Gönderen Konu: Su ve Yaşam  (Okunma sayısı 1130 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Oº°melocum°ºO

  • Uzman
  • *****
  • İleti: 1.098
  • Karizma Puanı: 449
  • e-fenciiii
Su ve Yaşam
« : 02 Eylül 2007, 20:00:42 »

Hücreler, önceden var olan bir plânı izleyerek düzen kurarlar. Düzen kurmaya başlamadan önce, nasıl bir düzenin kurulucağına ilişkin bilginin olması gerekir. Düzen sürekli olacaksa, bu bilginin gelecek nesillere hatasız olarak aktarılması da gerekir. Bir hücreye, eksiksiz bir canlı hücre olması için; atomlarını, moleküllerini, zincirlerini, yapılarını hatasız olarak düzenlemesini öğreten ve bu sürecin devamlılığını sağlamak için gelecek kuşaklara aktarılan bilgi nasıl birşeydir?

Benim adım Peter Ferreira ve biyofizikçi olarak “Institute of Biophysical Research” (Biyofiziksel Araştırmalar Enstitüsü) adlı bir Amerikan Araştırma Enstitüsünün yöneticisiyim. Almanya’daki temsilcisiyim. Ve bir araştırma çerçevesinde kendimizi biyofiziksel bakış açısından “Su ve Tuz” konusuna adadık. Biyofizikçi olarak bitkiler, hayvanlar veya insanlardaki canlılığı ve bunun su ile ilişkisini araştırıyoruz.

İlk etapta bizi ilgilendiren şey madde değil, saf enerjidir. Su ve tuzu seçmemizin nedeni bedenimizin önemli oranda su ve tuzdan oluşmasıdır. Öncelikle biyofiziğe kısa bir giriş yapmak istiyorum. Konunun sadece su ve tuz olmadığını bilgi (enformasyon) ve bilinçlilik olduğunu çok hızlı bir şekilde anlayacaksınız. Tüm düşünceleriniz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlıdır. Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha bilinçli olmak için belirli bir suyu içmeniz veya tuzu yemeniz söz konusudur, çünkü bilinçli olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

Biyofizik, fiziğin bölümlerindendir. Fiziğe tam olarak baktığımızda, fiziğin doğa bilimi olmadığını görürüz, çünkü fizik ilk etapta mekanikle ilgilidir, tekerleğin mekaniği, daire üzerindeki tekerlek, ve daireye aynı sonuca ulaşmak için sonsuz tekrarlanabilirlik için gereksinim duyarız. Eğer tek ve aynı deneyi 100 defa yaparsak ve aynı sonuca ulaşırsak, o zaman bilimsel olarak “Bu objektiftir, bu bilimsel olarak ispatlanabilir” deriz. Bu ölü şeylerde çok iyi fonksiyon görmektedir, peki ya canlılarda?

Doğada daire olan hiçbir şey tanımıyoruz, her şey spiraldir, yani aynı noktaya tekrar geri geliriz, fakat yine de bambaşka bir düzlemde. Ortalama olarak 40.000 farklı hastalık tanıyoruz, bunlar için 58.000 farklı alopatik ilacımız var ve tüm bu 40.000 farklı hastalıkla uğraşan yaklaşık 1.200 farklı tıp alanı var.

Biyofizikte “Hastalık” sözcüğünü biz enerjideki bir açıklık, eksiklik olarak tanımlıyoruz. Burada eksik bir şeyler vardır ve eğer bunun nedenlerine inersek, o zaman belirtiler kendiliklerinden ortadan kalkacaklardır. Çünkü eğer sadece belirtileri tedavi edersek, büyük olasılıkla alopatik ilaçlarla, o zaman belirtiyi bastırmış ve sonuç olarak bir şeyleri bloke etmiş oluruz. Hastalıklarla mücadele etmek yerine, onları tanımalıyız, çünkü hastalık çok iyi bir arkadaş olabilir, çünkü hastalık bize bir şeyler söylemeye çalışır, bizi farklı bir yöne sevk etmek için bizi değiştirir.

Eğer bunu sadece bloke eder ve bastırırsak, çünkü bu daha rahat bir yoldur, o zaman bu aynen arabanızla tatile gidersiniz ve bir süre sonra kırmızı uyarı lambanız yanar, çünkü motorda yağ kalmamıştır, bu sizi rahatsız ettiği için de lambanızın üzerine sakız yapıştırıp kapatmanıza benzer ve en geç birkaç kilometre sonra motoru sarsarsınız ve tüm arabayı bozarsınız. Bedenimizi de bu şekilde görmeliyiz.

Son yıllarda kimyasal olarak çok fazla yönlendirildik. Endüstrileştik ve kimyasallaştık. Yemek yerken neye dikkat ediyorsunuz? Vitaminlere, minerallere, öbür elementlere, içinde ne kadar enzim olduğuna, hangi albümin yapılarının ve benzerlerinin olduğuna ve sonuçta bunlar sadece kimyanın konusudur.

“Yaşamsal gıda” sözcükleriyle başlayalım. “Yaşamsal gıda” demek, yaşam aracı demektir, yaşamın kendisini ortaya koymaz, onun saklayıcısıdır. Fakat eğer biz aracı olunacak bir şey kalmayacak şekilde işlemlerle bütünlüğünü bozarsak, o zaman yaşamsal gıdadan da söz edemeyiz, o zaman buna “ölümcül gıda” demeliyiz. Bu bizim maddeci düşüncemizden dolayıdır, çünkü her şeyi maddeyle ilişkilendiririz, yani kimya ile. Kimyanın maddeyi saptamasına, fiziğin ise, değiştirmesine rağmen. Burada söz konusu olan enerjidir ve enerji, bilgiden(enformasyon) başka bir şey değildir ve biz fiziksel açıdan biliyoruz ki, enerji asla yok edilemez. Eğer enerji, yaşamla özdeşleştirilirse, o zaman bu yaşamın yok edilemeyeceği anlamına gelmektedir.

Burada yaşamın amacını da düşünmeye başlamak zorundayız. Prensipte hepimiz kendimizi gerçekleştirmek, bilincimizi genişletmek için buradayız. Burada gerçek doğa bilimine, yani matematiğe geliyoruz. Bunun adı neden “Matematik”tir. “Ma” madde, “te” tanrısal, “mati” ruhsallık. Bu mükemmel bir üçgen ortaya koymaktadır. Bu matematik, henüz bilim tanrısal öğretiden ayrılmadığı zaman ortaya çıkmıştır oluşmuştur. Eğer enerjiyi hayat ile özdeşleştirirsek, ki öyledir; o zaman bu, hayatı da yok edemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu üçlü birlik, oluşuma kadar geri gitmektedir ve matematiğin bu üçlü birliği polarize olmak, maddeleşmek için yakaladığı yer, hepimizin bildiği gibi her şeyin başlangıcı olduğu yerdir. Ve yaşamın amacı, bu birliğe geri dönmektir.

Bu yol için enerjiye gereksinimimiz vardır. Herkesin bedeninde 100 Watt’lık bir lambayı yakacak kadar çok akım, elektrik vardır. Biz bu elektrikle ilgilenmekteyiz. 1984 yılında İsviçreli Atom Fizikçisi Dr. Carlos Rieball, matematiksel olarak hesaplanabilen Naturhoustaute’yi(doğal sabite oranını) keşfederek Nobel Ödülü almıştır ki, biz bununla enerji ve madde arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak hesaplayabilmekteyiz. Yani herhangi bir şeyin maddeleşebilmesi için ne kadar enerjiye gereksinimi vardır? Madde titreşen enerjiden başka bir şey değildir. Bu enerji kendisini o kadar çok yavaşlatmıştır ki, maddeleşmiştir. Ancak eğer en derindeki çekirdeğe atoma ulaşabilseydik, o zaman dokunulacak hiçbir şeyin olmadığını her bir hareketin var olduğunu saptardık.

Her şey her an hareket halindedir, bu mantıkla enerji kendini hareket ettirmektedir ve maddeleşmesini sağlamaktadır. Bunun için doğal bir oran vardır, bu yaklaşık olarak 1:1 Milyardır. Buradaki 1 Milyar ölçülebilir enerjinin sadece tek bir birimi, maddeyi maddeleştirebilmek için bulunur. Şimdi bu ne demektir? Bu insanların aslında sadece gerçeğin bir milyarda biri ile uğraştığı anlamına gelmektedir, yani sadece dokunabildiğimizle. Bizler kalite yerine sadece miktarla uğraşıyoruz. Bu şekilde her şeyde canlılığa dikkat etmeyi unutuyoruz. Örneğin henüz yeni bir yavru dünyaya getirmiş ineğin sütünü ele alalım. Sütü alalım ve pastorize edelim ki dayanıklı olsun ve 2 saat sonra bu pastorize edilmiş sütü yavru ineğe içirelim. Bunu yapmadan önce tabii ki sütü biyokimyagerlere inceletelim. Bu pastorize işlemi ile hiçbir şey kaybetmediğimizi saptarız, aynı miktarda kalsiyum ve aynı miktarda albümin vardır içinde ve bu nedenle de ambalaj üzerine her zaman bu yazılır. Şimdi eğer bu inek yavrusu bundan içerse, o zaman bu yavru ilginç bir şekilde 21 gün içinde ölmüş olacaktır. Bu nasıl olur? Her şey içinde, kimyasal-analitik olarak hiçbir şey değişmedi. Peki değişen ne? Sütü pastorize ederek, canlılığını aldık, sütteki molekül yapısını bozduk, sütün geometrisini bozduk. Maddesel olarak baktığımızda sütte her ne kadar hiçbir şey eksik olmasa da, bizim “yaşamsal gıda” dediğimiz ayırıcı özellik eksiktir, artık o “yaşamsal gıda” değildir. Kendimize ne kadar yaşamsal gıda aldığımızı sormamız gerekir ve eğer miktara dikkat etmektense kaliteye dikkat ederseniz, organizmanın ne kadar az gıdaya gereksinimi olduğunu saptarsınız Amerika’da “junk-food sendromu” vardır, burada insanlar bir masaya oturmak için bile kendilerine zaman ayırmazlar, ya arabada oturarak ya da bir Mc Donalds’dan öbürüne giderek yemek yerler ve bu şekilde günden güne şişmanladıkça şişmanlarlar. Her iki saatte bir aynı açlık duygusu oluşur, çünkü beden alması gerekeni almamıştır.

Eğer biz canlılık almazsak, evrim almazsak, o zaman beynimiz haberci maddeler salgılar. Bu haberci maddeler, bizim gıda almamız gerektiğini bize hatırlatırlar. Aldığımız gıdada canlılık eksikse, o zaman en geç besin değişiminden sonra yine acıkırsınız. Şimdi enerji bile almadınız, tam tersine enerji çaldınız. Çünkü ölü gıdayı hazmetmeniz için ölçülebilir enerjiye gereksiniminiz vardır. Bir de bunları hazmetmeniz için şöyle bir uzanmalısınız, aynı aslanlar gibi, çünkü ayağa kalkmak için artık enerjiniz kalmamıştır. Sadece bir elma yeseydiniz, o zaman ayık olurdunuz, canlı olurdunuz. Beden neye gereksinimi varsa, onu öz olarak ortaya çıkarıp alır. Elmayı sadece canlılığa ulaşmak için kullanır. Eğer içinde canlılık yoksa, o zaman elmaya gereksinimimiz yoktur.

70''li yılların sonunda İngiltere’de mikrodalga ile ilgili olarak ev kedilerinde tanınmış Oxford incelemesi yapılmıştır. Lütfen evinizde bunu kendi kedinize yapmayınız. Burada mikrodalganın besinlere etkisi test edilmiştir. Gıdalar mikrodalgalarla kimyasal-analitik olarak ne derecede değişmekteydiler. Kimyasal-analitik olarak hiçbir şeyin değişmediği saptandı ve bu daha sonraları mikrodalganın güçlü bir şekilde propagandasına yol açtı. Hatta mikrodalga işleminden sonra vitamin içeriği, yemeğinizi pişirdiğinizdekinden daha çoktur. Fakat vitamindeki enformasyon içeriği hâlâ korunuyor mu, bunun içinde hâlâ canlılık var mı? Bunu kritik olarak bir defa incelemeliyiz. Burada kediler haftalarca sadece mikrodalgadan geçmiş gıdalarla beslendiler, bu deneme kapalı ortamlarda yapıldı. Çünkü; yanlış değerlendirmemeliyiz ki, biz önemli ölçüde gıdayı solar frekanslarından alırız, yani güneşten her gün dalga boylarıyla enerji, evet canlılık alırız. Katı besinler bu gıda zincirinin en sonunda bulunurlar. Bizler her zaman yemek yemenin en önemli şey olduğunu düşünürüz, oysa en önemsizidir. Bu deneyde hayvanların güneşten gıda almalarına izin verilmedi ve normal katı gıdalarını yemeden kısa süre önce bunlar olağan mikrodalgadan geçiriliyordu, aynı şekilde hayvanların içtikleri su da mikrodalgadan geçiriliyordu. Kediler istedikleri yemeği yiyebiliyordu, her şey serbestti. 2-3 hafta sonra bile kedilerin doğallıklarını kaybettikleri saptandı. İlk etapta homoseksüel davranışlar ortaya koydular ve 4-5 hafta sonra da öldüler. 8000 kedi, kimyasal-analitik olarak gıdalarda her şey var olmasına rağmen öldü, hem de sürekli olarak yemelerine rağmen açlıktan öldüler.

Şimdi Kızılderilileri bir hatırlayalım; onlar bize 350 yıl öncesinin bir atasözünde, dolu tabaklarımız olacağını, ama yine de yiyecek bir şeyimizin olmayacağı günleri yaşayacağımızı söylemişlerdi. Onların beyaz adamla savaşmasına gerek yoktu. Onlar zaten kendi kendilerini yok edeceklerdi. Şimdi herkes kendi kendine sormalıdır, ne kadar gıda alıyorum? Bir gıdanın kalitesi nerede sağlanmıştır?

Burada çok önemli bir gıdadan bahsedeceğiz. Su’dan. Su kimyacıların severek tanımladıkları gibi sadece H2O değildir. Bunun ispatı için matematiğin bir kolu olan geometriye gereksinimimiz vardır. Adı, Geo:Dünya, Metri:Ölçü, Dünya ölçüsünden geliyor. Bunun arkasında tanrısal bir dünya ölçüsü vardır. Biz bunlara, kendilerini her zaman tekrar aynı mükemmel geometri ile yapılandıran, platonik yapılar diyoruz. İkisi de aynı olan hiçbir dağ kristalinin var olmadığını biliyoruz, fakat hepsi tamamen aynı yapıya, yani aynı altı köşeli geometriye sahiptir. Eğer böyle bir kristali fiziksel olarak incelersek, o zaman içlerinde elektrik olduğunu, yani gerçekten ölçülebilen elektrik olduğunu saptarız, biz bunu Pizoelektrik olarak tanımlıyoruz. Elektrik, enerjidir. şimdi enerjiyi bir tarafta enformasyon (bilgi), öteki tarafta canlılık olarak tanıdık. “Enformasyon” sözcüğünü bir düşünün: bir şeyi tekrar kendi asli formuna döndürmek/getirmek, bir geometriyi tekrar yapılandırmak. Hiç bilgisayarınızın ana parçasının ne olduğunu düşündünüz mü? Bilgisayarınızdaki bu çok küçük mikro chipi ? Bir kuvars kristali. Bu kristalin geometrisi, enformasyonlarınızın orada hafızalandırılmasını sağlar. Bu kristaller sadece silikon üzerine basınç ile üretilir, bunlar doğal dağ kristalleri değildir. Ancak sonuçta burada söz konusu olan sadece geometridir, buradaki durumda kuvarstaki altı köşeli yapı ve sudaki davranışı da hiç farklı değildir. Mısırlıların piramitlerde sadece geometrik yapı ile inisiyasyon amacı için kendini kullandıran enerji alanları kurduklarını biliyoruz.

Şimdi küçük bir deney yapalım: Burada küçük bir bakır piramit bulunuyor, aslında bunu doğru yönlere, yani kuzey ve güneye yöneltmeliydik, ancak açı derecesini Keops piramidine uygun yaptık, geometrik açıdan Keops piramidi ile aynı. Şimdi bir parça et alalım ve bunu ortadan ikiye ayıralım. Bir yarısını piramidin altına koyalım, öbür yarısını da sadece yaklaşık 20 cm yanına koyalım. Birkaç gün sonra piramidin yanındaki etin çürüdüğünü, piramidin altındaki etin ise sadece kuruduğunu saptarsınız. Bu nasıl olanaklı olabilir? Burada sadece 8 bakır çubuk olmasına rağmen, nasıl oluyor da başka enerji yasaları geçerli olabiliyor. Bu “Geometri” dir.

Kör bir traş bıçağını piramidin altına koysak ve yaklaşık 60 saat bekletsek tekrar keskinleşir. Bu, büyü değildir, bu elektromanyetik alanların yönlendirilmesidir. Bunlar geometri ile oluşur ve bu şekilde dünyadaki her şey ot sapına kadar geometriye göre kurulmuştur, yani platonik yapılardan ve platonik yapıların kendilerini sınıflandırmalarına göre hiçlikten enerji alanları kendilerini yapılandırırlar.

“Christos” sözcüğünü biliyorsunuz, “bilinç” demektir ve kristalde bu da vardır. Christ/Krist: bilinç, all: All (her şey), Allbewußtsein (Tam bilinçlilik). Bu insanlarda da böyledir, sağlıklı ve güzel oldukları sürece neden böyle göründükleri, nasıl göründükleri gibi hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar, ancak daha burunları akmaya başladığında hemen kendileri ile ilgili bilgi almaya başlarlar, başkalarıyla konuşurlar, sebebini öğrenmeye çalışırlar, vs. Bunu neden yapıyorlar? Çünkü bu bir basınç yapmıştır. Peki kristaller nasıl büyürler? Basınç geometrinin oluşmasını sağlar. Sıradan bir karbon alın ve yeteri kadar basınç uygulayın, o zaman mükemmel bir geometrisi olan mükemmel bir elmasa sahip olursunuz. İnsanlarda da aynı şekildedir, çünkü eğer gönüllü olarak yoldan gidilmezse, acı formunda bir basınç, hastalık formunda bir basınç alırlar, ki bu daha sonra sizin sonunda bilincinizi genişletmeye başlamanızı sağlar. Bunun için yaşamsal gıdaya gereksiniminiz vardır. Sadece tabaktaki veya camdaki gıdaya değil, burada daha fazlası var, çünkü her konuşulan sözcük süptil(latif) maddesel düzlemde bir gıdadır. Konuştuğunuz her sözcüğü önceden düşünmüş olmalısınız. Bu düşünceniz bir dalga boyu üretir. Her şey her zaman sadece bu dalga boylarıdır. Fizikte ve aynı zamanda biyofiziksel mantıkta, eğer farklı kaynaktan iki aynı dalga boyu girişim yaparsa, birdenbire yeni enerji alanları oluştuğunu biliyoruz. Biz bu şekilde sadece yaşam (enerji) elde etmez, aynı zamanda yeni enerji formları da inşa ederiz. Kimyada biz bunu molekül evliliği olarak tanımlarız. Ve biz insanlarda da bu evliliktir (düğündür). İnsanların düğününde ne oluyor, aşık olduğunuz zamanı bir düşünün. Birdenbire o insanı, çok kısa bir süre önce tanımanıza rağmen, tanıdığınızı düşünürsünüz. Bunu yalnızca bir duygu nedeniyle yaparsınız ve bu duygu sevgidir ve sevgi enerjidir, bu aynı elektromanyetik bir içtepidir, bu sizi mıknatıs gibi çeker. Gençler bunu birbirlerinin gözlerine derin derin baktıklarında, bir güven hissettiklerinde yapıyorlar. Sonra ne oluyor? Karıncalanmalar başlıyor, bedeninizdeki elektrik aktifleşiyor. Bunu kendinize açıklayamazsınız ve karıncalanmaları olan insanlara ne söylersiniz? Kimyaları uyuyor, o benimle aynı dalga boyunda. O gerçekten de sizinle aynı dalga boyundadır. Ve eğer o sizinle aynı dalga boyundaysa, eğer bu karşılanırsa, o zaman canlılık içeren ve yeni canlar inşa eden en önemli şey ortaya çıkar: Rezonans! Rezonans etkiyle tekrar düzen durumları sağlayabiliriz, orada geometri oluşur, orada enformasyon oluşur. Nerede bu sevgi sağlanamazsa, orada dizonans oluşur ve dizonans oluşan bu kişiler kendi içlerinde mahvolurlar. Bu kişiler kendilerini iyi besleyebilirler, ama buna rağmen güçleri ve enerjileri yoktur ve muhtemelen bu kişiler o anda artık yaşamın mantığını da görmezler. Bu elektriğe, bu akıma dikkat edin!

Her su molekülünün, her H2O molekülünün birbirinden farklı olması ve her zaman tekrar aynı tam mükemmel geometriyi ortaya koymaları ilginç değil mi? Çünkü bir su molekülü 104,7 derecelik bir açıyla mükemmel bir Tetraeder’den (dört kenarlı) başka bir şey değildir. Eğer bu şekildeki 4 Tetraeder’i birleştirirsek, o zaman bir piramit elde ederiz. Mısırlıların muhtemelen bunu piramitleri inşa ederken düşünmüş olabilecekleri ve tam da 4 su Tetraederinin bir piramidi temsil etmesi ve bugüne kadar ki tüm matematiksel, fiziksel, astronomik ve astrolojik bilgilerimizi bu geometrik yapılardan yaratmamız ilginç değil mi? Tüm bunlar orada derin bir sır olarak durmaktadır. Şimdi bizim zamanımızda tekrar bütünsel düşünce ile bu eski bilgiye ulaşıldı, bu yeni bir bilgi değildir. Eğer bilincimizi tekrar genişletirsek, o zaman biz bu bağlantıları tekrar anlayacağız, yani bu yaşamsal gıdayı, yaşamı oluşturmayı. Bu nedenle bu kadar çok kimyasal düşünmemeliyiz.

Mesela elinize bir kitap versem, örneğin Almanya Tarihi hakkında ve bu kitabı okuldaki bilim adamlarına incelemeleri için versek, ne de olsa madde çok önemli! Sonuçlardan ne elde ederdik? Bir süre sonra bu kitabın en derin kimyasal analizini bilirdik, DIN normunu bilirdik, ağırlığını bilirdik, tutkal hakkındaki her şeyi bilirdik, bu tutkalın oluştuğu kimyasal bağlantıları bilirdik, baskısını, bunun kimyasallarını, hatta araştırmacı bir biyolog belki de bu kağıtların hangi ağaçtan geldiğini bile ortaya çıkarabilirdi; ancak bir şeyi bilemezdiniz: Almanya’nın Tarihi hakkında hiçbir şey bilmezdiniz, oysa bu kitabı alma nedeniniz buydu. Eğer içinde hiçbir şey yoksa, maddenin değeri ne kadardır ? Hepinizin bir televizyonu var, neden televizyon seyrediyorsunuz? Tabii ki bunu enformasyon içerdiğinden yapıyorsunuz. Eğitim nedenlerinden olsun, eğlence nedenlerinden olsun, bilgilenmek istiyorsunuz, tek neden bilgiye dayanmaktadır. Bilginin her formu bilincinizin genişlemesine neden olur. Şimdi bu dolabınızın üzerinde duran kutuya, televizyona mı bağlıdır, yoksa bu televizyondan yayılan dalga boylarına mı ? Çünkü eğer ben çatınıza tırmansam ve anteninizi sadece 2 cm oynatsam, ekranınız karıncalanır ve bu kutu değersiz olur. Burada söz konusu olan gerçekten de uzaydan uydular vasıtasıyla atmosfere ve oradan oturma odanıza giren bu dalga boylarıdır. Bunlar bir cihazla izleyebileceğiniz şekilde değiştirilirler. Bu nedenle hiçbir zaman vasıta olan aracıyı değil, bilakis buna bağlı olan saf enerjiyi, dalga boyunu, bu elektriksel frekans örneğini düşünün. Eğer bunlar yoksa, o zaman madde size yardım edemez. Bunlar sadece taşıyıcı malzemelerdir, bilgi taşıyıcıları. Bu şekilde yaşamsal gıda da sadece bilgi taşıyıcıdır.

Buna benzer başka bir basit örnek daha verebiliriz: Bir fobiniz olduğunu düşünün. Akşamları sokağa çıkamayacak kadar karanlıktan korkuyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Kendinize bir psikolog buluyorsunuz ve eğer terapiye başlarsanız, o size daha önce sahip olmadığınız bilgiler veriyor, bilincinizi genişletiyor. Hatta büyük bir olasılıkla sizi çocukluğunuza geri götürüyor ve daha önce bilmediklerinizi bilmenizi sağlıyor. Bağlantıların bilinçli olarak bilincinize yukarı gelmesine izin verdiğinizde, artık fobiniz kalmıyor. Ve şimdi psikoloğunuzun ölümcül bir kazaya kurban gittiğini ve sizin aslında bir sonraki hasta olduğunuzu düşünün. Ve şimdi bilim adamlarının ölen psikoloğu evinizin içine taşıdıklarını düşünün, çünkü eksik bir tarafı yok, tüm kemikleri orada ve öteki her şeyi. Tabii ki siz onun ölü olduğunu söyleyeceksiniz, ama bilim adamları da size ölü ya da diri, ne fark eder, biz size bilimsel olarak onun aynı kemiklere, aynı organlara sahip olduğunu kanıtlayabiliriz, derler. O zaman kendinize onun size nasıl yardım edebileceğini sorarsınız. Bir psikoloğa mı gereksiniminiz vardı, yoksa psikoloğun bilgisine mi? Çünkü artık ölü olduğundan bilgiye ulaşamıyorsunuz. Bunun aynısı gıda maddelerimiz için de geçerlidir. Çünkü sizin gereksiniminiz olan aslında bilgidir, bilgiyi taşıyan değil. Tam tersine şimdi psikolog size yük olmaya başlar, çünkü şimdi kokmaya ve çürümeye başlamıştır ve siz kendinizi ondan kurtarmak istersiniz ve bu ölü psikoloğun bağırsaklarınızda bulunan ölü gıda olduğunu düşünün. Eğer siz canlı gıda yerine ölü gıdayı kendinize alırsanız, size yük olmaya başlar, kendi kendinizden enerji çalarsınız.

Örneğin bir elmayı ele aldığınızda da bunu görüyoruz; elmayı önce kimyasal analitik ve biyolojik inceleyelim, o zaman bunun doğal bir yapısı olduğunu görürüz, şimdi de sadece 15 saniye mikrodalgaya sokalım, incelediğgimizde tüm vitamin ve öbür minerallerin henüz var olduğunu görürüz, fakat şimdi anorganik karakter ortaya koyar. Daha önce elmada bulunanlar nötr iken, şimdi asit oluşturucudurlar, sadece 15 saniye bir elmayı 180 derece ters yüz etmeye yetmiştir ve biyofiziksel açıdan frekans örnekleri artık yoktur. Daha önce elmayı elma yapan, elektromanyetik içtepi, canlılık artık elmada yoktur. Ve şimdi suya geliyoruz, çünkü her molekül bir Tetraeder’dir. Bu geometridir ve geometri molekülde var olduğundan, suyun çok belirli frekans örneği vardır. Bir su molekülü çift kutupludur, aynı gezegenimiz Dünyanın Kuzey ve Güney kutbu gibi. Bu şekilde her bir su molekülünün de bir elektromanyetik kuşakla çevrelenmiş bir eksi ve bir artı kutbu vardır. Gezegenimiz Dünyada, su gezegeninde yaklaşık %70 su vardır ve ilginçtir ki yetişkin bir bedende de %70 su vardır. Her bir hücrede de %70 su bulunması ilginç değil midir? Astronotların uzaydan çektikleri Dünya fotoğraflarının mikroskopla çekilen hücre fotoğraflarıyla benzer olması da ilginç değil midir? Makro kozmosda mikro kozmos.

http://micro.magnet.fsu.edu/primer/java/s cienceopticsu/powersof10/index.html

Su iki kutuplu olduğundan belirli yerçekimi ve kaldırma kuvvetlerine tabidir. Suda gravitasyon, yerçekimi gücü vardır. Bunu çok kolay benimseyebilirsiniz, su yukarıdan aşağıya doğru akar. Çok az kişi suyun kimyasal materyal olarak yukarıdan aşağıya akarken, tekrar aşağıdan yukarıya aktığını ve hatta saf ışık enerjisi olarak aktığını bilir. Eğer biz böyle bir suyu laboratuvar şartları altında incelersek, o zaman daha 18 molekül ve öteki 15 iyon bağlantısını saptarız. 33 farklı bağlantı yapılanması, sadece saf H2O olmasına rağmen. Bunun dışında bir milyar biyofotondan fazlası. Biyofotonlar nedir? Işık kuantları, saf ışık enerjisi. Bunu artık bugün dijital teknikte biyofoton emisyon ölçümleriyle ispatlayabiliyoruz. Prof. Popp(Pope)’un getirdiği ispat şöyledir, maddenin tüm formları donmuş ışık veya yavaşlamış enerjiden başka bir şey değildir. Sadece maddeden daha çok, enerji formları üzerinde düşünmeliyiz. Sonuç olarak maddeyi enerji oluşturur, tersi değil. Şayet maddenin herhangi bir formu kendini değiştirirse, (örn. bir organ, o zaman aslında organı düşünmemelisiniz, tersine aslında organınız kendini değiştirmeden önce) önce kendisini değiştirmek zorunda olan enerjiyi düşünmelisiniz. Bu şekilde çaresi olmayan hiçbir hastalık yoktur. Doktor, okul bilgileriyle ve tecrübeleriyle daha fazla yardım edecek durumda olmadığını prensipte söyleyebilir. Ancak hiçbirimiz, temelde bir hastalığın çaresi olmadığını söyleyemeyiz. Eğer biz bir problem ortaya çıktığında enerjiyi tekrar asli durumuna geri dönüştürebilirsek, o zaman buna otomatik olarak madde de uyacaktır ve bu işlemektedir, hem de bedeninizi oluşturan elementlerle, su ve tuz ile. Her banyo kültürünün temelinde su ve tuz vardır. Tüm bunlar hiç de yeni değildir. Birçok kür misafiri, Bad Reichenhall’a “Sole” (su ve Himalayalar’dan getirilen, içinde 27 ayrı elementin olduğu söylenen tuzun karışımını içmek için gidiyor ve tıbbi olarak da kanıtlanmış olarak kullanıyor. Buna rağmen maalesef tıbbi mantıkla hâlâ semptom tedavisi yoluna gidiyoruz. Ancak şimdi bir fikir değişimi var. Tüm bunlar bilinç durumunuza bağlıdır.

Yaşadığınız hayat daha önce oynamış bir filmden başka bir şey değildir. Siz bu filmin prodüktörüsünüz, rejisörüsünüz. Eğer bu filmde artık hoşunuza gitmeyen bir şey varsa, bu filmi kimin çevirdiğinizi düşünün, bu kişi sizsiniz, başkalarına kızamazsınız. O zaman filmi tekrar yazmanın, yeni bir film çevirmenin zamanı gelmiştir. Bu sizden başlar ve bunun için geliştirilmiş bilince gereksiniminiz var. Buna ilk etapta bu su ile, geometri ile, platonik yapılarla ulaşırsınız. Suyun içinde zaten enerjiyi sağlayan Tetraeder vardır. Bedende suyumuzun günlük olarak aşağı ve yukarı aktığı, içinde gizli canlı güç olan yaklaşık 90.000 km. sıvı bant vardır. Prof. Carol, doğru olarak bakılması(beslenmesi) şartıyla prensipte insan hücresinin ölümsüz olduğunu kanıtlamış ve bunun için Nobel Ödülü almıştır. Fakat buna rağmen biliyoruz ki, yaşlanma sürecine tabiyiz ve yaşlanıyoruz. Bu neden oluyor? Neden bu hücreler ölüyor ve yenilenmeleri gerektiği gibi yenilenmiyor? Bu hücreden mi kaynaklanıyor, yoksa hücreyi çevreleyen hücre suyundan mı kaynaklanıyor? Aslında canlılık için önemli olanın hücre suyu olduğunu çok hızlı anlayacağız. Aynı Prof. Carol, kalbimizin aslında kendi motoruyla çalışan bir pompa olmadığını kanıtlamıştır. Okulda kalbimizin en önemli organımız olduğunu öğrendik. 24 saat, bir yaşam boyu sürekli aşağı ve yukarı kan pompalaması gerektiğini. Tam olarak gözlendiğinde kalbin aslında kendi motoru olmadığını bu nedenle de kalbi bir pompa olarak görmemizin yanlış olduğunu anlarız. Aslında kalp tam olarak gözlendiğinde bir tribündür. Bu tribün canlı bir güç tarafından, yani bedeninizdeki sıvılar tarafından işletilir. Bu her hücre suyunda, (ta kanımıza kadar) kendi hareketi saklıdır. Bu işletilen tribün bir ritim sağlar, kalp atışını bu kalp atışı, beyin akışımızın da bağımlı olduğu elektriği üretir. Beyin akışımızın tekrar dünya gezegenindeki atmosfer değeri ile karşılaştırılabilir olması ilginçtir. Atmosferimizin bir rezonans değeri vardır, bu Schumann-Rezonans frekansıdır, 8 Hertz’lik bir direnç değeridir. Ve prensipte beynin de aynı değeri ortaya koyması ilginç değil midir? Eğer inanmıyorsanız, bir doktora beyin akımınızı EEG cihazıyla ölçtürün. Doğa ile aynı frekanstadır, yani 8-10 Hertz. Eğer bu ritmin dengesi bozulursa, eğer siz bu ahengi terk ederseniz, o zaman suda bulunan önemli yasaları da terk etmiş olursunuz, gravitasyon ve levitasyon artık aynı oranda bulunmaz. Su, sarmal şekilde hareket eder, hiçbir zaman lineer değildir. Banyoda bir bakın, su girdap formunda hareket eder. Spiral oluşturan suyun hareketinin, genetik kalıtım bilgilerini içeren bedenimizdeki DNA ile tam olarak aynı olması ilginç değil midir?

Tam olarak nasıl aşağıya doğru akıyorsa, yukarıya doğru da akıyor, bunu çift helezon olarak adlandırıyoruz ve yerde ayaklarınızın üzerinde durmanızı sağlayan da budur, yerçekimi gücü. Öteki taraftan da her gün yukarı çıkmak istiyorsunuz, bir şeylere ulaşmak istiyorsunuz, sabahları ayağa kalkıyorsunuz, bu levitasyon gücüdür, bilincinizi genişletmek için, içinizdeki su kristalini bilgilendirmek için bu sizi her zaman tekrar yeniye, yukarıya çeker ve eğer bu denge bozulursa, içinizde bir canlılık kalmaz, o zaman bu sizi sözcüğün tam anlamıyla yere çeker ve büyük olasılıkla kendinizi yatağa atarsınız, çünkü hasta olmuşsunuzdur. Bedenimizin zeki fonksiyonu, molekül hareketini canlandırmamız gerektiğini hatırlatır. Bunu örneğin grip olduğunuzda anlayabilirsiniz. Hiç kendinize neden 37 derecelik bir beden sıcaklığınızın olduğunu sordunuz mu? Neden tam olarak 37 derece Sıcaklık nedir? Sıcaklık, moleküllerin hareket enerjisinden başka bir şey değildir. Neden bunun arkasında hep 37 derece sıcaklığımızın olmasını sağlayan aynı enerji bulunur? Eğer bizdeki denge bozulursa, neden sıcaklık birdenbire yükselir ve neden moleküller daha hızlı hareket ederler? Moleküller, tekrar yapı oluşturmak için düzen durumunu tekrar yapılandırmak için uğraşırlar. Çünkü nerede yapı varsa, orada yapı çerçevesi vardır, nerede yapı çerçevesi varsa, orada geometri vardır, nerede geometri varsa, orada bilgi vardır. Ondan sonra artık bakteriler, mikroplar ve virüsler çoğalamazlar. Tazelenmeye, iyileşmeye başlarız ve birdenbire tekrar gücümüzü buluruz, tekrar ayağa kalkmak isteriz.

Bu su hakkında düşünmelisiniz. Beyin suyunuz çok yüksek derecede kristal yapılanmadır, saf küçük kristaller, biz buna Molekül-Cluster adını veriyoruz. Birbirine bağlanmış olarak ve bu şekilde geometri olduğu için belirli bilgileri iletebilen bu yapıyı suda da buluyoruz. Bu sürekli olarak değişir. Düşünceleriniz nereden geliyor? Kimyasallarla suyun basitçe etkilenebileceğini biliyor musunuz? Bu suyu içtiğinizde düşünceleriniz değiştirilebilir. Klorun materyal düşünce yapılarının taşınmasını sağladığını biliyor muydunuz? Amerika’da yapıldığı gibi klorlu su içtiğinizi düşünün, orada yüzeyi %100 örten klorlu su içilir ve buna eğer flüor katarsanız, çünkü bunun dişler için iyi geldiği söylenir, ve ben size flüorun frekans örneğini ölçsem, o zaman size bu flüorun artık hiçbir isteğinizin kalmayacağı kadar beyin fonksiyonlarınız üzerinde uyumsuzluk yarattığını kanıtlayabilirim. İsteksiz olursunuz. Düşünün bunu iki jenerasyon boyunca tüm halka yaptılar. O zaman ne elde ederim? İsteksiz materyalistlerle dolu bir halk, bunlar o zaman her şeyi ben nasıl istersem, öyle yapacaklardır. Buna su ile ulaşılabilir. Bu yüzden neden böyle düşündüğünüz önemlidir ve suyun sizin için ne kadar önemli olabileceği önemlidir. 37 derecelik bir beden sıcaklığında beyin suyunuz buzlanmış bir durum alır. Bu jöleye benzer yüksek dereceli bir yapıdır. Bu yapıya mikro dalga uygulandığında, beyninizin kan bariyerinden aslında normal koşullarda kanınızda bulunup da ayrıştırılamayan hayvansal albümin geçtiğinde ve beyninize girdiğinde birden kristaller yapılarını değiştirmeye başlar ve sıvılaşır, beyninizin suyu sıvılaşacaktır. Nedenini iyi incelemeliyiz, nedeni daima geometride gizlidir. Örneğin suyun çeşitli hallerini ele alalım, gaz olarak buhar şeklinde, sıvı olarak su şeklinde ve katı olarak buz şeklinde görüyoruz.

Eğer suyu ısıtırsak ve su buharı elde edersek, o zaman su havada süptil bir formda olur. Peki biz ne soluyoruz? Tabii ki sadece oksijen değil. Tam olarak bakıldığında biz suyun en süptil formunu soluyoruz, bu nedenle bunu solumazsak sadece 3-4 dakika yaşayabiliriz. Aylarca yemek yemeyebiliriz, bu bize bir şey yapmaz, hatta 3-4 gün suyu içmezsek de dayanabiliriz, ama sadece birkaç dakika soluk almamamız ölmemiz için yeterlidir. Bu kristalleri, örneğin kar tanelerini soluyoruz. Suyun katı hali olan kar tanelerinin bir elektron mikroskobuyla fotoğrafı çekilmiştir. Burada çok küçük Tetraederlerin mükemmel bir düzeni vardır. İki aynı kar tanesinin hiçbir zaman birbirine benzememesi çok ilginçtir. Bu, bu maddeyi zaten oluşturan ışık kuantlarının düzenine dayanmaktadır. Kendini kristalize edebilmesi için her su molekülünde bir milyardan fazla biyofoton çalışır ve bunlar kendilerini sürekli olarak tekrar düzenlerler. Bu şekilde her su molekülü öbürlerinden farklıdır, her su molekülünün kendi kimliği vardır, aynı sizler gibi. Eğer kimyacılarımızı uzaya çıkarsak ve onların dünyaya bakmasını sağlasak, hepimizi aynı tutarlardı, sonuçta hepimiz insanız, ama siz onlara “Hayır, ben değil, ben şuradakinden farklıyım” diye bağırırdınız. İşte kimyasal açıdan suya bu şekilde bakıyoruz, sadece H2O olarak, buna rağmen hiçbir zaman aynı olan iki kar tanesi yoktur. Şimdi bir deney yapalım ve kar tanesini doğal şartlarda eritelim ve bundan tekrar su yapalım, sonra da tekrar donduralım, tekrar tam olarak aynı kar tanesini elde ederiz. Bu nasıl olanaklı oluyor? Çünkü kim olduğunu hatırlayabiliyor. Suyun hafızası vardır, su bir bilgi taşıyıcısıdır. Maddeleşmeye sebep olan enerjinin formunu değiştirmediğimiz zaman, madde de değişmeyecektir. Çünkü o kim olduğunu biliyor. Bu olay sizin organizmanız için de geçerlidir. Bilim adamları suyun doğal bir homoöpatik olduğunu ve bizim su vasıtasıyla bizde eksik olan dalga boylarını alabileceğimizi kanıtlamışlardır. Bu şekilde kaybettiğimiz her şeyi dengeleyebiliriz. İtalya’dan Enza Enstitüsü’nden Dr. Cicollo, son yirmi yıl içinde tüm dünyadaki şifalı suları incelemiş ve şifalı suların öteki normal sulardan kimyasal yapıları aynı olsa da biyofizikzel açıdan farklı olduklarını tespit etmiştir. Yıllardır şifalı suları için Lourdes’a 6 milyon, Fatima’ya 2 milyon insan, Medjegorye’ye, Sandamniano’ya ve benzeri yerlere gitmektedir. Bunun arkasında sadece dinsel değil de başka sebepler olamaz mı? Eskiden bu mucizeler açıklanamıyordu ve bu suların arkasında sevgili Tanrı’nın olduğu düşünülerek kutsal sular olarak anılıyordu. Aslında bu böyledir de, bunun arkasında sevgili Tanrı, doğa, bütünlük yatmaktadır. Onun vasıtasıyla bu olgun, canlı kaynak suyu bize ulaşmaktadır. Şimdi bu mucize suları inceleyebiliyoruz ve bu karakteristikleri gösteren sular gerçekten de kutsal kaynaklardır. Bir Japon bilim adamı olan Dr. Masaru Emoto, suyu sözcüklerle değiştirebilecek durumda olduğumuzu fotoğraf çekerek 10.000 deneyle kanıtlamıştır. Burada sözcüklerin gücünü düşünün, çünkü her sözcük önceden düşünülmüştür. Bu elektriktir, bu dalga boylarıdır. Bunlarla düzen, entropi, yani kaos yaratabilirsiniz. Her hangi birine aşırı derecede canlılık duygusu ve bağlantıları anlayacağı için yaşama gücü veya uyuyamayacak kadar korku verebilirsiniz. Sadece konuşulan sözcüklerle. Bu sıvı kristal yapının birdenbire tamamen değişmeye başlaması ilginç değil midir? Bunu Masaru Emoto mükemmel bir şekilde kanıtlamıştır. Sıvı nötr suyu alıp sözcüklerle yani bilgiyle yükleyerek –4 derecede dondurmuş ve elektron mikroskobuyla fotoğraflarını çekmiştir. “Beni hasta ediyorsun” mesajı ile yüklediği suyun görüntüsünün aynı kanserli hücre yapısını ortaya koyduğunu tespit etmiştir.

http://www.hado.net

http://www.thank-water.net/english/emoto/masaru20030625.ht m

Burada gıdalarınıza ne kadar dikkat etseniz de çevrenizdeki insanların size yüklediği negatiflikler sizin yapınızı bozabilir ve hasta edebilir. Kristalleriniz parçalanır. Fakat yine de bedenlerimiz kendini mükemmel bir şekilde yenileyebilir, bedenimiz aynı bir akü gibi algılanmalıdır. Ancak bedenimiz şarj edilmelidir, insan bedeninin bu doğal regülasyon işlemine homoöstaz diyoruz. Dünyada hiçbir doktor, var olan 58.000 alopatik ilaçlardan hiçbiri tedavi edemez. Biliyor musunuz sizi kim tedavi eder? Kendiniz! Ve iyi bir doktor bunu size iyileşmeniz için gereksiniminiz olan bilgiyi tekrar vererek ve bu şekilde size destek olarak bu homoöstazı tekrar oluşturmanıza yardım ederek yapar. Bu nedenle “bağışıklık sistemi” sözcüğü yanlıştır. Tam olarak bakıldığında bizim bağışıklık sistemimiz yoktur, bizim entegrasyon sistemimiz vardır. Gerekli enerjiye sahip olduğumuz sürece bedenimiz zararlı maddelerle gerektiği gibi başa çıkabilir ve eğer çevremizde her zaman bize karşı negatif insanlar bulunuyorsa, buna rağmen aktivitelerimizle ve pozitifliğimizle kendimizi koruyabiliriz. Ama eğer siz her gün negatifliğin içinde bulunursanız ve kendinizi korumazsanız, o zaman bu sizi en sonunda yapısı bozuk hücre formu olan kansere kadar götürebilir. Normal durumda hasta ve zayıf insanların sağlıklı olanlara oranla daha çok hasta ve zayıf çocukları olduğunu biliyoruz. Bedenimizdeki her bir hücrede de bu durum aynıdır. Tüm bu hücreler, hücre suyunuzun canlılığıyla bir geometriye, bir yapıya bağlıdırlar. Sizin için her şeyden önemlisi, hücre suyunuzun her alanındaki bu kristalleri tekrar yapılandırmak olmalıdır. Şimdi yeni bir deney yapabiliriz, bozuk, hasta bir suyu alalım ve sıvılaştırarak tek bir sözcük olan “Sevgi” sözcüğüyle yeni bir bilgi verelim. Bunu tekrar –5 derecede donduralım ve elektron mikroskobuyla fotoğrafını çekelim. Birdenbire bu mükemmel kristali, mükemmel geometriyi elde ederiz. Bu deneyi tersten ve yüzden 10.000 defa yapabiliriz, bilimsel ve objektif olarak suyun düşünceyle ne kadar etkilenebileceğini yine kanıtlamış oluruz. Bedeninizin %70''i sudan oluştuğundan bu sizin için önemlidir. Kalitenin yanı sıra miktara da dikkat etmelisiniz, çünkü çok az su içiyorsunuz. Mükemmel organize olmuş bir beden oluşturmak için günlük en azından 2 litre su içmelisiniz. Eğer insanlar çok kahve, çok limonata ve benzeri içtiklerini düşünüyorlarsa, o zaman bu çözüm değil, çünkü çamaşırlarınızı kahveyle yıkayamazsınız. Su mükemmel bir çözelti maddesidir ve her şeyi kendine bağlayabilecek durumdadır. Bu nedenle su içmek gerçekten çok önemlidir. Bedenimiz çok iyi bir şekilde kendi kendini iyileştirebilir. Çoğu kişi de bunu oruç kürleri vasıtasıyla, bunları bıçaksız ameliyat olarak da adlandırabiliriz, yaparlar. Bedeninizin tekrar temizlenmesini sağlayın. Sanayi tarzda gıdaların işlenmesiyle bedeninize almış olduğunuz inorganik maddelerden kurtulun. Bunun için de bunları çözen bir şeye gereksiniminiz var. Ve bu da su; su bunu başarır. Ve artık biyofiziksel olarak da kanıtlayabildiğimiz gibi, su yüksek derecede bir yapıya sahip. Ve bu yapılardan dolayı bedenimizdeki benzer titreşimleri içererek bir çok hastalıkları, Alzheimer rahatsızlığına kadar, ve beyinlerimizin kıvrımlarına yerleşmiş olan hafif ve ağır metal tortularını bile sökebilir. İsrail’de bir doktora gittiğinizde, orada bir gelenek vardır, hangi rahatsızlıktan dolayı gitmiş olursanız olun, sizi önce tekrar bekleme odasına yollayıp, yarım saat içinde içmek üzere size 2 Litre su verilir. Ve siz bu suyu içtikten sonra hâlâ şikayetleriniz varsa bundan sonra sizi muayeneye kabul ediyorlar. Birden beliren hastalıkların % 80''ini sadece su içerek iyileştirilebileceğini görmüşler ve bunun sadece suyun kalitesine bağlı olmadığı da tespit edilmiş. Bunun için su çözelti maddesi olarak biriken tüm atıkları dışarı taşımak için kullanılıyor. Örneğin burnunuz aktığında neler oluyor? Bedeninizde daha önceleri birikmiş olan zararlı maddelerin nötralize edilerek dışarı atılabilmesi için salgılar oluşuyor ve burnunuzdan dışarı çıkıyor. Aynı olay cildiniz için de geçerli olduğundan, bedeninize girmiş olan zararlı tüm maddeler cildiniz vasıtasıyla da ifraz edilir. Tüm problem aslında içeride, oraya girmemesi gereken maddeleri su yine dışarı taşıma kapasitesine sahip. Burada suyun miktarı kadar kalitesi de tabii ki önemli.

Artık bildiğimiz gibi su, 80 metrelik bir boru sisteminden geçtiğinde, canlılığını kaybediyor. Bu da borunun kötü olmasından dolayı değil de borudaki basınçdan oluşuyor. Suyun evlerimize kadar taşınabilmesi için gerekli olan basınç, suyun kendi hareketliliğini bozuyor. Suda çift helix şeklinde spiral hareket var, bu da suyun kristalinin oluşmasını sağlıyor. Suyun spiral hareketine zarar verildiğinde, kristal yapısı da bozuluyor ve kristal şekil olmayan yerde geometri de yoktur ve böylece enformasyon da oluşamaz ve neticede canlılık da yok olur. Ve neticede bu şekilde sadece 80 metre boru hattı ile suyun canlılığını almış oluyoruz. Şimdi ayrıca kimyasal-analitik olarak açıklamamız gereken şeyler var.

Yasaları koyanlar, su kimyasal olarak temiz oldukça belli değerler çerçevesinde bulunmasını şart koşuyorlar. Ve bu sınır değerleri de istedikleri gibi zaman zaman aşağıya veya yukarıya çekebiliyorlar. Halen tarım sektöründe 300 çeşitten fazla inorganik kimyasal yapıya sahip tarım ilacı kullanıldığını ve bunların neredeyse 280''i kanserojen olduğunu biliyor muydunuz? Kanser nedir? Kanser kaos’tur. Kaos’u düzeltin, entropinin oluşmasını, yani tekrar düzenin oluşmasını sağlayın. Ve tüm bu inorganik bileşimler, bu pestisidler tam tersinin oluşmasını sağlıyorlar.

Tarımda kullanılan ilaçlar yer altı sularına karıştığından tekrar bize çeşmelerimize geliyor. İlginç olan, 1992''ye kadar yasayı koyanlar bu 300 tarım ilacından sadece 63''ünün analiz edilme zorunluluğunu getirmiştir. 280 ilacın kanserojen olarak bilinmesine rağmen sadece 63''ünün ölçülmesi sanki bunların yokmuş gibi varsayılması ilginç değil mi, kalanların isimleri bile bilinmiyor ve bunlar için hiç bir sınır değer konulmamış. Ve zamanla bu ölçülen 63 ilacın değerleri yükseldikçe, tolerans değerleri de yükseltilmiş. Suyun kalitesini düzelteceğine içindeki maddelerin tolerans değerleri ile oynanmakta. Aksi takdirde bu suyu size satmamaları gerekir. 1992''den beri de zaten bu 300 tarım ilacından sadece 18''i ölçülmekte. Ve böylece aslında neler içtiğinizi düşünebilirsiniz.

Örneğin bunların içinden birini çıkaralım: Mesela Nitrat kanserojendir. Sadece kimyasal olarak bir zehir olmasından dolayı değil sebebi çok daha başka. Nitrat, bir kimyasal yapı olarak belli bir dalga boyuna sahip, dolayısıyla bir elektromanyetik kuvvete… Bedeninize Nitrat girdiğinde rezonans yerine disonans oluşur, çünkü bedenimiz Nitrat içermediği için bu madde ile rezonansa geçemiyor. Oluşan disonans bedende kaos oluşturuyor ve birden, bazı hücre grupları dejenere olmaya başlıyor, çünkü sürekli bir elektromanyetik içtepiye maruz kalıyorlar. Aslında bedenimiz kendini tekrar rejenere edebilir fakat her gün aynı içtepilere maruz kaldığında, artık Nitrat’ın miktarının da önemi kalmıyor, tekrar eski yapısını koruyamıyor. Örneğin suya bir taş atıyorsunuz, bir dalganın, dalga boyunun oluşmasına sebep oluyorsunuz. Suya sadece içine taşı atarak bir enformasyon vermiş oluyorsunuz böylece. Aynı anda taşı derhal çıkarsanız bile oradaki dalgayı yaratmış oluyorsunuz. Konu oradaki kimyasal yapıyı değil de negativiteyi yaratan disonans dalga boyunu nasıl çıkarabilirsiniz? Bizim de artık biyofiziksel olarak kanıtlayabileceğimiz gibi bu işlemi yapmak için “suyu canlandırma cihazları” vardır. En iyi içebileceğiniz su, doğal temiz kaynak suları, artezyen suları, agratopejik artezyen kaynakları. Agratopejler, yeraltından kendi güçleriyle yukarı çıkan yer altı artezyen sularıdır, çünkü suyun da kendine has bir olgunluk derecesi vardır. Su, yağmur olarak yere indiğinde bunu “juvinil” su olarak adlandırırız. Bu suda solar frekanslar ölçülebiliyor fakat jeomanyetik frekansların da oluşabilmesi için su yerin çok altına inmesi gerekiyor, “toprağın kanı” haline gelmesi gerekiyor.

Yeraltında tamamen olgunlaşan ve tüm jeomanyetik frekans desenlerini içine alan “toprağın kanı”, kendi başına 1000''lerce metre derinliklerden girdap şeklinde yukarı çıkabilecek güce ve enerjiye sahip oluyor.

Siz şişeden mineral suyu içtiğinizde bunu bedeniniz alamaz, işleyemez, çünkü mineral suyundaki mineraller inorganik yapıya sahipler. Bunlar zararlı değiller fakat hücreler için kullanılabilir değiller. Böylece kanınıza kadar giren kalsiyumun hücrelerinizde özümsenemediği için hiçbir faydası olamaz. Burada konu Kalite’ye geliyor. Su, kristal gibi basınç ile elementlerin koloidal oluşmasını sağlayamadığından elementler inorganik kalıyor ve bu yüzden bedeniniz de bunları alamıyor. Bazıları, bunların bir kısımları belki alınabilir diye düşünse de bu kesinlikle olanaklı değil. Bunu kahvaltıda tabağınıza bir çubuk demir koymuş gibi de düşünebilirsiniz. Sudaki mineralleri alabilirseniz, çubuktaki demirleri de yiyebilirsiniz. Bu da olanaklı olmadığı için suyun hangi mineralleri içerdiği de önemli değil. Önemli olan, suda hangi frekans desenleri var, bu mineraller halen iyonize durumda mı ve etrafları su kılıfı ile çevrili mi? Çünkü biz bu suyun yapısını bozduğumuzda, içindeki iyonize ve suya elektromanyetik dalga boyları veren elementlerin başka elementlerle birleşmesini sağlamış oluruz. Bu da genellikle boru basıncı veya suya katılan karbon diyoksitlerle yapılır, böylece suyun doğal oksijeni alınıp, nitrojen katılır, halbuki bizim amacımız bedenden nitrojeni uzaklaştırıp oksijen verebilmek olmalıdır. Böylece oluşan “molekül evliliklerinde”, örneğin pozitif yüklü kalsiyum ile negatif yüklü hidrojenkarbonatlar birleşirler. Aslında, bunlar su canlı olduğu sürece, yani bir yapıya sahip olduğu sürece, aralarında su bir duvar gibi olduğu için iyonal yapılarından dolayı birleşemezler ve bedene zararlı hale gelemezler. Kalsiyum ve hidrojen karbonat örneğinde yeni oluşum kalsiyum bikarbonattır, yani kısacası kireç oluşur. Ve siz de bunu evinizin borularından dışarı atabilmek için en pahalı cihazları kullanırsınız. Bunu yaparken kendi bedeninizdeki kireçlenen borularınızı/damarlarınızı hiç düşünmezsiniz. Yaşlandıkça damarlarımız ve beynimizdeki sinir iletişim bağları dahil kireçleniyor ve doğal olarak enformasyonu iletmek için köprü kurulamadığından unutkanlık başlıyor. Burada oluşan kireçleri çözebilmek için canlılığa, enformasyona veya yapıya gereksiniminiz var. Suyun geometrisine gereksiniminiz var. O zaman, oluşan molekül birleşimlerini de kırabilirsiniz.

Biz, araştırmalarımız çerçevesinde, segmanter diyagnostik ve organometri ile, medes diye adlandırdığımız, enerjetik seviyede ölçüm yapabilen bilimsel bir cihaz sayesinde, organizmadaki patolojik rahatsızlıkların bile sadece su ile rejenere edilebileceğini kanıtlayabiliyoruz. Uzun yıllar boyunca teşhis amaçlı takip altında bulundurduğumuz hastalar var.

Bizler, doktor değil de sadece biyofizikçi olduğumuzdan bizim kendi kendimizi rejenere ettiğimizi, doğanın iyileştirdiğini biliyoruz. Örneğin bir hastamızı segmanter diyagnostik ile değerlendirdik, bunun için bedenine 1,2 V doğru akım vererek direnç değerlerini değerlendirdik ve böylece bir organın elemansel titreşim karakterinin hücre bazına kadar nasıl değiştiğini inceledik. Bedeninizdeki organlar maddeden oluştukları ve çeşitli element bileşimleri içerdikleri için, her bir organın ayrı titreşim karakteri vardır. Örneğin bir akciğerin doğal durumdaki titreşimi yaklaşık 40 Hrtz civarındadır. Her gün içki alıyor ve ciğerlerinizi yıpratıyorsanız, zorlanmadan dolayı neredeyse 58 Hertz’e kadar yüksek titreşecektir. Bu da, eğer ciğerin enerji seviyesini 40''tan 58 Hertz’e yükseltirsek, organın maddesel yapısının da değişmesi söz konusudur ve bu da organda bir dejenerasyona sebep olacaktır. Bu olay da aynı kanserde olduğu gibi birden oluşmayacak, yıllarca organın maruz kaldıklarının sonucu olarak ortaya çıkacaktır. En başında enerji seviyesinin değiştiğini unutmayalım. Mesela bir hastamızın beyninin sağında bir tümör var. Tümör, organ seviyesinde kırmızımsı olarak görülmektedir. Bunu enerjetik seviyede ölçtüğümüzde, ki bu ölçümü kanser organ üzerinde görülmeden çok önce yaptığımızda hastayı uyarabiliriz, beyninde tümör olan hastaya bedeninde eksik olan frekansları içeren bir su içirdiğimizde (zarar görmüş olan yerler: epifiz, hipofiz, merkezi sinir sitemi vs.) çok farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz, sadece 17 dak. sonra değişiklik oluyor.

Fakat bu kadar kolay olamayacağını siz de tahmin edebilirsiniz, tüm bir ömür boyunca yanlış yaşayıp mucize suyu içerek iyileşebileceğinizi sanmayın. Bu hasta tabii ki tekrar eski yapısına düşecektir, çünkü artık organ seviyesinde destrüktürasyon başlamıştır. Beden kendini bu negatif duruma o kadar alıştırmıştır ki 2-3 saat içinde eski patolojik tabloya geri döner. Fakat bunun bize gösterdiği, suyun içinde öyle bir enerji var ki, eksik olan tekrar yerine getirilebiliyor ve rejenerasyon gerçekleşebiliyor. Bu hastaya belki her gün 2''şer litre bu sudan içirsek ve birkaç yıl devam etsek, bedendeki her yapıyı değiştirebiliriz. Bu yüzden tedavi edilemez hiçbir hastalık yoktur. Her şekli değiştirebilirsiniz. Bedenlerimiz morfojenik bir alandan oluşuyor. Bizlerin bu bedenlerin şekillerini oluşturan neticede enerjidir.

Örn. bir hastanın ayağını kestiğimizde ayak parmağını algılayabiliyor, çünkü enerjetik seviyede o enerji var, buna da fantom ağrıları deniyor. Bu kişinin aurası, yani enerji seviyesi ölçülebilir durumda.

Çalışmalarımız kapsamında hastalarını su ve tuz ile iyileştiren 65 doktor, 150''ye yakın icazetsiz pratik hekim ve çeşitli klinikler var. Bunların sayıları günden güne çoğalıyor. İnsanların sadece çok basit araçlarla en ağır hastalıklardan bile nasıl iyileştirilebileceğini görmenizi istiyoruz, bunun olanaklı olduğunu bilmenizi istiyoruz. Bu sadece bu yılın moda tıbbı değil, bunlar en doğal maddeler, suyunuzu doğadan almaya çalışın, has su içmeye çalışın.

Günlük gereksiniminiz olan 2 lt için. Güzel bir kaynak bulup, kimyasal analizini yaptırma gayretine girin, çünkü zararlı kimyasal madde olmayan yerde, mikrop da oluşamaz. Böylece bu suyun canlılık içerdiğine dair elinizde bir garanti olur. Alabalıkların yaşadıkları akarsular kesin temiz olur, çünkü alabalıklar çok hassas balıklardır, suyun içinde gravitasyon ve levitasyon dengesi bozulduğunda suyun kalitesi bozulur ve alabalıklar bunu derhal algılar. Bu balıklar suyun içinde başka güçlerin de var olduğunun farkındalar, levitasyon gücünü kullanarak suyun içinde durabiliyorlar ve suyun içsel gücü olan saf ışık enerjisini kullanarak akım yönünün tersine yüzebiliyor. Bu kaynaklardan beslenen sulardan faydalanmalıyız. Bu tip sular sadece geçen hafta yağmur yağarak orada birikmiş değil yıllarca 100-200-300 yaşında olabiliyor ve radyometrik ölçümlerle bunu tespit edebiliyoruz. Bazı fosil sular vardır ki bunlar toprağın kanı olarak 6, 7, veya 8000 yıl yeraltında beklemiş ve oluşmuşlardır. Bu suları bulup kullanmalıyız ve bunu sadece bencil olarak sağlığınız için değil de bilinçlenmeniz için, bilinçli bir insan olmak için yapın. Sağlığınıza kavuşmanız bunun yan etkisi olarak yaşamınıza girecektir.

Yaşamınızda bilinçli tüketin, sadece reklâmı yapıldığı için ve aslında gereksiniminiz olmadığı bir şeyi almayın. Reklâmlar da zaten gereksiniminiz olmayan ürünler için yapılır, yoksa siz hiç havuç reklâmı gördünüz mü? Onu zaten alacaksınız. Bu yüzden daha güzel, daha sağlıklı, daha mutlu olabilmeniz için sizin aslında pek de gereksiniminiz olmayan şeyleri satın almanızın teşviki için reklâmlar yapılır ve siz böylece ticari anlamda bağımlı kalırsınız. Aksi takdirde, örneğin gereksiniminiz olan her şeyi kendi kaynaklarınızdan karşılıyor olabilseniz ve daha az çalışmanız gerekse, zamanınız kalacak ve siz kendinizi geliştirmek için eylemde bulunacaksınız ve bilinçleneceksiniz. Ve tüm bunların gerçekleşmemesi için sürekli çalışmanız gereklidir, ki böylece kendinize zaman kalmasın ve aslında nelerin olup bittiğinin farkına varmayasınız diye. Ve 65 yaşında emekli olana kadar çalışır ve pillerinizi tüketirsiniz.

Burada sadece sistemin suçu yok, biz değil miyiz kimyasal temizliği, daha ucuz ürünleri vs. talep eden? Biz değil miyiz, nicel düşünen? Sanayi sadece taleplerimize cevap veriyor. Bizler daha bilinçli olmaya başlamalıyız, satın alma fanatizminden vazgeçmeliyiz, kendimize karşı daha radikal olmalıyız, radikal sözcüğü Latince’den radikus : kök’ten geliyor.

Köklerimize geri dönmeliyiz, yaşamlarımızın amacını görmeliyiz ve bunu doğal canlı su ile başarabiliriz. Artezyen suyu bulduysanız mutlaka cam şişelere koyun. Bu sulara ulaşamayanlar Suyu canlandırıcı cihazlar kullanabilirler. Bu cihazlar, borulardaki basınçtan dolayı bozulan suyun yapısını tamir ediyorlar. Böylece, kristalline yapısı olmayan, yani yapı ve böylece enformasyon içermeyen suyu fiziksel bir yöntem ile tekrar canlandırabiliriz, enerji verebiliriz.

Bunun için değişik yöntemler var, örn. levitasyon (Hachening’e göre anafor yapma), kristalizasyon, manyetizm, canlandırma. Prensipte tüm yöntemler suya tekrar bir frekans desenini yüklemeye çalışıyorlar. Laboratuvar şartları altında bunu yüzey gerilimi ile tespit etmemiz olanaklı. Çeşme suyunun yüzey gerilimi daima 73 Dune’dur. İyi bir kaynak suyun gerilimi 58, 60, 62 Dune olabilir. Bizim kanımızın değeri 42 ve 44 Dune civarındadır. Gıdaları özümlememiz için bu değerin kan değerimize en yakın olması daha uygun. Ve bizim için en uygun olan taze sıkılmış meyve suyudur. Taze meyve suyunun yapısı o kadar uygun ki, yüzey gerilimi aynı kanımızın değeri gibidir. Bunu tuzlu su ile (buna “sole” diyoruz) de yapabiliriz. Doğal bir Sole’den bir bardak doğal suya 1 çay kaşığı ilave ettiğinizde izotonik bir çözelti elde edersiniz. Bu çözeltinin değeri de aynı kanımızın değerindedir, çünkü mükemmel bir yapıya sahiptir. Kaynak/Artezyen suyu da bu değere çok yakın.

Su, suyu canlandırma cihazlarından çok hızlı geçtiğinden çok kalıcı bir şekilde onarılamıyor. Bunun için su ile temas etmesi gerekmeden, sadece fiziksel bir metotla frekans değişimi sağlanıyor. Fakat bu cihazlar pek de ucuz sayılmaz. Bu cihazlarla suyun kimyasal yapısı değişmez, örn. suyunuzda nitratlar varsa, onlar arındırılmaz. Suyunuzdaki kimyasalları çıkarmak için ters osmozlu cihazlar kullanmalısınız, zararlı elementler bunların zarlarından ölçülerinden dolayı geçemez ve süzülürler. Kimyasallarınızı arıtan cihazların sonucunda kimyasallardan arınmış fakat cansız su elde edersiniz. Suyu canlandırma cihazları da çok pahalı olduğundan bunun yerine bir avuç kuvars kristalini temiz kaynak suyuna koyarak cam sürahi içinde bekletirseniz, kuvars kristalin hexagonal yapısından dolayı, geometrisi var olduğu için pizoelektrik içerdiğinden suyu canlandıracaktır. Kristalin pizoelektriği suyun tetraeder-yapısını tekrar yerine getirebiliyor. Bunun için herhangi bir kristali kullanabilirsiniz, gül kuvarsı, ametist vs. önemli olan hexagonal şekilli olması. Bu kristallerin birini bir cam sürahiye koyup ertesi gün içtiğinizde, gerçekten canlı su elde etmiş oluyorsunuz.

Kesinlikle plastik kavanoz kullanmayın, çünkü dizonans titreşimler yüklersiniz. Camın yapısı kuvars tozu içerdiğinden zaten bir hexagonal şekle sahip ve içine konulanı etkileyecektir. Ertesi gün suyunuzu içtiğinizde koyduğunuz kuvars kristali şeklini hiç değiştirmemesine rağmen, siz de tadındaki yumuşaklığı fark edeceksiniz. Biz, size bilimsel olarak kristallerle suyun canlandırılmasında suyu canlandırma cihazlarıyla kıyaslandığında yüzey gerilim değerleri aynı veya daha iyi olduğunu kanıtlayabiliriz. Bu cihazların çoğu kuvars kristali içeriyor.

Peter Ferreira