Hoca Ali Rıza'nın Suluboyaları ve Guaşları Resimlerinde doğup büyüdüğü Üsküdar'ın ve İstanbul'un diğer yörelerinin sessiz köşelerini, kıyı kahvelerini, deniz kıyılarını ve güneşli kayalıklarını tercih eden Hoca Ali Rıza'nın suluboyaları ve guaşları, yüz yıl öncesinin İstanbul'unu insanları ve mimarisi ile günümüze ulaştıran en önemli görsel bellek kaynaklarımızdan sayılıyor.
Hoca Ali Rıza’nın çok özgün bir üslup tarzına sahip olduğu ve sanatçının sadece geçmişte değil, günümüze dek de pek çok ressamı etkilediğini söyleyebiliriz. Prof.Dr. A. Süheyl Ünver ise, sanatçının üslubu hakkındaki düşüncelerini de şöyle aktarıyor: "Üstadın suluboyalarında diğer bir üstadın tesirine tâbi olmuş denecek bir iz aramak kıymeti malum bir elmasta küçük bir leke aramak gibi beyhude bir yorgunluktur. Eğer akvarelist peyzajcılarımızda milli bir şive, tabii bir şive arasak bir Türk ressamı olarak Ali Rıza fırçasının teferrüt ettiğini derhal görebiliriz.” (1) Yine Süheyl Ünver’in sanatçı hakkında yazdığı kitaptan aktardığımız aşağıdaki bölüm sayesinde, “Üsküdarlı Hoca Ali Rıza”yı çağdaşı bir dostunun gözlemlerinden yakından tanımak fırsatını bulmaktayız:
“Her insan gibi onun da neş’ eli ve neş’ esiz zamanları vardı. Neş’esiz zamanında neş’enin ve şetaretin kendisini takip edeceğine inanmıştı. Onu kederli zamanında feragatli düşüncelerle, hoş zamanlarında da yine üzgün görürdük. Neş’ eli olduğu zamanlarda yaptığı resimlerin sayısı belli değildi. Tabiatttan çalışmak, emeli ve yegane zevki idi. Onun bir çantası vardı ki kırkanbar derdik. Şayet yolda bir düğmesi kopsa ne yapmak icap ediyorsa çantasında bulunurdu. Bu kadar ihtiyatlı idi. Peynir ekmek kesmeye mahsus çakısı, bir meyve bahçesinde mevsimine göre kavun karpuz tarlasında işe yarayacak bıçağı da ayrı idi. Boyaların, kalemlerin ve kağıtların çeşitleriyle doldurduğu bu çantası heybe gibi o kadar ağırlaşırdı ki hayatta bulunacak bir çok kolaylıklarla saadeti elde etmenin yolunu bulan üstad bir defa koltuğunun altına bir kopça dikmiş ve onun diğer tarafını iliştirerek koltuğuna aldığı çantanın ağırlığı bir hayli azalmıştı.
O, beğendiği bir yere konar, civardan hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Hemen kurulabilir sandalyası, suyu, bardağı herşeyi yanındadır. Resim yaparken seyrine gelenlere mani olmaz, ne malum böyle göre göre içine sevgi girer de bir gün ressam olur derdi. O resim yaparken ( El işte gönül oynaşta) diye söyler, ruhunu haz içinde tutardı. Eğer bir de kendisine hava, resme de ışık müsait olursa keyfi gelir çalışırdı. Hayatının en mes’ut anları kendisini yalnız başına dinlerken resim yaptığı bu günlerdi. Eski çalışma günlerini düşündükçe ( Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer) diye yadiyle de zevk duyardı.” (2)
* * *
“Çamlıca’ da otururken onu bağlar arasında çalışırken görürüz. Üsküdar’ da iken Üsküdar sokakları ve Karacaahmet civarı, dostlarının evlerinden görünen yerlerin hakimi olurdu. Paşabahçede otururken bağlar, bahçeler, Boğaz’ a hakim noktaların sahibi idi. Resimleri yaparken bazısını bir kaç defada, çoğunu da bir defada bitirir. Pek az bir kısmı da yarım kalır. Evine dönünce beğendiklerini ve beğenilenleri renkli kalın kağıtlara yapıştırır asar. Günlerle onlara bakar, sonra meraklılarından biri isteyip de almazsa veya görmeye fırsat bulamazlarsa yerlerine yerleştirir.
Bir gün çok sevdiği çocuklarından birinin biraz başı ağrısa artık o bir ressam değildir. Kaygılı ve evladına düşkün bir aile babasıdır. Derhal neşesi kaçar. Onun yine eski zevkli alemine kavuşması hasta olan yavrusunun iyi olmasıyla mümkün olur.
Ressam Ali Rıza Bey’ i bir gün Beyoğlu semtinde dolaştıralım bakınız neler bulur:
Resim alet ve malzemesi satan dükkanların hepsine girer çıkar, yapılmış eski ve yeni resim satan yerlere uğrar, kurumuş boyalar, eski kağıtlar, yani satılmaz diye bir kıyıya atılmış ne bulursa alır. Bir defa bu işe yaramaz zannolunan boyaları evde tekrar ezer, hazırlar. Bunları kullanmadan evvel tecrübe eder. Bütn yeni ve eski boyaları bir yere sürüp bir tarafını kağıtla kapattıktan sonra günlerle kızgın güneşlerde tutar, solanları kullanmaz ve birisine bunlardan verecek olursa söyler. Onun için de Rıza Bey boyalarına çok meraklıdır. Ve resimlerinin solduğu görülmemiştir. Bu gösterdiği itina bilhassa takdire değer.
Ele geçirdiği kağıtların çok defa değerleri fazladır. Onların büyüklerini ayırır, küçüklerinden cep defterleri yapar. Kendi diker ve bunlara çeşitli bezlerden kaplar geçirir. Bunların pek azını kendisine alıkoyar ve çoğunu talebesine dağıtır. Defterlerden bir tanesini daima yanında bulundurur. Sevdiği herşeyi oraya kaydeder. Fikir ve mütaleaları ve çizdiği mevzuları, nakış ve tezyinat örnekleriyle doldurur. Bunların içinde tarihimize malolmağa layık çok malzeme vardır. Bunların adedinin 50’ den fazla olduğunu söyleyebilirim. Bu yazı vesilesi ile hepsini taradık. Yalnız fihristi 30 sahife tutmaktadır. “ (3)
* * *
“Evinde bir dolabı vardır. Bütün resim malzemeleri orada durur. Bir köşede hocası Ressam Seyyid Bey’ den yadigar kalan ve kullandığı resim sehpası bir köşededir. Karyolası bir köşede temiz ve toplanmış bir durumdadır. Bir masa üstünde ve altında cilbentler içinde resimleri, modelleri saklıdır. Gelenlerin oturmalarına mahsus koltuklar, kendi oturduğu sandalya ve duvardaki resimlerle mesai odası bu haldedir. Ömrünün en tatlı demlerini her evde aynı şekilde döşenen böyle bir odada geçirir. Günlerle kalsa sıkılmaz çünkü boş durmaz, bir şeyle meşgul olur. Hiç bir şey yapmazsa okur. Yarın gideceği yerde lazım olan şeyleri hazırlar. Dostlarını ve talebesini kabul eder. Onlarla görüşür. Teşrifattan, kendisine fazla hürmet gösterilmesinden pek sıkılır. Gittiği yerlerde külfet adını verdiği ikramları istemez. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer der. Onu bu fikirlerinden caydırmak müşküldür. İsrar edilirse hoca kendisini bedbaht ve neş’ esiz hisseder.
Sevdiği insanlar, semtler ve yerler mahduttur. Herkese gitmez. Bir kaç kişi müstesna geceleri kimsenin evinde kalmaz. Adalarda birkaç saat dolaşmasını sevmez. Hele pek sevdiği alicenap bir zat, bir sene çocuklarınla gir otur diye Adadaki kaşanesini bir kaç ay için kendisine terkeder. Hoca bu teklifi reddedemez gider. Lakin iki üç günde dar kaçar. Çünkü o kendisini orada sevdiği bir muhitte bulamaz. Türk evlerini, yaşayışını, mahallelerini, çarşı ve pazarlarını, doğru insanları, dostlarını , camilerini ve eski mefahirini, hele ezanı arar. Bunların hiç biri orada yoktur, ruhu sıkılır. Onun için oturduğu yerler Haydarpaşa, Üsküdar’ın birçok semtleri, Çamlıca, Paşabahçesi, bu arada döner dolaşır.
Dostlarıyla konuşmaları çok farklıdır. Resimden hazzedenlerle bu bahis daima resim ve ressamlar etrafında dolaşır. Tarihi, rivayetleri ve hikayeleri sevenlerle bu bahislerde konuşur. Din ve tasavvuf adamları ile bu vadide görüşür. Gençlerle görüşürken çok ateşlidir. Onlara her vesile ile vatan muhabbetini telkin eder. Ahlaklı olmanın faziletlerini sayar. İyi bir vatanperverin iyi ahlaklı insanlardan yetişeceğini, ancak vazifesine gayret gösterenlerin mesut olabileceğini, insanların birbirlerini sevmeleri ve herkesin elinden tutmayı bilmesini, saadetin insanlar arasında müşterek olduğunu anlamasını, dünyanın ihtiraslar peşinde koşmaya değmediğini, ihtirasın refah ve saadet temin edemeyeceğini anlatır.
Hoca resme ve onun tekniğine verdği ehemmiyet kadar ve insanlarda istidatların fevkinde ahlakı esas tutar. İşte hocanın bu tarafı bu duygularından doğan insanlık ve vatanperverlik hisleri çok kuvvetlidir.
Onun yanında insan mutlaka bir şey öğrenerek çıkmıştır. Hiç bir şey öğrenemezse ondan sükutun birçok yerlerde fazilet olduğunu öğrenir. Mutlaka dolu döner, neş’ esi artar, resme merak ve hevesi varsa eli boş dönmez. Hoca ikramı pek sever. Onun neş’ esi herkesi memnun etmeden yerine gelemez.” (4)
* * *
Yukarıdaki satırlardan , Hoca Ali Rıza’nın yapıtlarının, özellikle kendi keyfi için yapıldıklarını açıklıkla duyumsayabileceğimiz suluboya ve guaşlarının “mutluluk dolu” atmosferinin kaynağının ne olduğunu anlayabilmekteyiz. Mizaçının, kişiliğinin özel ayrıntıları ile yapıtlarındaki titizliğin, duyarlılığın çakıştıklarını, ardında bıraktığı resimleri ile kendisinden sonraki kuşaklara bıraktığı görsel mirasın, Osmanlı toplumunun son dönemine ayna tutan aydınlık bir güzellikler demeti olduğu söylenebilir.
Haşim Nur Gürel
(1), (2), (3), (4) ÜNVER., A. Süheyl (Prof. Dr.), Ressam Ali Riza- Hayatı ve Eserleri (1858-1930), İstanbul: GT Yayınları, Kemal Matbaası. 1949. sayfa: 7,8.
alıntıdır.