülür.” (2)
Daha basit bir usûlde is mürekkebi şöyle yapılır: Önce zamk-ı arabî soğuk suda eritilir. Boza kıvâmına gelince süzülür. Sonra mermer havan içine bir ölçü ise dört ölçü zamk-ı arabî konulur. İs, zamk-ı arabî içinde iyi halloluncaya kadar yavaş yavaş tokmakla dövülür. Mürekkebin tam kıvâmında olması için eskiler “seksen bin tokmak vurmak gerekir” demişlerdir. Böylece yapılan mürekkep çuha veyâ keçeden yapılmış mibzeleden süzülür; on misli sulandırılarak kullanılır. Hat san’atında, is mürekkebinden başka la’lî mürekkep, sarı mürekkep ve zer mürekkebi de yapılmakta ve kullanılmaktadır.   
 
 
   
   
   
 1- Nefeszâde, Gülzâr-ı Savab, s. 94
2- Mecmua-i Âhâr, Millet Kütüphânesi, Ali Emîrî, Târih, no: 809.
 

La'lî Mürekkep (Kırmızı mürekkep)   
 
La’lî mürekkebin esâsı kırmız böceği denilen ufak bir böcekten çıkarılan boyadır. Kırmızı mürekkep îmâlinde çeşitli formüller vardır. Eyüblü diye tanınan bir ustanın la’l mürekkebi formülü şöyledir: 5 dirhem lotur (şekercilerin kullandıkları bir nevî boya) 0,5 dirhem şap, 5 dirhem çöğen. İşbu terkîbe 6 fincan su koyup, güzelce kaynatıp, tülbentten süzüp, suyunu alıp, sonra 6 dirhem kırmızı iyice döğüp işbu suyun içine atıp, kaynatıp indire. Tabak içine koyup, bir bezden süzüle. Tabağın dibinde kalanı alıp bir kâğıda koyalar. Evvelki tabaktan rûh-ı la’l alınır, gâyetle güzel ta’l olur. İkincidden kaymak ta’bir olunur. Bu da güzel. Üçüncü ta’l aşağıdır. Kurutulup kullana. Ehlinden mesmû’ olundu.” (1) Bunun gibi pek çok la’lî mürekkep formülleri varsa da bugün artık îmâl edecek erbâbı kalmamış, yapılışındaki sırları ile mâzîye gömülmüştür.   
 
 
   
   
   
 1- Uğur Derman, İslâm Düşüncesi, "Eski Mürekkebciliğimiz", sy. 2, 1967, s. 104.
 
 
Sarı mürekkep

 
 Siyah zemin üzerinde celî kalıp yazıların yazılmasında kullanılır. Bu mürekkebin hazırlanması şöyledir: Sarı zırnık (zırnık-ı asfar) veyâ altınbaş zırnığı (zırnık-ı ahmer) destesenkle mermer üzerinde iyice ezilir. Buna arap zamkı da ilâve edildikten sonra iyice karıştırılarak sarı mürekkep elde edilir. 


Zer mürekkep

 
 Altın varakların, zamk-ı arabî ve jelatinle iyice ezilmesiyle elde edilir. Bu mürekkep fırça ile kalemin ağzına konularak yazılır ya da daha evvel çizilmiş yazılar fırça ile doldurulur. Zer mühre ile de parlatılır. Altınla yazılmış böyle celî yazılara zerendûd adı verilir.   
 

MÜREKKEPLİK (Hokka)   
 
Hokka, içine mürekkep, boya, macun ve yağ gibi malzeme konan küçük yuvarlak kap. Arapça’da “küçük kutu” mânâsına gelir. En yaygın kullanışı küçük ve yuvarlak mürekkep hokkasıdır. Mürekkeb hokkası yerine devat, mihbere (mahbera, mahbura), furza kelimeleri de kullanılmıştır. Türkçe’de devattan bozulmuş olan divit kelimesi hokkası ve kalemliği birlikte olan bir yazı âleti için kullanılır. Kare biçiminde köşeli madenî hokkalara mecma’ denilir. Farsça’da hokka yerine devat, âme, hâlistani hâliste (Dihhüda, Lügatnâme, c. XII. B, s. 817) kelimeleri de kullanılmıştır. Devat’a, karnında taşıdığı mürekkeple eserler yazılması, ilmin yayılmasına vesile olmasından kinâye lütüf ve ihsanların anası mânâsına “ümmü’l-âtaya” denilmiştir. Bazı müfessirler el-Kalem sûresi başındaki çanaklı yazılan nun harfinin mürekkep hokkası devat mânâsına geldiğine işaretle Allah’ın hokka ve kalem üzerine yemin ederek hokkanın önemine dikkat çektiğini ifâde etmişlerdir (M.Hamdi Yazır), Hak Dini Kur’an Dili, c. VII. S. 5258). (1)Divit veya devât ise kalem koymak için boru şeklinde uzun sapı ve ucunda mürekkebe mahsus bir de hokkası bulunan eski usulde yazı âletidir. Bakır, pirinç ve gümüş gibi madenlerden yapılır. Bu san’atın geçmiş büyük ustaları arasında Kanbur Ahmed, Mehmed Usta, Rûmî, Fennî Abdüllâtîf Recâî en meşhurları olarak zikredilir. (N. Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi, s. 78)

Kullananın zenginlik derecesine ve mevkiine göre cam, porselen, abanoz, kuka ağacından; altın ve gümüşten yapılanları olduğu gibi, üzeri kıymetli taşlarla süslenmiş san’at değeri olan hokka takımları, ayrıca Çin gülâbdanları boğazı kırılarak ağızları ve dipleri altın veyâ gümüşle tezyine edilmiş hokkalar da vardır.

Bir hokka takımında, siyah ve kırmızı (surh) mürekkep hokkası, rîkdan (rîk veyâ rıh: kum, yazıya dökülen ince kum), bir de kalem konulacak yer bulunur.

Hokkanın içine mürekkep koymadan evvel kabartılmış, didilmiş lika (ham ipek) yerleştirilir. Böylece kalemin ağzı sert kısımlara çarpmaktan korunmuş ve arzu edildiği kadar mürekkep alınması sağlanmış olur.   
 
 
   
   
   
 1- Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s. 603; Mahmud Yazır, Kalem Güzeli, c. II, s. 177-180; Mehmed Zeki Pekalın, Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 845, 846; M. Uğur Derman, "Eski Mürekkepçiliğimiz", İslam Düşüncesi, 2/1967, s. 106-107; Muîz b. Bâdîd, Umdetü'l-küttab ve 'uddetü zevi'l,elbâb, Meşhed 1409, s. 31; Sûlî, Edebü'l-Küttab, Kâhire 1341, s. 92-98; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbuş 1994, s. 47; Celâl Esad Arseven, "Hokka", Sanat Ansiklopedisi, c. II, s. 756-757.
 

YAZI ALTLIĞI (Zîr-i Meşk)

 
 Hattatlar, yazı çalışmalarını sol ayak üzerine oturup sağ ayaklarını dikerek dizleri üzerinde ve altlık kullanarak yapmışlardır. Böylece hem gözün kâğıtla olan münâsebeti en iyi şekilde ayarlanmış hem de harflerin yazılış vaziyetlerine göre kâğıdın bükülmesi ve değiştirilmesi kolaylığı sağlanmış olur. Hattat için lüzumlu olan bu âlet, 4-5 mm. Kalınlıktaki nesta’lik için ayrı, sülüs-nesih kıt’aları için ayrı eb’adlarda müzehhip ve mücellidler tarafından hazırlanırdı. İnce bir zevk mahsûlü olan bu altlıklar yapıştırılmadan bir araya getirilmiş pek çok kâğıdın alt ve üstüne tıraş edilmiş meşin veyâ ebrû kaplamak sûretiyle yapılır. Bunlar arasında ortası çiçekli veyâ manzaralı pek san’atkârane olanları vardır. 
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı rtist

  • Yeni Üye
  • İleti: 14
  • Karizma Puanı: 0
Ynt: Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #4 : 30 Ekim 2008, 22:53:01 »
mrb

Çevrimdışı ceriş

  • Üye
  • *
  • İleti: 42
  • Karizma Puanı: 2
Ynt: Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #5 : 30 Ekim 2008, 23:30:37 »
bir dönem minyatür,tezhip,ebru kursları aldım.hat'ı çok istemiştim ama kursunu alamadım.içimde kalan bir sanat....bilgiler için çok sağol hocam...saygılar

Çevrimdışı yoldaş

  • Yönetim K.Ü
  • Üstad
  • *
  • İleti: 14.457
  • Karizma Puanı: 4092
  • görsel tasarım uzmanı
Ynt: Kullanılan Alet ve Malzemeler
« Yanıtla #6 : 07 Haziran 2010, 00:08:05 »
uzun bir bilgi olmuş. ancak güzel bir paylaşım. teşekkürler