Anket

"O her şeyi en güzel şekilde yarattı" konusu ile ilgili paylaşımı nasıl buldunuz?

Çokiyi
11 (91.7%)
İyi
0 (0%)
Orta
0 (0%)
Kötü
0 (0%)
Çok kötü
1 (8.3%)

Toplam Oy Verenler: 12

Gönderen Konu: O HERŞEYİ EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTI  (Okunma sayısı 7976 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Esat AKBAL

  • Üye
  • *
  • İleti: 44
  • Karizma Puanı: 7
O HERŞEYİ EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTI
« : 02 Ocak 2013, 23:14:07 »


O HERŞEYİ EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTI

Etrafımıza baktığımızda çoğu şeyin çok güzel yaratıldığını görmekteyiz.

Ancak arada bazı şeyler de dikkatimizi çekmekte ve niçin böyle olduğunu da sorgulamaktayız.

Bazı çirkinliklere pek anlam veremeyiz.


O zaman bunların bir açıklaması olması gerekir diye düşünürüz. İşte farklı bir düşünce şeklinde Nursi bizlere bir ipucu vermektedir:

 

"O herşeyi en güzel şekilde yarattı. (Secde Sûresi: 7.) âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
 

Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti (güzellik yönü) vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hâdise ((olay), ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr (dolayısıyla güzel) denilir.
 
Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri (görünüşte) çirkin, müşevveştir (karmakarışıktır). Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar (düzenler, düzenlemeler) var. Ezcümle (kısaca, özetle):
 
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri (düzgün, güzel çiçeklerin gülümsemeleri) saklanmış.
 
Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı (sert yıkımı), hazin firâk (ayrılık) perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin (Her kusurdan uzak olan ve Celal sahibi Allah''ın tecellisi, isimlerinin yansımasının) mazharı (ortaya çıkma yeri) olan kış hâdiselerinin (olaylarının) tazyikinden (baskısından) ve tâzibinden (eziciliğinden) muhâfaza etmek (korumak) için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle (hayat görevinden serbest bırakmakla) beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir.
 
Fırtına, zelzele (deprem), vebâ (bulaşıcı hastalıklar) gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı (açılması) vardır.
 
Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad (kabiliyet) çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir.
 

Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.
 
Fakat insan, hem zâhirperest (dış görünüşe göre hareket eden), hem hodgâm (bencil) olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder.
 
Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer (kötü) olduğuna hükmeder.
 
Halbuki, eşyanın insana âit gàyesi bir ise, Sâniinin esmâsına (Sanatkarın isimlerine) âit binlerdir.
 
Meselâ, kudret-i Fâtıranın (Yaratıcının kudretinin) büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır (zararlı), mânâsız telâkkî eder (anlamsız olarak düşünür).
 
Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez (cihazlanmış, silahlanmış) kahramanlarıdırlar.
 
Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti (musallat olması, saldırması), zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı (kabiliyeti), o taslit ile inkişaf eder (gelişir).
 
Meselâ, "kar"ı pek bâridâne (soğukça) ve tatsız telâkkî ederler (düşünürler). Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gàyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.
 
Hem insan, hodgâmlık (bencillik, kendini düşünme yönüyle) ve zâhirperestliğiyle (dış görünüşe göre hareket etmesiyle) beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî (edeb kaynağı, ahlaki) olan şeyleri, hilâf-ı edeb (edebe aykırı, ahlaksızlık) zanneder.
 

Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan (insanın üreme organı, neslini devam ettirme aleti, cinsel organı), insan nazarında bahsi hacâletâverdir (insanlar arasında konuşulması utanılacak bir durum olarak algılanır).
 
 

Fakat şu perde-i hacâlet (utanma perdesi), insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate (yaratılışa), san’ata ve gàyât-ı fıtrata (yaratılış amacına) bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla (bilimsel ve sanatsal bakış açısıyla) bakılsa ayn-ı edebdir (edebin, ahlakın ta kendisidir), hacâlet (utanma) ona hiç temas etmez.
 

İşte, menba-ı edeb (ahlak kaynağı) olan Kur’ân-ı Hakîmin bâzı tâbirâtı (tabirleri, anlatımları) bu yüzler ve perdelere göredir.

 

Nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların (yaratıkların) ve hâdiselerin (olayların) zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine (Sanatkarına) bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar (görünüşteki düzensizlikler) ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir (yüce kitabeler, ifadelerdir)."
 
 
http://risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sozler&Page=210
 

 
Nursi'nin bu perspektifinden baktığımızda aslında kainatta olan birçok olayın büyük bir sanat eserinin bir parçası olduğu kanısına varıyoruz.


Demek ki olaylara ve mahlukata bakarken değişik açılardan ele almak gerekmektedir.
 

 Esat AKBAL
 Görsel Sanatlar Eğitimcisi
 MEB Denetçi Yardımcısı






















































 
« Son Düzenleme: 03 Ocak 2013, 18:42:43 Gönderen: Esat AKBAL »