Gönderen Konu: HZ. MEVLANA'NIN HAYATI  (Okunma sayısı 2589 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« : 17 Şubat 2008, 00:02:24 »

Hazret-i Mevlana'nin Hayati

Mevlana'nin asil adi Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen Mevlana ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenler kullanmis, adeta adi yerine sembol olmustur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyar-i Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.

 

Dogum Yeri ve Yili

Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk Kültür merkezi Belh'tir. Mevlana'nin dogum tarihi ise 30 Eylül 1207 (6 Rebiu'l-evvel, 604) dir.



Nesebi (Soyu)

Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi) hanedanindan Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir. Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvani ile taninmis, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir. Eflaki'ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden sayilan, güzel siirler söyleyen Nisaburlu Raziyüddin gibi bir zat da talebelerindendi. Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi yolunda gidenler eserlerinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hazret-i Muhammed'in torunu Hazret-i Hüseyin'e, baba cihetiyle de onuncu göbekte Hazret-i Muhammed'in seçilmis dört dostundan ilki Hazret-i Ebu Bekir Siddik'a ulastigini kaydediyorlar.



Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin Sahsiyeti

Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de dogmus, babasi ve dedesinin manevi ilimleriyle yetismis; ayrica Necmeddin-i Kübra (? - 1221)'dan feyz almistir. Bahaeddin Veled bütün ilimlerde esi olmayan, olgun mana sultani idi. Ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksiz bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan Diyarinin, en güç fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi; devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi. Kaynaklarin ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hazreti Muhammed'in manevi isaretiyle, Baheddin Veled'e Sultanü'l- Ulema ünvanini vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmistir. Bu ünvanin verilisi Türklerin adetiyle de izah edilebilir. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina razi olmazlardi. Onlari halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layik olduklari birer unvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir. Hatta anane geregince imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya mecburdurlar onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir rütbe yayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi. Alimler gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzere, sabah namazindan sonra, halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur; pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi. Va'zi esnasinda umumiyetle, Yunan filozoflarinin fikirlerini benimseyenlerin görüslerini reddeder ve "Semavi (Allah'dan olan ilahi) kitaplari arkalarina atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar edenlerin nasil kurtulma ümidi olur" derdi. Bu arada Yunan felsefesini okutan ve savunan Fahreddin-i Razi'ye ve ona uyan Harezmsah'in aleyhinde bulunur; onlari bidat ehli (dinde, peygamber zamaninda olmayan, yeniden begenilmeyen seyleri çikaranlar) olarak görür ve söyle derdi: "Muhammed Mustafa'nin yürüyüsünden dahi iyi yürüyüs, yolundan daha dogru bir yol görmedim"



Hazret-i Mevlana'nin Babasi ile Belh'ten Çikislari ve Konya'ya Gelisleri

Esasen tasavvuf ehline iyi gözle bakmayan ve bunlarin Harezmsah katinda saygi görmelerini çekemeyen Fahreddin-i Razi, Bahaeddin Veled'in açikça kendi aleyhine tavir almasina da çok içerlediginden onu Harezmsah'a gammazladi. Bahaeddin Veled'in de gönlü Harezmsah'tan incindi ve Belh'i terk etti. Ancak arastiricilar, Bahaeddin Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Mogol istilasini gösterirler. Sultanü'l-Ulema, aile fertleri ve dostlariyla Belh sehrini 1212-1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç kervaniyla Bagdat'a yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema Seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir: "Allah'dan geldik, Allah'a gidiyoruz. Allah'dan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur." Bu söz Seyh Sehabeddin-i Sühreverdi (1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü Belhli Bahaeddin Veled"den baskasi söyleyemez" dedi, samimiyetle ve muhabbetle karsilamaya kostu. Birbirleriyle karsilasinca Seyh Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu. Bahaeddin Veled, Bagdat'ta üç günden fazla kalmadi ve Kufe yolundan Kabe'ye hareket etti. Hac farizasini yerine getirdikten sonra, dönüste Sam'a ugradi. Bahaeddin Veled, yaninda biricik oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla Sam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a, oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir müddet kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.



Göç Yolunda Hazret-i Mevlana'ya Teveccühte Bulunan Mutasavviflar

Seyh Attar Hazretleri: Belh'i terk ettikten sonra Bagdat'a dogru yola çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen Seyh Feridüddin-i Attar (1119-1221;1230) ile görüsüp sohbet eder. Sohbet esnasinda Seyh Attar, Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali görür ve ona Esrar-name adli eserini hediye eder ve babasina da; "Çok geçmeyecek ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine atesler salacaktir." der.

Seyh-i Ekber Hazretleri: Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini yerine getirdikten sonra dönüste Sam'a ugradi. Orada Seyh-i Ekber Muhyiddin Ibnü'l-Arabi (1165-1240) ile görüstü. Seyh-i Ekber, Sultaü'l-Ulema'nin arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak: "Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasinda gidiyor" demistir.



Hazret-i Mevlana'nin Evlenmesi

Karaman'da bulunduklari 1225 tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca Serafeddin Lala'nin, huyu güzel, yüzü güzel kizi Gevher Banu ile evlendi. Mevlana dünya evine girdiginde onsekiz yasindadir.
Hazret-i Mevlana'nin, Konya'ya Yerlesmeleriyle Ilgili Yorumu: "Hak Teala'nin Anadolu halki hikkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber Hazretlerinin duasiyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layik olanidir. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok habersizlerdir. Sebeplerin hakiki yaraticisi Allah, hos bir lutufta bulundu, sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (altin yapma hassamizdan) onlarin bakir gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyla kimya (bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar."

 

Hazret-i Mevlana'yi Yetistiren Mutasavviflar

Sultanü'l-Ulema Seyh Bahaeddin Veled Hazretleri

Önceki bahislerde sahsiyetini belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled, Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana'ya Allah yolunu ögretip, tasavvuf usulunce hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir. Bütün Islam aleminde yüksek itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçuklulularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled, 3 Mayis 1228 tarihinde Selçuklularin bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikden kisa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddesi 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultaü'l-Ulemaya gönülden bagli olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle över; "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor, yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri ördüke, gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem, bendem korkup titrerken ben, bu adamdan korkuyorum, ya Rabbi, bu ne hal? Iyice inandim ki o, cihanda nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 Subat, 1231 tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi alemde göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi bir eser birakti. Sultanü'l-Ulema, sadece duygu ve düsüncelerini açikladi söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi ve onlari daima aydinlatti.

Seyyid Burhaneddin Hazretleri

Bahaeddin Veled'in irtihalinde Mevlana yirmidört yasinda idi. Babasinin vasiyeti, dostlarinin ve bütün halkin yalvarmalari ile babasinin makamina geçti, oturdu. Mevlana, babasindan sonra, Seyid Burhaneddin'i buluncaya kadar bir yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin degerli halifesi Seyyid Burhneddin-i Muhakkik-i Tirmizi, Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altina girdi.

Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek bir kamil mürsid idi. Maarif adli eseri irfaninin delilidir. Kendisine, daima kalblerde bulunan sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarda tasiyip dolastirdigi Mevlana'ya dedi ki: "Bilginde esin yok, seçkinsin. Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi, sen de onu ara, kalden (sözden) geç. Onun sözlerini iki eline kavramissin; fakat benim gibi onun haliyle de sarhos ol. Böylece de ona tam mirasçi kesil; cihana isik saçmada günese benze. Sen zahiren babanin mirasçisisin; ama özü ben almisim; bu dosta bak, bana uy." Mevlana babasinin halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine koydu ve gerçek bir mürsid bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o kamil mürsidin kilavuzlugu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil insan mertebesine ulastiginin ifadesidir; "Pis, ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle Burhan olursun. Kul olup yok oldun mu sultan kesilirsin."




Hazret-i Mevlana'nin Konya Disina Seyahati

Halep ve Sam'a Gidisi: Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinlesmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Haleb'e gitti. Halaviyye Medresesi'nde, fikih, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi. Mevlana, Halep'teki tahsilini bitirdikten sonra Sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda Sam'daki alimlerle tanisip, onlarla sohbet etti.



Sam'da Sems-i Tebrizi Hazretleri ile Bir Anlik Görüsme

Eflaki'ye göre Mevlana, Sam'da Semseddin-i Tebrizi ile görüsmüstür; fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cereyan etmistir. Semseddin-i Tebrizi, bir gün halkin arasinda, Mevlana'nin elini yakalayip öper ve ona "Dünyanin sarrafi beni anla!" diye hitap eder ve kaybolur. Iste bu sohbet veya bir anlik görüsme tarihinden takriben sekiz sene sonra Sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli sohbet edecektir.



Hazret-i Mevlana Kamil Bir Mürsid

Yedi yil süren Halep ve Sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle, "Bütün ilimlerde esi benzeri olmayan bir insan, nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi bir kisi olmussun... Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze bir hayat ve ölçülemiyecek bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana ve askinla dirilt." Dedi ve onu irsad ile görevlendirdi. Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme göçmüstür (1241-1242). Türbesi Kayseri'dedir. Mevlana Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah Yolunu gösterme) ve tedris (ögretim) makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin usullerine uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dört yüz talebesi ve on binden çok müridi vardi.



Hazret-i Mevlana'nin Dostlari, Halifeleri; Kendisine ilham Kaynagi Olan Mutasavviflar

Sems-i Tebrizi Hazretleri
Bu zatin adi, Semseddin Muhammed olup dogumu 1186 dir. Tebrizli Melekdad oglu Ali'nin oglu olan Sems, tahsilini bitirdikten sonra, zamaninin yegane seyhi olarak gördügü Tekbirzi Seyh Ebu Bekir Sellebaf'a (sele ve sepet örücüsüne) intisap etti ve onun terbiye ve irsadiyla yetisip olgunlasti. Sems, ulastigi manevi makama kanaat etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyehate çikti. Senelerce takati tükenircesine bir çok bir çok yerler dolasti, zamaninin arifleriyle görüstü. Bu arifleri, mana alemindeki uçusunda kinaye olarak Sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini vermislerdir. Sems, ta çocuklugundan itibaren fikren ve ruhen hür bir dervis, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyetti. Sems, kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan bir kamil velidir. Yana yakila, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi. Allah'in tecellilerine gömülüp mest olmus bir halde münacatinda "Ey Allah'im! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum" diye yalvardi. Allah tarafindan, istediginin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belhli Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin oldugu ilham edildi. Bu ilham ile Sems, 29 Kasim 1244 yili Cumartesi sabahi Konya'ya geldi.



Hazret-i Mevlana ile Hazret-i Sems'in Bulusmalari

Mevlana ile sems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, bu iki ruh, nihayet bulustular, görüstüler. Bu tarihte Sems, altmis, Mevlana, otuz sekiz yasinda idi. Bu iki ilahi asik, bir müddet yalnizca bir köseye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular. Sultan Veled der ki: "Ansizin Sems gelip ona ulasti; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin) hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi. Sems, Mevlana'yi sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap."
Hazret-i Mevlana'nin Masukluk Mertebesine Erismesi: Bu hususu Sultan Veled söyle açiklar, "Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk duragina dair haber gelmemis, bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak isitmemisti. Tebrizli Semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i asiklik ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamasi olan, masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk denizinin incisiydi, her sey döner, aslina varir."

Kim, kimi aradi? Hatirlara gelebilecek, "Sems mi Mevlana'yi aradi, Mevlana mi Sems'i" sorusuna söyle cevap verebiliriz: Sems, Mevlana'yi, Mevlana'da Sems'i aramistir. Sems Mevlana'ya asik ve taliptir, Mevlana'da Sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk, masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki: "Dilberler (gönlü alip götürenler, manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar. Bütün masuklar, asiklara avlanmislardir. Kimi asik görürsen bil ki masuktur. Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda suzuslari arar."



Hazret-i Mevlana'nin Manevi Yolculugundaki Safhalari

Mevlana, manevi yolculugunu, olgunluga ermesini, su sözünde toplamistir. "hamdim, pistim, yandim." Mevlana'nin pismesi, babasi Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle, yanmasi da Sems'in nurlu aynasinda gördügü kendi güzelliginin ask atesiyledir.

 


Hazret-i Mevlana ile Sems Hakkinda

Mevlana, Sems ile Konya'da bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir sahsiyetti. Sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, Sems'in aynasinda gördügü kendi essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askini Sems'te yasatti. Mevlana'nin Sems'e karsi olan sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür). Çünkü Mevlana, Sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevlana açilmak üzere bir güldü. Sems ona bir nesim oldu. Mevlana bir ask sarabi idi, Sems ona bir kadeh oldu. Mevlana zaten büyüktü, Sems onda bir gidis, bir nesve degisikligi yapti. Sems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son söz olarak söyle söyleyelim, Sems, Mevlana'yi atesledi, ama karsisinda öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.



Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin Konya'dan Ayrilisi

Sems ile bulusan Mevlana, artik vartini Sems'in sohbetine hasretmis, Sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisi. Sems'in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu. Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sirri idrakten aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede Sems, incindi ve Mevlana'nin yalvarmalarina ragmen, Konya'dan Sam'a gitti (14 Mart, 1246 Persembe).



Hazret-i Sems'in Konya'ya Dönüsü

Sems'in ayrildiginda derin bir izdiraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle Sam'a, Sems'e gönderdi. Sultan Veled, kafilesiyle Sam'a vardi, Sems'i buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte, saygiyla Sems'e sundu. Sems, "Muhammedi tavirli ve ahlakli Mevlana'nin arzusu kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikabilir."diyerek, Mevlana'nin davetine icabet etti ve 1247 'de, Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.



Hazret-i Sems'in Kaybolusu

Sems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sikintilarindan kurtuldu. Artik Sems'in serefine ziyafetler verildi, Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk içinde geçen günler pek çok sürmedi, dedikodular ve can sikisi durumlar yeniden basladi. Sems, o bahtsiz dedikoducu toplulugun yine kinle doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akillarinin nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini ortadan kaldirmaya ugrastiklarini bildi, Sultan Veled'e dedi ki: Gördün ya azginlikta yine birlestiler. Dogru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirma, sonra da sevinmek istiyorlar. Bu sefer öylesine bir gidecegim ki, hiç kimse benim nerede oldugumu bilmeyecek. Aramaktan herkes acze düsecek, kimse benden bir nisan bile bulamayacak. Böylece bir çok yillar geçecek de yine kimse izimin tozunu bile göremeyecek." Iste Sultan Veled'e böyle yakinan Sems, 1247-1248 tarihinde Konya'dan ansizin gidip kayboldu. Sems'in kaybolusundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve Sems'i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek sükranelerde bulunuyordu. Bir gün bir adam, Sems'i Sam'da gördüm diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bagisladi. Dostlarindan birisi, bu adamin verdigi haber yalandir, o Sems'i görmemistir, dediginde Mevlana su cevabi vermistir. "Evet, onun verdigi bu yalan haber içinde üstümde neyim varsa verdim. Eger, dogru haber verseydi, canimi verirdim."



Hazret-i Mevlana'nin, Sems-i Tebrizi Hazretleri'ni Aramak Için Sam'a Gidisi

Mevlana, Sems'i çok aradi. Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan, nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere Sam'a gitti. Yine Sems'i bulamadi. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu söylenebilir. Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, Sam'da suret bakimindan Tebrizli Sems'i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varliginda beliren Sems'i, kendinde gördü ve dedi ki: "Beden bakimindan ondan ayriyim ama, bedensiz ve cansiz ikimiz de bir nuruz. Ey arayan kisi! Ister onu gör, ister beni. Ben O'yum O da ben."

 

Konya'li Kuyumcu Seyh Selahaddin Hazretleri

Yagibasan'in oglu Konyali Zerkub (kuyumcu) diye taninan Seyh Selahaddin Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir ailedendir. Ummi olarak bilinen Seyh Selahaddin, gençliginde Seyyid Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir. Ayrica Sems'in sohbetlerinde de bulunmus, ondan da feyz almistir. Mevlana ile Sems bulusmalarinda, alti ay Seyh Selahaddin'in hücresinde sohbet etmislerdir. Onlara hizmet edebilme serefine ve sohbetlerinde bulunabilme bahtiyarligina eren zat, Seyh Selahaddin'dir. Seyh Selahddin, kuyumcu dükkaninda altin varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle ugrasirdi.

 

Hazret-i Mevlana'nin Vecd ile Sema'i

Seyh Selahaddin'in, Mevlana ile tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar, fakat bütün sevgilerden tamamen vaz geçip Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir. Mevlana bir gün Seyh Selahaddin'in Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir. Içeride varak yapmak için çekiçle altin dövmekte olan Kuyumcu Seyh Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir. (Allah tarafindan manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin Sema ettigini gören Seyh Selahaddin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettigini anlayinca, altinin zayi olmasini düsünmez ve çiraklarina, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar ve Mevlana'nin ayaklarina kapanir.



Hazret-i Mevlana'nin, Seyh Selahaddin Hazretleri'ni Kendisine Hemden ve Halife Seçmesi

Mevlana, son Sam seyahatinde, mana yönünden Sems'i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vaz geçti ve kendisine Seyh Selahaddin'i dost ve hemden olarak seçti. Mevlana, Sems'e duydugu muhabbet ve gönül bagliliginin aynisini Seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu. Mevlana, Allah'in cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasamamis ve onlarin irsad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarindan birbirini tayin etmistir. Iste Seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettigi dostudur. Mevlana, Seyh Selahaddin'e yalniz manevi bir bag ve içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi hakkinda, "Benim sag gözüm" diyerek iltifatta bulundugu Fatma Hatun'u oglu Slutan Veled'e almak suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.



Seyh Selahaddin Hazretlerinin Olgunlugu

Mevlana'nin, Sems ile dostlugunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin Seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga haset etmeye basladilar. Seyh Selahaddin'i, ümmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi. Sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar. Kendisine kötü düsünce ile bakan bahtsiz, zavallilara Seyh Selahaddin, "Mevlana, beni yalnizca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki benim apaçik bir görüsüm yok, ben bir aynayim. Mevlana, ben de kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin? O kendi güzelim yüzüne asik, bundan baska fikre düsmek kötü bir sey" diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllügünü) göstermistir.



Seyh Selahaddin Hazretleri'nin Ebedi Aleme Göçüsü

Mevlana ile Seyh Selahaddin, on yil birbiriyle adeta mest olarak görüsüp sohbet ettiler, ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler. Nihayet Seyh Selahaddin hastalandi ve ebedi alemde göçtü (1259).



Çelebi Hüsameddin Hazretleri

Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya'ya göçmüs bir soylu ailedendir ve dogum yeri Konya'dir. (1225) Çelebi lakabini kendisine veren Mevlana'dir. Gençliginin ilk yillarinda, Ahilerin seyhi olan babasini kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamaninin bütün ulu kisileri ve seyhlerinden yakin alaka ve himaye gördügü halde, bütün hizmetkarlari ve arkadaslariyla, Mevlana'nin hizmetini seçmistir. Böylece Mevlana'nin terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.

 

Hazret-i Mevlana'nin Çelebi Hüsameddin'i Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi

Mevlana, Seyh Selahaddin'den sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi; "Ona bas egin, önünde acizcesine kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine getirin, sevgisini caninizin ta içine ekin. O rahmet madenidir, Allah nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled'in diliyle, "Bütün dostlar, onun lutuf suyuna testi kesildiler, Sems'e ve Seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi. Haset etmeden Çelebi Hüsameddin'e itaat ettiler." Çelebi Hüsameddin on bes sene Mevlana'nin serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad makaminda, Mevlana postunda oturdu.



Çelebi Hüsümeddin Hazretleri'nin Degeri

Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in bulundugu meclis rahat bulur, huzur duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi. Mevlana'ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çikaran Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der; "Bu söz, can memesininde süttür. Emen olmadikça güzelce akmiyor. Dinleyen susuz ve arayici olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler. Dinleyen yeni gelmis ve usanmamis olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir. Kapimdan içeri, na-mahrem girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir. Zararsiz ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeyi açarlar. Bütün güzel, hos ve yarasan seyler, gören göz için yapilir. Çengin zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri, nasil olur da sagir kular için terennüm edilir? Allah, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için degil." Iste Islami Tasavvuf edebiyatinin en büyük didaktik saheseri olan Mesnevi'yi Çelebi Hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çikartmistir.



Çelebi Hüsameddin Hakkinda

Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risale'sinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su cümlelerle belirtiyor; "Hakikatte Hüdavendigar Hazretlemizin tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnev-i Serif onun ricasi ile yazilmistir. Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine bahsedilen Mesnevi'nin yalnizca yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür etseler, yine sükran borçlarini ödeyemezler."



Mesnevi'nin Yazilisi

Eflaki, Mesnevi'nin yazilip tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki: "Mevlana Hazretleri, asil kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan basliyarak gün agarincaya kadar birbiri arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu sür'atle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu." Bu sekilde dikkatlice 1259-1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi, 1264-1268 yillari arasinda sona erdi.

Hazret-i Mevlana'nin Baki Aleme Göçüsü

Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbes sene güzel demler, hos safalar sürdü. Bu müddet zarfindan bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi cemal alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü. Mevlana'nin hastalik haberi Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.

Seyh Sadreddin (? - 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip, "Allah yakin zamanda sifalar versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canisiniz, insaallah yakin zamanda tam bir sihhate kavusursunuz" diye temennide bulundu. Bu nun üzerine Mevlana: "Bundan sonra Allah sizlere sifa versin. Asikin masukuna kavusmasini ve nurun nura ulasmasini istemiyor musun?" dedi. Seyh Sadreddin, yanindakilerle birlikte aglayarak kalkip gitti.

Mevlana, dostlarina ve aile efradina, bu dünyadan göçecegine üzülmemelerini söylüyordu, fakat onlar, benden de olsa, bu ayriligi kabullenemiyorlar, aglayip inliyorlardi. Mevlana'nin hanimi, Mevlana'ya hitaben; "Ey alemin nuru, ey ademin cani! Bizi birakip nereye gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu. "Hudavendigar Hazretlerinin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi." Mevlana cevaben, "Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindaninda kilmisim, yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in sevgili dostunun, Hazret-i Muhammed'in yanina dönecegimiz umulur"



Hazret-i Mevlana'nin Vasiyeti

"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanizi, az yemenizi, az uyumanizi, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kilmaya devam etmenizi, daima sehvetten kaçinmanizi, halkin eziyet ve cefasina dayanmanizi avam ve sefihlerle düsüp kalkmaktan uzak bulunmanizi, kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanizi vasiyet ederim. Hayirlisi, insanlara faydasi dokunandir. Sözün hayirlisi da az ve öz olanidir. Hamd, yalniz tek olan Allah'a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun."



Seb-i Arus

irfan ve sevgi günesi Mevlana, 5 Cemaziye'l-ahir, 672 (17 Aralik 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriyle gülerek ebediyet aleminin asumanina dogdu. Mevleviler, o geceye Seb-i Arus derler.



Hazret-i Mevlana'nin Cenaze Merasimi

Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük büyük ne kadar Konyali varsa hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi. Müslümanlar, müslüman olmayanlari sopa ve kilisla savmaya çalisarak onlar: "Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamimizdir" diyorlardi. Onlar da su cevabi veriyorlardi. "Biz Musa'nin ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözlerinden anlayip ögrendik. Kendi kitaplarimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi ve müridi iseniz, biz de onun muhibbiyiz. Mevlana Hazretleri'nin zati, insanlar üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir. Günesi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydinlanir. Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü?



Hazret-i Mevlana'nin Cenaze Namazi

Mevlana'nin vasiyeti üzerine Seyh Sadreddin, Mevlana'nin namazini kildirmak üzere niyetlendiginde dayanamayip bayginlik geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadi Siraceddin imamlik etti.



Hazret-i Mevlana'ya Yesil Kubbe

Mevlana'ya Yesil Kubbe denilen türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimiyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi. Türbenin mimari Tebrizli Bedreddin'dir. Selimoglu Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, Selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yaptirmistir. Bu sanduka bu gün, Sultan"ül-Ulema Bahaeddin Veled'in kabri üzerindedir.



Hazret-i Mevlana'nin Ölüme ve Mezara Bakisi

"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayrildigima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme, bana aglama, yazik yazik deme. Seytanin tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir. Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme. O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir. Beni kabre indirip birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir. Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür, ama o, canin kurtulusudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun? Hangi kova kuyuya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?Bu tarafta agzini yumdun mu o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun, mekansizlik aleminin fezasindadir."



Hazret-i Mevlana'nin Ziyaretçilerine Seslenisi

"Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz. Hak Teala beni ask sarabindan yaratmistir. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o askim."

"Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz?
Bizim mezarimiz ariflerin gönüllerindedir."

çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #1 : 17 Şubat 2008, 00:06:29 »
HZ. MEVLANA'NIN SAHSIYETI


Dış Görünüşü

Mevlana, sararmis yüzlü ve ince vücutlu idi. Bu sararmis ve zayif bünyesinde öyle bir nur ve heybet vardi; gözleri o kadar keskin ve çekici idi ki, kimse dikkatle bakamazdi. Mevlana basina, bilginlere mahsus bir sekilde sarik sarar, taylasan (sariktan sarkan uç) birakirdi. Sirtina da bilginlerin giydikleri gibi bol genis kollu bir hirka giyerdi.

Sems'in kaybolmasindan kirk gün sonra, ömrünün sonuna kadar, beyaz sarik yerine duman renkli bir sarik sardi ve Yemen ile Hint kumasindan yaptirdigi fereci (gögsü açik uzun kollu cübbe) giydi.

Hazret-i Mevlana'nin Tasavvufu

Mevlana'nin tasavvufu, hiçbir zaman bir bilgi sistemi yahut hayali bir idealizm degildir. Onun tasavvufu, irfan tahakkuk, ask ve cezbe aleminde olgunlasmadir. Mevlana, daima hayatin gerçeklerini görür, hayatin bütün gerçeklerini kabul eder, ondan el etek çekmez. Miskinligi, hayattan el etek çekmeyi reddeder, hayati, hayatin içinde yasatir. Onun dünyayi tarifi, bize, onun tasavvufunu açiklar: "Dünya nedir? Allah'tan gafil olmaktir. Kumas, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadin; dünya degildir. Din yolunda sarf etmek üzere kazandigin mala, Peygamber, "Ne güzel mal" demistir. Suyun gemi içinde olmasi geminin helakidir. Gemi altindaki su ise gemiye, geminin yürümesine yardimcidir. Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çikardigindadir ki Süleyman Peygamber, ancak yoksul adini takindi. Agzi kapali testi, içi hava ile dolu oldugundan derin ve uçsuz bucaksiz su üstüne yüzüp gitti. Iste yoksulluk havasi oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur. Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir sey degildir."

Hazret-i Mevlana'nin Tasavvufunda Gaye

Mevlana'nin tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur. Dolayisiyla hakiki padisahlik, gerçek varlik makamina erismektir. "Asil o Allah mülk ve saltanat sahibidir, kendisine bas egene bu topraktan yaratilan dünya söyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder. Fakat, Allah huzurunda bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanattan daha hos gelir. Ben ne mal isterim, ne mülk; ne devlet isterim, ne saltanat. Bana o secde devletini ihsan et, yeter diye aglayip sizlanmaya baslarsin..." "Senin taht dedigin sey, tahtadan yapilma tuzaktir. Kondugun yeri bas köse sanmissin ama, kapida kalakalmissin. Igreti padisahligi Allah'a ver de Allah sana herkesin kabul edecegi hakiki bir padisahlik versin." "Yok olmadikça hiç kimseye yüce huzura varmaya yol yoktur." "Kapida dolasan, Ben'den Biz'den dem vuran kapidan sürülür, "La" makaminda dolasip durur." "Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadigi için herkese dost kesilir." "Yokluk küheylani, ne de güzel bir buraktir. Yok olduysan seni varlik makamina götürür."

Hazret-i Mevlana'nin Tasavvufunda Ask

Mevlana'nin tasavvufunda, yaratilisin, hayatin manasi asktir. Ask ise, kimseye niyazi, ihtiyaci olmayan Allah'in vasiflarindandir. Ondan baskasina asik olmak da geçici bir hevestir. Yaratilisin sebebi bütün hastaliklarin takibi, böbürlenmenin, bencilligin devasi, elemlerin merhemi ilahi asktir: "Ask, o suledir ki, parladi mi sevgiliden baska ne varsa hepsini yakar", "Ask, kimseye niyazi ve ihtiyaci olmayan Allah'in vasiflarindandir. Ondan baskasina asik olma, geçici bir hevestir.", "Ey bizim kibir ve azametimizin ilaci, ey bizim Eflatunumuz! Ey bizim Calinusumuz!", "Toprak beden, asktan göklere çikti, dag oynamaya basladi, çeviklesti. Ey asik! Tur'un cani oldu. Tur sarhos, Musa da düsüp bayilmis... Kimin aska meyli yoksa o kanatsiz bir kus gibidir. Vah ona!"

Hazret-i Mevlana'nin Tasavvufunda Esas

Mevlana'nin tasavvufunda esas, gönül sahibine erismek ve cevher olmaktir. Nitekim söyle buyurur, "Allah ile oturup kalkmak isteyen kisi, veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen, külli olmayan bir cüz'sün. Seytan birisini kerem sahiplerinden ayirirsa onu, kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca basini yer mahvedip gider.", "Velilerin huzurundan uzaklasirsan hakikatte Allah'dan uzaklasirsin.", "Mana ehliyle düs kalk ki hem ata ve ihsan elde edesin, hem de feta (yigit, cömert) olasin.", "Bu cisimde manasiz can, hilafsiz, kilif içinde tahta kiliç gibidir. Kilifta bulundukça kiymetlidir. Çikinca yakmaya yarar bir alet olur.", "Tahta kilici muharebeye götürme, ah u figana düsmemek için önce bir kere muayene et; eger tahtadansa, yürü baskasini ara, eger elmassa sevinerek ileri gel! Elmas kiliç, velilerin silah deposundadir. Onlari görmek size kimyadir. Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demislerdir: Bilen, alemlere rahmettir. Gülen nar bahçeyi güldürür. Erleri sohbeti de seni erlerden eder. Kati tas ve mermer bile olsan, gönül sahibine erisirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta caninin içine dik . Gönlü hos olanlarin muhabbetinden baska muhabbetlere gönül verme. Ümitsizlik diyarina gitme, ümitler var. Karanliga varma, günesler var. Gönül, seni, gönül ehlinin diyarina; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. Agah ol, bir gönüldesten gönül gidasini al, onunla gönlünü gidalandir. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden ögren."

Hazret-i Mevlana'nin Islami Esaslara ve Hazret-i Muhammed'e (S.A.V.) Bagliligi

Mevlana "Muhakkak ki sizin, Allah'in yaninda en kerim olaniniz Allah'dan çok korkup, günah islemeyeninizdir." Mealindeki ayetin suuruyla daima Kur'an hükümlerinin adabina riayet ederek Allah'in hakim kildigi seylerden çekinmis, nefsinin hazlarini terketmis, olgunlugu elde etmeye mani olan seylerden el çekmis, hülasa Allah'dan kendisini uzaklastiracak seylerin hepsinden daima sakinmis gerçek takva sahibi bir sahsiyettir.

Hazret-i Mevlana Islami Esaslardan Sapmadi

Sems ile karsilastiktan sonra, muhitin hazim ve idrak edemeyecegi bir aleme giren Mevlana bütün vecd (kendinden geçerek ilahi aska dalma) ve istigrak (mana alemine dalarak dünyadan habersiz olma hali) içinde dahi bir an Islam dininin esaslarindan harice bir adim atmamistir.

Hazret-i Mevlana'da Ibadet Suuru

Mesnevi'sinde; "Bizim Rabbimiz "Secde et ki, Allah'in yakinlarindan olasin" buyurmustur. Bizim bedenlerimizin secdesi ruhlarimizin Allah'a yaklasmasina sebeptir." Diyen Mevlana, Allah sevgisini yalniz fikir ve mana olarak kabullenmez, üzerine farz olan ibadetleri askla ifa ederdi. Eflaki söyle naklediyor: Mevlana, Ezan-i Muhammedi'yi isitince, elleriyle dizlerinin üzerine basip, olanca heybetiyle ayaga kalkar, "Ey kendisiyle rusen olan canimiz! Adin ebediyete kadar kalsin" der; bunu üç defa tekrarlar sonra: "Bu namaz, oruç, hac ve cihad, itikadin sahididir. Hediyeler, armaganlar ve sunulan seyler benim seninle hos oldugumun, seni sevdigimin sahididir.", "Eger Allah sevgisi yalniz fikir ve mana olsaydi senin oruç ve namazinin zahiri suretleri de kalmazdi, yok olurdu." Diyerek tam bir tevazu ve niyazla namaza dalardi.

Hazret-i Mevlana Kur'an-i Kerim'e Hayran, Hazret-i Muhammed'e Kurban'dir

Mevlana, su rubaisiyle Kur'an-i Kerim'e ve Hazret-i Muhammed'e (S.A.V.) bagliligini apaçik ilan ederek

"Canim bedenimde oldukça Kur'an-in kuluyum;
Seçilmis Muhammed'in yolunun topragiyim.
Birisi, sözlerimden, bundan baska birsöz naklederse, O nakledenden de bezmisim ben, bu sözden de bezmisim" demektedir.

Hazret-i Mevlana'nin Hüviyeti

Mevlana'nin eserleri ve yasayisi dikkatlice tetkik edildiginde, rahatlikla söyle söylenebilir: Mevlana kendi ilmini, Hazret-i Muhammed'in ilminde; irfanini, Hazret-i Muhammed'in irfaninda; benligini, Hazret-i Muhammed'in benliginde; hasili bütün varligini, O'nun varliginda yok ederek manevi hüviyetini, Hazret-i Muhammed'in manevi hüviyetinin parlak mes'alesi nurundan yakip uyandirmistir. Nitekim kendisi de bu hakikati su misralarinda belirtmekterdir.

"Biz Allah'in sayesiyiz, Mustafa'nin nurundaniz.
Sedef içine damlamis çok kiymetli bir inciyiz.
Herkes suret gözüyle bizi nereden görecek?
Biz Kibriya'nin su ve balçik içinde belirmis nuruyuz."

O'nun Insana Bakis Dairesinin Merkezi

Bilinmelidir ki, Mevlana'nin, bir kamil mürsid olarak manevi vazifesi, yaratilisinin gayesi çerçevesinde, insanlarin hidayetine ve ebedi saadetine vesile olabilmektir. Bu ilahi gayenin gayreti ve yüklendigi manevi vazifenin suuruyla: "Biz pergel gibiyiz. Bir ayagimiz Seri'at'de (ayet, hadis, icma-i ümmet ve kiyas-i fukaha üzerine kurulmus olan din kaidelerinde) saglamca durur, öteki ayagimiz yetmisiki milleti dolasir." Demektedir.

O'nun Engin Hosgörüsündeki Sir, Nur, Suur, Huzur: O'nun engin hos görüsünde Tevhid'in sirri, Kur'an'in nuru, imanin suuru ve Muhammedi ahlakin huzuru vardir. Mevlana'nin Tevhid'in nes'esiyle ve Muhammedi feyzin coskunlugu ile özünde olan engin hosgörüsünü yasayisi ile de, nükteli bir biçimde, ortaya koydugunu görmekteyiz. Zaten Mevlana'nin sahsiyetindeki olgunluk ve bariz vasif, söyledigini yasamasidir ve fikrini hareketiyle göstermesidir. Bu hususta bir misal verelim: Bir Sema meclisinde Mevlana, Sema etmektedir. Birdenbire Hiristiyan sarhos Sema'a girer. O sarhos heyecanlar göstererek Mevlana'ya çarpmaktadir. Bunun üzerine dostlar o sarhosu incitirler. Mevlana, o sarhosu incitenlere hitaben, "Sarabi o içmistir, sarhoslugu siz ediyorsunuz" buyurur. Dostlar, o sarhosu tanitmak için cevaben, "Tersadir (Hiristiyan)" dediklerinde, Mevlana, tesanin diger, korkak ve korkan, manasini ima ederek; "O tersa (korkar ve korkan) ise siz niçin degilsiniz?" Der ve dostlar, yaptiklari hatadan dolayi özürler dilerler.

Hazret-i Mevlana'nin Egitimci Yönü

 O'nun Insana Bakisi: Mevlana, insana fasik (günahkar) da olsa, kafir de olsa, engin bir görüsle ve rahmet dolu bir nazarla bakmistir. Çünkü o, Mesnevi'sinde de ifade ettigi gibi Allah'in fasik ve putperest de olsa kendisini çagirana icabet edecegini müdriktir. Mevlana, Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet madeni olmustur, Kur'an-i Kerim'de buyurulan: "Allan'in rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz" mealindeki ilahi müjdenin hakikatine ermis bir Allah dostudur. Onun içindir ki, bütün insanliga coskunlukla;

"Ümitsizlik semtine gitme, ümitler vardir.
Karanlik tarafa gitme; günesler vardir."

Diye haykirir.

Kamil insan olarak, böylesine, ilahi rahmet ve Rahmani ümitlerle dopdolu olan Mevlana'nin hiç kimseye hor bakmayacagi gayet tabiidir ve hassasiyetle su tavsiyede bulunur. "Hiçbir kafiri hor görmeyin. Olur ya, müslüman olarak ölebilir. Ömrünün sonundan ne haberin var ki ondan tamamiyla yüz çeviriyorsun."

O'nun Halka Bakisi

Mevlana'nin nazarinda, kim olursa olsun, her seyden evvel insan vardi. Halk tabakasindan olsun, yüksek tabakadan olsun, onun için farketmezdi. Bilakis halka pek merhametliydi. Gariplere karsi daima gönül alici davranirdi.

Mevlana bir gün Ilica'ya gitti. Emir Alim Çelebi, daha önce davranarak hamama vardi ve Mevlana'nin dostlaryla beraber kalabilmesi için bütün insanlari hamamdan disari çikartti, sonra havuzu kirmizi beyaz elmalarla doldurttu. Mevlana içeri girdigi vakit, hamamin soyunma yerinde insanlarin acele ile elbiselerini giydiklerini ve havuzun elmalarla dopdolu oldugunu gördü. emir Alim Çelebi'ye hitaben dedi ki: "Ey Emir Alim! Bu insanlarin canlari elmadan daha mi az kiymetli ki, onlari disari edip havuzu elmalarla doldurdun. Onlardan biri, elmalarin otuz mislidir. Yalniz elmalar degil, bütün dünya ve içindeki seyler, insanlar için degil midir? Eger beni seviyorsan, söyle de hepsi hamama girsinler. Fukarasi, zengini, saglami ve zayifi disarida kalmasin ki, ben de onlarin davetsiz misafiri olarak suya girebileyim, onlarin sayesinde biraz dinlenebileyim."

O, Çevresine Rahmettir

Etrafindakilerin ve kendisi ile oturup kalkmak isteyenlerin, sultanlar, emirler, zenginler ve hep ileri gelen kimseler olmasina ragmen Mevlana, daha çok fakirlerle, zaruret içinde olanlarla düsüp kalkardi. Müridlerin çogu da zaten hor ve hakir görülen kimselerdi. Müridlerini kinayanlara, Mevlana'nin verdigi cevap dikkat çekicidir.
"Benim müridlerim iyi insanlar olsalardi, ben onlarin müridi olurdum. Kötü insan olduklarindan, ahlaklarini degistirip iyi olmalari, iyiler ve iyi amel eden insanlarin arasina girmeleri için müridlige kabul ettim. Allah'in rahmetine mazhar olanlar kurtulmuslardir; fakat lanetine ugramislar tedaviye muhtaç hastalardir. Iste biz bu lanetlikleri rahmetlik yapmak için dünyaya geldik."

Hazret-i Mevlana Ince Ruhlu Nazik Bir Babaydi

Mevlana, ince ruhlu, gayet hassas ve nazikbir baba, gönül almakta, gönül oksamakta ve kadirsinaslikta örnek bir aile reisidir. Gelini Fatma Hatun'a ve oglu Sultan Veled'e gönderdigi mektuplari okudugumuzda, onun ince ruhunu, nezaketini ve kadirsinasligini açikça görmekteyiz. Gelinine hitap ederken kullandigi: "Bizim de gönlümüzün, gözümüzün isigi aydinligi, alemin de gönlünün ve gözünün isigi aydinligi...", "Canim canina karismistir, birlesmistir. Seni inciten her sey beni de incitir... Sizin gaminiz, on kat fazlasiyla bizimdir. Sizin düsünceniz, tasaniz; bizim düsüncemiz, bizim tasamizdir... Aziz oglum Bahaeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü ondan alirim..." ifadeleri onun hassas ruhunun, nezaketinin ve gönül oksayiciliginin delilidir.

Hazret-i Mevlana Kiymet Bilen Bir Dost

Ogluna hitaben yazdigi mektubundaki su cumleler de onun kadirsinas sahsiyetinin aynasidir: "Padisahimiz Seyh Selahaddin'in kizinin hatirina riayet etmeniz için su birkaç satir yazildi... Allah için su babanizin yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun, sopumuzun yüzlerini ak etmek istersen onun hatirini aziz, ama pek aziz tut, onu can ve gönül tutagiyla avlamak için her günü ilk gün, her geceyi gerdek gecesi say..."

Hazret-i Mevlana Gönül Alici; Örnek Bir Baba

Mevlana'nin, davranislariyla ve tavsiyesiyle, nasil bir baba ve nasil bir ruh terbiyecisi oldugunu anlamak için de Sultan Veled'in su hatirasini okuyalim: "Bir gün bana büyük bir ruh bezginligi ve iç sikintisi geldi. Beni bezgin ve sikintili gören babam:"Birinden mi incindin de böyle sikildin?" dedi. Ben "Bilmiyorum, bu ne haldir?" dedim. Babam kalkip eve gitti ve bir müddet sonra, kurt postunu çevirip basina ve yüzüne geçirmis bir halde ve çocuklari korkuttuklari gibi "Bu! Bu! Bu!" yaparak yanima geldi. Babamin bu hos hareketinden bana bir gülmedir geldi; anlatilamayacak derecede güldüm. Yere kapanarak ayaklarini öptüm. Babam "Bahaeddin! Eger bir güzel sevgili sana siki sikiya baglansa, daima seninle saka, senlik etse ve birdenbire yüzünün seklini degisitirip gelse ve sana "Bu! Bu! Bu!" dese ondan hiç korkar misin?" buyurdu. Ben de hayir, korkmam dedim. Buyurdu ki: "Seni sevindiren, seni sevinç ve nese içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sikinti duydugun ayni sevgilidir. Hep odur, hep ondandir ve ondan feyizlenirsin. O halde neden bos yere üzgün duruyor, sikintinin elinde aciz kaliyorsun?"

"Içinde sikinti görünce onun çaresine bak; çünkü dallarin hepsi kökten biter. Içinde genislik, ferahlik görünce ona su ver. Kalb ferahliginin verdigi meyvayi da, dostlara ve ahbaplara sun."

Insani Münasebetlerde Dikkat Ettigi Hususlar

Mevlana, hasimlari tarafindan kendisine reva görülen dil uzatmalara ve uygunsuz lakirdilara hiç aci cevap vermez, yumusaklikla mukabelede bulunurdu.

Molla Cami, söyle naklediyor: Mevlana'ya düsmanlik güden Konyali Siraceddin'e Mevlana'nin: "Ben yetmisiki milletle beraberim" dedigini söylediler. Siraceddin de düsmanligindan, Mevlana'yi huzursuz etmek ve kismetten düsürmek niyetiyle, yakinlarindan olan bir alime ona gönderdi. O alim, Siraceddin'in talimatina göre, büyük bir kabalik içinde Mevlana'ya sen böyle mi söyledin, diye soracak, sayet ikrar ederse kendinine edep disi sözlerle incitecek, insanlar arasinda mahcup edecekti. O alim, Mevlana'nin huzuruna geldi ve sordu. "Sen yetmisiki milletle beraberim diye söyledin mi?" Mevlana da cevaben: "Evet demisim" deyince, o alim agzina geleni söyledi, asiri derecede ileri geri konustu. Mevlana tebessüm ederek dedi ki: "Senin bu söylediklerine ragmen, seninle de beraberim."

Hizmetkarlara Karsi Davranisi

Mevlana, cariyelere, hizmetkarlara karsi muamelesinde ve anlayisinda da güzel ahlaklidir. O daima gönül verdigi Hazret-i Muhammed'in güzel ahlakiyla ahlaklanmis bir sahsiyettir. Hazret-i Muhammed'in "onlara giydiginizden giydiriniz, yediginizden yediriniz." Hadisinin suurundadir. Mevlana'nin kizi Melike Hatun, bir gün cariyesine sert davranmis, onu azarlamistir. Kizinin bu durumunu gören Mevlana, ona: "Onu neden incitiyorsun? Acaba, o hanim; sen de cariye olsaydi ne yapardin? Ister misin ki, bütün dünyada Allah'dan baska kimsenin kölesi yoktur, diye fetva vereyim. Hakikatte onlarin hepsi bizim kardeslerimizdir."

Suçlulara Karsi Muamelesi

Mevlana, güzel ahlakiyla hep affedici olmus, suçlulara karsi gösterdigi hos anlayis ve muamelesiyle, onlari cemiyete, insanliga kazandirmistir.
Mevlana, bir gün odasinda namaz kiliyordu. Birisi içeri girdi ve fakirim, hiçbir seyim yoktur, dedi. Sonra Mevlana'yi namazin huzuruna dalmis, kendisinden habersiz oldugunu anlayinca ayaginin altindaki haliyi çekti ve alip gitti. Hoca Mecdeddin bu durumu ögrenir ögrenmez, o sahsi aramaya basladi ve onu bit pazarinda haliyi satarken yakaladi, sonra eziyet ede ede o fakiri Mevlana'nin huzuruna getirdi. Mevlana, Hoca Mecdeddin'e söyle dedi. "Ihtiyacindan ötürü bunu yapmistir, ayip degildir. Onu mazur görüp ondan haliyi satin almak lazimdir."

Çocuklara Karsi Sefkati

Mevlana, çocuklara karsi çok merhametli ve sefkatli idi: Bir gün Mevlana, mahalleden geçiyordu. Çocuklar da yolda oynuyorladir. Uzaktan Mevlana'yi görünce hepsi birden kosarak saygi ile huzurunda durdular. Yalniz çocuklardin biri uzakta idi. Ben de geliyorum diye bagirdi. Mevlana, çocuk isini bitirip gelinceye kadar bekledi.

Hazret-i Mevlana Sevgi ve Baris'in Sembolü

Mevlana, daima birlestiricidir, baristiricidir, sevginin ve barisin adeta sembolüdür. Iki ulu kisi birbirlerine düsmanlikta bulunuyor, münasebetsiz sözler söylüyorlardi. Onlardan biri ötekine, "Eger yalan söylüyorsan, Allah senin canini alsin" diyor, digeri ona: "Eger yalan söylüyorsan, Allah senin canini alsin" diyordu. Mevlana, onlarin arasina girip: "Hayir, hayir. Allah ne senin, ne de onun canini alsin. O, benim canimi alsin. Çünkü cani alinmaya ancak biz layikiz." Dedi. Her ikisi de baristi.

O'nun Anlayisinda Çalisma ve Insan

"Insanin elde ettigi sey, zararsa çalismamasindan ileri gelmistir, karsa çalisip çabalamasindan.", "Kazanmak da ekin ekmeye benzer, ekmedikçe ona sahip olmaya hakkin yoktur." "Hiç bugday ektin de arpa verdigini gördün mü?" Sözleriyle Mevlana, dostlarina çalismayi emrederdi. Miskinligi reddeden Mevlana derdi ki: "Tevekkül ediyorsan, çalismak hususunda da tevekkül et, kazan da sonra Allah'a dayan", "Birisi bir define buluverir, ben de onu istiyorum dükkanla alisverisle ne isim var der. Baht isi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalisip kazanmak gerek. Çalisip kazanmak, define bulmaya mani degil ya. Sen isten kalma da, nasibinde varsa define de arkadan gelsin."

O, Dostlarina, Helal Kazanç ve Helal Lokmayi Tavsiye Ederdi

Mevlana, dostlarina, ne olursa olsun helal lokmayi tavsiye ederdi. "Nur ve kemali arttiran lokma, helal kazançtan elde edilen lokmadir. Ilim ve hikmet helal lokmadan dogar, ask ve rikkat (gönül inceligi) helal lokmadan meydana gelir."

Mevlana, dostlarina dilenmeyi yasaklamis ve "Biz, kendi dostlarimiza dilencilik kapilarini kapattik. Dostlarimiz, ticaret, kitabet veya herhangi bir el emegi ve alin teri ile geçimlerini temin etsinler. Biz Hazret-i Peygamber'in "Gücün yettikçe, istemekten sakin." Emrini yerine getirdik. Bizim müridlerimizden kim bu yolu tutmaz ise, onun bir pul kadar degeri yoktur." Buyurmustur.

Hazret-i Mevlana'nin Kainati Kucaklayan Degeri, Insan Sevgisi ve Hosgörüsü

Mevlana'nin kainati kucaklayan degeri, insan sevgisi ve hosgörüsü, Allah'a olan hudutsuz askinin ve Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet madeni olusunun tabii neticesidir. Tasidigi ilahi ask, eristigi Muhammedi feyz, onu mahviyet sahibi yapmis, benligini, kibrini almistir. Mevlana'nin islerinde kendini begenmisligin zerre kadar görülmemesi bundandir. O, kibirden ve nefretten arinmis, mahviyet ve muhabbetle bezenmistir.

Mevlana, alçak gönüllükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllük, varlikta yokluk, yoklukta varlik, hiçlikte kemal, kemalde hiçlik gösterirdi.

Mevlana'nin hudutsuz insan sevgisinde ve hosgörüsündeki temel esaslardan bir digeri de, müslümanligin üzerinde hassasiyetle durdugu, "Insan yaratilmislarin en sereflisidir" düsturudur. Mevlana bu serefin suuruyla insanlari kucaklar, yaratilmislari, asik oldugu yaratandan ötürü, herhangi bir nefis mücadelesine girmeden, rahatlikla hos görüverir.

Mevlana'nin, kim olursa olsun insanlari hos görüsü, insanlara hos davranisi, kendisini daima küçülterek insanlara hayirli dualar etmesi, kendi önünde kapananlara, kafir de olsa, mukabelede bulunmasi, onun ilahi askla, ilahi cezbelerle ve Allah'in cemal nurlarina gömülmüs olarak yasamasindandir.

[eklenti yönetici tarafından silindi]
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #2 : 17 Şubat 2008, 00:12:20 »
HZ. MEVLANA'NIN ESERLERI

1. Mesnevi: Mesnevi, klasik dogu edebiyatinda, bir siir tarzinin adidir. Bu tarzla yazilan siirlerde, her beyitin iki misrasi kendi arasinada kafiyelidir. Bir beyitin kaiyesinin kendisinden önce gelen beyitlerle de kendisinden sonra gelen beyitlerle de uyumu gerekmez bu nedenle uzun sürecek konular veya hikayeler siir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolayligi nedeniyle mesnevi tarzi seçilirdi. Bu suretle siir, beyit beyit sürüp giderdi. Mesnevi her ne kadar klasik dogu siirinin bir siir tarzi ise de Mesnevi denildigi zaman akla Mevlana'nin Mesnevi'si gelir. Mevlana Mesnevi'yi Çelebi Hüsameddin'in istegi üzerine yazmistir. Katibi Çelebi Hüsameddin'in yazdigina göre, Mevlana Mesnevi beyitlerini Meram'da gezerken, otururken yürürken hatta sema ederken söylermis. Çelebi Hüsameddin'de yazarmis. Mesnevi'nin dili Farsça'dir. Halen Mevlana Müzesi'nde teshirde bulunan 1278 tarihli, elimizdeki en eski Mesnevi nüshasidir. Bu nüshaya göre, beyit sayisi 25618 dir. Bu Nesnevi nüshasi Mevlana'dan sonra bu konuda en yetkili iki isim olan oglu Sultan Veled'in ve katibi Çelebi Hüsameddin'in tashihinden geçmis olmasi nedeniyle ayni zamanda en saglam nüshadir. Mesnevi'nin vezni; Fa i la tün - Fa i la tün - Fa i lün' dür. Mevlana alti büyük cilt olan Mesnevi'sin de, tasavvufi fikir ve düsüncelerini, bir birine ulanmis hikayeler halinde anlatmaktadir.

2. Divan-i Kebir: Divan, sairlerin siirlerini topladiklari deftere denir. Divan-i Kebir "Büyük Defter" veya "Büyük Divan" manasina gelir. Mevlana'nin çesitli konularda söyledigi siirlerin tamami bu divandadir. Divan-i Kebir'in dili de Farsça olmakla beraber, Mevlana Divanin içinde az sayida Arapça, Türkçe ve Rumca siire de yer vermistir. Divan-i Kebir 21 küçük divan (Bahir) ile Rubai Divani'nin bir araya getirilmesiyle olusmustur. Divan-i Kebir'in beyit adeti 40.000 i asmaktadir. Mevlana, Divan-i kebir'deki bazi siirlerini Sems Mahlasi ile yazdigi için bu divana, Divan-i Sems de denilmektedir. Divanda yer alan siirler vezin ve kafiyeler göz önüne alinarak düzenlenmistir.

3. Mektubat: Mevlana'nin basta Selçuklu Hükümdarlarina ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve hali istenilen dini ve ilmi konularda açiklayici bilgiler vermek için yazdigi 147 adet mektuptur. Mevlana bu mektuplarinda, edebi mektup yazma kaidelerine uymamis, aynen konustugu gibi yazmistir. Mektuplarinda "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemistir. Hitaplarinda mevki ve memuriyet adlari müstesna, mektup yazdigi kisinin aklina, inancina ve yaptigi iyi islere göre kendisine hangi hitap tarzi yakisiyorsa o sözlerle ve o vasiflarla hitap etmistir.

4. Fihi Ma Fih: Fihi Ma Fih "Onun içindeki içindedir" manasina gelmektedir. Bu eser Mevlana'nin çesitli meclislerde yaptigi sohbetlerin, oglu Sultan Veled tarafindan toplanmasi ile meydana gelmistir. 61 bölümden olusmaktadir. Bu bölümlerden bir kismi, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alinmistir. Eserde bazi siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser ayni zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret, mürsit ve mürid, ask ve sema gibi konular islenmistir.

5. Mecalis-i Seba'a: Mecali-i Seb'a, adindan da anlasilacagi üzere Mevlana'nin yedi meclisi nin yedi vaazi nin not edilmesinden meydana gelmistir. Mevlana'nin vaazlari, Çelebi Hüsameddin veya oglu Sultan Veled tarafindan not edilmis, ancak özüne dokunulmamak kaydi ile eklentiler yapilmistir. Eserin düzenlenmesi yapildiktan sonra Mevlana'nin tashihinden geçmis olmasi kuvvetle muhtemeldir. Siiri amaç degil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlana, yedi meclisinde serh ettigi Hadis'lerin konulari bakimindan tasnifi söyledir.
a. Dogru yoldan ayrilmis toplumlarin hangi yolla kurtulacagi.
b. Suçtan kurtulus. Akil yolu ile gafletten uyanis.
c. Inanç'daki kudret.
d. Tövbe edip dogru yolu bulanlar, Allah'in sevgili kullari olurlar.
e. Bilginin degeri.
f. Gaflete dalis.
g. Aklin önemi.

Bu yedi meclisde, asil serh edilen hadislerle beraber, 41 hadis daha geçmektedir. Mevlana tarafindan seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlana yedi mecliste her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile baslamakta, açiklanacak konulari ve tasavvufi görüslerini hikaye ve siirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevi'nin yazilisinda da aynen kullanilmistir.
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #3 : 17 Şubat 2008, 00:16:28 »
HZ. MEVLANA'NIN MÜZESI




Bugün müze olarak kullanilmakta olan Mevlâna Dergâhi'nin yeri, Selçuklu Sarayi'nin Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykûbad tarafindan Mevlâna'nin babasi Sultânü'l Ulema Bahaeddin Veled'e hediye edilmistir.

Sultânü'l Ulema 12 Ocak 1231 yilinda vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmistir. Bu defin, gül bahçesine yapilan ilk defindir.

Sultânü'l Ulema'nin ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlâna'ya müracaat ederek babasinin mezarinin üzerine bir türbe yaptirmak istediklerini söylemislerse de Mevlâna "Gök Kubbe'den daha iyi türbe mi olur" diyerek bu istegi reddetmistir. Ancak kendisi 17 Aralik 1273 yilinda vefat edince Mevlâna'nin oglu Sultan Veled Mevlâna'nin mezarinin üzerine türbe yaptirmak isteyenlerin isteklerini kabul etmistir. "Kubbe-i Hadra" (Yesil Kubbe) denilen türbe dört fil ayagi (kalin sütun) üzerine 130.000 Selçukî Dirhemine Mimar Tebrizli Bedreddin'e yaptirilmistir. Bu tarihten sonra insaî faaliyetler hiç bitmemis, 19 yy.in sonuna kadar parçalar halinde devam etmistir.

Mevlevî Dergâhi ve Türbe 1926 yilinda "Konya Âsâr-i Âtîka Müzesi" adi altinda müze olarak hizmete baslamistir. 1954 yilinda ise müzenin teshir tanzimi yeniden elden geçirilmis ve müzenin adi "Mevlâna Müzesi" olarak degistirilmistir.

Müze alani bahçesi ile birlikte 6.500 m2 iken, yeni istimlak edilerek "Gül Bahçesi" olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m2'ye ulasmistir.

Müzenin avlusuna "Dervîsân Kapisi"ndan girilir. Avlunun kuzey ve bati yönü boyunca dervîs hücreleri yer almaktadir. Güney yönü, Matbah ve Hürrem Pasa Türbesi'nden sonra, Üçler Mezarligi'na açilan Hâmûsân (Susmuslar) kapisi ile son bulur. Avlunun dogusunda ise Sinan Pasa, Fatma Hatun ve Hasan Pasa Türbeleri yaninda Semâhâne ve Mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarinin da içerisinde bulundugu ana bina yer alir.
Avluya Yavuz Sultan Selim'in 1512 yilinda yaptirdigi üzeri kapali sadirvan ile Seb-i Ârus (Dügün Gecesi) havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebîl adi verilen çesme, ayri bir renk katmaktadir.





HUZUR-I PIR - (TÜRBE)

TILAVET ODASI

Tilâvet Arapça bir kelime olup, Kur'an-i Kerîm'i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamina gelir. Geçmiste bu odada Kur'an-i Kerîm okunuldugu için buraya Tilâvet Odasi denilmistir. Halen "Hat Dairesi" olarak kullanilmaktadir.
Hat Dairesi'nde Mahmud Celâleddin, Mustafa Rakim, Hulûsi, Yesarîzâde gibi devirlerinin meshur hattatlarinin levhalari yaninda, Sultan II. Mahmud'un yazdigi altin kabartma bir levha da yer almaktadir.

Gümüs Kapi üzerinde teshir edilmekte olan Yesarîzâde Mustafa Izzed Efendinin hatti ile yazilmis olan Molla Câmî'ye ait Farsça beyitte söyle denilmektir.

Kâbetü'l-ussâk bâsed in mekam
Her ki nakis amed incâ sod temam
(Bu makam asiklarin kâbesi oldu
Buraya noksan gelen tamamlanir.)

HUZÛR-I PÎR - (TÜRBE)

Türbe salonuna Sokullu Mehmed Pasa'nin oglu Hasan Pasa'nin 1599 yilinda yaptirdigi gümüs kapidan girilir. Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nin meshur eserlerinden Mesnevî'nin ve Dîvân-i Kebîr'in en eski nüshalari sergilenmektedir. Türbe salonunu 3 küçük kubbe örter. Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yesil kubbeye kuzey yönünden bitisiktir.
Türbe salonu doguda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir. Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan Erinin Sandukalari yer almaktadir. Horasan Erleri'nin hemen ayak ucunda ise Ilhanli Hükümdari Ebû Said Bahadir Han için yapilmis "Nisan Tasi" sergilenmektedir.

Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nin felsefesini ve düsünce sistemini açiklamasi açisindan mühimdir.

1. Levha Türkçedir ve söyledir;

"Ya oldugun gibi görün
Ya göründügün gibi ol"

Hz. Mevlâna

2. Levha ise Mevlâna'nin farsça bir rubâî'sidir.

Rubâî'nin Türkçe çevirisi söyledir :
"Gel, Gel, ne olursan ol gel
Ister kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol gel
Bizim dergâhimiz ümitsizlik dergâhi degildir
Yüz kerre tövbeni bozmus olsan da yine gel"

Hz. Mevlâna

Türbe salonunu doguda ve güneyde çevreleyen yüksekçe set üzerinde ise Mevlâna ve Mevlâna'nin babasi Bahaeddin Veled'in soyundan gelme 10'u hanimlara ait olmak üzere 55 adet mezar ile, Hüsameddin Çelebi, Selâhaddin Zerkûbî ve Seyh Kerimüddin gibi mevlevîlikte makam sahibi olmus 10 kisiye ait toplam 65 mezar bulunmaktadir. Hanimlara ait mezarlarin üzerinde yer alan sandukalara sikke konulmamistir.
Yesil Kubbe'nin tam altinda Mevlâna'nin ve oglu Sultan Veled'in mezarlari yer almaktadir. Mezarlarin üzerindeki iki bombeli mermer sandukayi 1565 yilinda Kanunî Sultan Süleyman yaptirmistir. Sandukalarin üzerinde yer alan altin sirma tellerle islenilmis Pûsîde ise Sultan Abdülhamid II. tarafindan 1894 yilinda yaptirilmistir.

Halen Mevlâna'nin babasi Bahaeddin Veled'in üzerinde bulunan ve bazi kisilerin "Oglu Gelince Babasi Ayaga Kalkmis" dedikleri ahsap sanduka ise, bir Selçuklu saheseri olup, 1274 yilinda Mevlâna için yaptirilmistir. Kanunî, Mevlâna ve oglu Sultan Veled'in mezarlari üzerine 1565 yilinda yeni bir mermer sanduka yaptirinca, ahsap sanduka buradan kaldirilmis ve sandukasi olmayan Mevlâna'nin babasinin mezarinin üzerine konulmustur.

SEMÂ-HÂNE
Semâhâne Bölümü, Mecsid Bölümü ile birlikte XVI. yy. da Kanunî Sultan Süleyman tarafindan yaptirilmistir. Semâhâne'de Semâ, 1926 yilinda Dergâh müze oluncaya kadar devam etmistir. Semâhâne'de yer alan "Naat Kürsüsü" ve müzisyenlerin oturduklari Mutrib Hücresi ile erkekler ve hanimlara ait Mahfiller orjinal halleri ile korunurken, Semâhâne'nin uygun duvarlarinda tarihi halilar ve yine vitrinler içerisinde madeni ve ahsap eserlerle Mevlevî musiki aletleri sergilenmektedir.

MESCID
Mescid'e "Çerag Kapisi'ndan" girilir. Ayrica mezarlarin bulundugu Huzûr-i Pîr ve Semâ-hâne bölümlerinden de birer küçük kapi ile geçisler vardir. Bu bölümde müezzin mahfili ve Mesnevîhân Kürsü'sü orjinal halleriyle muhafaza edilmektedir.
Mescid'in güney duvari üzerinde çok degerli hali ve ahsap kapi numuneleri sergilenirken, Mescid içerisine serpistirilen on adet vitrinde de çok degerli cilt, hat ve tezhip numuneleri sergilenmektedir.

HALI KUMAS BÖLÜMÜ - DERVIS HÜCRELERI

Mevlâna Dergâhinin ön avlusunun bati ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde birer küçük kubbe ve baca bulunan 17 hücre bulunmaktadir. Bu hücreler Padisah III. Murat tarafindan 1584 yilinda Dervislerin ikameti için yaptirilmistir.
Bu hücrelerden giris kapisinin saginda kalan dört hücre, halen gise ve idare binasi olarak kullanilmaktadir. Girisin solunda kalan 13 hücrenin bastan iki tanesi Postnisîn ve Mesnevî-hân hücresi olarak, orjinal esyalari ile teshir edilmistir.
En sondaki iki hücre ise degerli kitap koleksiyonlarini müzemize hediye eden Rahmetli Abdülbakî Gölpinarli ile Dr. Mehmet Önder'in kitaplarina tahsis edilmistir. Halen kütüphane olarak hizmet vermektedirler.
Diger 9 hücrenin ara duvarlari kaldirilarak bir birine bagli iki büyük koridor elde edilmistir. Bu kodirorlardan birinde ülkemizin Kula, Gördes, Usak, Kirsehir gibi meshur hali merkezlerine ait tarihi halilari, diger koridorda ise Konya vilayetine bagli Ladik, Karaman, Karapinar, Sille gibi hali merkezlerinde dokunulmus tarihi halilari sergilenmektedir.
Bu hücrelerin koridora açilan pencere ve kapi bosluklarina yapilan vitrinlerde ise Mevlevî Etnografyasina ait Pazarci Masasi, Mütteka, Nefîr gibi Dergâhtan müzeye nakledilen tarihi nitelikteki esyalarla, müze koleksiyonunda yer alan son derece degerli Bursa Kumaslari sergilenmektedir.

MATBAH BÖLÜMÜ
Matbah müzenin güney bati kösesinde yer alir. 1584 yilinda Sultan III. Murat tarafindan yaptirilmistir. Dergâhin müzeye dönüstürüldügü 1926 yilina kadar yemek ihtiyaci burada karsilaniyordu.

Bu bölümün 1990 yilinda yapilan onarimlarindan sonra teshir tanzimi mankenler ile yeniden yapilmistir. Matbah'in asil islevi olan yemek yapmak ve somat denilen sofrada yemek yeme adabi mankenlerle anlatilmaya çalisilmistir. Matbah'in diger islevlerinden olan Nev-niyâz denilen mevlevî aday adayi "Saka Postu" üzerinde otururken, Semâ talim çivisi yaninda ise Semâ Dedesi'nin Can tabir edilen Mevlevî Dervis adayina semâ talim ettirisi anlatilmaya çalisilmistir.

* Fotograflar Turizm Bakanligi internet sitesinden alinmistir.


[eklenti yönetici tarafından silindi]
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #4 : 17 Şubat 2008, 00:19:03 »
SEMÂ GÖSTERILERI
        Ölüm gününü Hakka vuslat; "Dügün Günü" sayan büyük Mevlâna'dan sonra, oglu Sultan Veled ve yakinlari tarafindan, Mevlâna'nin fikir yapisi ve düsünceleri üzerine (Mevlevî Tarikati) kurulmus ve bu edep erkân yolunu izleyenlere (Mevlevî) denilmisti.
        Mevlevî kelimesi Mevlâna'ya nispeti ifâde etmekle beraber, Kur'an-i Kerîm'deki (Nereye dönersen Allah'in likâsini görürsün) anlaminda olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.
        Mukabele denilen Semâ gösterisi, Mevlevî Dergâhi'nda, semahânelerde  Mutlak Kemâl ve Hakka Vuslat yolunun derecelerini sembolize eder. Mukabele, en küçük teferruatina kadar tesbit edilmis usûl ve erkânla yapilir. Semahânelerde neyzen, kudümzen, âyinhan ve naat hanlar gibi musikî erkâninin bulundugu ve siralarina göre yerini aldigi mutrib'in önünde sema meydani , onun da tam karsisinda seyh postu vardir. Post'un ucundan semâhâne girisi ortasina kadar uzandigi farz edilen mevhum çizgiye (hatt-i istiva) denir. Bu, gerçege ulasan, Vahdet'e giden en kisa yoldur. Bu çizgi aslâ çignenilmez.
        Seyh ise, bütün ilâhi sifatlara mazhar olan ve postun-da Mevlâna'yi temsil eden Hak ilminin ve Hakikat-i Muhammedi'yenin mümessilidir. Post, en büyük manevi makamdir ve kirmizi renklidir.
        Mutrib erkâni, semâzen ler ve seyh efendi yerlerine oturduktan sonra, mukabelede ilkin Naathan tarafin-dan (Na'at-i Serif) okunur. Bestekâr Itri'nin besteledigi Na'at'i Mevlâna, Hazret-i Peygamber'e en içli seslenislerle bir övgü olup (Yâa Hazret-i Mevlâna, Hak dost....) diye baslar. Sonra ney taksimine geçilir, Ney, asil vatani olan kamisliga özlemini dile getirir. Ney, insan-i kâmil'in sembolüdür ve yanik, içli sesiyle Hakk'a vuslatin özlemini çeker. Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) baslar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere semâhâne ortasinda seyh, dergâh erkâni ve Semazenlerle üç devir olan bu merasim, karsilikli görüsmek, yâni bas kesmekle veya cemal cemale niyâz etmekle, mutlak varligin kemâl zuhurunu dogrulamaktadir.
        Semâ'zenlerin basindaki külâh, mezar tasina, sirtindaki hirkasi mezarina, tennûresi de kefenine isarettir. Onlar dünyadan soyunmus, gayb âleminin ask pervaneleridir. Esasen, semahânenin sagi görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen bilinmeyen mânâ âlemi... Semazenler mânâ âleminin mânâ erleridir.
        Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeye, seyh'in reh-berligi ve irsâdiyle, ebedi hayata yönelmeye isarettir. Üç devir, Tasavvufa (ilmel yâkin) yâni Hakk'i ilimle bil-meye, ikinci devir, (aynel yâkin) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkin) yâni Hakk'la bir olmaya delâlet eder.
        Seyh birinci devri tamamlarken, kidemce en geri ve en genç, nevniyaz denilen semazenle karsi karsiyadir. Birbirine bas keser ve böylece tevazuu en belig sekilde ifade ederler. Bu karsilikli görüsme aynca birbirinin gönül kiblesine secdeye varistir. Üçüncü devir sonunda, seyh postuna geçer, semazenler de yerlerini alirlar
        Devr-i Veledi'den sonra gösteri baslar. Semazenler usulünce hirkalarini çikarir yâni dünyevi gâilelerden soyunur, mezarlarindan siynlirlar. Bu sira seyh postun önüne dogru yürür, bas keser ve herkes ona uyar. Semazen basi ilerleyerek seyhin sag elini öper, seyh de onun sikkesini... Bu sema'a destur, yâni izin almaktir. Bundan sonra birer birer semazenler seyhle görüsür ve sema'a kanat açarlar. Sema ederken kol açan semazenin sag eli dua eder gibi yukariya, sol eli asagiya açiktir. Bu Hakk'tan alir, halka saçariz, hiç bir sey'i kendimize mal etmeyiz, görünüste var olan, vasitalik eden bir suretten baska bir sey degiliz.) anlamina gelmektedir. Bir baska ifadesiyle de (Göge agariz, yere yagariz, varligimiz Hakk'in rahmetinde yok olmustur) demektir. Semazenler hem kendi etrafinda döner, hem de meydani devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yildizlarin ve dünyanin, günesin câzibesiyle hem kendi etrafinda, hem de günesin etrafinda devrettikleri gibi... Sema, bütün âlemlerin günesi Tanri'nin huzurunda bir devri âlem'dir.
        Esasen sema; gerçek varliga ulastiran, insani kendin-den geçiren bir cezbe vasitasi, kendinden geçen kisinin can sarhoslugudur. Mevlânamiz'in ifadesiyle (ask'a kavusmak, bulusmak sultanligi için, perdeleri kaldirip içeriye girmek devleti için, can elbisesidir. )
        Semânin birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hakk'in büyüklügünü ve yüceligini idrâktir. Bundan sonrasi (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmdan âsiklar, süphelerden kurtulur. Tanri'nin birligine imân eder. ikinci selâm Vahdet'i Tanri birligini görüs hâline getirmedir. Üçüncüsünde âsiklar, görüslerini bilis ve olus mertebesine ulastirirlar. Bu devrede âsiklar, kendilerini, mutlak varligin kemal duraginda yitirmis, yok ol-muslardir. Son dördüncü devrede Vahdet duraginda ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.
        Semazen basi semâ'i idare eder. Semâzenler onun ayak ve bas isaretlerine göre durumlarini ayarlarlar.
        Semâ'nin üçüncü selâminda seyh de sem'â girer. Hatt-î istivâ'nin ortasinda sema eden seyh, süphesiz burada Mevlâna'yi temsil etmektedir. Seyh, semâ'dan sonra yavas yavas ilerler, posta varmasiyla semâ da sona erer.

SEMÂ

         Türk tarihinin, ananesinin, inançlarinin bir parçasi olup Hz. Mevlâna (1207-1273) ilhamiyle olusmus ve gelismistir. Kemâle dogru manevî bir yolculugu (Miraci), bir gidis-gelisi, temsil eder. Semâ 7 bulümdür. Her bölümün ayri bir manâsi vardir... Semâ'yi ilmî yönden tetkik ettigimizde, sunu görürüz: Var olmanin temel sarti dönmektir. Varliklar arasindaki müsterek benzerlik , en ufak zerreden en uzak yildizlara kadar her birinin bünye-sini teskil eden atomlarindaki elektron ve protonlarin dönmesidir. Her seyin döndügü gibi, insanoglu da bünyesini teskil eden atomlardaki mevcut dönmelerle, vücudundaki kanin dönmesiyle, topraktan gelip topraga dönmesiyle, dünya ile beraber dönmesiyle tabii ve suursuz olarak döner. Ancak insani öbür varliklardan farkli ve üstün kilan sey aklidir. Iste, dönen SEMAZEN varliklarin müsterek hareketine, semâiyla beraber akli da istirak ettinr...
         SEMÂ, kulun hakikâte yönelip, akilla - askla yücelip, nefsini terk ederek, Hakk'ta yok olusu ve olgunluga ermis, kâmil bir insan olarak tekrar kulluguna dönüsüdür. Bütün varliga, bütün yaratilanlara yeni bir ruhla, sevgi için, hizmet için dönüsüdür... Semâzen hirkasini çikarmakla, manen, ebedî âleme, hakîkate dogar, orada yol alir.. Basindaki sikkesi (nefsinin mezar tasi), üstündeki tennuresi (nefsinin kefenidir). Kollarini çapraz bagliyarak, görünüste BIR rakamini temsil eden, böylece Allah'in birligini tasdik eden Semâzen, Semâ ederken, kollan açik, sag eli dua edercesine göklere, Hak gözüyle baktigi sol eli yere dönüktür. Hakk'tan aldigi ihsani, halka saçmasidir.
        Sagdan sola kalbin etrafinda dönerek, bütün insanlari, bütün yaratilmislari, bütün kalbiyle sevgi ve askla kucaklayisidir. Sema töreni 7 bölümdür. Her bölümün ayri bir manasi vardir.

 A) Birinci bölüm :  Ilahi aski temsil eden Peygamber efendimizi metheden bir "na't" ile baslar. Buna "Na't-i Serif" denilir. Peygamberimizi methetmek, ondan evvelki bütün peygamberleri ve hepsini yaratan Allah'i methetmek demektir. 

 
 

B) Bu methiyeden sonra bir kudüm darbesi duyulur. Bu vurus Allah'in (C.C.) kainati yaratisindaki "kün=ol" emrini temsil eder. 
 C) 3 ncü bölümde ise her seye can veren "Nefesi" nefhayi Ilahiyyeyi temsil eden bir ney taksimi duyulur. 
D) 4 ncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu Semazenlerin  bir birine  üç kere selam vererek, bir pesrevle dairevi yürüyüsüdür. Sekilde gizli ruhun ruha selamidir.
 

 
 

  E) Sema töreni 4 selamdir. Semazen üstündeki siyah hirkayi çikararak, sembolik olarak, hakikate dogar, kollarini bagliyarak bir rakamini temsil eder böylece Allah'in birligine sahadet eder. Seyh Efendi elini öperek sema'ya girme izni alir, 

 
 

 Sema'ya baslar

    1 nci Selâm, insanin, bilgiyle hakikâte dogarak, Yüce Yaradan'ini ve kendi kullugunu idrâkidir...
    2 nci Selâm, insanin yaratilistaki nizami, azameti müsahede ederek, Allâh'in kudreti karsisinda hayranlik duymasidir...
    3 ncü Selâm, insanin hayranlik ve minnet duygusunun ask'a dönüsmesiyle, aklin "ask"a kurban olusudur. Bu tam teslimiyettir, Allah'a vuslattir, Sevgilide yok olustur! Bu dizim'de en yüksek mertebe olan "Nirvana"dir,   Islâmiyetteki "Fenâfillah"tir. Ancak Islâmiyette en yüksek mertebe kulluk mertebesidir.
    4 ncü Selâm ise, insanin manevî yolculugunu tamam-layip, kaderine razi olarak, yaratilistaki vazifesine, kulluguna dönüsüdür. Bu Selâma Seyh Efendi ve Semâzen basi da istirak ederler. Bu noktada Semâzen,  Amene'r Resûlü'deki (K.Ker. Bakara 2. âyet 285.) Allah'a, Meleklerine, Kitaplarina, Peygamberlerine... imân etmis olmanin nes'esi içindedir. Ilâhî emirlerin ve yaratilis sebeplerinin zevki ve idraki içindedir... Benligini, egosunu maglup etmis Peygamber Efendimizin, "ölmeden önce Ölünüz" ve Kur. Kerim Fecr s/27, son âyetlerindeki, "Ey emin ve mutmain olan nefis, sen O'ndan hosnut, 0 da senden hosnut olarak, Rabbine dön! Has kullarim zümresine gir! Onlarla beraber cennetime gir!" emirlerine uymus ve nes'esine gark olmustur...
    F - Semâ töreninin 6 nci bölümünde bilhassa "Mesrik de Allâh'indir, magrib de. Hangi tarafa dönerseniz, Allah'in yüzü oradadir. Çünkü Allâh Vasi'dir, Alîm'dir" (Bakara s.2 115 nci) âyet'inin okundugu Kur. Kerîm tilâvetiyle devam eder.
G - 7 nci bölümde Semâ töreni, bütün peygamberlerin, sehitlerimizin ve bütün inananlarin ruhlari için okunan bir fâtiha ve devletimizin selâmeti için bir dua ile son bulur...



    Dede'ler ve Dervis''ler, Semâ Mukabelesinden sonra, kimseyle konusmadan, tefekkür (meditasyon) için, sessizce hücrelerine çekilirler...

 


[eklenti yönetici tarafından silindi]

[eklenti yönetici tarafından silindi]
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #5 : 17 Şubat 2008, 00:20:13 »
Mesnevî'den

(Birinci cilt ilk 10 beyit)

Duy, sikâyet etmede her an bu ney, Anlatir hep ayriliklardan bu ney,
Der ki feryâdim kamisliktan gelir, Kim isitse gözlerinden kan gelir.
Ayriliktan parçalanmis bir yürek, Isterim ben., derdimi dökmem gerek...
Kim uzak tuttuysa yârdan canini, Öyle bekler, öyle vuslât anini.
Her mekânda agladim, âh eyledim, Kim ki gördüm, cümleyi dost belledim.
Herkesin zanninda dost oldum ama, Kimse talip olmadi esrarima.
Hiçdegil, feryadima sirrim, uzak, Asina ol nura, nerde göz kulak?..
Ten canin aynasidir, hem can tenin, Lâkin olmaz can gözü her kimsenin...
Ask ates olmus dökülmüstür ney'e, Cezbesi aska karismistir mey'e.
Yârdan ayri dostu ney dost kildi hem, Perdesinden perdemiz yirtildi hem...

Beni kamisliktan kestiklerinden beri feryadimdan erkek,kadin... herkes aglayip inledi.
         Ayriliktan parça parça olmus,kalb isterim ki,istiyak derdini açayim.
Aslindan uzak düsen kisi,yine vuslat zamanini arar.
         Ben her cemiyette agladim,inledim.Fena hallilerle de es oldum,iyi hallilerle de.
Herkes kendi zanninca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sirlari arastirmadi.
         Benim esrarim feryadimdan uzak degildir,ancak (her) gözde,kulakta o nur yok.
Ten candan,can da tenden gizli kapakli degildir,lakin cani görmek için kimseye izin yok.
         Bu neyin sesi atestir,hava degil;kimde bu ates yoksa yok olsun!
Ask atesidir ki neyin içine düsmüstür,ask coskunlugudur ki sarabin içine düsmüstür.
         Ney,dosttan ayrilan kisinin arkadasi,haldasidir.Onun perdeleri, perdelerimizi yirtti.
Ney gibi hem bir zehir,hem bir tiryak,ney gibi hem bir hemdem, hem bir müstak kim gördü?
         Ney,kanla dolu olan yoldan bahsetmekte,Mecnun askinin kissalarini söylemektedir.
Bu aklin mahremi akilsizliktan baskasi degildir,dile de kulaktan baska müsteri yoktur.
         Bizim gamimizdan günler,vakitsiz bir hale geldi;günler yanislarla yoldas oldu.
Günler geçtiyse,geçip gitsin;korkumuz yok.Ey temizlikte naziri olmiyan,hemen sen kal!
         Baliktan baska hersey suya kandi,rizki olmiyana da günler uzadi.
Ham,piskinin halinden anlamaz,öyle ise söz kisa kesilmelidir vesselam.

 

çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #6 : 17 Şubat 2008, 00:20:38 »
"Ya oldugun gibi görün
Ya göründügün gibi ol"
Hz. Mevlana
 
"Biz güzeliz sende güzelles, bizim huyumuzla
huylan, baskalarinin huyunu birak.
Cevher madeni olmak istiyorsan, gönlünü aç,
gögsünü deniz haline getir."
Hz. Mevlana
 
"Gene gel! gene gel! her ne isen gene gel!
Kafirsen, atese tapiyorsan, puta tapiyorsan da, gene gel,
Bu bizim dergahimiz umutsuzluk dergahi degil,
Yüz kere tövbeni bozmussan da gene gel!"
Hz. Mevlana
 
"Cömertlik ve yardim etmede akarsu gibi ol,
Sefkat ve merhamette günes gibi ol,
Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Hosgörülükte deniz gibi ol,
Ya oldugun gibi görün, ya  göründügün gibi ol."
Hz. Mevlana
 
"Gönül güzelligi geçmez güzelliktir.
O güzelligin devleti Ab-i Hayatin sakisidir."
Hz. Mevlana
 
Come, come whatever you are, it doesn't matter
Whether you are an infidel, an idolater or a fire-worshiper,
Come, our convent is not a place of despair.
Come, even if you violated your swear
A hundred times, come again."
Hz. Mevlana
 
çok çalışmak zamanı

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
HZ. MEVLANA'NIN HAYATI
« Yanıtla #7 : 17 Şubat 2008, 00:26:25 »
fotoğraflar

[eklenti yönetici tarafından silindi]
çok çalışmak zamanı