Gönderen Konu: “Plastik Sanatlarımızın Son Dönemine Kavramsal Sanat bağlamında bakış” Üslup mu  (Okunma sayısı 3117 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742

“Plastik Sanatlarımızın Son Dönemine Kavramsal Sanat bağlamında bakış” Üslup mu düşünü mü?
Canan Beykal

Yukarıda tırnak içindeki başlık bana ait değildir. Hasan Bülent Kahraman'dan ödünç aldım. Gösteri Dergisi'nin geçen sayısında bu başlık altında yayınlanan yazısının tartışılır içeriği başlığından itibaren başlıyor. Hasan Bülent Kahraman'ın "Türk plastik sanatlarında cümle dahi yoktur, ancak pırıltılı sözcükler vardır" yargısına uyan, sözcüklerin sadece syntactic özellikleri için seçilip biraraya getirildiği pırıltılı bir başlıktır bu. Oysa ben mesleğimle ilgili herhangi bir yazıda kullanılan söz­cüklerin syntactic özellikleri kadar semantiğiyle de ilgilenmemiz ve özellikle bu alanda demagojiye yer vermeyecek denli dikkatli olmamız gerektiğine inanırım. Çün­kü Kavramsal Sanat ne plastik sanatlarla örtüşür, ne de plastik sanatlara bir bakış yöntemi olabilir. Bana göre, resim ve heykeli belirleyen bu tanım, son derece biçimci bir sanat tanımıdır, belki de en soyutlamacı tanımlarından biridir. Ama yine de çağdaş sanatta ister betimsel, ister biçimsel olsun, resim ve heykeli sezinletir. Ancak bu başlıktan şunu anlıyorum; plastik sanat olarak resim ve heykel olduğu gibi, 'kavramsal sanat' olarak da resim ve heykel vardır ve 'Kavramsal Sanat' plastik sanatlara bir bakış yöntemi olabilir. Öyleyse 'Kavramsal Sanat' bağlamında örneğin 'Akademikler'i, 'Oryantalistler'i, 'Çallı Kuşağı'nı, 'D Grubu'nu ve hatta Hasan Bülent Kahraman'ın yaptığı gibi 'Yeni Dışavurumcular'ı da irdeleyebilir, yorumlayabiliriz. Oysa, yineliyorum "Kavramsal Sanat" plastik sanatlar tanımıyla resim ve heykelle değil, ama sanatla örtüşür sadece. Geniş bir yorum yapılacaksa eğer, sanatın içinde herşey olabilir, yaşamın sınırlarının uzandığı herşey.

Ama, 'Kavramsal Sanat' bağlamında, plastik sanatlara bir bakış olan Hasan Bülent Kahraman'ın yazısı, tersine, plastik sanatların temellendiği üslupçu, biçimci bir bakış bağlamında 'Kavramsal Sanat'a bakıyor. Pırıltılı ancak semantik özellikleriyle kavramların yanlış biraradalığı olan başlık altında iletilen bildik bakış şudur: Türk sanatı batının belli bir rasyonele oturttuğu gibi gelişememiş, Batı'nın ürettiklerini birer kalıp olarak benimsemiş, cümle dahi kuramamış, pırıltılı sözcükler üretebilmiştir. 'Kavramsal Sanat' da sadece kendi ülkesinin sanatına değil, aynı zamanda batı Kavramsal sanatçılarıyla da (Kosuth) ve sanat akımlarıyla (Pop, gövde sanatı, süreç sanatı, çevre sanatı, örneğindeki gibi) eklemlenememiş, bu yüzden de üretilmiş değil, türetilmiş bir sanat olmuştur tıpkı 'Yeni Dışavurumculuk' gibi. "Bütün bunları böyle görmek ve değerlendirmek gerektir" diye kesin bir yargıyla belirtiyor.

Hiç kuşkusuz doğru mesajları vardır yazının, başlangıcından itibaren Türk resim ve heykelinin dayandığı temellerin yeni yorumlarla tartışılmasının çok büyük yararları da vardır. Hasan Bülent Kahraman gibi değerli bir aydınımızın da bunu yapabilecek donanımı ve kültürel yetisi vardır. Ancak öteden beri her sanatsal ivmenin karşısında yinelenen bu bildik bakış, bana hep şu ertelemeleri anımsatıyor. Sanatı meslek seçmek isteyen gence babası, "Önce hayatını kazanacak bir meslek seç de sonra..." radikal ilericilere sosyal demokratlar "Önce burjuva devrimini yapalım da sonra...", yeni denemelere girişmek isteyen genç sanatçı adayına akademi hocası "Önce resmi hallet de sonra...", figürcüler soyutçulara "Önce adam gibi adam resmi yapsınlar da sonra...", soyutçular kavramsalcılara "Önce hele bir desen çizsinler de sonra..." derler. Atılımları erteleyen Önce sözcüğü bütün semantiğine karşın bizde genelde Sonra anlamına kullanılır. Akademinin ilk desen hocası Valeri genç Nazmi Ziya İzlenimciliği denemek istedi diye küçük beyin önce klasik anlamda resim yapmasını salık verir. Kadın modelden çalışmak isteyen Ruhi ve Hikmet Onat'a Osman Hamdi önce Fransa'ya gitmelerini, desenden sonra ikinci yan yılda boyaya geçen akademi öğrencisine hocası önce ocre jeune, terre de sienne brûlé, terre d'ombre natürel'i kullanarak boyamasını önerir. Önce, hep sonra anlamında kullanılır.



Elbette Hasan Bülent Kahraman tutucu değildir, ama geleneksel bakış bağlamından kopamadan 'Kavramsal Sanat'ı değerlendirmeye çalışmaktadır ve önerileriyle, yargılarıyla hep sonra anlamına gelen önce sözcüğünü kullanmaktadır. Sanatta teori ve pratiğin öncesi ve sonrası yoktur. Kübistler önce teori oluşturup, sonra buna uygun yapıtlar üretmediler. Her sanat kendi kuramını yapıldığı anda getirir aslında. Belki yapıt üzerine çeşitli yorumlar, kuramlar üretilebilir. Duchamp hakkında hâlâ yeni yeni yorumlar, kuramlar yapılıyor. Teori sanatçının düşünüşüdür, pratik bir düşününün görünür kılınmasından başka birşey değildir. 'Kavramsal Sanat' taklit edilemez denirken, düşününün taklit edilemeyeceği söylenmek istenir. Duchamp taklit edilemez, düşünüsü (concepti) dikkate alınır, ama taklit edilirse de biçimsel bir bakışla, sadece biçimsel bir iş çıkarabilirsiniz. Düşününün öne geçmesi hiç kuşkusuz yeni bir olgudur. Çünkü bugüne kadar sanatçının asli görevinin kendine özgü bir üslup, kişisel bir lehçe yaratmaya çabalamak olduğuna inanılmıştır. Bugün artık şu soruyu sormamız gerekir, çağdaş sanatta önemli olan üslup sorunu mudur, düşünü (concept) sorunu mudur? Bu soru bağlantısızmış gibi görünse de 'Batı taklit­çiliği', 'Batı aktarmacılığı' gibi sıkça değişik sözcüklerle kullandığımız bir tanımla son derece bağlantılıdır. Çünkü üslup, sürekli biçime bağlı olmuş ve düşününün önüne geçmiştir. Bu sadece bizde değil, Batı sanatında da böyledir. Ancak Batıda yorumcular, kuramcılar, estetikçiler Batı sanat gelişiminin düşünsel tabanını da bu gelişimle koşut biçimde geliştirmişlerdir. Oysa Batı sanatı yüzyılın basma kadar ve özellikle savaş sonrasına dek son derece biçimci, üslupçu görsel bir dizge oluşturmuştur.

Sanat tarihi bir üsluplar tarihidir gerçekten de. Çünkü o güne kadar sanat dili hep aynı dil olarak kalmış sadece üsluplar / lehçeler oluşmuştur bu dil içinden. Bu nedenle 'dil' derken gerçekte yapıtın ve sanatçının üslubundan sözedilir. Bir sanatçının ve bir sanat yapıtının da asli görevinin işte bu dil içinde kişisel lehçesini (imzasını) oluşturması olduğu düşünülür. 'Orijinal' ve 'otantik' gibi kavramlar da yine bu kişisel lehçeyle bağlantılı olarak kullanılır. Hiç kuşkusuz koca bir sanat geçmişi içinde bu aslî görevi başarmış pek çok sanatçı ve yapıt vardır. Ancak bir yapıtın 'sanat eseri' olabilmesi için, ona atfedilen sanatsal değerlerin, sanatsal değer olarak önceden onaylanmış, bir modele/modellere, estetik olarak örnekleşmiş bir öncekine/öncekilere benzemesi önkoşuldur. Bu önkoşul içinde yerleşmiş kurallara uygunluk önemlidir. Vasari, Rönesans kurallarından birazcık ayrıldı diye Tintoretto'yu "eğer kurallara uysaydı, döneminin en büyüklerinden biri olurdu" diye eleştirmiş. Tintoretto da Venedik'te San Rocco Manastırı'na kapanıp, buradan hiç ayrılmayarak döneminin kurallarına uygun işler üretmeye çabalayıp durmuştur. Batı sanat dizgesi kişisel lehçelerin çoğalıp üremesine olanak veren ama dilinin değişmesini zor kabul eden kuralcı, biçimci bir dizgedir. Duchamp'ın önemi burada yatar bence. Duchamp "hiç­bir yapıt dünya yüzünde orijinal değildir", derken sanatı bu anlamda da sorguluyordu. Bir öncekine benzeşim ve bir öncekilerin değerlerine sahip olma koşulu sentezci bir yolu önerir. Bu nedenle bir yapıtın estetik değer taşımasının bir diğer niteliği de kişisel lehçenin yanında,önceki/öncekilerle bireşime girebilmiş olmasıdır. Bir yapıtı değerlendirirken sıkça kullanılan 'bir senteze kavuşturabilmiş' tanımlaması yapıtın 'iyi' vasıflarından biri olarak ilerisürülür. Bu şu anlama da gelebilir elbette; aynı dili kullanmama kendine, ulusuna, geçmişine, geleneğe bağlı kal, eklemlen.

Sanatımızda aynı görüşler egemen olmuştur. 1950'lerin en büyük kaygusu bu olmuştur. 1960'lann en büyük tartışması bunun üzerinedir. 1990'ların kavgası da budur. Hasan Bülent Kahraman'ın sözlerinin altında da bu anlayışı sezinliyorum. Çünkü Ona göre "Kavramsalcı sanat, tüm özlemine karşın özgün ve beklenmedik denebilecek bir üslup zorlamasına gidememiş, dolayısıyla modernizmle hesaplaşma olanağı bulamamıştır..." Bu biçimsel, görsel sentezci bakış önermelerinde de açıkça ortaya konuyor; "Örneğin" diyor Hasan Bülent Kahraman, "üretilen pop, post-pop ve yeni gerçekçilik türünden çıkışlar hiç olmamış kavramsalcı üretim daha çok onun asamblaj ve enstalasyon somutunda kalmıştır." Burada sanırım Pop sanatçısı Rauschenberg ve Johns gibi tuval resmindeki örneklere benzer işler yerine, ki bunlar soyut işlerdi herhalde, 'Kavramsalcı Sanat' Pop, Post-pop? (minimal herhalde) Yeni gerçekçi (Pop sanatın Fransa'daki aynı döneme ait ürünlerine verilen ad) akımın somutlaşmış asamblajlan, enstalasyonlarında kalmıştır. İşte yine erteleme

sözcüğü, önce bu akımları tuvale geçirmiş olmalıydık, sonra tarihsel bir kaçınılmazlık gibi dizgeye uyarak boyutlandırmalıydık. Önce Pop Sanat'ı öğrenecektiniz, sonra Kavramsal Sanat'a geçecektiniz. Türkiye'de ne yazık ki yapılmış yanlışlardan, düşülmüş yanılgılardan Hasan Bülent Kahraman da kurtulamıyor, çünkü araştırmıyor. Türkiye'de 63'lerden itibaren Altan Gürman'ın çabaları unutuluyor. Bugün de unutuluyor. Eğer bu çabalar o zaman olduğu gibi bugün de görmezden gelinmeseydi kavramsalcıların çoğuna dolaysız hocalık, bazılarına da dolaylı hocalık yapmış olan bu kişiyle eklemlenebilen yorumlar, kuramlar geliştirilebilirdi.



Ama Kahraman bir önerme daha yapıyor ve Kavramsal Sanat'a nasıl baktığını şu önermesinden açıkça anlıyoruz; "gene aynı biçimde kavramsalcı sanat bu anlayışın en temel kaygularını yoğunlaştıran "sözel" olgularla hemen hiç ilgilenmemiştir. Bir Kosuth'un çabası neredeyse Türk kavramsalcı sanatçılarına tümüyle uzak kalmıştır. Sözün ve onun gerçekliğinin plastiğe dönüşmesi ancak tuval resmine yapılan müdahalede (intervantion) kendini göstermiş, onun ötesine geçememiştir)." Bir kalp cenahına Dr. Barnard'ın çabasının tümüyle kendisine uzak kaldığını söylemek gibi bir şey bu sözler. Hasan Bülent Kahraman'ın böyle bir yargıya varmadan önce, yani dilin sanat olgusunda dikkate alınmadığını ileri sürmeden önce Kavramsal sanatçılar diye nitelediği sanatçıların geçmişiyle birazcık ilgilenmiş olmasını dilerdim ve o zaman dili görselleştirmek için Kosuth'le değil de, belki de dilbilimle, göstergebilimle kimlerin neden ilgilenmiş olduklarım sorardı kendine. 'Kavramsal Sanat'ın ülkemizdeki öncülerinin geleneksel batı dizgesindeki gibi üslupçu ve biçimci bir tarzda o, şu, bu sanatçıya değil, ama o, bu, şu sanatçının concept'ini oluşturan ve yüzyılımızın yeni bilimleri, düşünceleri olan daha farklı alanlarla ilgilenerek benzer sonuçlara ulaştıklarını bile saptayabilirdi. Hatta belki Kosuth'ü bu genç Kavramsalcı sanatçıların gerçekten yeterince bilmedikleri bir evrede bunları dert edinmiş olduklarını ve bunların dünyanın, gelişen yeni bilimlerin ve düşünülerin ortak conceptleri olarak kaçınılmaz biçimde ulaşılacak sonuçları olduğunu görebilirdi. Ama bütün sanat yazarları gibi Hasan Bülent Kahraman da, bu çabalar toplu halde sergilenmeye başladığı yıllarda resim piyasasında geçerli sanatçılarla ilgilenmekte olduğundan ve halen de edinmiş olduğu bu bakış bağlamında 'Kavramsal Sanat'a yaklaştığından 'Kavramsal Sanat'ın geçmişini doğru olarak temellendirmekte güçlük çekmektedir ve bir nedene oturtmakta zorlamalar yapmaktan geri kalmamaktadır.

Kavramsal Sanat için dilin plastiğe dönüştürülmesi sorunu hiçbir şey ifade etmez. Yeni Dışavurumcular'ın tuvallerine birtakım şeyler yazmış olmaları hele bu bağlam içinde değerlendirilemez. 'Kavramsal Sanat' için herhangi bir metin, herhangi bir fotoğraf concept'in görünür kılınması için sadece birer araçtırlar. Onların plastik görüntüleri önemli değildir, çünkü bu amaçla kullanılmazlar.

Bir metnin tipografisinin, bir fotonun güzel bir foto olmasının hiçbir önemi yoktur. Plastiğe dönüştürmek fikri 'Kavramsal Sanat' için yabancılaşmış bir kavramdır baştan. "Kavramsal Sanat'ın temeli bir metinsel içeriktir zaten, biçimsel bir görünüm değildir. Yani görünür kılma temel bir öge değil, çalışmayı bütünleyen gerekli bir öğedir. Böylece kavramsal yapıtın anlaşılması için biçimsel bir çözümlemeye başvurmak yalnızca gereksiz değil, yanlıştır da" demiş Alfred Pacquement. Küçük bir tarihçe de vermekte yarar var sanırım. Ülkemizde yapılan bir yanlışlık süregeliyor. Her enstalasyon ya da asamblaj yapan kişiyi 'Kavramsal Sanat' bağlamına sokma yanlışlığıdır bu. Dünyada bile artık 1970'lerin sınırsız kavramsalcılığı kalmadı. Bugün çok az kişinin, sanatsal önermelerle sanatı sürdüren sanatçıların çalışmaları 'kavramsal' sayılıyor. Her ne kadar Kahraman'ın ileri sürdüğü gibi Gövde Sanat'ı, Süreç Sanat'ı, Çevre Sanat'ı gibi daha pek çok çalışma 'Kavramsal Sanat'tan türemişler ve temellenmişlerse de bugün artık sınırlar belirlenmiştir. Bence ülkemizde tartışılması gereken şey 10-15 yıllık geçmişe sahip olan 'Kavramsal Sanat'ın ya da enstalasyonların öncüllerinin ardıllara nasıl iletilebileceği sorunudur. Eklemlenmede sanat yazarlarımıza ve yorumcularına acaba hiç mi iş düşmüyor? Genç sanatçıların düşünü ve üslup arasındaki seçimlerinde yanılgılarım körüklemek yerine doğru biçimlenmelere temel hazırlamak bu kişilerin sorumluluğunda değil midir? Bir de şunu unutmamalıyız. Bu ülke sanatçısından çok şey bekliyor ve sanatçısını tüketiyor. Ama bu ülke sanatçısına ne veriyor, özellikle kavramsal sanatçısına? En azından aydınların, demagojiye hiç fırsat vermeyen bir alan olduğunu bilmeleri gerekir 'Kavramsal Sanat'ın. En azından aydınların bir yapıtı reddederken as­lında o yapıtın kodunu çözemedikleri ve yapıtı reddederken yapıtın kodunu reddettiklerini, böyle bir sanata bakarken kendilerinin de bu sanatçılar kadar sanat bakışlarını yeniden sorgulamak zorunda olduklarını bilmeleri talep ediliyor onlardan. Gördüğüm kadarıyla beklediğim an henüz gelmemiş. O an belki de önce sözcüğünün sonra sözcüğüyle yer değiştirdiği an olacaktır.

Hürriyet Gösteri, 1993

alıntıdır http://www.felsefeekibi.com/sanat/yazilar/yazilar_Uslupmudusunumu.html
çok çalışmak zamanı