Gönderen Konu: MUSTAFA RÂKIM EFENDİ  (Okunma sayısı 4493 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
MUSTAFA RÂKIM EFENDİ
« : 28 Mart 2009, 01:11:17 »

Mustafa Râkım Efendi
Türk İslâm hat sanatının tartışmasız en büyük ismi olan Mustafa Râkım Efendi, 1787 yılında (1171 Hicri) Ünye’de doğdu. Ünyeli Mehmed Kaptan’ın oğlu ve büyük hattat İsmail Zühdî Efendi’nin küçük kardeşidir. Babası tarafından çocuk yaşta İstanbul’a getirildi. Bir yandan medresede dini ilimler tahsili yaparken, diğer taraftan hüsnühat ve resim eğitimi gördü.Sülüs ve nesih hattını ağabeyi İsmail Zühdî Efendi ve Üçüncü Derviş Ali Efendi’den (Ölümü: 1786) meşketti. Daha çocukluk çağında, henüz 12 yaşında iken meşki bitirip icazet, yani hattatlık şehadetnamesi aldı. Bu icazetnamenin hattındaki mükemmellik, hat erbabının hayranlığını kazanacak seviyededir. İcazet aldıktan sonra da çalışmalarına devam ederek hattatlığını olgunlaştırıp geliştirdi. Tâlik, tevki, rika gibi, aklâm-ı sitteye ait bütün yazı çeşitlerinde de son derece başarılı idi. Abidevi eserlerde kullanılmaya çok uygun bir yazı olan celî sülüste ise üstün sanat kâbiliyeti bütün parlaklığıyla ortaya çıkıyordu.


Mustafa Râkım’ın Reisülküttab Ratib Efendi ile yakınlığı vardı. Devlet ileri gelenlerinin çocuklarına hüsnühat dersi vermek münasebetiyle bir çok mühim kişinin yakınlığını kazandı. Bu arada Mustafa Râkım Efendi ressamlığı da ilerletmişti. Yapmış olduğu bir resim Ratib Efendi tarafından Sultan 3. Selim’e gösterildi ve çok beğenildi. Padişah Mustafa Râkım’dan kendi portresini de yapmasını istedi. Bu tabloyu yapmak münasebetiyle uzun zaman padişahın yakınında bulundu ve onun takdirini kazandı.

Mustafa Râkım bir süre sonra padişahın tablosunu bitirip kendisine arzetti. Tablo çok beğenildi. Râkım tarafından yapılan Sultan 3. Selim’in bu tablosu ne yazık ki şu anda mevcut değildir. Ya bir kazaya uğrayıp tahrip edilmiş, yahut bir çok başka benzerinde olduğu gibi, yurt dışına kaçırılmış olup özel bir koleksiyonu süslemekte olabilir.

Mustafa Râkım’a başarısından dolayı müderrislik rüusu verilerek taltif olundu. Osmanlı Devleti’nin madeni paralarının üzerindeki yazı ve resimleri düzenleme görevi de kendisine verildi. Ayrıca, padişah tuğrasını tanzim etmekle de görevlendirildi.

Mustafa Râkım, istikbalin Sultan 2. Mahmud’u olan şehzade Mahmud’a ve diğer şehzadelere yazı hocası olarak tayin edildi. Sultan 2. Mahmud da bir dâhî olan hocasından çok iyi faydalanmış, sülüs ve celî sülüste mükemmel bir hattat olmuştur. Yoğun devlet işlerine rağmen, amcası Sultan 3. Selim gibi o da hat, şiir ve musiki gibi güzel sanatlarla çok yakından ilgili idi. Sultan 2. Mahmud’un bazı levhaları İstanbul’daki selâtin camilerinde hâlâ durmaktadır.
Mustafa Râkım, 1805 yılında İzmir Kadılığı payesini aldı. Bu görevi almasında, ağabeyi İsmail Zühdi Efendi’nin talebesi olan Şehremini İbrahim Efendi’nin himayesinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. 1816 senesinde Edirne payesi aldı. 1818 yılında İstanbul, 1820 yılında Anadolu kazaskeri oldu. 1823 yılında bilfiil Anadolu kazaskeri oldu.

Meşhur şâir Keçeci zade İzzet Molla tarafından bu vazifeye başlaması münasebetiyle şu tarih şiiri yazıldı:

Şehriyâr-ı bende-perver hazret-i Mahmûd Han
Kıldı bir yüzden yine ehli ulûmu şadumân
Dâi-i dîrînesin sadr-ı Anadolu edüb
Eyledi mümtâz-ı akrân pâdişâh-ı kadrdân
Mustafa Râkım Efendi kim sezâ her vech ile
Hem lâtif ü pâk meşreb hem zarîf ü nüktedan
Behre dâr-ı şi’r ü inşâdır sunûf-ı fazl ile
Zâtı bir mecmuadır fihrist ana ilm-i cihân
Hattı ol mihr-i celîdir kim sipihr-i safhaya
Mislini bir kimse yazmış yok meğer şâh-ı zaman
Ma’nevî tevki-i divândır ol sadrı güzîn
Kim anındır resm-i tuğra-yı şehi gîti-sitan
Münhasır okur yazar tâbîri zâtı pâkine
Kadrini levh ü kalemdir eyleyen ânın beyan
Padişah-ı âleme alsın kuzâtından duâ
Mazhar-ı tevfîk edüb sadrında Rabb-i müsteân
Eyledi târih-i nasbın hâme-i İzzet rakam
Anadolu câhına Râkım Efendi verdi şan

1238


Bu şiirin günümüz Türkçesi ile ifadesi şöyledir:

Kendine bağlı olanları seven bir hükümdar olan Mahmud Han hazretleri
Bir vesile ile yine ilim ehlini mutlu etti
Eski duacısını Anadolu Kazaskeri yaparak
O kadirbilir padişah onu emsallerinden üstünde bir dereceye çıkardı
Mustafa Râkım Efendi ki her bakımdan bu göreve lâyıktır
Hem lâtif ve pak huylu, hem de zarif ve nüktedandır
Şiir ve nesir yazmaya ehildir, faziletlerin çeşitleriyle dolu
Öyle bir mecmuadır ki, dünyanın tüm ilimleri ancak onun fihristidir
Hattı öyle parlak bir güneştir ki, göklerin sayfalarına
Zamanın pâdişâhı hariç onun eşini yazmış kimse yoktur
Devlet kararlarının manevi nişanıdır o seçkin kazasker
Ki, dünyanın hakimi olan padişahın tuğrasının şekli onundur
Okur yazar tabiri sadece onun temiz zâtına münhasırdır
Onun kadrini beyan eyleyen Allah’ın kudret kalemidir
Dünyanın hakimi olan padişaha kadılarından dua alsın
Kazaskerlik görevinde başarılı kılsın onu duaları kabul eden Allah
Görev alma tarihini İzzet’in kalemi yazdı
Anadolu Kazaskerliği makamına Rakım Efendi şan verdi
1238

Mustafa Râkım Efendi, geçirdiği felç hastalığını müteakip 25 Mart 1826 (Hicri 15 Şaban 1241) tarihinde vefat etdi. Kendi vasiyeti mucibince, Karagümrük Zincirlikuyu’da Atik Ali Paşa câmii civarına, kendi yaptırdığı medresenin yanına defnedildi. Daha sonra hanımı tarafından üzerine türbe de inşa edildi. Bu türbeye daha sonra Mustafa Râkım’ın parlak talebelerinden hattat Haşim Efendi de defnedilmiştir.

Türbenin dış cephesinde nefis bir celi sülüs hat ile şunlar yazılıdır: “Sabıka sadrı Anadolu ve hâzini kelâm-ı Rabbânî hattat Mustafâ Râkım Efendi rûhiyçün fatiha 1241 Ketebehu Mustafa Râkım” (Eski Anadolu kazaskeri ve Allah kelâmının hazinecisi Mustafa Râkım Efendi ruhu için fatiha, 1241 Yazan Mustafa Râkım)

Bu kitabeyi Mustafa Râkım’ın sağlığında kağıda yazdığı ve vefat edince türbe kitabesi olarak yazıldığı rivayeti olduğu gibi, seçkin talebesi ve türbe komşusu Haşim Efendi tarafından yazılıp hocasının imzasının koyulduğu rivayeti de vardır.

Yazının nefaseti, Râkım’ın kendi elinden çıktığını düşündürmekle birlikte, bazı abidevi yazıları yazarken hastalandığında kendisine Haşim Efendi’nin yardımcı olduğu da bilinmektedir. Her ne olursa olsun, bu yazı doğrudan veya dolaylı olarak Râkım’ın eseridir.

Râkım’ın vefatı üzerine adı bilinmeyen bir kişi şu tarih şiirini yazmıştır:

Mustafa Râkım idi agâh ilm ü hikmete
Malik etmiş anı Hak enva-i zîb ü zînete
Anadolu Kadı askerliği idi pâyesi
Kesb-i istihkâk etdi bilfiil her rütbete

Şairi nükte şinâs, tuğrakeş ü ressam idi
Fethi Mısra yazdığı târih lâyık midhate
Tuğrakeşlikde dahi tarz-ı nevin ihdas ile
Sikke değiştirtti ol, Sultan-ı Mahmud haslete

Yaptığı resmin Selîm-i Sâlis’in canlı sanıp
Görse Behzâd-ı şehir mutlak düşerdi hayrete
Dâderi üstâd Zühdî’den yed almışdı fakat
Derviş Ali’den de nâil oldu hayli himmete

Hâfız Osman’ın murakka’, kıt’a ve tomarların
Harf-be-harf taklîd içün katlandı türlü zahmete
Binnetice elde etdi buldu ahsen şîveyi
Tam müselsel bir murakka’ yazdı şayan dikkate

Kalıb-ı mâna olan şekl-i hurûf-ı ebcedi
Dökdü mizab-ı kalemden koydu eltaf surete
Sırrı hattı eyleyüb ifşa celî etdi beyan
Vâkıf idi zannım ol, mektûb-ı levh-î kudrete

Olduğundan bir veliy-yi kâmile mensub o zat
İtibar eylerdi her an kesret içre vahdete
Nusretiyye camiine yazdı bir sûre kuşak
Yâdigâr etdi anı bu secdegâh-ı izzete

Mihrabın üstünde olan deve boynu çift dönüş
Parmak ısırttı Celâleddin’le Esma İbret’e
Hem Cihangir camiine de nice ayât yazub
Hüsnihat kanunların ünmûzec etdi millete

Kudret-i üstada vâkıf olmak istersen eğer
Git de bak Fatih’deki âsarı sahib-şöhrete
Çar aktarı gezen âdem tesadüf edemez
Hattı üstâde şebâhet arz eden bir ayete

Sıytı rutdu Asyayı Hindü Çin İslâmları ?
Geldiler görmeğe fevc fevc katlanub her külfete
Seyh ile Osman Efendi görseler derler idi
Lâyık oldun âferin bizden ziyade hürmete

Essalâ etse İmade hattı ta’likında da
İktida eylerdi bi-şek bu imamı hırfete
Bir müselsel hattını elde edenler badezin
Maliki yakut değilim diye düşmez hasrete

Anlamaz hattındaki i’cazı şol na-puhteler
Can verir âsarına vâkıf olanlar san’ate
Görmedi, görmez felek artık bu zatın mislini
Hak, garik etsin anı bahr-ı vesi-i rahmete

Olmadığından azizim kimseye bâkî cihan
Yakdı bizi Mustafa Râkım da narı firkate
Gece gündüz hazret-i Kur’an ile meşgul idi
Yazar okur zikr eder ârifdi sırrı hilkate

Mısra-i fevti ne hoş eyler beyan ahvalini
Ben de evsafın edüb tahrir, geldim gayrete
Necmi hattâtîn üfûl etdikde tarihi dedim
Yazdı bir “Allah-ü Vahde Hay” gitti Cennete

1241

Şiirin günümüz Türkçesi ile ifadesi şöyledir:

Mustafa Rakım ilim ve hikmetten haberdar idi
Onu Hak çeşit çeşit süs ve zînete sahip etmiş
Anadolu Kazaskerliği idi pâyesi

Her rütbeye bilfiil hak ederek ulaştı
Nükteşinas bir şair, tuğrakeş ve ressam idi
Mısır’ın fethi için yazdığı tarih övgüye lâyıktır
Tuğrakeşlikte de yeni bir tarz ortaya koyup

Mahmud hasletli padişaha sikke değiştirtti
Yaptığı Sultan Üçüncü Selim resmini canlı sanıp
Görseydi meşhur Behzad mutlak hayrete düşerdi
Kardeşi üstad Zühdi’den el almıştı fakat

Derviş Ali’den de hayli yardıma kavuştu
Hafız Osman’ın murakka, kıta ve tomarlarını
Harf harf taklid etmek için türlü zahmetlere katlandı
Sonuçta en güzel şiveyi elde etti

Dikkate şayan tam bağlantılı bir murakka yazdı
Mânânın kalıbı olan ebced harflerinin şeklini
Kalemin oluğundan döküp en güzel surete getirdi
Hattın sırrını açıklayıp parlak şekilde ortaya koydu

Sanıyorum o kudret levhalarından gelen mektuba vâkıftı
O zat kâmil bir velîye bağlı olduğu için
Her an çokluk içinde birliğe itibar ederdi
Nusretiye camiine bir sure kuşak yazısı yazdı

Onu bu kıymetli secdegâha hatıra olarak bıraktı
Mihrabın üstünde olan deve boynu şeklindeki çift dönüş
Celâleddin ve Esmâ İbret’e parmak ısırttı
Hüsnühat kanunlarını millete numune etti

Üstad’ın kudretini anlamak istersen eğer
Git de Fatih’deki meşhur eserlere bak
Dört bir tarafı gezen insan rastlayamaz
Üstad’ın hattına benzerlik gösteren bir esere

Şöhreti Asya’yı kapladı, Hind ve Çin müslümanları
Her külfete katlanıp akın akın görmeğe geldiler
Şeyh ile Osman Efendi görseler derer idi
Lâyık oldun aferin bizden ziyade hürmete

Talik hattında İmad’a meydan okusaydı
Şüphesiz bu sanat imamına o da uyardı
Bir müselsel hattını elde edenler bundan sonra
Yakutum yok diye hasrete düşmez

Hattındaki mucizevi hali çiğ olanlar anlamaz
Sanata vakıf olanlar ise eserlerine can verirler
Görmedi görmez felek artık bu zatın mislini
Hak onu geniş rahmet denizine garketsin

Azizim dünya kimseye baki olmadığı için
Mustafa Rakım da bizi ayrılık ateşine yaktı
Gece gündüz hazret-i Kur’an ile meşgul idi
Yazar okur zikrederdi, yaradılışın sırrını bilirdi

Ölüm mısraı halini ne hoş beyan eder
Ben de vasıflarını yazıp gayrete geldim
Hattatların yıldızı kaydığında tarihi dedim:
Yazdı bir “Allahü Vahde Hayy” gitti cennete

SANATI

Mustafa Râkım, hat sanatı üstadlarının ittifakıyle, gelmiş geçmiş en büyük hattat olarak kabul edilmektedir. Onun celî sülüs ve tuğra konusunda yaptığı değişiklikler sebebiyle, hat sanatı tarihimiz Râkım öncesi ve Râkım sonrası diye iki ana bölüme ayrılarak ele alınır olmuştur. Bilhassa sülüs ve celi sülüs olmak üzere nesih, talik ve diğer hat nevilerinde üstün bir hattattır. Kendisi de büyük bir hatta olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), ne kadar cehdolunsa yazıda Rakım’ın derecesine varmak mümkün olamayacağını söylemiştir. Celi yazının büyük hattatlarından Sami Efendi’ye (1838-1912) bir hayranı: “Efendim, Râkım’ı geçtiniz” demesi üzerine Sami Efendi: “Rakım geçilemez. Onu geçtiğini zanneden geri dönmek mecburiyetinde kalır.” şeklinde cevap vermiştir.

SÜLÜS, CELİ SÜLÜS VE NESİH

Celi sülüs bilindiği gibi, sülüs yazının uzaktan bile okunabilecek şekilde daha büyük ve olgun bir şeklidir. Kısaca celi denildiğinde celi sülüs anlaşılır. Celi sülüste, tarih boyunca her asrın sanat seviyesine göre parça parça güzelliklere ve

gelişmeye rastlanır. Fakat sülüs yazıda bir devir açtığı kabul olunan Hafız Osman (1642-1698) gibi büyük üstadlar bile celi sülüste ѭükemmelliğe erişememişlerdir. Mustafa Râkım Efendi, Hafız Osman’ın en güzel yazılarının bulunduğu murakka’ları üzerinde uzun araştırma ve değerlendirmeler yaparak sülüs ve nesih yazıları onun üslubunda yazmayı başarmıştır. Daha sonra, bu yazılarda kullanılan harflerin en güzellerini seçmiş ve kendi yüksek estetik zevkiyle daha üstün ve güzel bir tavır ortaya çıkarmıştır.

Râkım celi sülüste önceleri kareleme usulüyle büyütme yaparak çalışmaya başlamış, kendini geliştirdikten sonra doğrudan yazmaya başlamıştır. Mükemmel bir ressam olması, celi sülüsteki başarısında etkili bir husustur. Perspektif bilgisi gereğince, istifli celî yazılarda yazının konacağı yüksekliğe göre bazı harfleri daha geniş yazmak gibi tenasübü sağlayıcı değişiklikler yapmıştır. Celi yazılara istifli imza atmak usulünü de Mustafa Râkım başlatmıştır.

Büyük hattatlarımızdan Sami Efendi’nin bildirdiğine göre, Mustafa Râkım, celi sülüste yaptığı inkılap çapındaki güzelleştirmeleri daha ağabeyi İsmail Zühdi sağ iken tasarlamıştır. Fakat, bu değişikliklerden dolayı, kendisini yetiştiren ve önceki celi tarzına sıkı sıkıya bağlı olan ağabeyini gücendirmek ihtimali sebebiyle, onun vefat tarihine kadar yeni tarzda yazmamıştır. Daha muasırları zamanında Râkımın yolu benimsenmiş, diğer hat ekolleri ortadan kalkmıştır.



Râkım’ın bir levhası. Bu levha büyük hattatlarımızdan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yatağının başucunda durur ve onu seyretmekten büyük haz duyarmış. Bu hayranlık sebebiyle kendisi de aynı yazıyı takliden yazmıştır. Bu levhada peygamber efendimize övgü maksadıyla yazılmış olan şu Türkçe beyit yazılıdır:

Basmasa mübarek kademin rûy-i zemîne
Pâk etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm
( Senin mübarek ayağın yeryüzüne basmamış olsaydı, toprakla teyemmüm etmek kimseyi temizlemezdi)

TUĞRA

Daha Sultan 3. Selim’in tuğralarında başlatmış olduğu inkılap seviyesindeki gelişmeyi Sultan 2. Mahmud’un tuğralarında en son seviyesine ulaştırmış, estetik itibarıyle ne lâzımsa vermiştir. Râkım’dan bu yana artık sadece bu mükemmel tarz ile tuğra çekilmektedir. Saltanatın kaldırılmasından sonra da, çeşitli metinler tuğra şekli içinde yine Râkım tarzında yazılmış ve yazılmaya devam edilmektedir.



Mustafa Râkım’ın tuğra çekmede yaptığı büyük yeniliği göz önüne seren örnekler. Solda Rakım’ın çektiği Sultan 2. Mahmud’un tuğrası, sağda Sultan 3. Mustafa’nın eski tarz tuğrası.

TÂLİK

Mustafa Râkım daha küçük yaşlarda, talik dahil bütün hat nevilerinde maharet sahibi olmuştu. Talik hattıyla kıtalar ve celî kitabeler yazmıştır. Ağabeyi İsmail Zühdi Efendi’nin kabrinin ayak ucundaki taşa da tâlik bir kitâbe yazmıştır. Râkım bu yazıları sülüsdeki fevkalade kabiliyetin kuvvetiyle meydana getirmiş olmakla beraber, hepsi de tâlikin kurallarına tamamıyle uygun ve çok güzeldir.

Mustafa Râkım’ın İstanbul Kuruçeşme’de bir yalısı vardı. Kendisinden sonra başka devlet adamlarına geçen bu yalının civarına yaptırdığı bir çeşmeye talik bir kitabe yazmasını Yesârizade Mustafa İzzet Efendi’den (Ölümü 1849) rica etmiş, o da kabul etmişti. Fakat epey zaman sonra sorulduğunda Yesarizade vakit bulamadığı için yazamadığını söylemiştir. Bunun üzerine Rakım talik kitabeyi bizzat yazmış ve talik yazıdaki maharetinden habersiz olanları hayranlık içinde bırakmıştır.

Türk tarzı tâlik hattında çığır açan Yesârizade Mustafa İzzet Efendi’nin yazılarında kullandıkları ile Râkım’ın tâlik harfleri birbirinden farklıdır. Celi sülüsün ilhamıyle Mustafa Râkım istifli tâlik yazılar da yazmıştır. Talik yazıda Türk hattatları Yesarizade tarzını benimseyip devam ettirmişlerdir.



ESERLERİ

Fatih Camii yanındaki Nakşıdil Valide Sultan Türbesi’nin içindeki kuşak şeklindeki “Gaşiye” suresi ve dış cephe yazıları, Tophane’de bulunan Nusratiye Camii’nin içindeki kuşak şeklindeki “Amme” suresi, Topkapı Sarayı’nın ikinci büyük giriş kapısının üzerindeki yazılar celi sülüste şaheser kabul edilen yazılarındandır. Edirnekapı’da ağabeyi İsmail Zühdi ve Eyüp’te Reşid Efendi’ye ait mezar kitabeleri de hat sanatıyla ilgilenenler tarafından hayranlıkla ziyaret edilmektedir. Türk İslam Eserleri Müzesi’nde enfes bir hilyesi ve çok sayıda levhası vardır. Bu hilye, Râkım’ın kağıt üzerindeki yazılarının en güzeli ve kıymetlisi diye tarif olunmaktadır. Türk İslam Eserleri Müzesi’nin kuruluş çalışmaları sırasında İbnülemin Mahmud Kemal İnal Eyüp Sultan’da 3. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan’ın türbesini tetkik ederken bu hilyeyi bulmuş ve müzede muhafaza altına almıştır. Böyle yapılmasa pek çok emsali çalınıp kaybolabilirdi. Râkımın ayrıca pek çok yazısının kalıbı da aynı müzede bulunmaktadır. Sabancı Hat Koleksiyonu’nda bir yazısı ve bir de tuğra formunda yazılmış ayet-i kerime levhası vardır.

İbnülemin’in bildirdiğine göre, Mustafa Rakım’ın vefatından sonra, Sultan 2. Mahmud bir saray hattatına yazılarını Rakım gibi yazmasını emretmiştir. Buna yazılı olarak cevap veren hattat şunları söylemektedir:

“Benim Efendim,

Buyurmuşsunuz ki yazılarını Mustafa Rakım hazretleri gibi yazsın. Cihanda onun benzerini yazan gelmemiştir ki bu fakir yazabileyim. Kendi miktarımca yazabildiğim bu kadardır. Yazının kurucu üstadları olan Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman’ın en güzel murakka’larından yazıp ve onlarda da en güzel harflerini seçerek bu üslûba eriştirmiştir. Ve zincirleme olarak harfler peşpeşe gelen bir murakka’ yazmışlardır ki, adı geçen üstadlar görseler beğenip alnından öperlerdi. Yazdığı yazılar da sülüs kaleminden itibaren bir karışa kadar bir kalemle yazı yazsa güzelliğini muhafaza ederdi. Hattın bütün sırlarına vakıf olup, Allah bu sahada ona verdiği kudreti hiçbir kuluna bahşetmiş değildi. Bundan böyle de gerçi Allah’ın tecellileri sınırlı olmamakla beraber, böyle bir zâtın hat âleminde yetişmesine imkân göremem. Bu sözüme Fatih’te, Cilıangir ve Tophanede yazdığı celi yazılar kesin delildir ki kıyamete değin mislini kimse vücuda getiremeyecektir.”

Mustafa Rakım, muhtelif şiirler de yazmıştır. Kardeşinin mezar kitabesi gibi tarih düşürme maksadıyla yazdığı çeşitli şiirleri de vardır. İzmirli Şerif Ahmed Efendi’nin vefatı için kaleme aldığı tarih şiiri şöyledir:

Gel nazar kıl bu yatan zâtı şerife ibret al
“Külli şey’in helikün illa” ya olub âşinâ
Bir zaman yazıcı-i dârüssaade idiğim
Arzı hâcâte deri ulyâsı idi mültecâ
Masivânın ıakş-ber-âb olduğun fehmeyleyüb
Levsi hestiden geçüb el yûdu ol merdi Hudâ
Sonra hac içün emin-i surre oldu sa’y edüb
Mervei maksud ile umrede buldu safâ
Kutb-ı devrân Şeyh Hâşim’den görüb seyr-i sülûk
Aşıkane gitti semti vuslata buldu rehâ
Ârif-i esrârı vahdet sâliki âgâh olub
İtibarında anın yeksan idi bay ü geda
“İrcii” tebşîri ile nâgehân dâvet gelüb
Gitdi sır oldu hemân cânın edüb Hakk’a feda
Râkım eshab-ı mahabbet fevti tarihin dedi
İde İzmirî Şerif Ahmed Efendi adni câ

Yazar:Dr. Mürselin GÜNEY

alıntıdır tıkla burdan
çok çalışmak zamanı