Gönderen Konu: * SaNata dAİR *  (Okunma sayısı 3963 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı B૯ηбüL

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 4.432
  • Karizma Puanı: 1631
    • seyfullah sünbül
* SaNata dAİR *
« : 17 Ocak 2008, 00:33:25 »

Mütefekkir Nurettin Topçu bir sözünde şöyle der:
"(...) Memleketimizdeki ahlâk zaafının bir sebebi de, sanat hayatının yokluğunda aranmalıdır. (... ) Bir fert veya nesil, ruh enerjisi bol olduğu zaman sanat eserleri ortaya koyar. Çürümüş ve çökmüş fertlerle nesiller, sanat eseri yerine cinsiyet veya vehim(hallucination) eserleri, fantezi veya espri eseri ortaya koyarlar. "(Dergâh Dergisi, sayı 106, Aralık 1998,) (Ülkemizdeki güldürü gruplarının çokluğu buna mı delâlet etmektedir?)

Sanat hayatındaki yokluk; zevk düşüklüğüne, estetik bakış açısının kaybolmasına yol açar ki; "Zevk düşüklüğü, insanın düşüklüğü demektir. " Onun içindir ki eskiler hayatlarını şu üç önemli nokta üzerine oturtmuşlardı: Zevk-i selîm, kalb-î selîm ve akl-ı selîm...

Çünkü ruhları inceltir sanat... Düşünce boyutu geniştir sanatçının ve derinliği olan noktalar uç verir sanatında... Meselâ musiki... Musikîyle hemhâl olanlar yakından bilirler musikînin insan ruhundaki taşları nasıl yerinden oynattığını... Ve insanın, his dünyasında, hayal dünyasında meydana getirdiği insancıl değişimleri... Kabalıkları ve hoyratlıkları bir kenara atışını... Çünkü; "Sanat yapıtındaki duygu ve coşku, insanın içine elektron akımı gibi bir akım gönderir. Bu akım insanı ayrımına vardırmadan değiştirir. Her gün göre göre körleştiğimiz çevremize karşı bizi uyandırır, sarsar, bıktığımız bir şeyi sanki ilk olarak görüyormuşuz gibi gösterir bize."

“İlk defa görüyormuşuz gibi” farkında olmamızı sağlayan sanatçının, bu tür olaylar, objeler ve kavramlar karşısında ortaya koyduğu(koyacağı)tepki farklıdır. Çektiği acının boyutu daha derinlerdedir ve sanatçı, gördükleri karşısında adeta bir boğulma hissiyle sarsılmaktadır.

Çünkü bu gün de, geçmişteki acıların ve haksızlıkların benzerleri ve belki de daha büyükleri yaşanmaktadır. Bir milleti bir anda yok edebilecek teknolojik seviyeye erişmiş olan insanoğlunun, çağının acılarını sanatı aracı kılarak yansıtacak ve tanığı olabilecek sanatçılara belki eskisinden daha çok ihtiyacı vardır.

Yine yazar Ali Yüce’nin cümleleriyle; “Çağımız büyük çelişkiler ve büyük acılar çağıdır. Baş döndürücü, göz kamaştırıcı bir uygarlıkla, barbarlara taş çıkartacak barbarlıklar bir arada yaşanmaktadır. Kölelik düzeni kalkmamıştır sanki. Kölenin zinciri ile köle sahibinin kırbacı, gözle görülemeyecek denli incelmiştir. İnsan bir yandan insanı yaşatmak için çabalarken, bir yandan da bir düğmeye basışta milyonlarca insanın canını alan silahlar bulgulamaktadır. ” Yeri gelmişken, aynı zamanda şairliğiyle de tanınan yazarın (Ali Yüce), sanatçılarla, diğer insanlar arasındaki düşünce, duyuş ve hissediş farkına çok güzel anlatan"Yürek " adlı şiirini alalım buraya:

"İki çeşit yürek var
Biri herkesinki gibi
Bilinen bir yürek
Öteki ozan yüreği
Cam gibi saydam
Keman teli gibi titrek

Dünyanın bir ucunda
Bir damla kan dökülse
Baba diye ağlasa bir çocuk
Herkesten önce duyar ozan
Acılara batar şiiri
Çığlık akar dizelerinden"

Fransız ozanı Boileau, sanatın işlevini ve gücünü, bilinenin çok üstünde görerek, "Sanatın güzelleştirmeyeceği hiç bir canavar yoktur." der.

Sanatkârın içindeki melodi, aşk ile ölüm arasında gidip gelmedir. Uçlar arasındaki seyahatin zorluğunu tatma, tezatlar arasındaki kararsızlığın acısını çekmedir. Michel-Ange; "Hiç bir düşüncem yoktur ki üzerine ölüm kazınmış olmasın." diyordu. Ölümü sürekli içinde taşıyan sanatkâra, ölüm gibi bir sonla, sanat gibi bir sonsuzluk arasında gidip gelmeler, gâh onulmaz acılar tattırır, gâh dayanılmaz mutluluklar... Ölümü, diğer ölümlüler gibi algılamadığı içindir bütün bunlar... Çektikleri... Bu durum ise olgunlaştırır sanatçıyı, sanat yolunda yürüme azminde olanı... Bunları çekmezse, sanatçı olduğunu nasıl iddia edebilir ki?... Zaten "Sanatkâr, eserini meydana koyan heyecanı tesadüfle bulamamıştır. Bu heyecanı, olduğu gibi isteyerek ve arayarak bulmuştur.”

Sanatçının, toplumla bütün noktalarda ya da birçok noktada uyuştuğu söylenemez. Ve bu beklenemez de sanatçıdan... O zaman kendi tarihini yazma kudretini kaybeder, yani sanatçılığından taviz verir, kendisi için çok önemli olan sanatçı kimliğinin tarihini oluşturamaz. Kalıcılığından taviz vermiş olur. Belki tanıyanı ve talep edeni çok olur ama, sıradanlaşır. Cemil Meriç'in bakış açısıyla bu şu demektir:

"İnsan cemiyetle tam bir uyum halinde olduğu zaman, tarihi yoktur; doğar, yaşar, ölür. Tarihi yaratan, fertle kalabalık arasındaki anlaşamamak.” Bir başkasının, Octavio Paz’ın anlatımıyla, “Şairin (sanatçının) toplumsal durumu söz konusu olduğunda, modern çağın en belirleyici özelliği kuşkusuz şairin marjinal konumudur. Bir sınıf olarak burjuvazi, şiiri zaman zaman evcilleştirmeye çalışsa da, hiçbir zaman sindirememiştir. “

Yalnız, sanatçı olmakla, sanatçı görünmek arasındaki ince ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerektiğini kaydetmeden geçmeyelim.

İşte değerleri, daha üst mertebeden algılamaya ve anlamaya çalışan insanla ( Burada söz konusu olan, sanatçı kimliğini edinmeye çalışandır. ), toplum arasında bir çatışma olması ya da birbirlerini anlama noktalarında kopukluk meydana gelmesi kaçınılmazdır. Öyleyse doğrusu, bu durum için onu suçlamamak, onu anlamaya çalışmaktır.

Fakat, sanatıyla toplumun değerlerini alt üst etme, yani anomi (karışıklık) yaratma hakkına sahip değildir sanatçı. Sanat, çok kullanılanın, çok bilinenin, çok işitilenin yani " Ancak sloganın dışına çıkılabildiğinde yaratıcı ve özgün olunabileceğini hatırlatıyor." insana.

Oysa sanat zevki giderek düşüklük gösteren toplumlarda, birileri tarafından sanatçı payesinin kimlere verildiği ortadadır. Zorla sanatçı kisvesi giydirilmeye çalışılan bu kişilerin yaptıkları ise, sanatın ne demek olduğunu bilenler tarafından hayretle karşılanmaktadır.

Bu arada yazmak isteğimiz bir şey daha var. O da; sanatı statü edinmek için kullananlarla ilgili... Bu kişileri, aslında sanatın varlığı ya da yokluğu pek ilgilendirmiyor. Onları ilgilendiren ya da onların ilgilendiği taraf, toplumda böyle yerlerde görünerek veya bu gibi şeylerden konuşarak kendilerinin reklamını yapmak...

Yazar Ahmet Oktay'ın cümleleriyle, " Kendi çevrelerinde statü edinmek için kullanıyor onları insanlar. İpek kravat takmak gibi bir şey, bir kitabı okumuş, bir oyunu görmüş gibi yapmak. Çünkü, okumak da, görmek de sanıldığından daha zor. " Bir anlamda, reklamı ve buna bağlı olarak satış rakamı yüksek olan sanat ürünlerine gösterilen ilgiyi bu bağlamda değerlendirebilmek mümkün... Falan kitabı okudun mu, filan kaseti dinledin mi, filan oyuna gittin mi sorusuna verilebilecek cevabı olması içindir belki de bütün bunlara gösterilen ilgi...

Sanatçılarımızın bazılarında bir de kendini, kendi sanatını, kendi kültürel geçmişinin sürükleyip getirdiği değerleri küçümsemek hastalığı var. Özellikle ülkemizde çoğu kişi de ârız olan bu durum karşısında, yine Ali Yüce’nin şu sözünü hatırlatmadan geçmeyelim:

“Evrensele giden yol, gelenekselin, ulusalın ta ortasından geçer. Gelenekseli küçümseyerek, onu özümsemeden evrensele sıçramaya kalkan sanatçı, korkarım bacağını kırar. Yapıt diye ortaya koyduğu kötü bir öykünme, bir hasta yemeği gibi olur.”

Halbuki Friedrich Dürrenmatt'ın cümleleriyle; "... sanatın değeri, onun ulaşmak istediği amaçta değil, aksine bitip tükenmeyen bir cesaretle, nesneleri ve dünyayı fethetme eğilimindedir."

Sonuç olarak, bir sözden yola çıkarak başladığımız yazımızı, "Sanat güzeldir." diyerek, yine bir sözle, Hönderlin'in mısralarıyla sonlandıralım:

"Ve sonunda bilge kişiler
Çok defa güzele meylederler."

İsmail BİNGÖL
alıntıdır...
« Son Düzenleme: 17 Ocak 2008, 00:36:53 Gönderen: ..þ૯ηбüL.. »

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
* SaNata dAİR *
« Yanıtla #1 : 08 Şubat 2008, 21:24:33 »
"İki çeşit yürek var
Biri herkesinki gibi
Bilinen bir yürek
Öteki ozan yüreği
Cam gibi saydam
Keman teli gibi titrek

Dünyanın bir ucunda
Bir damla kan dökülse
Baba diye ağlasa bir çocuk
Herkesten önce duyar ozan
Acılara batar şiiri
Çığlık akar dizelerinden"


nede güzel anlatmış mısralar sanatçı ruhunu teşekkürler bengülcüm paylaşım için  560a
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı B૯ηбüL

  • Yönetim K.Ü
  • Uzman
  • *
  • İleti: 4.432
  • Karizma Puanı: 1631
    • seyfullah sünbül
* SaNata dAİR *
« Yanıtla #2 : 25 Nisan 2008, 08:07:55 »
Canım ben teşekkür ederim  110b

Çevrimdışı carra

  • Aktif Üye
  • **
  • İleti: 124
  • Karizma Puanı: 60
Ynt: * SaNata dAİR *
« Yanıtla #3 : 09 Şubat 2011, 00:34:42 »
GEL SENİNLE RESİM YAPALIM

 

Gel seninle resim yapalım.

Bir yüz çizelim ince,

Küçük nezleli bir burun

Ve gözler zeytin iriliğinde.

 

Sonra bir gelincik, ince bir boyun,

Soyulmuş bademden daha ak bir ten,

Öyle bir yüz ki seher vakti,

Mutluluk estirsin güneş doğarken.

 

Ve saçlar çizelim, bulutlar,

Türküler, masallar gibi,

Hepsinin üstüne sonra

Kocaman bir insan yüreği.

 

Öyle bir yürek ki sevgiyle,

Arkadaşlıkla, mutlulukla dolsun,

İsterse ondan sonra

Bütün şairler ölsün...

 CahitKülebi ( 1917 - 1997 )

Çevrimdışı carra

  • Aktif Üye
  • **
  • İleti: 124
  • Karizma Puanı: 60
Ynt: * SaNata dAİR *
« Yanıtla #4 : 09 Şubat 2011, 00:35:16 »
Resim görsel bir dil, kelimesiz şiirdir.-HORATIUS

Çevrimdışı carra

  • Aktif Üye
  • **
  • İleti: 124
  • Karizma Puanı: 60
Ynt: * SaNata dAİR *
« Yanıtla #5 : 09 Şubat 2011, 00:35:57 »
 Herkes resmi anlamak istiyor, neden kuşların şarkılarını da anlamaya kalkışmıyorlar? Niçin geceyi, çiçekleri, etraflarındaki her şeyi sevmekle yetinebiliyorlar da resme gelince mutlaka anlam çıkartmak istiyorlar? -Picasso