Gönderen Konu: Doğum Gelenekleri  (Okunma sayısı 2194 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ...:::£sra:::...

  • Yönetim K.Ü
  • Sanat Kurdu
  • *
  • İleti: 7.764
  • Karizma Puanı: 2742
Doğum Gelenekleri
« : 09 Şubat 2008, 16:07:50 »

 
 

Doğum Gelenekleri

Ankara yöresindeki kırsal yerleşim merkezlerinin birçoğunda doğum öncesi ve sonrası çeşitli geleneksel davranış biçimleri görülmektedir. Yöre halkının yaşadığı güçlükler ve doğa şartları, bu konuda zengin bir halk kültürünün oluşmasına yol açmıştır.

Bu kültürün değişik yansımalarını gözlemlemek olasıdır. Yörede yedi yılda bir doğuran kadın dişi kurda benzetilir ve kadına “Dağda kurt doğururken sen de doğurur musun?” denilir. Çocuğu olmayan kadınlara damarlarının açılması için yer öptürmek adettendir. Kadın yere oturur, bacaklarını açıp ellerini arkadan kenetler yeri öpmeye çalışır. Ayrıca çeşitli türbe ve adak yerlerine gidilerek, çocuk doğmasına ilişkin türlü adaklar adanır. Bunların içinde hâlen devam eden, ilginç inanışlardan biri şöyledir: Ayın ilk çarşambasında adı Mehmet olan yedi kişiden anahtar toplanır ve bu anahtarlar işaretlenir. Al İplik Hüseyin Gazi’nin, mavi iplik Tacettin Sultan’ın, siyah iplik Haydar Sultan’ın v.b. yedi çeşit iplik veya çapıt (kumaş parçası) anahtarlara bağlanır. Dua edip çörtene (damın saçağına bağlı oluk) takılır. Sabah erkenden gidilip anahtarlara bakılır ve hangi anahtar paslanmışsa ona karşılık gelen türbeye kuşak kuşanmak için gidilir. Kuşak kuşanmadan önce türbeyi bekleyen türbedar gözetiminde, evliyanın başucuna yular bağlanıp dua okunarak etrafında dolanır. Daha sonra yular çıkartılıp evliya etrafında dolanır ve bırakılır, eğer yular durursa kuşak kuşanılır. Tüm bunlardan sonra çocuk doğarsa kurban kesilir ve yarısı türbedara verilir, bu budu misafirlere ikram edilir, geri kalanı ise konu komşuya dağıtılır. Kurban kesen (adayan) kişi ise bu kurban etini, parasını ödedikten sonra yiyebilir veya yemez. Başka bir söylenişe göre ise, çocuk olursa, çocuğu olan kadın, kurbanı ve çocuğu alıp evliyaya götürür, kurban orada kesilir, türbedar derisini alıp satar, etini yer ve türbe için mum alır. Ayrıca türbedara süpürgecilikle bakıcı olarak bir miktar bahşiş verilir. Çocuğa evliyanın adının verilmesi sık rastlanan bir olaydır.

Doğacak çocuğun kız veya erkek olacağına dair bir inanış da şöyledir: Kadının sağ memesinin avlağasının (başının etrafı) kızarıp morarıyorsa, sağ meme güllü yani damarlı hale gelmişse, sağ meme sol memeden büyük olmuşsa oğlan çocuk, sol meme büyük olmuşsa kız çocuk olacağına dair yorum yapılır.

Diğer bir inanışa göre, gömlek biçilirken, yakası açılan gömlek, hamile kadının başının üstüne konur. Eğer eşikten (kapıdan) içeri kadın girerse kız, erkek veya oğlan çocuğu girerse, çocuğun erkek olacağı biçiminde yorum yapılır.

Yeni doğan çocuğun iki kaşının ortasında mavilik varsa daha sonra doğacak çocuğun cinsiyetinin doğan çocukla aynı olacağına inanılır.

Hamile kadının dudağı kalınlaşırsa bebeğin kız olacağı inanışı da vardır.

Bebek doğacağı gün eve ebe çağırılır. Ebe “evler göçtü biz de göçelim” der. Orada bulunanlar bu cümleyi yinelerler. Unutan olmuş ise ebe aynı cümleyi söyleyerek anımsatır.

Ebe Tası (Şifre Tası):

Şifa tasının içine “Fatma Ana Eli” denilen ot atılarak üzerine su doldurulur ve bu su lohusaya ebe tarafından içirilir. Ya da bazı lohusalara, kocasının avucunun içinden su içirilir. Bu, hakkını helal et anlamına gelir.

Doğumun Yaptırılması (Çömelek):

Doğum sırasında bir kadın, hamile kadının arkasına geçerek belinden kucaklar. Hamile kadının önünde iki kadın daha ve ebe bulunur. Bir miktar toprak kızdırılarak ayağının altına bol miktarda dökülür. Çocuk doğar doğmaz sarı yağ (kuyruk yağı veya sarı inek yağı) kızdırılıp bir fincan içirilir, bunun amacı çocuğun bağırsaklarının yumuşamasıdır. Çocuğun doğumunda gecikme olursa “ana kaşık, baba beşik diyecek de öyle doğacak” (herşeyini hazır isteyecek) denir. Yine bir inanışa göre geç doğum yapan kadın, kömüşün (manda) yularından geçirilir. Bunun nedeni kömüşün bir yılda buzağlaması (doğurması) ve kadının da kömüş sütünden içtiğinden sanılmasıdır.

Çocuk dişli doğarsa uğurlu sayılmaz, öksüz kalacağına inanılır. Çocuk annesinin karnında ağlarsa yine uğursuzluk sayılır.

Bir inanışa göre, bebek doğduktan sonra göbeğini kesen makas 40 gün açılmaz. Göbek bağı yedi kat pamuk ipliğinden hazırlanır, göbek tekerinin içine çörek otu konup sarılırsa sancıyı keseceği söylenir.

Çocuk doğduktan sonra, kadının sütü gelmezse, kocası gün doğmadan ve kimseye görünmeden köyün çeşmesine gider. Yanına aldığı iki simitten birini kurnanın (musluğun) başına takar, birini de geri getirir. Loğusa suyla birlikte o simiti yer. Bu, loğusa kadının sütünün çoğalacağı anlamına gelir. Çeşmeye ilk giden kişi ise oraya bırakılan simiti yer.

Başka bir inanışa göre lohusanın sütü az olursa, sütün çoğalması için çobana bir ekmek verilir. Bunun anlamı da akşama kadar dağlarda dolaşan çobanın dönüşünde süt getirmesidir.

Bebeğe göbek adını ebe koyar. Üç kere tekbir getirdikten sonra göbeği keserken “Göbek adı Fadime yahut Ali der”. Çocuğun asıl adı üç gün ila bir hafta sonra konur. Eğer isimde anlaşma sağlanamazsa, kura çekilir ve ilk gelen isim verilir.

Beşik Düğünü:

Bebek doğumunun altıncı günü bebek için gerekli olan beşik, bardak, yorgan, etek bezi ile yastık lohusanın babası ya da dayısı tarafından alınır. Beşik takımının gideceği söylenerek, akraba ve konu komşu eve davet edilir, bebeğin babası, apçası (amcası), anası, dayısı, ebesi (büyükanne), takkasına (şapka) altın takarlar ve takkayı da beşiğin içine koyarlar. Akrabaları da hediyelerini beşiğin üstüne koyarlar. Beşiğin üzerine al bürümcük örtülür. Beşiği taşıyacak hamala börek yapılır ve lohusanın evine doğru sokakları dolanarak beşik götürülür. Orada bulunanlar kapıya çıkıp bakarlar “amanın beşik gidiyor kime ki?” derler. Loğusa evi hazırlanır, konu komşular dua okurlar, birkaç sofra yemek hazırlanır. Beşik gelince ortaya konur, çocuğu çok olan bir kadın bebeği alır, beşik etrafını üç kere dolandırır, “amanın uğurlu, kıdemli olsun, kısmeti gür, nasibi çok olsun, dört gözle büyüsün” sözleriyle bebeği yatırır. Daha sonra misafirler gittiğinde kızın kaynanası bebeği, nazar olmaması için kalkar okuyarak eline mavi kâğıt alır, bebeğin üzerine gelir kağıdı iğneler “Ayşe’nin gözü, Zehra’nın gözü” diye bebeği görmeye gelenlerin hepsinin adını söyleyerek kâğıdı iğneler, sonra ucuna bir kibrit yakar ve beşiğin altına atar.

Loğusa kadınların elma yemeleri halinde elmacık hastalığına yakalanacağı inancı yaygındır. Lohusanın korkudan dolayı dili tutulur veya rahatsızlanırsa (al basması) hocaya okutturulur, hoca dört tane muska yazar. Yazılan muskalardan biri yakılır, birinin suyu kadına üç gün içirilir, biri eşiğe gömülür, diğeri ise kadının boynuna katılır. Bu dönemde loğusa yalnız bırakılmaz, hoş tutulur. Maviye nazar değmez inancıyla, lohusanın yemenisinin ve yorganının mavi olmasına dikkat edilir. Lohusanın yatağının altına sarımsak ve çörek otu, çocuğun burnu tutulmasın diye de yastığının altına kalbur gözü konulur. Cinler ve periler lohusaya tebelleş (bulaşmak, korkutmak) olmasın diye yatağının altına demir bıçak da konur. Loğusa kadın bir haftaya kadar aynaya bakmaz. Lohusalık zamanında düğünü yapılan genç bir kız lohusanın yanına girerse, hem çocuğa hem anasına albasıp çocuğun uşaklık (havale) olacağına inanılır. Çocuğun kurtulması için hocaya götürülüp yedi kere sırtı sıvazlattırılır.

Kara basmasında ise sıcak ekmeğin lohusaya getirilmesi uğursuzluk sayılır. Loğusa evinden dışarı kömür, sirke, sarımsak, soğan, kül, ateş çıkarılmaz. Çıkarılırsa kırık basacağına ve çocuğun büyümeyeceğine inanılır. Eve ekşi, acı, çiğ bir şey çarşıdan gelirse evin dışına bırakılır.

Un Sürme:

Yeni doğmuş bir çocuğu bir yere ilk defa götürünce çocuğun yüzüne bolluk olsun diye un çalınır. Bunun anlamı, kız ise saçı un gibi ak, erkek ise sakalın un gibi ak olana dek yaşasın inancıdır.

Uğur Sınama:

Çocuk doğunca, çocuğa bir kuzunun kulağı ısırtılır. Sonra kuzunun kulağının ucu kesilip eneme yapılır. Eğer kuzu yaşarsa çocuğun uğurlu olacağına inanılır.

Bebek yalnız bırakılmaz, yalnız bırakılırsa bebeği cinin çalacağına inanılır. Eğer bebeği yalnız bırakma zorunluluğu varsa beşiğinin altına bir tasta su konur. Sonra bu su ayak değmeyecek bir yere dökülür. Beşiğin altına bıçak, yastığın altına da ekmek konulur.

Bebeği cin değiştirdiğine inanılırsa, bebeğin hiç büyümeyip, deynek gibi kalacağına inanılır. Böyle zamanlarda, sabah erkenden üç yolun ortasına ocak yapılır,üzerine tencere konulup içine bebek oturtulur. Altına süpürge çöplerinden hafif bir ateş yakılır. Görenler “Ne yapıyon oğul?” dediklerinde “aydaş pişiriyom” denir. Aynı işlem üç kişi sorana dek tekrarlanır. “Aydaş” inanışa göre cinin çocuğudur. Bu inanışa göre cin, aydaşım yanıyor diye hemen çocuğunu alır yerine kadının çocuğunu koyar.

Buna benzer diğer bir inanış da şöyledir: Akşam ezanından sonra bebek musalla taşının altından geçirilir, sonra taşın üzerine konularak yedi adım geriden: “Alın bebenizi, virin bizim bebemizi” diyerek seslenilir.

Diş Bulguru:

Bir gün öncesinden komşular çağırılır, bebek süslenir. Ailenin ekonomik gücü yeterli ise eğlence için çalgı da tutulur. Simitçiye haber verilip susamlı simit yaptırılır. Siyah üzüm, fındık, fıstık alınır, bir siniye dizilir. Tabaklara sıcak bulgur konur, sininin kenarına da simit dizilir. Bulgur yemeden önce bebek giydirilir, bir iskemleye oturtturulur ve yüzü örtülür. Çocuğu çok olan bir kadın ayağa kalkar: “Bismillahirrahmanirrahim dişin başın pek olsun, Allah güveyliğini gelinliğini de göstersin” der. Başından aşağı bir avuç bulguru döker. Bebeğin başında kalan bulgur ipe dizilir ve bebeğin başına takılır. Bu kuruyup dökülene kadar bebeğin başında kalır. Daha sonra gelen hediyeler bebeğin başına etrafına konulur. Akrabaları da, bakır getirirler “bebeğin dişi bakır gibi sağlam olsun” derler. Bebek büyüyünce getirilen hediyeler kendisinin olur.

Çocuğa Nazar Değmesi:

Nazarın genelde mavi gözlülerden geldiğine ve mümkün olduğu kadar mavi gözlülerden sakınılması gerektiğine inanılır. Diğer bir inanışa göre, nazarın gözden değil de dilden geldiğine inanılır. Dilinin altında incecik bir gök olduğuna inanılan kişilerden de nazar değdiği inanışı vardır. bir terslik olduğu zaman “amanın gök damaklı geldi de çocuğum hastalandı” denir. Nazar değmesini önlemek için bebeğe eski elbiseler giydirilip bebeğin dikkat çekmemesine çaba sarf edilir.

Nazar için kullanılan boncuklardan bazıları şunlardır:

- Böcekboynuzu

- Göz boncuğu

- Ikra boncuğu

- Kurt dişi

- Tosbağa küreği

- Yedi gözlü boncuk

- Tazı boncuğu

- Bülbül gözyaşı

Üç dört aylık bebeğin yüzü etlenince, derisi kabarır (kavlar) ve “kan etini döktü ve gayli ana etini düzüyor” denilir. Bu küçük kabarcıklara halk arasında “et ünü” denir.

Küçük çocuğun tırnağı altı aydan önce kesilmez, eğer kesilirse bebeğin huysuz olacağına inanılır. Yeni doğmuş bebeğin başındaki konakı (bir tür kepek) gidermek için yoğurt çalınır (sürülür).

Çok ağlayan bebeğe ısılık yakılır. Bebeğin karnının üzerine kırk iğneli mavi bir kâğıt konur. Sonra kâğıdın ucundan tutularak beşiğin başında dolandırılır ve beşiğin altına atılır. Bir de göz kurşunu dökülür.

Bebek küçükken altı aya kadar ağlarsa, büyüyünce okumuş biri olacağı söylenir.

Çok ağlayan huysuz bebek kümese konur, kümes kapatılır. Bebek orada ağlarsa “Ağıdın başını yesin” denilir ve çıkartılır. Eğer ağlamaz uslu durursa “Bebek devlete ağlamış” denir.

Sinirli çocukların başına ayın ilk Perşembe gününde sinik (Ekin ölçülen bir kap) giydirilir. Çocuğun başı, odada “Öfken başını yesin, öfken başını yesin” diyerek dört köşeye vurulur.

Çocuğun salyası akarsa, değirmenden pus (kepek) alınıp ağzı silinir.

Sohbetlerde bebek hastalıklarından söz edilirken, odada bebek varsa, çocuğun yakası ısırılır, burnu ve kulağı çekilir.

Bebeğin düştüğü yere “Şeytanın ipine dolaştı” diye şerbet yapılır, serpilir ve bebeğe bulamaç (un, su, tatlı) içilir. Ya da düşen bebeğe bal şerbeti veya şeker şerbeti yapılır. Sonra “Tükür de ineğiniz buzağılasın” denilip çocuğa tükürtülür. Böyle yapılmasının nedeni şeytanın bebeği kakışladığının (iteklediğinin) sanılmasıdır.

Dört yaşına kadar konuşmayan çocuğu anası, ayın ilk çarşambasında çuvala koyar, sırtına alır, yedi kapıyı gezdirir. Bir kapıdan içeri girince:

-Vıh o ne ki (kız) sırtındaki?

-Bir çuval söz

-Söz olsun, denir. Çocuğun yiyeceği şeylerden verir. Söz toplayan oradan çıkar diğer bir kapıya gider. Böylece yedi kapı gezer. Ondan sonra çocuğun dilinin açılıp konuşacağına inanılır.

Bebeği çüğe (tay tay) dururken bebek kızsa şöyle denir:

-Çüğ çüğ çüğ dur kızım.

-Çüğ dur kızım, eline börek viriyim.

-Çüğ çüğ çüğ çüğ kızım.

-Babandan mektup gelecek, çüğ dur kızım.

Ankara yöresinde bebek sevilirken söylenen deyimlerden bazıları şöyledir:

-Erenler önünde evin var yavrum.

-Türbeler önünde bağın var yavrum.

-Sekiz tenceren var, dokuz penceren var.

-Hennürün güzel, mennürün güzel.

İlimya kaymağı yürek bulandırmazmış.

-Nebet şekeri.

-Dam bülbülü.

-Zahir (şeker) kuşu.

-Kum arabı.

-Şam fellahı.

Çocuğu yürütmek için de, “gel ninna yapalım da yürü” denir. Çocuk artık ninna yapmaya alışır. Ninna yapılırken bir ayağını kaldırır, bir ayağını indirir. Bu şekilde çocuk yürümeye alışır.

Ninna ninna benim yavrum ninna,

Çoban gider oduna, Ali Ali derler adına,

Ben seni seveceğim komşunun inadına,

Kızım güzel gayetten, sıçrar çıkar hayattan,

Kızıma dünür geliyor Şıhli ile Bayattan (Şıhlı, Bayat: Köy isimleri)

Doğumdan bir hafta sonra, bebeğe kahve kaşığı ucu ile aside (Bir tatlı çeşidi) yalatılır, miyane çorbası içirilir. Kırkına kadar yemek yaratılmazsa çocuğun sonra yemek yemeyeceğine inanılır. Daha ilk günlerde helvadan, sumruk (toprak) yapılır, yemeni ile çıkılanıp çocuğun ağzına sokulur. Çocuk bunu emerek uyur. Kırkından sonra büyükler ne yerse çocuğu da yalatılır. Altı aydan sonra dişleri çabuk çıksın diye geviş verilir. Bir yaşından sonra da çocuk istediğini yiyebilir.

Ankara yöresinde bebeğin yürümesine ilişkin bir inanış şöyledir: “Havva anamız bebe doğurunca, bebesini yalamaya tiksinmiş, yalamamış; eğer yalasa imiş insan bebesi de yürüyecekmiş” Yeni yürümeye başlayan bebek adım atmaya korkar, tutunmadan yürümeye cesaret edemez. Önünde deniz var zannedermiş. Bu yüzden çocuğun ayakları birbirine al iple bağlanır, cami önüne gidilir, Cuma namazından ilk çıkan adama ip kestirilir. Eve gelince çocuğun korkmadan yürüyeceğine inanılır.
 
çok çalışmak zamanı