ÇOCUK VE YALAN
Bir anne, bir baba veya bir öğretmen, kısacası çocuk eğitimi ile yakından, uzaktan ilgili bir kimse yalan söyleyen bir çocukla karşılaştığı zaman öfkelenir; üzülür.
Öfkesini, üzüntüsünü belli eder. Yalan söyleyen çocuğu azarlar, cezalandırır. Böyle hareket eder. Çünkü her insan gibi o da yalanın fena bir şey olduğunu bilir. Aldanmaktan hoşlanmaz. Kendisini aldatan çocuğun artık kendisini sevmediğini, kendisine karşı öteden beri bir yakınlık duymadığını düşünür.
Bütün bunlar annenin, babanın, öğretmenin yalancılık karşısındaki tepkilerini haklı gösterebilirler. Gösterebilirler amma annelerinin, babalarının, öğretmenlerinin tepkilerinden fazla ileri gitmemeleri, ölçülü hareket etmeleri de bir zarurettir. Şiddetli tepkiler, ölçüsüz hareketler yalanı önlemezler. Tersine olarak çocukları kurnazlığa sevkederler. Daha ustaca yalan söylemelerine yol açarlar. Yalancılığı kuvvetli bir alışkanlık haline getirirler
Yalancılık karşısında annelerin, babaların, öğretmenlerin, okul idarecilerinin yapacakları ilk iş yalancılığı bir netice olarak kabul etmektir ve sebepleri aramaktadır.
Birçok hallerde yalancılık sadece bir işarettir; bir belirtidir. Çocuğun büyüklerle anlaşamadığını, büyüklerin yanında yabancılık duyduğunu açığa vuran bir olaydır. Çocukların büyükler tarafından anlaşılmadıklarına inanmalarının bir neticesidir.
Yalan söyleyen bir çocuğu bu halinden uzaklaştırmak, kurtarmak için alınması gereken tedbirleri aramadan önce yalanın ne olduğunu bilmek lazımdır.
Gerçek olmayan, gerçek olmadığı bilinen bir şeyin doğru gibi gösterilmesine ve doğru olarak kabul ettirilmeye çalışılmasına yalan diyoruz. Bu tarif taşlarını, başlarını almış kimseler, büyükler için doğrudur. Acaba burada çocuklar için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Daha doğrusu bu tarif kaç yaşındaki çocuklar için doğrudur ve hangi yaşa kadar bir ölçü olarak göz önünde bulundurulamaz?
Meşhur Fransız Feylesofu ve Terbiyecisi Montaigne insanın dünyaya yalancı olarak geldiğine inanıyordu. Çocuğu yalancı bir varlık gibi kabul ediyordu. Bazı ahlak bilginleri bu görüşü çürütmek istediler. İnsanın yaradılışında yer almadığını iddia ettiler. Çocuğun bu bakımdan da tertemiz olduğunu söylediler. Yalana yabancı olduğunu bildirdiler.
Çocuk yalancılıkları üzerinde yapılan araştırmalar bu iki görüşte de aşırılık bulunduğunu meydana çıkardılar. Çocuk doğuştan yalancı değildir. Yalancılık onun yaradılışında yoktur. Yoktur ama yalan söyler, söyleyebilir. Önemli olan şey çocukların gerçekten bizim gibi, büyükler gibi yalan söyleyebilip bilmediklerini anlamaktır. Çocuklar büyükler gibi yalan söylerler mi? Söylemezler mi? Küçüklerin yalanları ile büyüklerin yalanları arasındaki farklar ve benzerlikler nelerdir? Çocuklar niçin yalan söyler? İşte bizce önemli olan şey bu sorulara verilecek cevaplardır. Küçük çocukların yaşadıkları dünya bizim dünyamız değildir. Onlar, kendilerine göre bir dünya yarattılar. Onların gerçeklik anlayışları bizim gerçeklik anlayışımıza benzemez.
Küçük bir çocuk doğru ile yanlışı bilmez. Doğru ile yanlışı, yalanı birbirinden ayıramaz. Bunun için söylediği şeyin doğru veya yanlış olup olmadığını anlamak gayesiyle araştırmalarda bulunmaz. Aldatmak için uğraşmaz. Aldatmak niyetiyle şu veya bu şekilde konuşmaz. Aklına gelen bütün şeylere aynı manaları verir. İç dünyayı dış dünyadan ayıramaz. Aklından geçen şeyleri birbirine karıştırır. Bu hal aşağı yukarı üç yaşına kadar sürer.
Çocuklar umumiyetler 7-8 yaşına kadar aldanabilirler. Annelerine, babalarına görmedikleri şeyleri görmüş gibi anlatmak isteyebilirler. İşlemedikleri suçları, yapmadıkları kabahatleri kendilerine mal edebilirler. Onları bütün bu hareketlerinden dolayı yalancılıkla suçlandırmak doğru değildir. Değildir; Çünkü 7-8 yaşına kadar, çocuk gerçek dünya ile kendisinin yarattığı mühayyel dünyayı tam olarak birbirinden ayırmaz.
Çocuk, başkalarını aldatmak için, yapmadığı işleri yapmış gibi göstermeye çalışmaz. Bu gibi hallerde büyükler çocuğu yalancı çıkarmaya çalışmamalıdırlar. Yapmadığı şeyleri yapmış gibi gösteren çocuğa yavaş yavaş gerçekliğe yakın olan şeyleri olmayanları göstermelidirler. Gerçeklik ile yanlışı birbirinden ayırmaya alıştırmalıdırlar. Mümkünle imkansız fikrini, şuurunu yaratmaya gayret etmelidirler.
Sonra hele küçük çocuklar telkine çok müsaittirler. Çocuk şehadetleri üzerinde yapılan araştırmalar kuvvetli telkinler karşısında çocukların söyledikleri şeylerin ancak %25’sinin doğru oldukları görülmüştür. Bazı çocuklar vardır. Doğru ile yanlış, gerçekle gerçek olmayan şeyleri birbirinden ayırabilecek bir yaştadırlar.
Buna rağmen, bu çocuklar doğru konuşmazlar. Yalan söylerler. Anneleri, babaları, öğretmenleri düşündürmesi gereken yalan işte budur.
Umumiyetle yalan söyleyen çocuk azarlanır, hırpalanır, küçük düşürülür, kısacası, çeşitli şekillerde cezalandırılır. Bu iyi bir hareket, tesirli bir metot değildir. Değildir; Çünkü çocukları yalan söylemeye teşvik eden, zorlayan şey çoğu zaman ceza korkusudur.
Çocuk herhangi bir zamanda şu veya bu sebepten dolayı yanlış hareket edebilir. Dikkat etmediği için düşer. Önlüğünün bir tarafı yırtılabilir. Çocuk annesinden, babasından korkar. Önlüğünü giymez, saklar. Saklar ama günün birinde iş anlaşılır. Evde anne, baba önlüğünü ne yaptığını sorar. Önlüğünü giymemesinin sebebini anlamak ister. Çocuk evvela önlüğünü kaybettiğini söyler. Fakat günün birinde kirlenmiş ve yırtılmış önlük ortaya çıkar. Çocuğa bu işin nasıl olduğunu sorarlar. Çocuk önlüğünü kendisi yırtmadığını söyler. Biraz daha sıkıştırılınca kabahati kardeşlerinden birine, arkadaşlarına yükler. Böylelikle işi içinden çıkmak ister. Çocuk korktuğu için böyle yapar. Azardan, fena şeyler işitmekten, dayaktan korktuğu için doğru konuşmaz yalan söyler.
Bilerek veya bilmeyerek fena bir şey yaptığı, kabahat işlediği zaman cezalandırılan çocuk bu işte de fazla ihtiyatlı olmak lazım geldiğini anlar. Kabahatini saklamakla iktifa etmez. Daha önceki tecrübesi onu biraz daha usta yapmıştır. Yalanını daha iyi söylemesini öğrenmiştir. Bir kabahati saklamak için birkaç yalan söylemek gerektiğini anlamıştır.
Çocuk yalnız korktuğu için yalan söylemez. Kabahatini saklamak düşüncesi ile yalana başvurmaz. Daha başka ve çeşitli sebepler onu aynı işi yapmaya teşvik ederler zorlarlar.
Bazı çocuklar sırf övünmek için yalan söylerler. Büyük, önemli işler yaptıklarına herkesi inandırmaya çalışırken. Bu hususta bir sürü hikayeler, masallar uydururlar. Bu hikayelerde, masallarda kendilerin önemli roller verirler. Arkadaşlarının gözlerinde büyük, arkadaşlarının sevgilerini, hayranlıklarını kazanmak, kuvvetli görünmek için böyle yaparlar.
Kendini fırsat buldukça ve sürekli olarak öven çocuk aşağılık duygusunun tesiri altındadır. Kendisini küçük gördüğü için büyüklük merakına düşmüştür.
Küçük çocuklar ağabeylerinin yanında kendilerini her bakımdan küçük görürler. Onlar kadar iyi koşamazlar. Onlar kadar kuvvetli değildirler. Onlar kadar iyi düşünemezler ve iş yapamazlar. Yapamazlar amma onlar gibi olmak arzusundan kurtulamazlar. Fakat arzu faydalıdır. Gelişmeye yardım eder. Fakat iyi idare edilmezse zararlı da olabilir. Kardeşleri birbirine düşürür. Aile hayatını zehirler. Alt üst eder.
Çocuk büyükleri tarafından, ağabeyler, tarafından yapılan işleri benimser. Ağabeyleri yaptıkları işleri anlatırlar. Okulda, elde ettikleri başarılardan, tatillerde yaptıkları gezintilerden bahsederler. Küçük çocuk bütün bunları işitir, onun hayatı evde geçer. Anlatacak bir şeyleri yoktur. Daha doğrusu onun söyleyeceği şeyleri herkes biliyor. Ağabeyleri gibi olamayan, yapamayan çocuk, kendisini önemsiz, küçük bulur. Bundan sanıldığından çok üzüntü duyar. Bu üzüntüden kurtulmak, önemini artırmak çarelerini arar. Herkes gibi yapmaya çalışır. Ağabeylerine benzemeye uğraşır. Onları taklit eder. Onlar gibi olduğunu göstermek için onlar gibi hareket etmeye, konuşmaya, anlatmaya gayret eder. Anlatacak bir şey bulmayınca uydurur. Böylelikle değer kazanacağına, başkalarına dinletebileceğine, takdir toplayacağına inanır.
Şu veya bu sebepten ötürü kendisini küçük gören, başkalarından aşağı bulan çocuk yalan söyleyebilir. O, bunu sırf övünmek için yapar. Daha yukarıda da dediğimiz gibi bu onun için bir ihtiyaçtır.
Çocuklar, vücutça, ruhça kusurlu, fakir oldukları için kendilerini küçük görürler. Önemlerine inanılmadığı, önemsizliklerine inandırıldıkları için öz varlık güvenini kaybederler. Kaybederler ama her yerde ve daima kendilerini aramaktan vazgeçemezler. Oldukları şekilde görünmek istemezler. Onun istedikleri şekilde meydana çıkarlar. Gerçek hayatlarını inkar ederler. Istırap veren gerçek hayat tarafından yaratılan uydurma hayatı benimserler.
Bu gibi çocuklar karşısında ne yapmalıdır? Sırf övünme gayesiyle yapmadıkları işleri yapmış gibi göstermeye çalışan, görmedikleri şeyleri görmüş gibi anlatan, fakir annelerini, babalarını zengin insanlar gibi tanıtmaya çalışan çocuklar karşısında anneler, babalar, öğretmenler ve okul idarecileri nasıl hareket etmelidirler?
Biliyoruz. Öteden beri bu şekilde hareket eden çocuklar azarlanırlar, hırpalanırlar, yalancılıkla suçlandırılırlar. Büyüklerin sert tepkileri bu çocukları yalancılıktan uzaklaştıramazlar. Tersine olarak yalancılığı gerçek bir alışkanlık haline getirebilirler. Getirebilirler; Çünkü aşağılık duygusunun şiddetini büsbütün artırırlar.
Çocuk övünmek ihtiyacını duyduğu için şu veya bu işin uydurma kahramanı olmaya çalışır. Annesini, babasını zengin göstermek ister. Onları itibarlı kimseler haline getirmeye uğraşır. Annelerin, babaların, öğretmenlerin okul idarecilerinin sert sözleri, anlayışsız hareketleri kendisini değerlendirmeye çalışan çocuğu tamamıyla kırarlar. Bu çocuğu perişan eden, ıstırap içinde yaşatan aşağılık duygusunu alabildiğine kuvvetlendirirler. Bütün bunlar ise çocuğu eskisinden daha fazla yalan söylemeye zorlarlar. Bu zorlayış yalancılığı zamanla bir alışkanlık haline getirir.
Yalan söyleyen ve yalanın fena bir şey olduğunu bilen çocukta ergeç günahkarlık, suçluluk duygusu meydana gelir. Suç işlemesinden meydana gelen bu duygu suçla beslenir, yaşar, kuvvetlenir.
Kabahatlik duygusunun tesirlerini duyan, şuur altında bu duyguyu barındıran insan, çocuk kendisini, kabahatli, suçlu bulur. Suçluluk duygusu onca cezalandığı zaman suçluluk duygusunun bunaltıcı tesirinden kurtulabileceğine inanır. Bu inanış onu yeni yeni suçlar işlemeye zorlar. Suç işledikçe suç tiryakisi olur. Yalan söylemekten meydana gelen suçluluk duygusu yalanı işte bu suretle bir alışkanlık haline getirir.
Çocukların, övünme ihtiyacının tesiriyle söyledikleri yalanlar karşısında büyükler aldanmadıklarını belli etmelidirler ama bu işi yaparken çocukları kırmaya, küçük düşürmeye çalışmalıdırlar.
Çocuklar ekseriya kendilerine ait olan işleri yapamadıkları, yapabilecekleri işlerle uğraşmak imkanını bulamadıkları, gördükleri şeyleri göremedikleri için kendilerine ait olmayan işleri yapmaya kalkarlar. Yapamayınca da yapmış gibi davranırlar. Beceremeyecekleri işlerle uğraşırlar. Bütün bunları ve bunların meydana getirdikleri neticeleri yok etmek, getirebilecekleri neticeleri önlemek için onlara yapmak istedikleri, yapabilecekleri işleri yapmak imkanı vermek lazımdır. Onları ağabeylerinin gittikleri yerlere götürmelidir. İmkan nispetinde ağabeylerinin gördükleri şeyleri onlara da göstermelidir.
Bir çocuğun övünmek maksadı ile, kendisini değerlendirmek gayesi ile annesini, babasını zengin göstermek istemesi bazı hallerde tehlikeli neticelerin doğmasında rol oynayabilir. Çocuk arkadaşlarını kandırmak için yalnız yalan söylemez. Yalanlar uydurmakla, her gün daha ustaca yalan bulmakla iktifa etmeyebilir. Başka çarelere de başvurabilir. Arkadaşlarını, tanıdıklarını, öğretmenlerini, annesinin, babasının zenginliğine inandırmak için hırsızlık yapabilir. Ahlakça soysuzlaşabilir. Cinsiyet sapıklıklarının kurbanı olabilir.
Onun için çocuklarda bu hali gören her anne, baba, öğretmen ve okul idarecileri önemli bir ruh olayı ile karşı karşıya bulunduklarını düşünmelidirler. Bu çocuklarla uğraşmalıdırlar. Onları, “zengin görünme” merakından, ihtiyacından kurtarmalıdırlar.
Bir anne, baba, öğretmen, baş öğretmen, okul müdürü veya müdür muavini böyle bir çocuğu görür görmez onu yanına çağırmalı ve ona şöyle demelidir : “yavrum, ötede, beride arkadaşlarına öğretmenlerine annenin babanın zengin olduğunu söylüyorsun. Halbuki öyle değil. Annenin, babanın zengin olmadığını, hatta fakir olduğunu biliyorsun. Fakirlik ayıp değildir çocuğum. Ayıp olan şey tembelliktir. Çalışmaktan kaçınmaktır. Annen, baban güzel güzel çalışıyorlar. İyi olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Böyle insanları herkes sever. Böyle insanlara herkes hürmet eder. Çünkü bunlar şerefli kimselerdir. Fakir ailelerde yetişen birçok insanlar sırf kendi çalışmaları, gayretleri yüzünden okumuşlardır, adam olmuşlardır. Büyük adamlar arasında yer almışlardır. Servetler yapmışlardır. İlh...” Bütün bunları duyan ve bütün bunlara inanan, gerçekten inanan çocuk artık işçi annesini, babasını zengin, varlıklı bir kimse gibi göstermeye uğraşmaz. Çocuk, fakirliğin iyi bir şey olmadığını bildiği, fakir kimselerin sayılmadıklarını düşündüğü için fakirliği inkar eder. Fakir olmadığına herkesi inandırmaya çalışır.
Anneler, babalar, öğretmenler, idareciler ona, fakirliğin gerçekten iyi bir şey olmadığını, çalışmak sayesinde insanın fakirlikten kurtulabileceğini, fakir kimselerin de diğer insanlar gibi olduklarını, sayıldıklarını, sayılmaları lazım geldiğini söylemelidirler. Sözlerini hareketleri ile doğrulamalıdırlar.
Çocuğa yalan söylemeye alıştıran sebeplerden biri de fena örneklerdir.
Okullarda bazı çocuklar şu veya bu sebepten dolayı hakimiyet kurarlar. Ekseriya güçlü, kuvvetli olan bu çocuklar arkadaşlarına yaptıkları işleri anlatırlar. Maceralarını naklederler. Okula gelirken hareket halindeki tramvaylara atladıklarını, para vermeden seyahat ettiklerini, kendilerinden para isteyen biletçilere ters cevap verdiklerini, ilh... söylerler. Bu sözleri işiten çocuklardan bir kısmı onlar gibi yapmaya başlarlar. Başlarlar; çünkü onlardan geri kalmak istemezler. Diğerlerine gelince, bunlar hemen harekete geçemezler. Aldıkları iyi terbiye mani olur. fakat bu terbiye bu çocuklarda diğerleri gibi olmak arzusunu önleyemez. Bu arzu onları yapmadıkları işleri yapmış gibi görünmeye zorlar. Yalan söylemeye alıştırır.
Dahası var. Sırf takdir toplamak için başkaları gibi, beğenilen arkadaşları gibi yapmak arzusunu duyan çocuk günün birinde bu arzuyu gerçekleştirebilir. Yağmadığı, fakat arkadaşlarına yapmış gibi gösterdiği işleri arkadaşlarına inandırmak için arkadaşlarının yanında yapabilir.
Bazı çocuklar vardır. bir iş yapmak istemezler, Derslerine çalışmazlar. Ödevlerini gerektiği gibi hazırlamazlar. Kısacası işten kaçarlar. Biraz zorlandıkları zaman, rahatsız olduklarını söylerler. Yorgunluğu bahane ederler. Bu çocukların sözlerinde samimi olup olmadıklarını anlamak pek de kolay değildir. Onun için bu gibi çocukların karşısında ihtiyatlı hareket etmek lazımdır. Lazımdır; çünkü ikide bir rahatsızlığını öne süren ve işten kaçan bir çocuk gerçekten rahatsız olabilir. Bunun neticesi olarak çalışmak, iş yapmak imkanı bulamaz. Çabuk yorulur. Çalışmaktan sıkılır. Bu çocuğu hemen bir doktora götürüp muayene ettirmelidir. Eğer, çocuğun vücut yapısında bir bozukluk görülmezse onu bir ruh hekimine göstermelidir. Zekasını ölçtürmelidir. Hisler dünyasını anlamaya çalışmalıdır.
Ne yazık ki çoğu hallerde böyle yapılmıyor. Yorgun, rahatsız olduğu için derslerine çalışamadığını söyleyen çocuğa yalancı deniyor.
Zihin bakımından gerilik gösteren çocukların çoğu bizim anladığımız manada doğru konuşmazlar, daha doğrusu konuşamazlar. Düşünme imkanları zayıf olduğu için olayları bizim gibi değerlendiremezler.
Diğer taraftan, cinsiyetin, yalancılığı meydana gelişinde oynadığı, şiddetli cinsiyet heyecanlarının yalana yol açabileceklerini söyleyen ruhaniyetçiler vardır. bunlardan biri olan Gilbert Robin şu iki misali veriyor: “Bir gün bir baba küçük kızını kucağına alıyor. Ona aldığı bebeği veriyor. Küçük kız babasının kucağında iken şiddetli bir cinsiyet heyecanı duyuyor. Bunu kimseye söyleyemiyor. O günden itibaren kızda bir değişiklik peyda oluyor. Yalan söylüyor.”
“diğer bir kız da babasını çok seviyor. Fakat bu sevgiyi gizli tutuyor. Bu sevgiyi suç sayıyor. Şuurundan uzaklaştırıyor. Şuur altında sürüyor. Sürüyor ama öbür yandan da yalan söylemeye başlıyor.”
Çeşitli sebeplerle, sosyal çevrelerin, fena arkadaşların tesiri ile ahlak bakımından bozulmuş çocuklar yalan söylerler.
İyilik bakımından olduğu kadar fenalık bakımından da en zararlı tesirleri aile çevresi yapar. Yalan söyleyen bir annenin, bir babanın çocuğu yalan söylemekte gecikmez.
Bütün anneler, babalar, doğru söylemeyen, arada sırada ve sırf mecbur olduğu için yalan söyleyen çocuklarını azarlarlar. Onlara yalanın fena bir şey olduğunu tekrar edip dururlar. Fakat bütün anneler v babalar her zaman doğru konuşmazlar. Bazıları zaman zaman yalan söylerler.
Çocuklar çok erkenden annelerine, babalarına dünyaya nasıl geldiklerini sorarlar. Anneler, babalar bu suallere çoğu zaman kaçamaklı, yanlış cevaplar verirler. Çocuklarını aldatmaya çalışırlar. Çalışırlar ama sadece kendileri aldanırlar. Çünkü, çocuklar çok küçük yaştan itibaren doğru ve yanlış cevapları birbirinden ayırırlar. Ayırmasalar bile günün birinde annelerinin, babalarının yanlış cevaplar verdiklerini görürler, anlarlar ve onlar gibi hareket ederler. Aşağıdaki misal bunu gayet iyi bir şekilde göstermektedir.
“Bir gün anne on bir yaşındaki oğluna yakında bir çocuk dünyaya getireceğini söylüyor. Bu çocuğun vücudunuzun bir tarafından çıkacağını sözlerine ilave ediyor. Bunun üzerine çocuk nereden diye soruyor. Annesi ona şu cevabı veriyor : “Bu her zaman bir olmaz. Her defasında çocuk yer değiştirir. Bu defa çocuk kolumdan çıkacak.” Bu sözlerle merakı artan çocuk sağdan soldan bilgi ediniyor. Günün birinden annesinin yalan söylediğini anlıyor. O andan itibaren annesi gibi yapıyor. Yalan söylüyor. “Ch. Odier. Marazi tecessüs. S. 83”.
Bundan başka bazı anneler, babalar kendi aralarında da yalan söylerler. Çocuklarının yanında birbirlerini aldatırlar. Hatta çocuklarını suç ortaklığı yapmaktan kaçınmazlar. Onlara “baban gelince sakın bunu söyleyeyim deme. Babana görmedim de. Annen sorarsa doğrusunu söyleme. Bir şey uyduruver. Haberim yok de, ilh...” Çocuk annesini kırmak istemediği, annesinin üzülmesini arzu etmediği, babasının darılmasını istemediği veya onlardan korktuğu için kendisinden isteneni yapar. Yapar ama yavaş yavaş yalana alışır. Yalan söylemeye başlar. İşte o zaman iş değişir. Anneler, babalar, yalan söyleyen çocuklarına kızarlar, darılırlar. Yalanın kötülüğünden bahsederler.
Bazı anneler, babalar, öğretmenler de çocuğun sözlerine önem vermezler. Çocuğun sözlerini ciddiye almazlar. İtimatsızlık gösterirler. Bunun çeşitli sebepleri vardır.
Çocukların kendilerin göre arzuları vardır. bu arzular büyüklerinkilere pek benzemezler. Çocuklar bu özel arzuların tesiri ile hareket edebilirler. Bu hareketler büyüklere manasız gibi görünebilirler. Çocuk şu veya bu işi yapar. Büyükler ona niçin bu işi yaptığını sorarlar. Çocuk da izah eder. Kendine cevaplar verir. İnanmazlar. Yalan söylemekle suçlandırırlar. Bu itimatsızlık ve itham çocuğu yalana teşvik etmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü çocuk büyüklerin itimatsızlıkları ve ithamlar karşısında sözlerini tartmak mecburiyetini duyar. Bildiği, doğruluklarına inandığı şeyleri değil büyüklerin kabul edebilecekleri şeyleri söylemeye gayret eder. Bu ise onda doğruluğun her zaman doğru olmadığı düşüncesini yaratır. Dahası var. Çocuğun sözlerin karşı gösterilen itimatsızlık çocuğun kendisine karşı duyduğu itimadı sarsabilir.
Anneler, babalar, öğretmenler, okul idarecileri her zaman ve her yerde çocuğun sözlerine karşı gösterilen itimatsızlık çocuğun kendisine karşı duyduğu itimadı sarsabilir.
Anneler, babalar, öğretmenler, okul idarecileri her zaman ve her yerde çocuğa karşı samimi hareket etmelidirler. Çocuğa güvenmelidirler. Ona güvendiklerini her fırsatta göstermelidirler. Bundan başka büyükler çocuklarının yanında ihtiyatlı olmalıdırlar. Bu hele yaşça ilerlemiş çocuklar için bir zarurettir.
Çocuklar annelerini, babalarını öğretmenlerini severler. Severler ama yaşları ilerledikçe bağımsızlıklarına dokunulmasına rıza göstermezler. Annelerinin, babalarının, öğretmenlerinin işlerine karışmalarını arzu etmezler. Bağımsızlık arzusu küçüklerle büyükler arasında bazı anlaşmazlıklar doğurur. Çocukların annelerine, babalarına, öğretmenlerine karşı duydukları yakınlığı göstermelerini zorlaştırır. Büyüklerin bu noktada anlayış göstermeleri lazımdır.
Her çocuğun kendine göre sırları vardır. herkese söylemek istediği, söyleyemeyeceği şeyleri bulunur. Onu başkalarının yanında içini dökmeye, sırlarını, gizli dertlerini, arzularını söylemeye zorlamamalıdır. Büyüklerin ısrarı karşısında belki konuşur. Konuşur ama söylediği şeyler her zaman kendisini meşgul eden şeyler değildirler. Cevap vermek zarureti karşısında aklına geleni söyler. Bir şeyler uydurur. Çocuklar kendilerini dinlemek isteyen kimselere açılırlar. Fakat kendilerini konuşmaya zorlayanları ya cevapsız bırakırlar veya aldatırlar. Dertlerine deva bulmaya çalışanlara dertlerini söylerler. İtimat ettikleri kimselere yalan söylemezler.
Hülasa, küçük çocukların gerçeğe uymayan sözleri ile yalanı birbirine karıştırmamalıdır. Küçük çocuk gerçek olmayan gerçek şeylerden ayıramaz. Bu işe, gerçeği gerçek olmayan şeylerden ayırma işine çocuk yavaş yavaş alışır.
Bununla beraber bazı çocuklar on yaşından sonra bile gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmakta zorluk çekerler, birbirinden ayırmazlar. Bir takım hikayeler uydururlar. Bu hikayelere az veya çok gerçeklik değeri verirler. Bu çocukları işten anlayan kimselere, doktorlara götürmek lazımdır.
Her bakımdan normal olan çocuklar da zaman zaman kabahat yapabilirler. Annelerinden, babalarından, öğretmenlerinden, okul idarecilerinden korktukları için kabahatlerini saklarlar, yalan söylerler. Bazı çocuklar ise sevdikleri kimselerin üzülmelerini istemedikleri veya büyükleri yumuşatmak, acındırmak için yalana başvururlar.
Yalanın sebebi ne olursa olsun çocuğu itirafa zorlamamalıdır. Hele başkalarının yanında bu işi yapmaktan kaçınmak lazımdır. Bu çeşit itiraflar çocukları kırarlar, küçük düşürürler. Çocukları söylemek istemedikleri şeyleri söylemeye zorlamamalıdır. Tersine olarak anlayış göstermeli, müsamahayı elden bırakmamalıdır. Böyle olunca çocuk yalanı bir vasıta haline getirmez. İtirafları anlayışla karşılanınca sırlarını söyler. Sükunet bulur.
Bir kısım çocuklar yalan söylemekten zevk alırlar. Yakınlarını kötüleyecek kadar ileri gidebilirler. Bu çocukların her şeyden önce anlaşılmaya ihtiyaçları vardır. onlara karşı samimiyetle hareket etmelidir.
Aşağılık ve kabahatlik duygularının yarattıkları yalancılıklara son verebilmenin başlıca çaresi bu duyguların sebeplerini bulmak ve yok etmektir.
ÇOCUK VE HIRSIZLIK
Bazı çocuklarda rastlanan yalancılıkla mitomani arasında ne kadar fark varsa hırsızlıkla kleptomani arasında da o kadar fark vardır. onun için, hırsızlık konusunu ele almadan önce kleptomani üzerinde biraz durmayı faydalı buluyoruz.
Kleptomani meselesi yıllardan beri çeşitli münakaşalara konu olmakta devam ediyor. Bir çok ruhaniyetçiler, ahlak bilginleri ve terbiyeciler kleptomani diye bir şey tanımak istememektedirler. Bazıları da kleptomaninin başlı başına bir karakter özelliği olabileceğine inanmaktadırlar. Kleptomaninin, hırsızlığın diğer bir şeklinden ibaret olduğunu iddia etmektedirler. Açıkçası bunlar kleptomani diye bir şey yoktur, hırsızlık vardır diyorlar.
Fakat, bu konu üzerinde yapılan araştırmalar, incelemeler bu görüşlerin doğru olmadıklarını göstermiş bulunmaktadırlar. Kleptomani hırsızlık değildir. Hırsızlık kadar yayılmamıştır. Yayılmamıştır ama zaman zaman kendini gösterir. Mevcudiyetini hissettirir.
Kleptomani bir hastalıktır. Tipik bir davranış şeklidir. Bu hastalığa tutulan, yakalanan insan, çocuk eline geçirmeyi aklına koyduğu şeyi, şeyleri almadan rahat edemez. Kendisini çeken şeye kavuşmadan huzur duyamaz. İç dünyasını saran almak (çalmak) arzusuna dayanamaz. Dayanamadığı için bu arzuya boyun eğer. Kendisine ait olmadığını bildiği şeyleri alır. Bir yerine koyar saklar.
Kleptomani hastalığına tutulmuş kimselerin, çocukların çaldıkları şeyler her zaman onların işlerine yaramazlar. Onlar için faydalı olmazlar. Bunlar bazen ihtiyaçlarını uzaktan yakından hiçbir surette karşılamayacak olan şeyleri aşırırlar. Adeta sırf çalmış olmak için çalarlar. Bu onlar için bir ihtiyaçtır. Gizli bir kuvvet onları iter, sürükler, çeker.
Her hastalığın olduğu gibi kleptomani’nin de özel sebepleri vardır. bu sebepler cinsiyet hayatı ile, hisler dünyası ile ve yaradılışla ilgilidirler. Daha doğrusu bu sebepler cinsiyet hayatından, hisler dünyasından yaradılıştan gelmektedirler.
Kleptomani’nin meydana gelişinde ve özel bir davranış şeklinde devam edişinde en büyük, en önemli rolün cinsiyet hayatı tarafından oynandığı artık anlaşılmış bulunmaktadır.
Cinsiyet hayatı ile ilgili sebeplerden meydana gelmiş olan kleptomaniye yakalanmış bir kimse, bir delikanlı, bir çocuk bazı şeyleri görünce onları almak arzusunu duyar. Kimseye sormadan almak ister. İster ama bunun bir hırsızlık olacağını da bilir. Aldığı takdirde fena bir şey yapacağını, bir suç işleyeceğini anlamakta gecikmez. İşte o zaman bir mücadele sahnesi haline gelir. İki kuvvet orada çarpışmaya başlar. Bu kuvvetlerden biri onu gördüğü şeyleri almaya teşvik eder, zorlar. İkinci kuvvet ise tersine olarak onu bu işi yapmaktan alıkoymaya çalışır. Eşyaya uzanan ellerini geri çektirmeye uğraşır. Uğraşır ama eninde sonunda birinci kuvvet üstünlüğünü sağlar. Almak arzusunun şiddeti suçluluk korkusunu yener. Almak arzusu ve suçluluk korkusu arasındaki çatışma da bu suretle sona erer. Bu çatışmadan doğan sıkıntı dağılır. Geçici bir rahatlık kendini gösterir.
Cinsiyet hayatı ile ilgili sebeplerin yarattıkları kleptomaniye tutulmuş olan erkek çocuklar umumiyetle kadınlara ait olan eşyalara karşı bir yakınlık duyarlar. Bu eşyaları elde etmek, almak, çalmak temayülünü duyarlar. Mesela annelerinin mendillerini, çoraplarını alırlar, saklarlar. Bundan hoşlanırlar. Zevk duyarlar. Kızlar da daha ziyade babalarına, ağabeylerine ait bulunan şeyleri alırlar.
Okulda da aşağı yukarı aynı hallere rastlanmaktadır. Bazı erkek çocuklar kadın, öğretmenlerin, kız çocuklar da erkek öğretmenlerin bazı eşyalarını alırlar ve saklarlar. 11 yaşındaki bir çocuğun kadın çamaşırlarına karşı duyduğu ilgi ve bu hali gayet iyi canlandırmaktadır. Bu çocuk zaman zaman ve fırsat buldukça kaldığı yerin, okuduğu yatılı okulun bahçesine gizlice gidiyor. Orada çamaşır iplerine asılmış olan çamaşırları alıyor. Bu çamaşırları odasına götürüyor ve yatağın altında saklıyor.
Kleptomani çok erkenden kendini gösterebilir. Aşağıdaki misaller bunu açıkça göstermektedirler. Bu misaller iki kız kardeşe ait bulunmaktadırlar. Karakter bakımından birbirine benzeyen iki kız kardeşten büyüklüğü 9,5 yaşındadır.
Bu çocuk daha 22 aylıkken hoşuna giden şeyleri kimseye danışmadan, sormadan almaya başlamıştı. Çocuk önceleri sadece yiyeceğe ait şeyleri alıyordu. Fakat sonraları işi büyüttü. Annesinin çantasından para çaldı. Okulda da aynı şekilde hareket etti. Arkadaşlarının defterlerini, kalemlerini aşırdı. Hoşuna ne gitti ise almak istedi.
Küçük kız kardeşine gelince o da aşağı yukarı ablası gibi hareket ediyor. Aynı şeyleri çalıyor. Kendisine ait olmayan şeylere el uzatıyor. Almasına müsaade edilmeyen şeyleri çalmadan rahat edemiyor. Mesela, elma ile dolu sepete el sürmüyor, dokunmuyor. Fakat yemek odasında büfenin içinde duran şeyleri almaktan uzak kalmıyor.
Görülüyor ki kleptomani bir neticedir. Bir hastalıktır. Bu hastalığı sert hareketlerle, şiddetle, korkutmak sureti ile önlemek, yok etmek mümkün değildir. Sebepleri aramak lazımdır. Bu sebepler bulunmadan, yok edilmeden ne yapılsa boştur. Mesela, kadın eşyasını çalan, götürüp yatağın altına koyan, saklayan bir çocuğa : “Niçin böyle yaptın, neden bu eşyaları aldın ve sakladın?”, demek, onu cezalandırmak beyhudedir. Beyhudedir; çünkü ceza beklenen neticeyi veremezi sağlayamaz. Çocuk böyle yapıyor. Ama, niçin böyle yaptığını bilmiyor. Bilmiyor; çünkü onu böyle yapmaya zorlayan sebepler şuur altında saklı durmaktadırlar. Bundan dolayı çocuğa : “Söyle bakalım, neden bu şeyleri çaldın= sebebini söyle.” Demek manasızdır, faydasızdır.
Bildiğimiz gibi erkek çocuklar iki ile beş, altı yaşları arasında annelerine fazla bağlanırlar. Annelerini her şeye, herkese tercih ederler. Bu bağlılık ileri yaşlara doğru aşırılığını kaybeder ve normal şeklini alır. Fakat bazı çocuklar cinsiyet hayatının değerlendirdiği bu bağlılığın tesirinden kurtulamazlar. Şuur altlarındaki anne hayali onları daima ve her yerde adım adım takip eder. Annelerine ait her şey onları ilgilendirir. Kadın eşyalarına karşı duydukları düşkünlüğün sebebi işte budur.
Bu tip çocukları fena alışkanlıklarında kurtarmak için en iyi çare onlara hoşlarına gidebilecek faydalı işle bulmaktır. Mesela, bu çocuklara evde anneler yıkadıkları çamaşırları astırmalıdırlar. Bu ve buna benzer işler onları sarar; bu çocukların iç dünyalarını huzura kavuşturur. Onları, kadın çamaşırlarını çalmaktan uzaklaştırır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, tabiat aleminde olduğu gibi ruh dünyasında da meydana gelen bütün olaylar sadece neticelerdir. Kleptomani de bunlardan biridir. Yalnız zararlı bir neticedir. Böyle olduğu için yok edilmesi lazımdır. Bu da ancak sebeplerin ortadan kalkmaları ile mümkün olabilir. Aynı şeyi diğer zararlı neticelerden biri olan hırsızlık için de söyleyebiliriz.
Çocuklar durup dururken bir şey çalmazlar, hırsızlık yapmazlar. Onları bu işe zorlayan çeşitli sebepler vardır.
Bazı çocuklar vücutça, ruhça kusurludur. Vücutlarının bir tarafında bir bozukluk vardır. zihinleri yeterlik göstermez. Çocuklar bütün bunları görmekte, anlamakta gecikmezler. Daha doğrusu içinde yaşadıkları sosyal çevreler, sürekli olarak münasebette oldukları kimseler onlara durumlarını göstermekten kaçınmazlar.
Kendin başkalarından farklı, küçük gören eksik bulan çocuk büyük bir ıstırap çeker. Bu ıstıraptan biraz önce kurtulmak için çırpınır. Etraftan yardım bekler. Yakınlarının, hele annesinin, babasının, sevgisini arar. Aradığı sevgiyi bulunca dertlerine dayanmak imkanını kazanır. Aşağılık duygusunun tesirlerinden, baskılarından bir dereceye kadar kurtulur. Varlığını değerlendirmek için giriştiği mücadelede başarı şansları artar.
Fakat ne yazık ki her zaman böyle olmaz. Vücut ruh yapılarındaki bozukluklardan, aksaklıklardan dolayı kendilerini küçük gören bütün çocuklar aradıklarını, yakınlarından bekledikleri ilgiyi anlayışı bulamazlar. Istırapları ile başbaşa kalırlar. Üstelik hırpalanırlar. Kusurlarını başkalarından da işitirler.
Bu hal, kendilerini küçük gören çocuklara normal yollarla özvarlıklarını değerlendirmek imkanını vermez.
Özvarlıklarını normal yollarda değerlendiremeyen çocuklar başka çarelere başvururlar. Yalan söylerler. Hatta, hırsızlık yaparlar.
Aşağılık duygusunun yarattığı hırsızlık hemen daima özvarlığını değerlendirmek gayesini güder. Çocuk çaldığı şeyden ekseriya kendisi faydalanmaz. Başkalarının yanında zengin görünmek için bu işi yapar. Aldığı, çaldığı şeyleri arkadaşlarına dağıtır, arkadaşları tarafından küçük göründüğüne inanmıştır. O, bu inanışın tesirlerinden kurtulmak istiyor. Bu da ancak çevresinin yakınlıkları, saygısı ile mümkündür. Çevresinin kendisine saygı gösterdiğini gören çocuk eski düşüncelerinde yanıldığını düşünmeye başlar. Kendisini eskisine nazaran daha çok beğenir. Beğenir; çünkü başkaları tarafından da beğenilmektedir.
Çocuklar da büyükler gibi, büyüklerden ziyade, kendilerini, değerlerini, çevrelerini hareketleri ile, başkalarının sözleri ile tartmaktan uzak kalamazlar. Çoğu zaman iyi olduklarını duymadan iyiliklerine inanamazlar. Başkalarının sözleri ile tartmaktan uzak kalmazlar. Çoğu zaman iyi olduklarını duymadan iyiliklerine inanamazlar. Başkaları tarafından sayılmadan kendilerini sayamazlar ve saydırmak imkanlarını bulamazlar. Sevildiklerine şahit olmadan kendilerini sevemezler ve sevdiremezler. Bütün bunlar bilhassa şu veya bu sebepten dolayı kendilerini küçük gören çocuklar için doğrudur.
Aşağılık duygusunun tesirlerinden, bunaltıcı baskılarından kurtulamayan çocuklar evde annelerinin, babalarının para çantalarını, cüzdanlarını karıştırırlar. Kendilerine lazım olan parayı alırlar. Bu para ile temin ettikleri meyveleri ve yiyeceğe ait diğer şeyleri arkadaşlarına verirler. Fakat bu çocuklar her zaman bu işi yapamazlar. Annelerinin, babalarının aldıkları tedbirler yüzünden evden para çalamazlar. Annelerinden babalarından korktukları için evdekilerin paralarına el süremezler. Süremezler ama bu işi ev dışında yapmaktan kendilerini alamazlar. Ruhlarındaki açlık, değerlenme ihtiyacı onları hırsızlığa zorlar. Buldukları, şeyleri alırlar, saklarlar. Bunları paraya çevirirler.
Bildiğimiz gibi çocuk annesi, babası tarafından sevilmek ister. İster; çünkü bilhassa ilk yılarda, annesi babası olmasa yaşayamaz.
Annesi, babası tarafından sevilmediğini gören çocukta öksüzlük duygusu, terk edilme duygusunu meydana getirir. Terk edilme duygusunun en zararlı sonuçlarından biri de emniyetsizlik duygusudur.
Terk edildiğine, annesi, babası tarafından sevilmediğine inanan çocuk kendini emniyette hissetmez. Yalnız kaldığına inanır. Emniyetsizlik duygusu onu ev dışında dostlar başka yakınlar aramaya zorlar. Bulduğu dostları elden kaçırmamak yeni dostlar kazanmak için uğraşır. Bu uğurda çeşitli fedakarlıklara katlanır. Dostlarını, yakınlarını kendisine bağlamak gayesi ile hediyeler vermek arzusunu duyar. Fakat bunu ya hiç yapamaz veya pek az yapabilir. Parası yoktur. Faydalı olmak, kendisine ve başkalarına faydalı olmak, emniyetsizlik duygusunun tesirlerinden kurtulmak arzusu bu yokluğu dinlemez. Çocuğu hırsızlığa kadar sürükler. Çocuk çaldığı paraları dağıtır veya bu paralarla aldığı şeyleri başkalarına verir.
Aşağılık duygusunun tesiri ile hırsızlık yapan çocuk özvarlık değeri peşindedir, yokluğunu duyuran varlık güvenini yeniden kurmak için böyle hareket eder. Sarsılan varlık güvenini kuvvetlendirmek maksadı ile hırsızlık yapar. Terk edilme duygusunun zoru ile başkalarına ait bulunan şeyleri gizlice alan ve bu şeyleri arkadaşlarına veren .ocuk emniyet içinde yaşamak istemektedir. Yalnız olmadığını görmek gayesi ile bu şekilde hareket etmektedir.
Yalnızlık duygusu hayat endişesini, korkusunu yaratır. Bu korku tansiyonlu bir yaşayış şeklini meydana getirir. Çocuk bundan kurtulmak ister. Kendisine yalnızlığını unutturacak kimseler arar. Huzurunu sağlamaya çalışır. Bunun başka türlü yapamadığı zaman para ile satın almaya kalkar. Bu parayı her ne pahasına olursa olsun elde etmeye çalışır, gerekirse çalar, hırsızlık yapar.
Yalnızlık, terk edilme duygusunun tesirlerini duyan çocuk yalnız para çalmaz. Başkalarının hoşlarına giden şeylere de el uzatır. Dolma kalemler, saat gibi kıymetli şeyleri de alır. Gayesi arkadaşlarına zengin olduğunu göstermektedir. Onların yanında itibarlı, önemli bir varlık haline gelmektir. İtibarlı, önemli kimselerin yalnız kalmadıklarını çok erkenden öğrenmiştir. Yalnız fakirlerin, züğürtlerin yalnız kaldıklarını anlamıştır.
Elverişsiz sosyal şartlar da çocukları hırsızlığa teşvik edilebilir. Fakir ailelere mensup bulunan çocukları gibi yapamazlar. Onlar gibi giyinemezler. Onlarda gördükleri şeyleri alamazlar. Bu da bu çocuklarda aşağılık duygusu yaratır. Çocuklar bu duygunun tesirinden kurtulmak için ötekiler gibi, zengin çocuklar gibi olmak isterler. Hiç olmazsa onlar gibi olduklarına kendilerini ve başkalarını inandırmaya çalışırlar. Bunun neticesi olarak kendilerini zengin gösterebilecek imkanlar ararlar. İşi hırsızlığa kadar ileri götürürler. Bu çocuklar da çaldıkları şeylerden yalnız kendileri faydalanmazlar. Daha doğrusu çaldıkları şeyleri başkalarına verirler. Bu çocuklar zengin görünmek, zengin olduklarına başkalarına inandırmak için yaparlar. Bu hali şu misal gayet iyi bir şekilde göstermektedir.
F... On yaşında bir kızdır. İlk okulun son sınıfında okumaktadır. Bu kızın babası İstanbul’da arabacılık yapmaktadır. Babanın kazancı pek fazla değildir. F...ye ancak defterlerini, kalemlerini, diğer okul eşyalarını alabilecek kadar para verebilmektedir. Buna rağmen F... kendisi gibi fakir olan iki kız arkadaşına zaman zaman yardım etmektedir. Hatta harçlık vermektedir. Bu hal sınıf öğretmeninin dikkatini çekiyor. Öğretmen bir gün F...yi yanına çağırıyor. Arkadaşlarına verdiği parayı nerede bulduğunu soruyor. F... bu parayı babasının verdiği harçlıktan artırdığını söylüyor. Öğretmen inanmıyor. F...nin annesini çağırıyor. Anne meseleyi ilk defa duyduğunu, kızının gerçekten çok merhametli olduğunu söylüyor. Söylüyor amma onun da içine şüphe düşüyor. Evde kızını yakından gözetliyor. Bir sabah F...nin uyuyan babasının ceplerini karıştırdığını, bir iki buçuk liralık aldığını görüyor. Bunun üzerine, kocasının neden arada sırada “galiba para düşürdüm” dediğini anlıyor.
Çocuklar yalnız aşağılık, emniyetsizlik duygularının tesirlerinden kurtulmak, zengin görünmek için çalmazlar, hırsızlık yapmazlar. Babalarını, annelerini, öğretmenlerini, okul idarecilerini sevemezler. Üstelik onlar gibi hareket etmek temayülünü duyarlar. Kendilerini hırpalayanları hırpalamak isterler. Onları üzecek, sinirlendirecek şeyler yapmaktan uzak kalamazlar. Bunun neticesi olarak çocuklar, sevmediklerini annelerinin, babalarının, öğretmenlerinin eşyalarını, hatta paralarını alabilirler. Bunu sırf onları zarara sokmak, kızdırmak, intikamlarını almak için yaparlar.
Babalarından nefret eden çocuklar öğretmenlerini, okul idarecilerini, otoriter kimseleri kolay kolay sevemezler. Sevemezler; çünkü çocuklar onlarla karşılaştıkları zaman nefret ettikleri babalarını görmüş gibi olurlar. Babalarına karşı duydukları şeyleri aynen veya aşağı yukarı, onlara karşı da duyarlar. Bazı çocukların öğretmenlerine ait olan şeyleri çalmalarının sebebi de budur."
www.rehberlik.biz"
Okul idaresinden memnun olmayan çocuklardan bir kısmı idarecilerden intikam almak için okula ait bazı şeyleri çalarlar. Aldıkları şeyler çoğu zaman onların işine yaramazlar.
M. T. 12 yaşında bir çocuktur. İstanbul’daki liselerden birinin ikinci sınıfında okumaktadır. Bir emekli polisin oğludur. Çocuk sabahları erken kalkamamaktadır. Bu yüzden okula zamanında gidememektedir. Geç kalmaktadır. Birinci derse yetişememektedir. Bunun için sık sık müdürün, muavininin karşısına çıkmaktadır. Her defasında sert sözlerle karşılaşmaktadır. Aza işitmektedir. Bir gün okulun müdürü sınıfları dolaşırken iki sınıf kapısında kol olmadığını görüyor. Bu kolların ne olduklarını öğrenmek istiyor. İlgili memura, hademelere, öğretmenlere soruyor. Öğrencilerden biri birkaç gün önce M. T.nin cebinden bir kapı kolunu çıkardığını ve onu bir arsaya fırlattığını söylüyor. Müdür M. T.yi yanına çağırıyor. Bu işi niçin yaptığını soruyor. Çocuk inkar ediyor. Müdür sıkıştırıyor. Nihayet çocuk itiraf ediyor. Ediyor ama kapı kollarının düşmek üzere olduklarının, çivilerinin çıktığını, tamir için aldığını söylüyor. Çocuk şüphesiz ki korktuğu için böyle konuşmuştur. Kapı kollarını sökmüştür. Kendisini azarlayan, kendisine ağır sözler söyleyen müdürü, muavini kızdırmak, müşkül duruma düşürmek, kendisine benzetmek, kısacası, çektiklerini çektirmek için böyle yapmak ihtiyacını duymuştur ve böyle yapmıştır.
Çocuklar çeşitli sebeplerden dolayı sevemedikleri annelerinin babalarının en çok istemedikleri şeyleri yapabilirler. Hırsızlıktan şiddetle nefret eden sert babanın bir oğlu çalabilir. Hırsızlığın en fena suçlardan biri olduğunu ısrarla tekrar eden fazla sinirli bir hakimin çocuğu başkalarına ait şeylere el uzatabilir. Çocuk da büyükler gibi ve büyüklerden ziyade, mukabelede bulunmak arzusunu duyar. Kendisine acı çektirenlere acı çektirmek isteğinden uzak kalamaz. Çocuk, umumiyetle, iki sebepten dolayı böyle yapar. Büyüklerin hoşuna gitmeyen bir iş yapan çocuk azarlanır. Cezalandırılır. Haksız hareketler, ölçüsüz sözler, nispetsiz cezalar çocuğu isyana teşvik ederler. Ederler ama çocuk karşı koyacak, karşılık verecek halde değildir. Kuvvet karşısında boyun eğmek zorunda kalır. Susar, susar fakat kendisine yapılanları unutmaz, unutamaz. Şuur altına yerleşen kin, intikam arzusu orada pusuya yatar. Müsait fırsatı kollar. Çeşitli şekillere girer. Çocuk bütün bu olan bitenleri bilmez. Günün birinde durup dururken babasının işitmek istemediği işi yapar. Yapar; çünkü babasının üzülmesini ister. Bu üzüntü çocuğu huzura kavuşturur. Yalnız, bu huzur uzun zaman devam etmez.
Diğer taraftan babası tarafından hırpalanan, küçük düşürülen çocuk babası ile mücadele etmek, babasını kudretinden mahrum etmek arzusunu duyar. Duyar; çünkü babasının baskısından ancak onu zayıflatmakla kurtulabileceğine inanmaktadır. Babasının sevmediği, nefret ettiği işi yapan, mesela hırsızlık yapan bir çocuk babasını üzmek, babasını itibardan düşürmek gayesi güder. Yalnız bu hareket tarzı çocuk için çok tehlikeli olabilir. Çocukta kabahatlilik, suçluluk, günahkarlık duygusunu yaratabilir.
Babasından, annesinden nefret eden çocuk onları üzecek, onlara ıstırap verecek işler yapabilir. Yapabilir ama kendisini kabahatlı, suçlu göstermekte gecikmez. Suçluluk, kabahatlilik duygusunun perçinlerine düşen çocuk suç işlemeden rahat edemez. İşlenen suç kabahatlik duygusunun şiddetini büsbütün artırır. Böylelikle bir fasit daire meydana gelir. Suçluluk duygusu suçla beslenir ve yaşar.
Fena örnekler ve alışkanlıklar da hırsızlık temayülünü yaratabilirler. Çocukları hırsızlığa sürükleyebilirler.
Şu veya bu sebepten dolayı hırsızlığa alışanlara arkadaşlık yapan çocuklar onlar gibi hareket edebilirler. Yavaş yavaş onlara benzeyebilirler.
Diğer taraftan ortaya çıkan bazı alışkanlıklar, sigara tiryakiliği de aynı neticeyi meydana getirebilir. Çocuk babasından sigara parasını isteyemez. Bu parayı harçlığından da artıramazsa çalabilir. Çocuk bunu kendiliğinden veya arkadaşlarının teşvikiyle yapar.
Bazı çocuklar da anneleri, babaları hırsız oldukları, anneleri, babaları teşvik ettikleri için çalarlar. Hırsızlığı meslek edinen, meslek haline getiren annelerin babaların çocukları da onlara benzeyebilir.
Vücutla ilgili bazı hastalıklar da hırsızlığın doğmasında rol oynarlar. Yapılan araştırmalar bunu göstermiş bulunmaktadır.
Saralı çocuklarda hırsızlığa karşı bir temayül mevcut bulunduğunu iddia edenler vardır. diğer taraftan bazı bulaşıcı hastalıkların, bu arada bilhassa tifonun hırsızlığın doğusunda müessir olduğu anlaşılmıştır. On iki yaşındaki bir çocuğun durumu bunu göstermektedir. Bu çocuk on iki yaşına kadar evdekileri, öğretmenleri öfkelendirecek, üzecek bir şey yapmıyor. Herkesle güzel güzel anlaşıyor, geçiniyor. Herkes ondan, o da herkesten ve kendisinden memnundur. Fakat on iki yaşına bastığı bir anda çocuk hastalanıyor. Tifoya tutuluyor bir müddet sonra iyileşiyor. İyileşiyor amma çocuğun huyunda, karakterinde bir değişiklik baş gösteriyor. Çocuk yalan söylüyor ve çalıyor.
Frengili ana, babadan doğan çocukların da hırsızlık yaptıkları, daha doğrusu bu gibi ana, babadan doğan çocukların hırsızlık yapabilecekleri anlaşılmıştır.
H...L. on bir yaşında bir kızdır. Bir ilkokulun son sınıfında okumaktadır. Sarı saçlı, mavi gözlü ve çok güzel olan bu kız öğretmenleri, arkadaşları tarafından pek sevilmiyor. Sevilmiyor; çünkü arkadaşlarını çekiştiriyor. Erkek çocuklarla fazla meşgul oluyor. Temizliğe pek dikkat etmiyor. Zaman zaman gece yatağını ıslatıyor. (Bu kız yatılı bir özel lisenin ilk kısmında okumaktadır.) Yüzü, gözü toprak içinde dolaşıyor. Başını yıkamıyor. Bu yüzden saçları pislik içindedir. Her bakımdan tam bir perişanlık gösteriyor. Üstelik hırsızlık yapıyor. Bu çocuğun aile hayatı hakkında incelemeler yapılıyor. Annesinin düşmüş bir kadın olduğu için çocuk doğmadan önce frengiye yakalanmış olduğu anlaşılıyor.
Zihin bakımından oldukça önemli bir gerilik gösteren, erken bunama ve şizofreni gibi bazı ruh hastalılarına tutulan çocukların da hırsızlık yaptıkları, görülmektedir.
Hırsızlık hakkındaki sözlerimize son vermeden önce küçük çocuklarda rastlanan bazı davranışlar üzerinde biraz duracağız.
Küçük çocuk hoşuna giden bir şeyi ele geçiremezse ağlar, tepinir. Büyükler de aynı isteğin tesirlerinden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Onlarda hoşlarına giden şeylere sahip olmak isterler. Bunu yapamayınca da üzülürler. Kızarlar. Kızarlar ama her hoşa giden şeye sahip çıkamayacağını bilirler. Küçük çocuk ise bunu bilmez. Kendisini ilgilendiren şeyi almak ister. Alır. Buna hırsızlık diyemeyiz. Diyemeyiz amma, bazı anneler, babaları telaşa düşerler. Ablasının bebeğini alan ve saklayan üç yaşındaki kızlarının geleceğinden endişe ederler. Bu çocuğun günün birinde hırsızlık yapabileceğini düşünürler, üzülürler. Bu üzüntü yersizdir. Zamanla çocuk bu halinden kendiliğinden vazgeçer.
Şimdiye kadar söylediklerimizden de kolayca anlaşılacağı gibi çocuklarda rastlanan hırsızlıkların çeşitli sebepleri vardır. bazen bir sebep, bazen de birkaç sebep birleşerek hırsızlığı meydana getirirler. Çocukların yaptıkları hırsızlık karşısında yapılacak ilk iş sebebi veya sebepleri aramak, bulmak ve yok etmeye çalışmaktır. Bu işler yapılmadıkça hırsızlığın önüne geçilemez.