Gönderen Konu: Tezhip Sanatı Terimleri Sözlüğü  (Okunma sayısı 9989 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Tezhip Sanatı Terimleri Sözlüğü
« : 13 Şubat 2010, 11:12:33 »


A

ABADÎ

Anadoluda; Çin, Orta Asya ve Hindistanda Allahâbâd gibi isima alan yerlerde yapılan kâğıtlara abâdî ıtlak olunur. (Hintten geleni makbul sayılırdı.

ACEM SAN’ATKÂR

Türkiyeye hariçten gelmiş san’atkâra ıtlak olunur. Arabın gayri mânası gelirse de bizde şark tarafında bulunan milletlere Acem denmiştir. Bunlara Asya Türkleri de dahildir. Bu tâbirden şimdi dünya yüzünde yalnız İranlılar kastedilmektedir.

AHER (Ahar)

Kâğıt terbiyesine verilen isimdir. Yumurta akiyle yapıldığı gibi ayrıca pişmiş toz pirinçle de yapılır ki buna pirinç âheri derler.

ALTLIK

Hattatlar, ressamlar ve müzehhiplerin yazdıkları ve yapacakları işlerinde altında bir karton veya mukavva gibi kullanılır. Bunun sureti mahsusada yapılmış ve itinâlı olanları vardır. Yumuşak olması için bir çok kâğıtlar konur ve dört kenarından yapıştırılır. Üst ve altına nakışlı ve yazılı bazan resimli ve çıkmaması için verniklenmiş süslü kâğıtlar konmuştur.

ALTUN CEDVEL

Altun ezmeğe mahsus tabaklara da her ne kadar altun tabağı denilirse de bunlar büyük kıtadadır. Mertebânî tabak denir. Ayrıca bunlarda ezilip ufak ve ateşe mukavim olanlarına konan ufak tabaklara Altun tabağı ismi verilir. İçinde ezilmiş altun var demektir.

ARA SÜSLER

Sahifelerin metin araları boşluklarına yapılan tezyinata ıtlak olunur.


B

BAŞ USTA

Baş üstâd, baş hoca mânasına gelir. Usta üstâdın Türkçeleştirilmişidir.

BAŞLIK

Eserin ilk sahifesidir. Metin sahifenin ortasından ve bazan üçte birinden başlar, üstüne Besmele ve onun gibi münasib bir ibâre ile tezhipli bir kısım yapılır ki buna Başlık denir.

BERMUCİBİ RÜZNAME

Topkapı Sarayının müstakil bir binada Nakışhanesine göre kadrosunun bildirdiği esaslar dahilinde mânasınadır. Nitekim eski ve kabiliyetli yeni ve müstaid olan sanatkâr ve namzetlerinin alacakları günlük ücretlerde de bir nisbet vardır. Burada bu cihetin tasrih edildiği anlaşılmaktadır. (Muhasebe dairelerinde tutulan bu türlü defterlere sonrada îcâbına göre kasa defteri. Yevmiye defteri de denmiştir.)

BÖLÜKÜ RUMİYAN

Yine toplu halde çalışan memleketimizin yerli san’atkârlarını şarktan gelen, zevkimize müdahele etmek isteyenlerden ayrılmak maksadiyle bir araya toplandıklarından onlara verilen isimdir.

BULUT

Nakışlar arasında hususi bir şekildir. Buna Çin bulutu da derler. İstilize edilmiş ve münhanilerle uzatılmış bir bulut intibaı verir.


C

CEMAATİ NAKKAŞÂN

Toplu halde bulunan nakkaş ve ressamlar demektir. (Sanatkâr kurumu mânasına gelen bir tâbirdir. Saray teşkilâtı arasında geçtiği gibi Yeniçeri teşkilâtı arasında da geçer.)

CEMÂATİ NAKKAŞÂNI HASSE

Topkapı Sarayında müstakil bir binada çalışan ve sırf saraya ait bazı ve kitaplar ve ciltlerle meşgul olan zümreye ıtlak olunur.

CEMÂATİ RUM NAKKAŞLARI

Şarktan XVI ncı asrı başında mahdut sayıda ressam ve müzehhip getirildikte bunların görüşler ve zevkleri Türk zevkine uymadığından ve Türk san’atkâriyle geldikleri Türkiyede menfaatlerine halel gelir korkusiyle her nedense geçinemediklerinden nakışhaneleri onlardan ayrılmış ve milli san’atkârlarımız bu isimle anılmıştır. Türkler bu sayede kendi milli zevklerine yabancı bir tesir karıştırmamışlardır.

CİHET VERİLME

(Hizmet yerinde de kullanılır.) Diğer ilmî ve idarî mesleklerde olduğu gibi san’at sahasında da ilerliyenler de bir pâyeye nail olur. Sant’atkârlar arasında bu şâkirtlikle başlar, sonra sıraya girer. Halife (Kalfa) yani üstâd muavini pâyesine erişir, ondan sonra da üstad (usta) ve nihayet bütün ustaların da başı olur ki, o zaman çalıştığı şubeye göre nakkaşbaşı, müzehhipbaşı ve mücellitbaşı pâyelerine erişirler ve bu vazifeleri de kendilerine cihet (resmî bir vesika) verilmekle de maaş hususlarında ellerinde bir vesika olur

CİLBEND

Hattat ve ressamların yazı ve resimleri ve tezhip eserleri sakladıkları miklepsiz yanları bazzan körüklü ve kapalı iki boş kapaklı ciltdir.

ÇIRAK

Bir ustanın yanında hizmet ederek öğrenen san’at tâlibine denir. Usta ve çırak tâbiri meşhurdur. Yani üstadın yanında çıraklıkla daha çok öğrenileceğine işarettir.


D

DİVÂN

Şiir söyliyenlerin muhtelif şekillerde yazdıkları manzumelerin bir usulü mahsusa riayet olunarak sıralanmış olanlarına verilen bir isimdir ki yalnız şiir söyliyenlere değil bunları bu suretle derli toplu bir hale getirenlere Divânıvar tâbir edilir. (Dîvân şâiri divân tarzında şiir söyliyenlere de denir.)


E

ECDER Ejder

Ejderhadan kısaltılarak söylenir. Yılana benzer. Ancak ayaklı, kanatlı ve ağzından alevler püskürdüğüne i’tikat olunan bir mevhum hayvan. Bir nevi’ efsanevî yılan.

ELFAKİR ÜL HAKÎR

Müslüman Türklerin ilim ve san’atla meşgul olanları ve tarikatlerden herhangi birisine mensup bulunanları ekseiya ruhlarını tatmin etmelerinden mütevellit bir hisle insanların mâ’nen fakiri ve hakiri mânasına gelemek üzere isimlerinin önlerine bu tevazu’ lâkaplarını takar ve bundan rûhânî bir haz duyarlar. Bu zümrelere dahil olamıyan bazı mukallitlerin de bu tâbirlerden büyüklük duyarak sahte tevazu’ gösterdikleri de işitilmiş ve hattâ görülmüştür. Bu ifadeyi gayet samimî olarak kullananlardan biri de Karamemi oluyor. Onun san’atında kemâlini ne kadar hazmetmiş olduğunu bu umumî lâkap bildirmektedir. (Bu gibi insanlar esâsen meziyyet dâvasında bulunmazlar.)


H

HALKÂR

Sırf altunla yapılan nakışlara denilir. Ekseriya tahrir çevrilmez. Çevrilirse tahrirli halkâr denir. Yine altundan hafif gölgeler konur. Ve ba’zan da hafif renklendirilir ki o zaman Şikâf tâbir olunur.

HASSA HÂRCI

San’atkârlar hakkında da bu umumî hüküm câridir. Onlarda liyakat ve san’atta ilerlemeleri nisbetinde ücretleri muayyen bir terakki nisbetine bağlıdır. Gayri muayyen ve her şahsa göre değişebilen bir ücret almazlar. Bu miktar san’at kudretleri nisbetinde alacakları ücret pâdişahın maiyetine mahsus ücretlerden tesviye edildiğinin ve bu fasıldan para aldıklarının ifadesidir.

HATTAT

Türkiyede tarihte, sülüs, nesih, divanî, ra’lîk ve celîlerini nefis olarak yazanlara ıtlak olunur. Bunlar da icâzetnâme “Diploma” aldıktan sonra yazdıklarına imza koyabilirler.

HOKKA

Hattatlarla müzehhiplerin kullandıkları içinde ekseriya siyah mürekkep bulunan ufak hokka mânasına gelir. Büyük veya küçük olsun boya konan kaplara çanak derler. Boya çanağı gibi. Hokka denince mürekkep hatıra gelir.


İ

İBDÂ’ (Kreasyon)

San’atın her devrinde ve her asra ait bütün teferruatını bildikten sonra şimdiye kadar yapılmıyan bir usulde yeni çığır açan bir üstâdın çok yeni üslûp ve tavırdaki orijinal ve yepyeni mevzu’larda verdiği şimdiye kadar yapılanlardan ayrı ve üstün örnekler. Bir esasa bağlı olmıyan uydurma şeyler ibdâ’ sayılamaz.

İMZA

San’atkârların isimlerini bildirmek için resim veya tezhibin münasip bir köşesine koydukları işarete derler. Bunlar ba’zan çok ufak atılır, kolaylıkla farkedilemez. İyice aranmadan imza yoktur dememelidir.

İSTİLİZE TABİAT

Taibatten örnek alarak sâde teferruata verilen tezyinî mahiyete ıtlak olunur.


K

KALEM

Hem fırçaya ve hem de yontularak yazı yazılan kamışa ıtlak olunur. Ayrıca duvarlara yapılan nakışlara kalemkârî ve kalem işi derler.

KARAMEMİ

Kara Mehmedden kısaltılarak söylenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında nakışhânesi başustasıdır.

KARAMEMİVÂRÎ

Karamemi’nin kendisine mahsus bir zevk ve üslûpta yapılan ve şimdiye kadar başka bir yerde görülmeyip ancak kendisinde bulunan hususiyetlere işaret olmak üzere tarafımızdan söylenmiş ve alâkadarlarca tasvip edilmiş yeni bir terimdir. Bu şekilde başkalarının yaptıklarında görülürse şurasını Karamemivârî yapmıştır denilebilir. Talebemiz arasında bu vâdide de eser verenler vardır.

KLÂSİK TEZHİB

Zemin lâcivert ve altunla kaplı yapılan tezhiplere ıtlak olunur. Bu tezhipler XVI ncı asırda Türkiyede pek çok yapılmıştır.

KOLTUK

Yazılı sahifelerin münasip müstakil kareli köşelerine ıtlak olunur ki icabında buraları boş bırakmıyarak tezhip yapılır. Buna koltuk işleme tesmiye edilir. Karamemi’nin tezhip ettiği Divanda koltukların sayısız örnekleri vardır.

33. KÖŞE
Levhalarda kenar uçlara yapılan süslere verilen isimdir.

KÖŞE MİNDER

Hattatlar, müzehhip ve ressamlar daima pencerenin yanına ışığı soluna almak üzere konan minerlerde oturur, buna köşe minder derler.

KUZULU CETVEL

Sahifenin metni hududuna çekilen altunlu veya altunsuz cetvellerin dışına boştan trilingle bir tahrir daha çekilir.

KALE (KAP)

5000 sene önce eski Mısırda tahta lâhitler üzerinde görülmüş ve sulu boya ile yapılan nakışların bozulmaması için üzeri bir mayi’de eritilen bir nevi’ reçine ile kaplanmıştır ki bugün bu suda erimiyen ve temasla bozulabilecek altunlu ve sulu boyalı kap nakışları üzerine de kullanılan bir vernikdir ki hem cildin nakışlarının bozulmamasına, hem de parlak görülmesine yardımcı olur. Kaplarda olanlarına da lâke, rugan derler


M

MAZRÛF

Bir şeyin muhtevâsı yani içine aldığı şey. Mevzu’. Bir kitaba göre metni.

MEMİ

Mehmed’in Türkler arasında kısaltılmış şekliidr. Esasen Mehmed Peygamberimizin isimlerinden biridir. Aslı Muhammed’dir. Bu ismi alanlarında adı hürmetsizce söylenirse Peygamberimizin ismi küçültülmüş olur diye ince Türk terbiyesinin iktizası bu mübarek isim mümkün meretebe maskelenmiş Mehmed’e dönüştürülmüştür. Rumelinde Mehmed’e Memiş, Şark vilâyetlerimizde Memo, Ege bölgesinde de Memi denmiştir.

MENAKİBİ HÜNERVARAN

Mustafa Âli Efendinin yazı ve resimde zamanına kadar ma’rûf olan san’atkârların hayat ve eserlerinden kısaca bahseden mühim bir eserdir. Matbudur.

MİKLEP

Eski yazma kitapların cildinin alt kapağı kenarına eklenen bir ektir ki ucu kapların ortasına kadar gelir, ekseriya kitaplar okunurken sahife arasında bir işaret gibi de kullanılabilir.

MİNYATÜR

Bu tâbir yanlıştır. Resim demektir. Fakat eskiden Türkiye ve İslâm döneminde yapılan kitap resimlerine ıtlak edilir.

MISTAR

Kalınca bir kâğıt üzerine gerilmiş bir sıra ibrişimlerden ibaret bir çok satırlı kitaptır ki kâğıdın arkasına konarak parmakla yapılan satır izleri üzerine yazılır.

MURAKKA

Bir kaç tabaka kâğıt bir tahta üzerine dört kenarından yapıştırılır ve her tarafı yapışmak üzere ne kadar kalın istenilirse o kadar tabak kâğıt konulup vücuda getirilen bir mukavvadır. Bir de bunların üzerine yapıştırılan Sülüs ve Nesih yazılara da Murakka’ denir.

MUSAVVİR

Tasvir yapmak demektir. Amma bundan yalnız portre yapan anlaşılmaz, her şeyi çizen, yapan; tasvir eden yani suretleştiren, şekillendirerek ifade eden demektir.

MÜHRE

Kâğıtlar âherlendikten sonra cilâlamak maksadiyle üzerinde gezdirilen yuvarlak ve ba’zan iki kenarında sapı olan düz ve kalın camdır. Kaymasını temin için biraz kuru sabun sürülür.

MÜŞTEREK ESER

İki veya daha ziyade san’atkâr tarafından birlikte çalışarak yapılan eser.

MÜZEHHİP

Ezilmiş toz altunla birlikte sulu guvaj boya ile tezyinat yapan san’atkâr.

MÜZEHHİP ÇEKMECESİ

Her san’at erbâbının kabili nâkil ufak bir çekmecesi vardır ki en kıymetli malzemesi ve âletleri orada saklı durur. Mezhhiplere ait olanlara müzehhip çekmecesi denir.






 
     

BliSs_
Kullanıcının Profilini Göster
BliSs_ tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul
BliSs_ adlı üyeyi iletişim listene ekle

 04-12-2008, 00:21    #2 
BliSs_
Misafir
 

Kayıt Tarihi: 04-09-2008
Mesajlar: 3,812
Karizma Gücü: 0

Hediyeleri
     
     
     
     N

NÂKIŞ

Resim ve nakış yapan demektir. Daha fazla izahat için bakınız. Halil Edhem: Elvâhu Nakşiye Kolleksiyonu broşürü.

NAKKAŞ

Resim ve nakış yapandır. Daha fazla izahat için bakınız. Halil Edhem: Elvâhu Nakşiye Kolleksiyonu broşürü.

NAKKAŞBAŞI

Resim ve tezyinat yapan san’atkârların ve nakkaşların başı.

NAKKAŞ SAÎ

Mimar Koca Sinan asrında ve yanında yaşamış ve Tezkiretül Bünyan’ı yazmıştır. Kendisi Mimar Sinan yapısı binaların nakkaş başısı sayılmaktadır. O devirlerdeki eserlerde görülen nakışlar bu zatın olmakla meşhurdur. Topkapısında Ahmetpaşa camii meksure tavanı. Takkeci camii nakışları bu zata izafe olunmaktadır.

NAKIŞHÂNE

Bütün nakış yapan usta ve çırakların bir arada çalıştıkları odaya veya binaya derler. Bilhassa Topkapı Sarayındaki bu isimle anılır.


O

OYMA

Ekseriya kap içine, orta ve kenarlara kâğıt gibi inceltilmiş deri üzerine ekseri Rûmî ve nadiren Hatai şekillerin oyulmasına derler. Buralar yapıştırılır.


R

RESSAM LEVNÎ- XVIII

inci asırda yetişmiş ressam Edirneli Abdülcelil Çelebi’dir. Muktedir ve iftihar edeceğimiz kıymetli bir san’atkârımızdır. Eşi ve iktidarı şark sanatında yoktur.


S

SAMUR FIRÇA

Fırçaların müzehhip veya sulu boya ressamları içinde en makbulüdür. Çok dayanır. Uzun yanan bir mum alevine benzemesine ve ucunda ancak birkaç telli kıl buluması şarttır.

SANDIK

San’atkârların vaktiyle yangınlarda her şeyden önce nakletmeleri icap ettiğinden bütün kıymetli âletler, örneklerin ve kalıplarının durduğu sandıklardır ki küçüğüne çekmece derler. Pek o kadar büyük değildir. Kolaylıkla naklonulur. Çalışılacağı zaman kapağı açılarak önüne oturulur.

SARI ALTUN

Muhtelif ayârlarda olan bir nevi’ altın varaktır ki rengi koyu sarıdır. 24 ayâr olanı makbul ise de ekseriya piyasada 22 ayâr diyerek satarlar. İçinde fazla bakır olursa zamanla parlaklığını kaybeder ve kızarır.

SAZ YOLU

Uzun dallar üzerine yapılan süslerdir. Bunlar daha ziyade çiçekli veya yapraklı olur.

SELİKA FARKI

Karakter farkı demektir ki bu memleketimizde ilerlemiş üstâdların san’attaki hususiyetini de ifade eder. Meselâ Karamemi’nin imzasız diğer bir eseri vardır ki onun olduğu selîkası hususiyetinden anlaşılmaktadır.

SER BÖLÜK

San’atta çalışan ayrı ayrı grupların başına denir. Bu tâbir cerrahlarda da vardır.

SİYAKAT

Osmanlı imparatorluğunda devletin malî ve idarî kayıtların tutulduğu ve XVI ncı asrıdanberi kullanılan bir nevi’ Rik’a kırması gibi okunması ve yazılması pratiğe muhtaç resmî bir yazı şeklidir.


Ş

ŞAHÂNE NÜSHA

Çok itinâ ile tezhip ve tezyin edilmiş, icabında resimler yapılmış ve ciltlenerek padişâha takdim olunan veyahut bir büyük makama verilmeğe lâyık nüshaya ıtlak olunur. Karamemi’nin Kanunî divânı da buna misâldir.

ŞAH KULU

“Şah kulu Rumî” Şah kulu Bağdadî. X uncu Hicri asırda Bağdaddan gelerek çalışmış farklı bir san’atkârdır.

ŞÂKİRD

Resim, tezhip ve yazı öğrenmek arzusunda olup çalışan öğrenci.

ŞİKÂF

Halkâri yapılan işlerin üzerine boya konmasına denilir. Boyalı halkâr demektir.


T

TAHRİR FIRÇASI

0, 1, 2 numara samur fırçalara tahrir fırçası denir. Eskiden müzehhip ve ressamlar kendileri de yaparlardı. Şimdi hazır olarak zaman zaman piyasaya gelen iyi fırçalardan seçilerek yapılmaktadır.

TA’LİK HAT

IX ncu Hicrî asırda şarkta icâd olunmuş bir yazı şeklidir. Türkler bunda da ileri giderek kolaylıkla ayrılabilen bir Türk ta’lîki üslûbunu ibda’ etmişlerdir.

TEZHİB

Altun ile yapılmış süsler.

TİLMİZ

Öğrenci- Şâkird.

TÜRK TA’LÎKİ

Ta’lîk XV inci asır başlarında Anadolunun şarkında icat edilmiş bir yazı şeklidir. İralı hattatlar bunu en güzel yazanlar arasında gösterilir. Meselâ İmâd ta’lîkde en ileri üstâdlardandır. Osmanlı Türkleri de bu yazıda çok kıymetli hattatlar yetiştirmişlerdir. Bunlar yalnız onu taklit ile kalmamışlar, kendi ince zevkli üslûplarına da sokarak bir Türk Ta’lîki usulü ortaya koymuşlar ve bunda da muvaffak olmuşlardır.

TÜRK TEZHİBİ

Şarkta İslâm san’atında müslüman olan her millet birbirinden almış, bu meyanda Selçuk ve Osmanlı Türkleri de mahallî ve ince zevklerini katarak kendilerine hâs bir usul vücuda getirmişlerdir ki bugün bir Arab ve Acem denen ekollerden ayrı bir tavır ve tarz kazanarak diğer kısımlarda olduğu gibi tezhibde de bir “Türk tezhibi” doğmuştur. Bunun da her asra göre bize mahsus hususiyeti vardır ki görmeğe alışanlar farkeder. Karamemi eserleri bundan bir şubedir.


Ü

ÜSLÛB

Tavır, tarz mânasına gelir ki san’atta ilerlemiş ve ibdâ’kârane eserler vermiş üstadların tercih ve ihtiyar ettikleri yol demektir.

ÜSTÂD

Maltre, kıymetli bir san’atkâr ve bildiklerini öğreten zat, san’atında usta.


V-Y

VARAK

İki sahifeden ibaret yaprak mânasına gelir. Eskiden yapraklara önlü ve arkalı A ve B sahifelerine numara konmaz, yalnız yaprağın sol üstüne rakkam konurdu, daha eskiler rakkam da koymaz sol yaprağın başında ilk harf veya kelimeyi sağ yaprağın alt iç köşesine yazarlar ve ciltli olmuyan yapraklar karışırsa bundan bulunurdu. Son senelerde ba’zı kitapların tasnifi esnasında sahifelere de numara konuyor. Lâkin varaklara numara konulmağa da devam edilmektedir.

YEŞİL ALTUN

Altun gümüşle karıştırılarak yapılmış bir halitadır ki Fransızlar Citron renkli derler. Bu da az olarak altunlar arasında güzel bir fark yaptığından kullanılır.

YUMURTA AKI AHERLİ

Eskiden Türkiyeye hariçten gelen kâğıtlar ham olarak yollanırdı. Âdeta emici bir kâğıt gibidir. Terbiye edilmeden kullanılamaz. Bu maksatla kâğıtların üzerine bir miktar su ve şap ile eritilen yumurta akı sürülür ve tavlanınca üzerinden mührelenir. Kâğıda yazılınca hem mürekkep kâğıda nüfuz etmez, hem de kâğıt parlak olur.


Z

ZAHRİYE

(Zahır, Arapça arka sırf demektir.) Lâkin ilk başlangıç sahifesinden önce ekseriya temellük kitâbeleri ve bazı kayıtlar ve çok süslü tezhipli ve boş sahifelere denir.

ZARF

Bir şeyi kavrayan, ihâta eden. Kitapta kabı ve metin harici kısım mânasına gelir.

ZEMİN DOLDURMA

Bir tezhibin şekli belli olup altunları sürülerek tahriri bitince araları münasip renklere boyanırsa buna zemin doldurma denilir.

ZERDÜZ

Altun ile iş yapan, altunla yapılmış iş. Kap. Sırmalı kap mânasına da gelir.

ZEREFŞAN

Varak altun toz haline getirildikten sonra jelâtinli su ile karıştırılıp fırça ile kâğıt üzeimne serpilmesinin bir şeklidir. Sonra zermühre sürülerek parlatılır. Kâğıtların yazı ve süsleri zemininde kalır. 
çok çalışmak zamanı